GÜNCEL VE SAĞLIK

CORONA VİRÜSÜ'NÜN
ŞAKASI YOK AMAN DİKKAT...


Grip virüsü temas yoluyla da bulaşıyor.!
Toplum olarak parmağı sürekli dudağında olan kişileriz.
Para sayarken, parmağı dilimizde ıslatırız, kitap, dergi, gazete sayfalarını çevirirken defalarca parmak ıslatma adetimiz vardır. Pul yapıştırırken yaptığımız gibi, marketlerde ince poşetleri açmak için de bir değil bir kaç kez parmağımızı yine dilimizde ıslatırız.
Yanak yanağa öpüşmek, tokalaşma kadar sık yapılır. Toplu taşıma araçlarında burun buruna, yanak yanağa seyahat ederiz. Yürüyen merdivenlere, kapı kollarına, klavyelere sürekli dokunuruz. Cep telefonları tam bir virüs deposu haline gelir ve ağzımıza en yakın olanıdır.

MASKE NE BİZİ, NE TURİZMİ KURTARMAZ...
Seyahat ettiğimiz otellerde bizden önce kimin kaldığını düşünmeksizin, sanki o odayı ilk kez biz kalıyormuşuz gibi kullanırız.
Açıkta satılan kokoreç, mısır gibi kabuksuz yiyecekler.
Asansör düğmeleri, dolu kabinler, 20 bardakla 500 bardak çay satılan kahvehaneler, çay bardakları, fincanlar, kalabalık camiler, avm ler, pazarlarda, konserlerde, kongre ve etkinliklerde, kalabalıklarda bulunmak, ATM klavyeleri, dolaşımda ki paralar, maçlarda tribün ve gol sonrası sevinçler, kucaklaşmalar, Bayramda el öpmeler, kucaklaşıp sarılmalar, genel evler gibi umuma açık yerlerde ilişkiye girmek, diş tedavilerine, berberlere gitmek risk taşıyor olabilir.
Gereğinde maske ve eldiven kullanılmalı, tek kullanımlık bardaklar, çatal, bıçaklar tercih edilmeli.


MANDALİNANIN 10 ÖNEMLİ FAYDASI...
Kabuğu bile şifa dolu, ancak...
Kış aylarının vazgeçilmezi ve turunçgillerin baş tacı olan mandalina C vitamini başta olmak üzere içerdiği A, B vitaminleri, kalsiyum, lif, potasyum, demir, fosfor ile tam bir sağlık deposu. Bağışıklık sistemini güçlendirmekten kanser riskini düşürmeye, iştah kontrolünü sağlamaktan yüksek kan basıncını önlemeye kadar sağlığımız üzerinde pek çok önemli faydalar sağlıyor.
Bu nedenle sofralarımızda düzenli olarak bulunmayı fazlasıyla hak ediyor.
Ancak mandalinanın faydalarından en etkili şekilde yararlanmak için bazı kurallara dikkat etmek gerekiyor. Örneğin bol gözenekli bir kabuğa sahip olan mandalina diğer turunçgillere göre daha çabuk su kaybettiği için aldıktan sonra 2-3 gün içinde tüketmeniz biyo yararlılığı açısından önemli.
Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Müzeyyen Çelik mandalinanın sağlığımız üzerindeki önemli yararlarını anlattı, tüketirken nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda önemli uyarılarda bulundu!

İLAÇLARIN İÇERİĞİNDEKİ MADDELER BAL KABAĞINDA VAR!
Bağışıklık sistemini güçlendiriyor Zengin C vitamini içeriği ve flavonoidler sayesinde bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlıyor.
Yeni hücrelerin oluşumunu destekliyor B vitamininden de oldukça zengin olan mandalina vücutta DNA ve RNA oluşumunda görev alarak yeni hücrelerin oluşmasını destekliyor.
Kansere kalkan oluyor İçeriğindeki folat sayesinde kansere yol açabilecek DNA değişikliklerini önleyerek akciğer, meme, kolon, yemek borusu ve mide kanseri gibi bazı kanser türlerinin gelişimini önlemede etkili oluyor.
İştah kontrolünü sağlıyor İçeriğindeki çözünür lif olan pektin daha uzun süre tokluk sağlıyor. Yapılan çalışmalara göre, mandalina obezite sorunu olan kişilerde iştah kontrolüne katkıda bulunarak kalori alımını azaltıyor.
Yüksek kan basıncını önlüyor Mandalinanın potasyum içeriğiyle yüksek kan basıncını önleyerek kalp krizi riskini azalttığı da, yapılan çalışmalar sonucunda tespit edilen faydaları arasında yer alıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Müzeyyen Çelik ayrıca içeriğindeki flavonoidler sayesinde kolesterolün düşmesinde de etkili olduğunu belirtiyor.
Kemik erimesine karşı etkili Potasyum aynı zamanda kemik sağlığı için de gerekli olan bir mineral. Mandalina içerdiği potasyum ve A vitamini sayesinde sağlıklı kemik gelişiminin sağlanmasında ve kemik erimesinin önlenmesinde etkili oluyor.
Yaraların daha hızlı iyileşmesine katkı sağlıyor Mandalinada bolca bulunan C vitamini vücutta kollajen sentezi için önemli. Kollajen yaraların hızlı iyileşmesini sağlıyor.
Demirin emilimini artırıyor C vitamini aynı zamanda besinlerle alınan demirin vücuttaki emilimini artırıyor.
Göz hastalıklarını geciktirebiliyor Mandalinada bolca bulunan A vitamini göz sağlığı için de önemli. A vitaminin yeterli alınması başta gece körlüğü olmak üzere makula dejenerasyonu ve katarakt oluşumunu geciktiriyor.
Kan şekeri dalgalanmalarına karşı etkili Mandalinada bulunan flavonoidler diyabetle savaşmada da rol oynuyorlar. Flavonoidler hastalığa neden olan molekülleri nötralize eden antioksidanlar. Uygun porsiyon tüketildiğinde (1 porsiyon meyve=2 küçük mandalina) kan şekerindeki dalgalanmaları önleyerek tatlıya olan ihtiyacı azaltıyor.

ÜÇ KURALA DİKKAT!
Kabuğunu sakın atmayın Mandalina kabuğunun altındaki beyaz lifler selülozik maddeler bakımından zengin oldukları için sindirim siteminin daha aktif çalışmasında etkili oluyorlar.
Ayrıca beyaz liflerin içeriğindeki pektin de diyet lifinin bir bileşeni olduğu için kolesterolün düşürülmesine yardımcı oluyor ve kan şekeri dengesi sağlıyor.
Bu nedenle mandalinanın beyaz kısımlarının atmayın ve meyveyle birlikte tüketin.
Porsiyon kontrolüne dikkat! C vitamini suda eriyen bir vitamin olduğu için fazlası depolanmıyor, atılıyor.
Bu nedenle yüksek miktarda tüketilen mandalinanın da 1 porsiyon (2 küçük adet) mandalinanın da vücuda sağlayacağı vitamin aynı. Beslenme ve Diyet Uzmanı Müzeyyen Çelik ayrıca yüksek miktarlarda tüketilmesinin bazı sağlık problemlerine neden olabileceğini belirterek, "Hassas bünyelerde ciltte kızarma ve döküntü gibi alerjik reaksiyonlar oluşabiliyor.
Bunun yanı sıra içeriğindeki fruktoz şekeri nedeniyle diyabet hastalarında kan şekerinin yükselmesine sebep olabiliyor. Bu nedenle mandalina tüketirken porsiyon kontrolü çok önemli." diyor.
Çekirdeği varsa, mutlaka çıkarın Çekirdeksiz türleri de bulunana mandalinayı tüketirken çekirdeklerinin çıkarılması gerekiyor. Çünkü çekirdeği apandisit organının tıkanmasına yol açabiliyor.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ ???
Bizlere hiç kimse fotoğraf çekerken diğer gözünü kapama dememişti. Mesleki deformasyon geçiren gözler, yılların sonucunda iki gözde farklı mercek değerleri olarak ortaya çıktı. Bir göz objektif içinde ki elementlerden bakarak çalışırken diğer kapatılan göz tembelleşti. Sonunda iş işten geçti.
Şimdi ben diyorum ki, uzun süre gözünüzü küçük bir ekrana bakarak esir etmeyin, küçük yazıları görmek için zorlamayın, birkaç yıl sonra şehla bakmaya başlamamak için yakın yerde odaklayıp, 40 santim mesafede çakıştırmayın.
Mümkün olduğu kadar göz jimnastiği yapın. Yani gözü olabildiğince uzağa ufuk hattına, sonsuza bakarak derinlik saha netliğini sağlayarak dinlendirin. Göz ufuk hattına kadar arada engelle karşılaşmadan bakıp sonra yakına bakınca derinlik sahası netlik kabiliyetini artıracak, unutmayacak, bu jimnastik göze refleks kazandıracak, tembelleşmeyecek. Şimdi değil ama 10 yıl sonra kavanoz dibi gibi gözlük camları kullanmak zorunda kalmamak için lütfen söylediklerimi dikkate alınız. Yakına baktığınız süreden daha fazla ufuk hattına bakın
ız...

Gözlükle cep telefonu ekranı takip edenlerde, TV ekranına yakından bakanlarda göz değerlerindeki olumsuz ilerleme beklenenden daha da erken zamanda olacak. (Yukarda ki yazı tecrübe ile yaşanmış bir editör notudur).

Cep telefonları zevk için, oyun için, çekim için, haber takibi için kullanıldığı kadar iş dünyası takibi için de elden düşmüyor. Borsa, döviz, altın piyasasını anlık izleyenler, siparişlere cevap verenler hatta eski eşya alım satımı yapanlar için Dünya avuçlarının içinde oluyor, bu gibi daha bir çok nedenle telefon ekranlarından gözlerini alamıyorlar.

ŞİMDİ TAM NAR YEME ZAMANI...
İçindeki onlarca minik tanesi gibi, faydaları da onlarca! Özellikle kırmızı rengini veren 'antosiyanin' bileşeni sayesinde bağışıklık sistemini güçlendiriyor, gripten kansere dek birçok hastalığı önlüyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal
Çatırtan Çobanoğlu özellikle narın suyunu sıkıp içmek yerine bir büyük narın yarısını tüketmenin çok daha fazla fayda sağladığını belirtirken "Buna karşın başta kemoterapi ilaçları olmak üzere birçok ilaçla etkileşimi olduğunun unutulmaması gerekir.
Bu nedenle kullanılan ilaçlar doğrultusunda hekimden mutlaka etkileşim bilgisi alınmalı" uyarısında bulunuyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan Çobanoğlu, şimdi tam zamanı olan bu şifalı meyvenin 9 faydasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Antioksidan zengini
İçeriğindeki Punicalagin ve Punicic asit narın yüksek antioksidan aktiviteye sahip olmasını sağlıyor.
Yapılan araştırmalar nar ve nar suyunun, yeşil çayın antioksidan aktivitesinin üç katına sahip olduğunu gösteriyor.
Bu antioksidanlar stres, yanlış beslenme ve çevredeki olumsuz koşulların vücudumuzda yarattığı hasarı önlemeye yardımcı oluyor
Anti-enflamatuar etkili
Kronik enflamasyon kalp ve damar hastalıklarından Alzheimer'a, kanserden tip 2 diyabete dek birçok hastalığın öncüsü. Nar büyük ölçüde punicalaginlerin antioksidan özellikleri sayesinde anti-enflamatuar etki gösteriyor.
Vücudumuzdaki iltihabı azaltmak için düzenli nar tüketimi iyi bir seçenek.
Kansere karşı koruyucu
Narın içerisindeki antioksidan maddeler kanser hücrelerinin oluşum sürecini yavaşlatabiliyor veya durdurabiliyor.
Özellikle meme, kolon ve prostat kanseri oluşumunu önleme üzerine olumlu sonuç veren araştırmalar var.
Kan basıncını düşürmeye yardımcı
Nar ve nar suyu içeriğindeki polifenoller sayesinde enzim aktivitelerini düzenleyip damarlarda genişleme ve tansiyonda düşme sağlayabiliyor.
Kolesterol düzeylerini etkileyerek damarları ve kalbi koruyucu etki gösteriyor.
Hafıza dostu
Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan Çobanoğlu "California Üniversitesi'nde yapılan çalışmada 4 hafta boyunca düzenli nar/nar suyu tüketen kişilerin sözel-görsel hafıza görevlerini daha iyi yaptıkları ve hafıza ile ilgili testlerde daha başarılı oldukları görülmüştür" diyor.
Yaşlanma karşıtı
İçeriğindeki antioksidanlar ve urolithin A isimli bileşen sayesinde vücudumuz kasları oluşabilecek hasarlara karşı daha rahat koruyabiliyor. Doku hasarı en aza iniyor. Bu da hem vücutta hem ciltte yaşlanmayı geciktiriyor.
Üreme sisteminde olumlu etkili
Oksidatif strese karşı koruyucu etkisi sayesinde yumurta ve embriyo koruyucu etkisi olduğu düşünülüyor.
Aynı zamanda erkeklerde sperm yoğunluğunu ve hareketliliğini de arttırmaya yardımcı oluyor.
Kilo korumada etkili
Nar hem gözü hem karnı doyuran bir meyve. Yarım kase nar sadece 72 kalori. Bununla birlikte 3.5 g diyet lifi içeriyor. Bu diyet lifleri hem tokluk sağlıyor hem de bağırsak sağlığımızı koruyor.
Egzersiz için enerji kaynağı
Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan Çobanoğlu "Nar, diyette doğal nitrat alımını sağlayan bir meyve. Nitratların kan basıncını düşürebilme etkisi olduğu gibi enerji üretimini sağlayan mitokondrilerin etkinliğini de arttırarak fiziksel performansı arttırabildiği görülmüştür" diyor...


Gözlükle cep telefonu ekranı takip edenlerde, TV ekranına yakından bakanlarda göz değerlerindeki olumsuz ilerleme beklenenden daha da erken zamanda olacak. (Yukarda ki yazı tecrübe ile yaşanmış bir editör notudur).

BAL KABAĞI YE GÖZLERİNİ KORU...
Mevsimin en güzel sebzelerinden biridir bal kabağı. Çiçeğinden çekirdeğine lezzet ve şifa kaynağıdır.
Belki de bu yüzden olsa gerek Anadolu'da bal kabağına 'Cennet Taamı' denir.

İçerdiği mineraller, vitaminler ve zengin lif içeriği ile antioksidan, kanserden koruyucu ve yaşlanmayı geciktirici müthiş bir besindir. "Bal kabağı göz sağlığı için bulunmaz bir nimettir" diyen Altınbaş Üniversite Hastanesi Medical Park Bahçelievler Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Fatih Atmaca, bal kabağının göz sağlığına faydaları hakkında bilgiler verdi...
"Bal kabağı başta A vitamini olmak üzere C ve E vitaminleri açısından oldukça zengindir. Hatta bal kabağında, göz sağlığı için faydası hepimizce bilinen havuçtan 2 kat daha fazla A vitamini vardır. Bu vitaminlere ilave olarak çinko ve bakır içeriğiyle de ileri yaş grubunda körlüğün en sık sebepleri olan sarı nokta hastalığı ve kataraktın riskini azaltır. Yapılan bir çalışmada, bu vitamin ve minerallerin düzenli alımının sarı nokta hastalığı olarak da bilinen makula dejenerasyonu isimli hastalığın gelişimini yüzde 25 oranında, görme keskinliği kaybını ise yüzde 19 oranında azalttığı bulunmuştur.
"GÖZÜMÜZÜ ZARARLI IŞINLARDAN KORUR
Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Fatih Atmaca; "Yine bal kabağında bolca bulunan lutein ve zeaksantin, sarı nokta hastalığı ve katarakt gelişimini azaltmakla beraber yüksek enerjili dalga boylarını filtreleyerek gözümüzü zararlı ışınlara karşı korumaya yardımcı olan güçlü karotenoidler ve antioksidanlardır. Bu antioksidanlar ve A vitamini, alacakaranlıkta gözümüzün ışığa uyumuna katkıda bulunarak görüş kabiliyetimizi iyileştirir.
İçerdiği zengin mineraller ve vitaminler ile bağışıklık sistemimizi destekleyen bal kabağının bu sayede göz enfeksiyonları gelişiminde ve göz alerjisinde koruyucu bir rol aldığı da düşünülür" diyor.

İLAÇLARIN İÇERİĞİNDEKİ MADDELER BAL KABAĞINDA VAR!
Dr. Öğr. Üyesi Fatih Atmaca, "Yaşa bağlı makula dejenerasyonu (sarı nokta hastalığı) başta olmak üzere birtakım retina hastalıklarında koruyucu, tedavimizi destekleyici olarak hastalarımıza verdiğimiz göze özel ilaçların içeriğindeki maddelerin neredeyse tamamına yakını bal kabağında bulunmaktadır. İlaç takviyesi elbette önemlidir fakat bu vitamin ve mineraller beslenme yoluyla da alınabilmektedir. Biraz tahin ve bolca cevizli bal kabağı tatlınız için şimdiden afiyet olsun" diyerek bal kabağının göz sağlığımız için ne kadar önemli bir besin olduğunu anlattı.

Günde 20 adetten fazla tüketmeyin! BADEMİN 9 ÖNEMLİ FAYDASI...
Bir avuç badem sağlık açısından pek çok fayda sağlıyor.
İçeriğinde barındırdığı tekli doymamış yağ asitleri, lif, antioksidanlar ve magnezyum, kalsiyum gibi minerallerle sağlık dostu olan badem tok tutuyor, ara öğünlerde meyve ile tüketildiğinde de kan şekerini dengeliyor.
Kilo kontrolünü sağlamada ve kötü kolesterolü düşürmede de önemli etkileri bulunan bademin her gün 25 gram yani yaklaşık 20 adet tüketilmesini tavsiye eden Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman, "5-6 adet badem yaklaşık 1 tatlı kaşığı kadar zeytinyağına eşdeğer kalori içeriyor.
Günde yaklaşık 20 adet bademi aşmamak gerekir. Ayrıca çiğ badem tüketilmesini öneriyorum çünkü kavurma işlemi badem kabuğunun polifenol içeriğini düşürerek antioksidan özelliğinin azalmasına neden oluyor" diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman bademin 9 faydasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.



Cildi koruyor
Güneşten gelen ultraviyole ışınlar ile oksidatif stres cilde hasar verip erken yaşlanmaya neden olurken, bademde bulunan E vitamini antioksidan içeriği ile serbest radikallerle savaşarak cildi koruyor.
Kalp hastalığı riskini azaltıyor
Kanda kötü kolesterol (LDL) seviyesinin yüksek olması kalp-damar hastalıkları riski ile ilişkilendiriliyor. Her gün yaklaşık 20 adet badem, kötü kolesterolü belirgin şekilde düşürüyor, bu da kişilerin kalp hastalığı riskini azaltıyor.
Zayıflamaya yardımcı oluyor

Badem karbonhidrattan fakir, yağ ve posadan zengin olması nedeniyle tok tutma özelliğine sahip. Yağ ve posa içeriği ile kan şekerini dengede tutmak, tokluk sağlamak ve kabızlığı önlemek gibi etkileriyle kilo kontrolüne yardımcı oluyor.
Kan şekerini düzenliyor
Badem karbonhidrattan fakir posadan ve yağdan zengin olması sebebi ile tokluk süresini uzatıyor.
Ayrıca meyve gibi
karbonhidrat içeren yiyeceklerin yanında badem tüketilmesi kan şekerindeki ani dalgalanmaları önlüyor.
Kan basıncını düşürüyor
Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman "Yapılan çalışmalar magnezyum eksikliğinde kan basıncının yükseldiğini ortaya koyuyor. Yüksek kan basıncı ise kronik hipertansiyona neden olabildiği gibi, kalp krizi ve inmeye de yol açabiliyor. Badem içeriğindeki magnezyum ile magnezyum eksikliğinin giderilmesine yardımcı olurken, bu risklere karşı koruyor. Ancak kan basıncını yükseltmemesi için tuz ile kavrulmamış çiğ olanlarının tercih edilmesi gerekir" diyor.
Kabızlığa iyi geliyor

Yağlı yiyecekler bağırsaklardaki kasların kasılıp gevşemesine yardımcı olarak bağırsak hareketlerinin artmasına neden olur. Posadan zengin yiyecekler ise bağırsağa su çekerek bağırsak hareketlerini artırıyor. Badem, içeriğinde bulunan yağlar ve posa sayesinde kabızlığa iyi geliyor.
Kemikleri güçlendiriyor

Kemik sağlığı için yeteri kadar kalsiyum ve magnezyum tüketimi önemli. Özellikle süt ve yoğurt tüketmeyen ya da vegan kişilerde badem tüketimi magnezyum ve kalsiyum içeriği ile eksikliklerin giderilmesine yardımcı olarak kemikleri güçlendiriyor.
Damar sertliğini önlüyor

Kötü kolesterolün (LDL) yüksek olması damar sertliğine neden olurken, damar sertliği ise kalp krizi ve inme gibi durumlara yol açabiliyor. Badem E vitamini içeriği ile damar sertliğini önlemeye yardımcı oluyor. Kansere karşı koruyor Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman "Badem kilo kontrolüne yardımcı olması, antioksidan içeriği ve posa içeriği sayesinde kansere karşı koruyucudur. Hayvanlarla yapılan çalışmalarda badem tüketmenin kolon kanserine karşı koruyucu olabileceği belirtilmiştir" diyor.

Kirpik Dibi İltihabı ve Sık Tekrarlayan Arpacık'ta
Yeni Tedavi: IPL

"İnsan vücudunun en hassas bölgesi olan gözleri koruyan kirpik diplerinin iltihaplanmasıyla oluşan blefarit, günlük yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Blefarit rahatsızlığının gözde batma, kaşıntı, göz kuruluğu ve göz kapağında kızarıklık ile kendini gösterdiğinin altını çizen Dünyagöz Ataköy'den Op. Dr. Melike Gedar, "Kirpik dibi iltihaplanmaları, kronikleşme potansiyelinden dolayı tedavisi çok da kolay olmayan bir rahatsızlıktır. Ancak bu konuda yapılan çalışmalar sonucu geliştirilen yoğunlaştırılmış ışık tedavisi (IPL) ile bu rahatsızlıktan kısa sürede kurtulmak artık mümkün" diyor.

Halk arasında kirpik dibi iltihabı olarak bilinen blefarit hastalığı, tedavi edilmediği takdirde yaşam kalitesinde ve verimlilikte ciddi anlamda olumsuz sonuçlara sebep olabiliyor. Blefarit rahatsızlığının belirtilerinin dikkate alınması gerektiğine dikkat çeken Dünyagöz Ataköy'den Op. Dr. Melike Gedar, "Blefarit özellikle cildi yağlı olan ve sık tekrarlayan arpacık şikâyeti olan kişilerde daha sık görülür. Başlıca belirtileri arasında, göz kapaklarında kızarıklık ve şişlik görülürken, kirpik dipleri kabuklanır. Tedavi edilmediği takdirde göze yayılan bu iltihaplar, göz kuruluğu, gözde enfeksiyon oluşması, kirpiklerin yön değiştirmesi ve dökülmesi gibi sonuçlar oluşmasına yol açabilir. Bu belirtilere sahip olan hastaların, hızlıca bir göz muayenesine giderek gerekli tedavilerine başlanması büyük önem taşıyor" şeklinde konuşuyor.

B
IPL tedavisi ile 3 seansta çözüm Blefarit hastalığının çözümünde, son yıllarda geliştirilen yoğunlaştırılmış ışık tedavisi-IPL tedavisinin oldukça etkili olduğunu belirten Op. Dr. Gedar, "Yoğunlaştırılmış ışık tedavisi-IPL ile göz etrafındaki sinirler uyarılarak kirpik diplerinde fonksiyonu bozulan yağ bezlerinin tekrar sağlıklı yağ üretmesi sağlanabilmektedir. IPL tedavisinde, göz etrafına jel sürülür, gözler koruyucu bir gözlükle kapatılır. Her bir göz etrafına 4-5 atımlık yoğunlaştırılmış ışık uygulanırken hasta herhangi bir rahatsızlık veya ağrı hissetmez. 1. Gün, 15. Gün ve 45. Gün yapılan seansların toplam süresi yaklaşık olarak 5 dakikadır. 3. seansın sonunda kirpik dibi iltihabı ve buna bağlı kuruluk şikayetleri %85 oranında azalmakta veya ortadan kalkmaktadır. IPL tedavisinin uygulanacağı merkez seçimi, hekimin uzmanlığı, uygulamanın yapılacağı hastanın doğru seçimi ve uygulama süresince kullanılan medikal malzemelerin hijyenik olması, işlemin başarısını doğrudan etkileyen faktörlerdir" diyerek sözlerini tamamlıyor.


BAHAR YORGUNLUĞUNU BU BESİNLERLE YENİN!
Baharın gelmesiyle canlanan doğaya inat, çoğumuz kendimizi bir hayli yorgun hissediyoruz.
Siz de erken yatıp uyusanız bile sabahları yorgun mu kalkıyorsunuz? Gün boyunca kendinizi bitkin ve uykusuz hissediyor, dikkatinizi bir türlü toparlayamıyor musunuz? Yanıtınız "evet" ise bahar yorgunluğuna yakalanmış olabilirsiniz.
Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili baharla birlikte ısı ve nem oranının artmaya başladığını, bu durumun da hormonlar üzerindeki değişimlerle metabolizma hızını, iştahını ve kiloyu etkileyebileceğini belirleterek "Kışın yavaşlayan metabolizma bahara geçişe hemen adapte olamayabiliyor.
Ayrıca vitamin ve mineral depolarının yetersizliği de bahara geçişi zorlaştırıyor. Buna bir de kışın sıkça görülen D vitamini eksikliği eklenince bahar yorgunluğu kaçınılmaz hale geliyor" diyor. Oysa ciddi bir sağlık problemi yoksa baharı enerjik ve pozitif bir ruh haliyle geçirmek hiç de zor değil aslında. Bunun için yapılması gereken ilk şey, hiç kuşkusuz bazı besinleri düzenli tüketmek olmalı.
İşte enerjinizi yükseltecek 10 besin!
Kivi
Kivi, içerdiği C vitaminiyle dikkat çeken bir meyve. Sabahları veya gün içinde tüketilen bir adet kivi enerji vererek metabolizmayı canlandırıyor. Kışın yavaşlamış metabolizma hızlanarak bahar yorgunluğuyla daha kolay baş etmenizi sağlıyor. İçerdiği C vitamini sayesinde demir içeriği yüksek besinlerle birlikte yenildiğinde vücudun demir emilimini de artırıyor. Örneğin; sabah kahvaltıda yumurtayla birlikte kivi tüketebilirsiniz.
Çilek
Çilek su ve lif oranı yüksek olduğu için hem tok tutuyor, hem de kan şekerini hızlı yükseltmiyor. Aynı zamanda bahar yorgunluğunun önlenmesinde de etkili olan potasyumdan ve vücut direncinin artırılmasını sağlayan antioksidanlardan da zengin bir meyve. Düşük kalorisi ve enerji verici etkisiyle beslenme listenizde sıklıkla yer alabilir. Günlük 1 porsiyon meyve olarak 12 adet küçük çilek tüketebilirsiniz.
Ananas
Ananas hem yorgunluğa yol açan ödemin atılmasında fayda sağlıyor, hem de diyet yapanlar için iyi bir meyve. Kalorisi az, su içeriği yüksektir. Lifli yapısından dolayı bağırsakları çalıştırıyor ve tok tutuyor. C vitamini ve lif oranı oldukça yüksek olan ananası günde 2 halkayı geçmeyecek şekilde tüketerek, gün içinde gerekli olan enerjiyi depolayabilirsiniz.
Ceviz, fındık, badem
Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili içerdikleri E vitamini, lif, magnezyum ve omega-3 yağ asitleri sayesinde ceviz, fındık ve bademin yorgunluğun düşmanı olan besinler arasında yer aldıklarına işaret ederek, "Özellikle antioksidan etkisi olan E vitamini bağışıklık sisteminin korunmasında önemli bir rol üstleniyor. Günde 10 fındık veya 6-8 adet badem ya da 3 tam ceviz tüketmek, baharı enerjik geçirmeniz için çok önemli" diyor.
Yumurta
Yüksek protein kalitesi, selenyum, çinko, iyot ve demir içeriğiyle her mevsimin en değerli besinidir yumurta. İyi bir demir deposudur. Eğer demir eksikliğinin olası sonuçları olan yorgunluk, uykuya eğilim ve halsizlik gibi semptomlarınız varsa buların ortadan kaldırılmasına yardımcı oluyor. Ayrıca sağladığı kas aktivasyonuyla daha enerjik hissetmenize katkıda bulunuyor. Beynin en önemli yapı malzemesi, bir tür vitamin olan 'kolin'dir. Günde bir veya 2 yumurta yediğinizde güne zinde başladığınız gibi, beyninizdeki kolin oranını artırarak hafıza kaybı ve erken bunama gibi sorunların gelişme riskini de düşürebilirsiniz.
Muz
Muz, potasyum kaynağı olması sayesinde kas krampları ve kas güçsüzlüğüne karşı çok etkili olmasının yanı sıra beyin hücrelerinin ölmesini engelleyebiliyor. Düzenli olarak gün içerisinde yenildiğinde, beyinde seratonin denilen mutluluk hormonu düzeyini arttırabiliyor. Karanlıkta salgılanan uykuya geçişi kolaylaştıran melatonin hormonunun salgısını da arttırarak kaliteli bir uyku sağlayabiliyor. Günde bir adet yerli muzu ara öğün olarak tüketebilirsiniz. Enginar
Enginar, içerdiği A vitamini, C vitamini, niasin, potasyum ve posa sayesinde vücudu dinlendiriyor, dinçlik sağlıyor. Toksinlerin vücuttan uzaklaştırılmasını kolaylaştırıyor. Bu sayede de bahar yorgunluğuna karşı mücadele ederek, enerjik hissetmenize katkıda bulunuyor. Enginarı çiğ olarak salatalarda veya pişmiş olarak haftada 2 kez tüketmeniz sağlığınız açısından faydalı olacaktır.
Semizotu
İçerdiği yüksek su oranıyla baharla birlikte artan su ihtiyacına katkı sağlıyor. Sebzeler arasında omega 3 yağ asitlerinden en zengin sebze olan semizotu, bu sayede bağışıklığın güçlendirilmesinde çok büyük önem taşıyor. Vücudumuzda demir ve kalsiyum depolarının dolu olmasına yardım ediyor. Böylece bahar yorgunluğunu hissetmez veya çok kısa zamanda atlatabilirsiniz. Haftada 2 kez yoğurtlu semizotu salatası yapabilir veya zeytinyağlı sebze yemeği olarak pişirebilirsiniz.
Kefir
Kefir, içerdiği probiyotik bakteriler sayesinde bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyor. Güçlü bir bağışıklık sistemi de bahar yorgunluğunu daha kolay atlatmanızı sağlıyor. Bilimsel araştırmalara göre probiyotik besinler, düzenleyici fonksiyonu olan T hücre yüzdesini arttırarak, mevsim geçişlerine karşı toleransı yükseltiyor. Her gece bir bardak kefir tüketmeniz bağışıklık sisteminizi güçlendirecektir.
Yeşil yapraklı sebzeler
Roka, tere, nane, maydanoz, reyhan gibi taze yeşillikler içerdikleri yüksek klorofil ile iyi birer antioksidanlar. Yüksek Lif oranları ile bağırsak hareketlerini artırıyorlar. C vitamini içerikleri de yüksek oluyor. Bu nedenle yeşil yapraklı sebzeleri çiğ olarak da bol bol tüketmeyi alışkanlık haline getirmeniz çok önemli. Potasyum ve folik asit açısından zengin olan yeşil yapraklı sebzeler yorgunluğu önleyip, baharı enerjik geçirmenize yardımcı oluyor. Sofranızda her öğünde koyu yeşil yapraklı sebzelere yer vermeyi ihmal etmeyin.


Erken yaşlanmadan böbrek yetmezliğine!
BİR BARDAK SU İÇMEYİNCE!

"Bir bardak suyu bile zor içiyorum!"... "Özellikle kışın hiç susuzluk hissetmiyorum!"... "Bir bardak su içmeden günü tamamladığım oluyor!"...
Hayati öneme sahip olmasına rağmen pek çoğumuz, susamadıkça su içmiyoruz. Hele de kış aylarında su içmeyi neredeyse tamamen unutuyor, sağlığımıza kendi ellerimizle zarar verdiğimizin farkına bile varmıyoruz!

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz, vücudumuzun yaklaşık yüzde 60'ının sudan oluştuğunu, tüm hücrelerin ve organların düzgün çalışabilmeleri için suya ihtiyaç duyduklarını belirterek "Her gün vücut, terlemeyle, idrarla ve hatta nefes alırken bile su kaybeder. Yaşamsal faaliyetlerin devam edebilmesi için kaybedilen suyun yerine konması gerekir.
Vücudun su ihtiyacı kişinin kilosuna, aktivite durumuna göre değişiklik gösterirken, kilo başına su tüketiminin 30-40 ml olması gerekir. Hiç tüketilmemesi ise ölümcül sonuçlar doğurabilir" diyor.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz, ihtiyacımızdan az su içtiğimizde sağlığımızı bekleyen tehlikeleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Konsantrasyonu azaltıyor
Beynin yüzde 75'i sudan oluşuyor.
Hafif seviyelerde susuzluk duygu durum ve bilişsel işlevlerde bozulmalara neden olabiliyor. Susuzluk sonucu konsantrasyon azalırken, kısa süreli hafıza gibi bilişsel işlevin performansı önemli ölçüde düşüyor. El-göz motor koordinasyonu bozulabildiğinden, hassas veya detaylı işlerin yapılması zorlaşıyor, güvenlik zafiyeti oluşabiliyor. Astım ve alerjiyi tetikliyor
Su tüketimi azaldığında, hava yolları su kaybını en aza indirgemek için vücut tarafından kısıtlanıyor, böylece potansiyel olarak astım ve alerjiler daha da kötüleşebiliyor.
Vücudumuzdaki mikropların kısa sürede dışarı atılabilmesi için de yeterli su tüketimi önemli. Özellikle yüksek ateş ve ishal gibi durumlarda su tüketimi hayati öneme sahip.
Tansiyonu yükseltiyor
Kanın yüzde 90'ı sudan oluşuyor. Kan hacmi ve kan basıncı su tüketiminden doğrudan etkilendiğinden, yeterli su tüketimi olmaması durumunda kan basıncı dengesi ayarlanamıyor, tansiyonda yükselişe neden olabiliyor.
Kas kramplarına yol açıyor
Terleme, vücut için önemli bir soğutma mekanizması. Cildin soğumasına yardımcı oluyor. Öte yandan ter attıkça tuz ve bazı mineralleri de kaybediyoruz. Ter kayıpları sıvı alımıyla telafi edilmezse, vücut ısısının düzenlenmesi sağlanamıyor, ayrıca kaslara giden kan basıncı azalıp, kas krampları ve kas kasılmaları gözlemlenebiliyor.
Mide- bağırsağı bozuyor
Bağırsağın düzgün çalışması için suya ihtiyacı var. Az su tüketimi olursa, sindirim sorunları ve kabızlık bir sorun haline gelebilir. Su tüketiminin yetersiz olması mide ekşimesini daha yaygın hale getiren ve mide ülserlerinin gelişimini teşvik edebilecek aşırı derecede asidik bir mideye neden olabiliyor.
Baş ağrısına yol açabiliyor
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz "Susuzluk baş ağrısına da yol açabilirken, bazı gözlemsel çalışmalar susuzluğun migren sürelerini uzatabileceğini söylüyor. Birçoğumuz gün içerisine baş ağrısı yaşarız. Bunun nedenini stres, yorgunluk, uykusuzluk veya hastalık gibi nedenlere bağlarız. Ancak gün içerisinde sıklıkla baş ağrısı çekiyorsanız ve dinmeyen baş ağrıları migrene dönüşüyorsa bunun en temel nedeni su içmemeniz olabilir" diyor.
Böbrek yetmezliğine götürebiliyor
Böbrekler atıkların kan dolaşımından filtrasyonu ve idrar yolu ile atılım için suya ihtiyaç duyuyor. Böbrekler vücudumuzda her gün oluşan zararlı atık maddeleri (üre, kreatinin, ürik asit gibi) su ile seyreltip atıyorlar. Günlük ihtiyacından daha az sıvı alan insanlarda idrar akımı yavaşlayacağı için kolayca idrar yolu iltihapları ve taşları oluşabiliyor. Yetersiz su tüketimi uzun vadede böbrek yetmezliğine de yol açabiliyor.
Ciltte kırışıklıklara sebep oluyor
Cildimizin yaklaşık yüzde 30'u sudan oluşuyor. Su, cilt nemini korumak ve cilt hücrelerine gerekli besin maddelerini vermek için gerekli. Cilt dokusunu yeniliyor, esnekliğini artırıyor. Bu da, kırışıklıklar ve ince çizgiler gibi yaşlanmanın belirtilerinin görünümünü geciktirmeye yardımcı oluyor. Az su tüketildiğinde ise, cilt bozuklukları ve kırışıklıklarla daha erken karşılaşılıyor.
Eklem ağrılarına yol açıyor
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayça Güleryüz "Eklemlerde ve omurganın disklerinde bulunan kıkırdak, yaklaşık yüzde 80 oranında su içerir. Su tüketimi yeterli olduğunda kıkırdaklar daha iyi iş görür ve iyi yağlanmış omurga daha kolay hareket edebilir.
Daha pürüzsüz omurgada sürtünme daha az etkilenir. Susuzluk arttığında, dejenerasyon ve hasara neden olabilir, şiddetli ağrıya yol açabilir" diyor.


Sarılmanın Azı da, Çoğu Da Zarar..!
Sarılmak, kimine göre terapi, kimine göre kötü hissedilen anda moral veren bir ihtiyaç. Oysa sarılmanın onlarca farklı şekli var. Psikoloji Bilim Doktoru Dr. Zafer Akıncı, ilişkilerde sarılmaya dair çok ilginç bilgileri dünyada yapılmış araştırmalarla ortaya koyuyor. Psikoloji Bilim Doktoru Akıncı'nın kaleminden sarılmanın insanlara etkisi ise şu şekilde.

Evlilikte mutluluk, huzur zor yakalanan duygulardır. En zor olanı da evlilikteki mutluluk duygusunu uzun süre devam ettirebilmektir. Bu konuda çok fazla öneri ve bilimsel çalışma vardır. Bu çalışmalar içinde belki de en önemli ve etkili yöntemlerden birisi de sarılmaktır.
Düzenli Sarılın
Dünyanın en saygın aile terapistlerinden Prof.Dr. John Gottman ilginç bir çalışmaya imza attı. Gottman, uzun yıllar sıcak birliktelik yaşayan çiftlerin yaşamlarındaki faaliyetleri analiz ettiğinde, iyi cinsel yaşantısı olan ve birbirlerine yakın hisseden çiftlerin en sık yaptıkları etkinliğin düzenli sarılma davranışı olduğunu kanıtladı. Bilimsel çalışmalar sarılma içerisindeki küçük dokunuşların, "afferent c" isimli tensel sinirlerin uyarılmasını sağlıyor. Afferent c sinirleri, yalnızca tüylü deride bulunuyor ve dokunma, acı ve baskıyla ilgili bilgiyi ileten sıradan sinirlerden farklı olarak doğrudan beyinle bağlantı kurarak endorfinlerin salınımını tetikliyor. Acı kontrol sisteminin bir parçası olan endorfinler, ağrı kesici etki yaratır. Aslında endorfinler morfinden(en güçlü ağrı kesici) yaklaşık 30 kat daha etkilidir.
Beyin Ödül Olarak Görür
Buradan sarılmak psikolojik ve fizyolojik acıların azaltılmasında çok etkili olduğunu söyleyebiliriz. Endorfinler aynı zamanda beynin ödül merkezlerini de çalıştırırlar. Bu sebeple ağlayan birisine sarıldığınızda ortaya çıkan rahatlama duygusu sarıldığınızı kişi ile sizin aranızda duygusal bir bağ kurar. Beyin bu rahatlamayı ödül olarak algılar ve sürekli bu ödülle ilgili otomatik beklentiye dönüşür. Bu da sarıldığınız bu kişi size yüksek düzeyli ihtiyaç hissetmeye başlar. Eşinize Ne Zaman Sarılacaksınız?
Bunun anlamı eşinizi kendinize çok bağlamak istiyorsanız, desteğe ihtiyaç duyduğu doğru zamanda 20 saniyeden uzun sarılmak sizinle arasındaki duygusal bağı çok yüksek oranda artırıyor. Hatta Japonya'da sarılma desteği bir mesleğe de dönüşmüş durumda. Japonya'da bu içerikte bazı şirketler kuruldu ve insanlara belirli bir ücret karşılığı sarılma hizmeti veriyorlar.
Tutkuyu Köreltmeyin
Sarılma konusunda sizi bir konuda uyarmak istiyorum. Esther Perel "Mating in Captivity" kitabında Sarılmanın nörofizyolojisinden bahsederken sarılmanın sevgi hormonu olarak bilinen oksitosin salgıladığı anlatıyor. Esther Perel , fazla sarılmanın oksitosini fazla uyaracağından böylelikle çiftleri birbirine duygusal fazla yakınlaştıracağından ve birbirlerine fazla alışacaklarından tutkunun zamanla körelmesine dikkat çekiyor. Bunun anlamı, ne yazık ki fazla sarılmak eşler arasındaki cinsel hayatlarını kötü etkiler. Aynı tuz gibi, eksikliği sorunlara yol açarken, fazlası da başka tür sorunlara yol açar.
Günde 4 Kere Sınır Olsun
Eşinize bir kerede 40 saniyeden uzun sarılmayın ve bir günde 4 kereden fazla sarılmayın. Bu cinsel hayatınıza zarar verebiliyor. Sarılmada kritik bir eşikten bahsetmek istiyorum. North Carolina Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, stres altındayken özellikle de kadınlarda salgılanan kortizol hormonunun en az 20 saniye süren bir sarılmadan sonra düştüğü keşfedildi.
20 Saniye Kadına Yeterli
Sarılmanın bahsettiğimiz duygusal etkisi için en az 20 saniye olmak durumunda. Aile terapisinin kurucularından Virginia Satir'e göre, "Yaşamaya devam etmek için günde 4 kucaklaşmaya ve büyüyüp gelişebilmek için 12 kucaklaşmaya ihtiyacımız var." Yani evliliğinizde duygusal birlikteliği ve cinselliği artırmak için eşinizi dozunda sarılmaya alıştırmanız gereklidir.r.

KONFORLU VE SAĞLIKLI ÇALIŞMA ORTAMI
VERİMLİLİĞİ ARTIRIYOR
Çalışma ortamının çalışanın motivasyonuna ve üretkenliğine sağladığı katkıyı fark eden yöneticiler, ofislerini biyofilik tasarım anlayışı ile şekillendiriyor. İnsanın doğa ile iç içe geçen yapılar içinde daha verimli çalıştığı algısını benimseyen vizyoner yöneticiler, bu noktada tercihlerini sağlıklı, ergonomik ve sosyalleşmeye imkân tanıyan ofis mobilyalarından yana kullanıyor.


Dijital çağla birlikte iş yapma modellerinde yaşanan dönüşüm, ofis mobilyalarında da büyük değişikliklere neden oldu. Eskiden ofis mobilyası konusunda bir standart yokken artık iş yerinde çalışanların performansı hem ofis mobilyalarından hem de ofis içerisinde sosyalleşmek için farklı çalışma alanlarının olup olmadığından etkileniyor. Vizyoner ve çalışanların verimliliğini düşünen yöneticilerin biyofilik tasarım konusunu ciddiye aldıklarını belirten Bürotime Pazarlama Direktörü Nuran Efendioğlu, tasarımın özgünlüğünden taviz vermeden çalışanlarının sağlığına zarar vermeyecek,ofis mobilyaları almayı tercih ettiklerini söyledi.
"Sağlıklı iç mekânlar yaratılması en büyük önceliğimiz" Bürotime olarak, üretilen ofis mobilyalarında en çok dikkat edilen hususun, dünya standartlarında sağlık koşullarına uygun üretim yapılması olduğunun altını çizen Efendioğlu, "Çalışanların en az 9 saatlerini geçirdikleri çalışma ortamında onların rahat ve konforlu bir sandalyede çalışması ve kullanışlı bir masada oturması büyük önem arz ediyor" açıklamasında bulundu.
Her Türlü Senaryoya Uygun Çalışma Ortamı Yapılan araştırmalarda, çalışanların hep aynı yerde saatlerce vakit geçirmesinin verimliliği ciddi oranda düşürdüğüne de dikkat çeken Efendioğlu, "Kullanıcıyı bulunduğu çalışma ortamında rahat hissettirmeye ve aidiyet duygusu oluşturmaya yönelik motive ve verimli çalışma alanları yaratıyoruz.
Tüm bu ihtiyaç ve gereksinimlerden hareketle geliştirdiğimiz Elements isimli konseptimiz, Bürotime markasının portföyündeki tüm ürün gamını kullanarak hayal edilen kişiselleştirilebilir çalışma alanlarını farklı ihtiyaçlara uygun ürün seçenekleriyle yaratma imkânı sunuyor. Böylelikle yöneticiler hem tasarımın özgünlüğünden taviz vermiyor, hem de çalışanların daha verimli çalışmasına olanak sağlamış oluyor" diye konuştu.

İNCİR İLE GELEN 5 ŞİFA
Sonbaharın lezzetli meyvelerinden biri olan, kışın kurusunu yediğimiz inciri, dalından koparıp yemek için tam zamanı! Zira bölgesine ve türüne göre haziran ayıyla birlikte hasadı başlayan bu doğal lezzet, ekim aylarında son demlerini yaşıyor.

Bağırsak hareketliliğini artırıyor Günümüzde yoğun koşuşturmaca nedeniyle sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve düşük lif tüketimi kabızlığa zemin hazırlıyor. Bir kişinin günlük 25-30 gram lif alması gerekirken, incir lif içeriği sayesinde bağırsak hareketliliğini artırıyor.
1 orta boy incirde yaklaşık 1 gram lif bulunuyor. İncirle birlikte 1-2 bardak su içilmesi bağırsak hareketliliğini daha da artırmaya fayda sağlıyor.
Bağışıklığı güçlendiriyor
Özellikle yaz aylarından sonbahara geçişle birlikte bağışıklık sistemi zayıflarken, kararında incir tüketimi ise güçlü antioksidan özelliğiyle vücudun direncini güçlendiriyor.
A, E ve K gibi birçok vitamin açısından da zengin olan incirin, antioksidan kapasitesi özellikle koyu renkli olanlarda çok daha yüksek miktarda bulunuyor.
Kemikleri besliyor
2 adet orta boy incirde yaklaşık 1 bardak sütteki kadar kalsiyum bulunuyor. Kalsiyum ve magnezyum içeriği sayesinde kemikleri besliyor. Özellikle koyu renkli incirlerde kalsiyum içeriği daha yüksek seviyede bulunuyor.
Meme kanseri riskini azaltıyor
Yapılan bilimsel çalışmalar, menopoz sonrası dönemde meyve içerikli yüksek lif tüketiminin kadınlarda meme kanseri görülme riskinin daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Günde 1 porsiyon meyve tercihinizi 1 adet incirden yana kullanarak meme kanserine yakalanma riskinizi azaltabilirsiniz. İncir, içeriğinde aynı zamanda bulundurduğu benzaldehit sayesinde de kansere karşı koruyucu ve önleyici etki sağlıyor.
Kalbi koruyor
Beslenme ve Diyet Uzmanı Kamuran Diğdem Akça "İncir kan basıncının dengelenmesini sağlayan potasyum açısından zengin bir meyvedir. Düzenli meyve ve sebze tüketemeyen, işlenmiş gıda ve et tüketimi yüksek kardiyak riskli kişilerde günlük sodyum tüketimi de artar ve potasyum eksikliği görülür. Diyabet hastalığınız yoksa günde düzenli 1 adet incir tüketmeniz kan basıncınızı da dengeleyerek kalbinizi korumaya destek olacaktır" diyor. İçeriğindeki yüksek şekere dikkat!
Şeker içeriğinin yüksek olması ve kandaki şekeri aniden nedeniyle özellikle diyabet hastaları taze veya kuru inciri kesinlikle tercih etmemeliler. Eğer tüketilecekse de 1 adet incirden fazla yememeliler. Sağlıklı kişilerin de porsiyonda kontrolü elden bırakmaması gerekiyor. 1 porsiyon meyve yerine 2 orta boy incir tercih edilebilir. Ancak eğer tazeliğine aldanır yüksek miktarda tüketirseniz çok yüksek miktarda şeker aldınız demektir. Bu da bir sonraki öğüne kadar daha çabuk acıkmanıza neden olurken, 100 gram incir (yaklaşık 2 küçük boy incir) 80 kalori, 20 gram da karbonhidrat içerdiğinden, fazla tüketimi diyabet hastalığına yol açabiliyor.

Yaz aylarında mutlaka bu sebze ve meyveleri tüketin!
Bahar Yorgunluğuna Dikkat! Mevsim Değişikliklerine Karşı Bedeninizi Koruyunuz!

Yılın bu en sıcak zamanında vücudunuzu daha iyi hissettirmek, korumak için en iyi yardımcınız mevsim sebze ve meyveleri... Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Gülşen Kadri, sizin için özellikle yaz mevsiminde tüketilmesini önerdiği meyve ve sebzeleri seçti. Hepsi hem lezzetli hem de birer doğal şifa kaynağı.


Karpuz ile cilt hücreleriniz güneş hasarlarından korunur
Sıvı kaybının arttığı yaz mevsiminde karpuz tam bir hidrasyon kahramanı. %92 su içeriği ile sizi serinletir ve artan su ihtiyacınıza destek olur. Bir yaz bonusu olarak karpuz, içeriğindeki likopen sayesinde cilt hücrelerini güneş hasarlarından korur.
Kayısı ve şeftali
Yaz mevsimin en güçlü destekleyicileri taze veya kurutulmuş kayısı ve şeftali, güçlü bir besin lifi kaynağı.
Şeftali bol miktarda C vitamini içerirken, hem şeftali hem de kayısı A vitamini ve güçlü bir antioksidan olan beta karoten içerikleri sayesinde bu mevsimin güçlü destekleyicileri.
Kalp sağlığınız için kabak tüketin
Yaz ailesinin bir parçası olan kabak, kalp sağlığının ve kolestrolün düşürülmesinde rolü olan pektin lifini içeriyor.
Yeşil yapraklı salata tüketiminizi artırın
Bu aylarda cildiniz ve genel sağlığınız için salata tüketiminizi artırabilirsiniz. Özellikle taze çiğ ıspanağı ve kıvırcık lahanayı salatalarınıza ekleyin. Turuncu ve koyu yeşil yapraklı besinlerde bulunan ve vücudun vitamin A’ya dönüştürdüğü karotenoidler, cildi güneşe karşı hasarlardan korur. Bununla birlikte UV ışınlarına duyarlılığı azaltır, pul pul ve kuru cildi onarır, cildin zararlı ışınlara karşı savunmasını güçlendirirler. Salatanızı ve menülerinizi yüksek karotenoid içerikli farklı besinler ekleyerek zenginleştirin.
Havuç, kayısı, elma, karpuz, domates, pembe greyfurt, somon, süt, yumurta sarısı ve karnabahar gibi yüksek karotenoid içerikli besinlerle daha sağlıklı bir yemek menüsü hazırlayın.
Hastalık savaşçıları çilek ve yaban mersini!
Çilek ve yaban mersini birçok meyve ve sebzede bulunan hastalık savaşçıları olan flavonoidlerden zenginler. Bu meyveler ciltteki kan akışını artırıyor ve ışığa karşı hassasiyeti azaltarak cildin görünümünü, yapısını ve dokusunu geliştiriyor. Yeni yapılan bir araştırma, yüksek flavonoid içeriğine sahip çilek ve yaban mersininin bilişsel gerilemeyi yavaşlatmaya yardımcı olabileceklerini gösteriyor.
Cildi zenginleştiren diğer flavonoid içerikli besinler ise: Muz, narenciye, brokoli, enginar, ceviz, antep fıstığı, kaju, dereotu, kekik.
Sıvı ihtiyacınız için sağlıklı bir alternatif: Yeşil çay Vücudun gerekli duyduğu su ihtiyacını karşılamak için su dışında daha farklı tatlar arıyorsanız cevabı yeşil çayda bulabilirsiniz. Yeşil çay, dışarıdaki sıcak havaya karşı su alımını tamamlamak için sağlıklı bir çözüm. Çalışmalar, yeşil çayın kanser ve kalp rahatsızlığıyla mücadelede, kolestrolü düşürmede, metabolizmayı hızlandırmada etkili olduğunu gösteriyor. Ayrıca zihinsel becerilerin azaldığı demans hastalığı için de olumlu bir kaynak olarak gösteriliyor. Sıcak bir ayda sıcak bir içecek yudumlamak size göre değil ise yeşil çayınıza buz ekleyerek içmeyi deneyebilirsiniz. Çaydaki bu sıcaklık değişimi içeriğindeki besinsel faydalarına zarar vermez.
Haftada 3 gün 45 dakika süreyle tempolu yürüyüş sizlere aktif bir yaşam tarzını getirecektir.'' Açıklamasını yaptı.

Doğru Klima Kullanımı ile Hem Sağlığınızı Hem Cebinizi Koruyunuz.
Akıllı oda termostatı Cosa'nın Kurucu Ortağı Dr. Emre Erkin, klimayı doğru ve sağlıklı kullanmanın püf noktalarını anlattı:
Özellikle yaz aylarında klimasız bir hayat oldukça zor. Daha konforlu yaşamamıza olanak tanıyan klimalar, yanlış kullanıldıklarında sağlığımızı olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bunların başında baş ağrısı, kas-iskelet sisteminde tutulmalar ve üst solunum yolu enfeksiyonları geliyor. Doğru kullanım ile hem bu sağlık problemlerinin önüne geçilebilir hem de enerji tasarrufu sağlanabilir. Doğru klima kullanımı için dikkat edilmesi gerekenler şunlar.


Klimanın bakımı ve temizliği oldukça önemli
En önem vermemiz gereken konuların başında klimaların bakım ve temizliği geliyor. Klimaların bakım ve temizliğinin düzenli olarak yılda en az bir defa yapılması çok önemli. Klima kullanımı yaz aylarında artış gösterdiğinden, bakımların özellikle yaz başlamadan yapılmasını öneriyoruz. Genel olarak klima hastalıkları özellikle klima filtrelerinin içerisine yerleşen bir takım toz, kir ve mikroplardan kaynaklanıyor. Başta üst solunum yolu enfeksiyonları, zatürre ve astım gibi alerjik reaksiyonları artıran bir etki gösterebiliyor. Aynı zamanda klima filtrelerinin içindeki tozlar, klimanın verimli çalışmak için daha fazla enerji tüketmek zorunda kalmasına yol açıyor. Bakımları düzenli yaptırmadığınız taktirde fazladan elektrik faturası ödemek durumunda kalabilirsiniz.
Klimaları oda sıcaklığında doğru derecede kullanmak önemli
Serinlemek için klimaları olabildiğince düşük ayarda tutmaya çalışıyoruz, odanın çok soğuduğunu hissettiğimizde ise klimayı kapatıyoruz. Bu çok sık yapılan yanlışlardan birine örnek. Klimalarınızı genel olarak ideal oda sıcaklığına yakın bir ayarda kullanmalısınız. Uluslararası standartlara göre insan vücudu için tanımlanan konfor sıcaklığı, iklim bölgesinden kullanım alışkanlıklarına kadar birçok parametreye göre değişmekle birlikte ülkemiz koşulları için kışın 22-24 yazın 24-26 dereceler arasında olduğu söylenebilir. Bunun altındaki her bir derecelik fark kabaca %5 daha fazla enerji tüketilmesine sebep olacaktır.
Nem alma modunu tercih etmeye çalışın
Klimaların kurutucu etkisinden dolayı sağlık uzmanları klima altında çalışan kişilerin sıvıyı fazla tüketmesini öneriyor. Bunun yanı sıra gece klima kullanımına dikkat edilmesi çok önemli. Gece odamızda düşük ayarda klima açık yattığınız zaman burnunuz tıkanmış bir şekilde uyanmanız olası. Bu gibi sebeplerden dolayı özellikle uyurken klimaların nem alma modunda çalıştırılmasını öneriyoruz. Bu aynı zamanda daha az enerji tüketerek elektrik faturalarında tasarruf da sağlayabiliyor.
Yeni teknolojileri kullanarak maksimum tasarruf sağlayın
Tasarruflu klima kullanmak isteyenlere, zamanlayıcı özelliği olan klima kullanmalarını tavsiye ediyoruz. Öte yandan gelişen yeni teknolojiler ile klimalarımızı akıllandırmak ve program yapmak yerine cep telefonlarımızdan dilediğimiz yerden ve dilediğimiz zaman yönetebilmek mümkün. Klima kumandasını cep telefonuna taşıyan teknolojilerin yanı sıra direk evinizin sıcaklığını ölçerek evinizin ısıl dinamiklerini öğrenen ve sizin yaşam alışkanlıklarınızı anlayarak klimanızı en verimli olacak şekilde işleten akıllı oda termostatları da var. Bu tip teknolojiler ile dışarıdayken, uyurken, evde veya ofisteyken önceden ayarladığınız konfor koşullarına minimum enerji tüketerek sahip olabilirsiniz. Böylelikle siz evde/ofiste yokken klimanız gereksiz yere çalışmaz, evdeyken ve uykudayken ihtiyacınız kadar çalışır ve evde/ofiste yokken açık unutulan ve sürekli minimum sıcaklıkta çalıştırılan bir klimaya göre %40'lara varan tasarruf sağlayabilirsiniz. Türkiye'nin ilk ve tek yerli akıllı oda termostatı Cosa'nın akıllı teknolojileri sayesinde klima ve de kombilerinizi cepten yöneterek daha sağlıklı ve konforlu ortamda yaşayabilir, bunu yaparken de gereksiz tüketilen enerjinin önüne geçerek enerji tasarrufu sağlayabilirsiniz.

Kemikleri güçlendirmekten uykuya geçişi kolaylaştırmaya..
DONDURMANIN 4 ÖNEMLİ FAYDASI!

Sevilen yiyeceklerinden biri olan dondurma doğru seçildiğinde sağlıklı tatlı alternatiflerinin başında geliyor. Üstelik kalsiyum, fosfor, A vitamini, B vitamini gibi vitamin ve minerallerden zengin olmasının yanı sıra sütten üretildiği için sağlığımıza da önemli katkılar sağlıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz dondurmanın faydalarını anlattı, önemli önerilerde bulundu.


Kalsiyumdan zengin
Kemik ve diş sağlığının korunmasında, kas kasılmasında, kanın pıhtılaşmasında önemli bir role sahip olan kalsiyum vücudumuzda en çok bulunan minerallerden. 19-50 yaş arası kişilerin günde ortalama 1000 mg kalsiyum almaları gerekiyor. Günlük kalsiyum ihtiyacı; çocuklarda, yaşlılarda ve hamilelerde artıyor. Dondurmadan 2 top tüketmek, yaklaşık 150 mg kalsiyum almamızı sağlayarak günlük kalsiyum ihtiyacımızı karşılamaya destek oluyor.
Hafif bir ara öğün alternatifi
100 gram kadar meyveli dondurma yaklaşık 140 kalori iken aynı miktarda baklava yaklaşık 500 kalori, çikolata ise 600 kalori civarında oluyor. Dolayısıyla diyet yapıyorsanız şeker ve yağ içeriği yüksek olmayan dondurmalar sağlıklı bir tatlı alternatifi olacaktır. Özellikle tatlı isteğinin en çok görüldüğü ikindi saatlerinde 2-3 top sade veya meyveli dondurmayı ara öğün olarak tüketebilirsiniz. Ancak dikkat etmeniz gereken şey, 3 top dondurma yediğinizde, gün içerisinde 1 dilim ekmek + 1 su bardağı süt + 1 porsiyon meyvenizi azaltmak gerektiği.
Kaliteli protein kaynağı
Sütten üretilen dondurma içerdiği protein sayesinde özellikle yutma güçlüğü yaşadığı için yeterli beslenemeyen ileri yaştaki kişiler ve süt, yoğurt, ayran gibi protein ile kalsiyum kaynağı olarak sayılan besin gruplarını yetersiz tüketenler için iyi bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Çocukların büyüme ve gelişmesinde protein önemli bir besin öğesi ve dondurma da bu noktada önemli bir destek haline dönüşebiliyor. Bunların yanı sıra zayıflama diyeti uygulayanlar için dondurma protein içeriği sayesinde verdiği toklukla iyi bir ara öğün haline gelebiliyor.
Stres düzeyini azaltmaya yardımcı
Mutluluk hormonu olarak bildiğimiz serotonin ruh halimizi belirliyor ve serotonin proteinin yapı taşlarından biri olan triptofandan yapılıyor. Bu nedenle; triptofan içeren besinler ruh halini düzelten, sakinleştiren besinler olarak belirtiliyor. Dondurma da hem vücutta stres düzeyini azaltan hormonları uyarması hem de triptofan içermesi sayesinde sakinleştirici olarak kabul edilen besinlerden birini oluşturuyor. Ayrıca yine bu etkileri sayesinde uykuya geçişi de kolaylaştırıyor.
A ve B vitaminlerinden zengin
A vitamini görme fonksiyonları ve bağışıklığın güçlenmesi, B vitaminleri ise konsantrasyon, hafıza, doku onarımı gibi vücutta birçok sistemdeki görevleriyle öne çıkıyor.
Dondurma yerken dikkatli olun!
Dondurmanın kalori bombası haline gelmemesi için sade veya meyveli dondurmalar ilk tercihiniz olmalı. Külah yerine kapta dondurma almalı, sos ile fıstık gibi eklemeler yapmaktan kaçınmalısınız. Aldığınız dondurmanın hijyenik koşullarda üretilmesi çok önemli. Bu nedenle güvendiğiniz yerleri tercih edin. Mikropların üremeye başlamaması için dondurmada soğuk zincirin bozulmaması gerekiyor. Dondurmanın tüketeceğiniz miktarını servis kabına aldıktan sonra geriye kalan bölümünü hızlıca derin dondurucuya koyun. Çözülmüş dondurmayı tekrar dondurmayın. Üzerinde buz ve kristal parçaları oluşan dondurmaları tüketmeyin. Son kullanma tarihini mutlaka kontrol edin. Yırtık ambalajlı dondurmaları almayın. Seçtiğiniz dondurmanın süt tozu ve glikoz şurubu gibi katkılar içermemesine dikkat edin.


PARFÜMÜNÜZ BÖCEKLERE DAVETİYE ÇIKARMASIN!
ARI, AKREP, YILAN YARALARINA SOĞUK, DENİZ CANLILARININ SOKMASINA, SICAK UYGULAYIN!

Yaz aylarında tatilcilerin rahatsız oldukları en önemli sorunlardan biri de böcek ısırıkları ve böcek sokmalarıdır. Medical Park Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Engin Türkmen, böcek ısırıkları ve sokmalarının birbirinden farklı olduğunu belirterek, alınacak önlemler ve yapılması gereken müdahaleler ile ilgili şunları söyledi.
Böcek ısırıkları, zehirsiz böceklerin tükürükleri ve kan emmek için salgıladıkları pıhtı önleyici maddelere karşı oluşan kaşıntı, kızarıklık, kabarma gibi alerjik reaksiyon ve bölgesel tahriş oluşmasıdır.
Böcek sokmaları ise; zehirli böceklerin iğneleri aracılığı ile zehirlerini deriye enjekte etmeleridir. Oluşan kızarık ve kabarık alan, genellikle çok ağrılıdır.
ALERJİK BÜNYEYE SAHİP OLANLAR DİKKAT
Kaşıntı, ağrı, kızarıklık ve şişlik böcek ısırmaları belirtileri arasındadır. Bunun yanı sıra yüzde, dudaklarda ve boğaz etrafında şişme, nefes almada güçlük, şiddetli kaşıntı, uyuşukluk ve kramp, görülebilir. Bu belirtiler antihistaminik krem veya ilaçlarla çoğu zaman tedavi edilebilir. Bazen hastada şiddetli baş dönmesi, baygınlık ve bilinç kaybı gibi belirtiler de ortaya çıkabilmektedir. Buna anaflaktik şok (vücutta alerjen maddelere karşı oluşabilen ciddi bir alerjik reaksiyon) denir. Acil olarak müdahale edilmediği takdirde bu tablo ölümcül olabilir. Tedavide kortizonlu ilaçlar ve adrenalin verilir. Ciddi alerjik bünyesi olanların yaz aylarında böceklerin yoğun olduğu yerlerden uzak durmaları, hekimlerine danışarak koruyucu ilaçları yanında bulundurmaları ve böyle bir tablo ile karşılaştığında da derhal bu ilaçları uygulamalıdırlar.
PARFÜMÜ ABARTMAYIN
Yaz aylarında dış ortamda, böcekler tarafından ısırılmanın önüne geçebilmek için; Böceklerin ilgisini çektiğinden, parlak renkli kıyafetler giymekten ve parfüm ya da deodorant gibi güçlü kokular kullanmaktan kaçının. Böcek ısırıklarına maruz kalabilecek bölgeleri azaltmak için uzun kollu giysiler, pantolon, ayakkabı ve şapka giyin. Cildinize böcek savar spreyler sıkın. Oturduğunuz yerde böcek savar ürünler ve mumlar kullanın. Açıkta şekerli yiyecek ve içecek bırakmayın. Durgun ve hareketsiz su kaynaklarının olduğu alanlarda dikkatli olun. Uzun çim ve çalılıklara sürtünmekten kaçının. Kene ısırmalarına karşı sert çim ve çalılıkların üzerinde yürürken pantolon paçalarını çoraplarınıza sokun.
HANGİ BÖCEĞE HANGİ UYGULAMA YAPILIR?
Başınıza gelebilecek böcek ısırıklarına karşı yapılması gereken ilk müdahale oluşacak reaksiyonun yavaşlatmada oldukça etkilidir. Deniz canlılarının sokması ya da ısırması durumunda arı, akrep ya da yılan sokmalarında uygulanan buz uygulamasının aksine yaralı bölgeye sıcak uygulama yapılması gerekiyor. Arı sokmasına karşı yapılacaklar Yaralı bölge yıkanır. Derinin üzerinden görülüyorsa arının iğnesi çıkarılır. Soğuk uygul
ama yapılır. (Amonyak vb. kullanılmaz) Eğer ağızdan sokmuşsa ve solunumu güçleştiriyorsa buz emilerek soğuk uygulama yapılır. Ağız içi sokmalarında ve alerji hikâyesi olanlarda acil tıbbi yardım istenmelidir.
Akrep sokmasına karşı yapılacaklar: Sokulan bölge buz ile soğutulur (buz hiçbir zaman deri ile temas halinde olmamalıdır). Buz tatbik edilmesi hem şişmeyi engeller hem damarlarda büzüşme yaptığı için zehrin emilimini azaltır hem de ağrıyı azaltmaya yardımcı olur. Bol sabunlu su ile yıkanır. Sokulan yerin dört parmak üst bölümüne dolaşımı engellemeyecek şekilde bandaj uygulanır. (Turnike uygulanmaz). Yara üzerine hiçbir girişimde bulunulmaz (kesilmez, emilmez, vb.).
Yılan sokma / ısırmalarına karşı yapılacaklar: Kişi güvenli bir yere götürülmelidir. Kişi sakinleştirerek çok fazla hareket ettirmekten sakınılmalıdır. Sokmanın olduğu bölgedeki sıkı kıyafetleri ve takıları çıkartılmalıdır. Yara soğuk su ile yıkanmalı ve yaraya soğuk uygulama yapılmalıdır. Zehrin hareketini yavaşlatmak için, sokulan yerden yaklaşık 7 cm yukarısını gevşek bir sargı bezi ile sarın. Bez sıkı olmamalıdır. Sargı, arasına bir parmak girecek kadar gevşek olmalıdır ve bandın altındaki nabız hissedilmelidir. Bant için esnek bir bandaj veya bez parçası kullanılabilir. Yara üzerine hiçbir girişimde bulunulmaz (kesilmez, emilmez, vb. ). Tıbbi yardım istenmelidir.
Deniz canlıları sokmasına karşı yapılacaklar: Yaralı bölge hareket ettirilmez. Batan diken varsa ve görünüyorsa çıkartılır. Etkilenen bölge ovulmamalıdır. Deniz canlıların zehirleri ısıya karşı dayanıksız olduğu için, yaralı bölgeye sıcak uygulama yapılmalıdır.

TÜKENMİŞLİK SENDROMUNU
8 ADIMDA YENİN...

Tüm yıl boyunca beklediğiniz yaz tatilinizi de yaptınız ama hala yorgun hissediyorsunuz.
Sanki hiç tatil yapmamış gibi sabahları işe çok keyifsiz hatta zorla gidiyorsunuz.
Kendinizi duygusal ve fiziksel olarak yorgun hissediyor, çok daha kolay öfkeleniyorsunuz.
İşte bu sorunlarınızın nedeni tükenmişlik sendromu olabili
r!

Acıbadem Altunizade Hastanesi Uzman Psikolog İrem Sürmez, tükenmişlik sendromuna çoğunlukla iş yaşamının neden olduğunu belirterek "Tükenmişlik sendromu, yorgunluktan baş ağrısına, uyku ve yeme bozukluklarından mide ve bağırsak rahatsızlıklarına, egzama, kaşıntı ve saç kıran gibi cilt hastalıklarından konsantrasyon bozukluğu hatta depresyona dek birçok soruna yol açabiliyo
r.
Uzman Psikolog İrem Sürmez, tükenmişlik sendromuna karşı alabileceğiniz 8 etkili öneriyi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulunuyor.

Düzenli egzersiz yapın
Düzenli egzersizin fiziksel yararları kadar psikolojik yararları da çok fazla. Bireyin özsaygısını artırarak stres yönetimi üzerindeki etkisi egzersizin en önemli faydalarından biri. Çünkü, egzersiz yaparak vücut endorfin gibi mutlu kimyasalları salgılamaya başlıyor. Araştırmalar egzersizin, bireyde yarattığı olumlu etkiyle depresyon, kronik ağrı, anksiyete ve uyku problemlerinde önemli etkisi olduğunu gösteriyor. Beden formunuzu güçlendirdikçe, fiziksel olarak kendinizi geliştirdikçe sadece iyi görünmekle kalmayıp problemlere daha farklı bakma, çevrenizde olup biteni daha sağlıklı algılama ve doğru iletişim kurma becerinizi de geliştirebileceksiniz.
Kahvaltı ve öğle yemeğinizi ihmal etmeyin
İş yaşamının yoğunluğunda öğün atlama, yetersiz beslenme, aşırı kafein, şeker, tuz ve yağ tüketme gibi sağlıksız beslenme düzeninin yaygın olduğu görülüyor. Oysa doğru beslenme alışkanlığı fiziksel sağlığımızın yanı sıra duygu durumumuzu da iyileştirmeye fayda sağlıyor. Birçok araştırma beslenme ile stres yönetimi arasında doğrudan ilişki olduğunu gösteriyor. Her sabah güne kahvaltıyla başlamak kan şekerini düzenleyerek işe daha enerjik başlamanızı ve iş yoğunluğuna bedensel ve duygusal olarak daha hazırlıklı girmenizi sağlayacaktır. Öğle öğününde de ayak üstü beslenme ve sağlıksız atıştırmalıklar yerine en az 20 dakika ve oturarak yemek yemeğe zaman ayırarak ruhunuzu ve bedeninizi doyurarak dinlenmek faydalı.
Ailenize ve arkadaşlara daha çok zaman ayırın
Aile ve sosyal hayatı keyifli ve tatmin edici olan bireyin işteki motivasyonu da daha yüksek olabiliyor. İş hayatının ve günlük yaşamın koşuşturmasında karşılaştığınız sıkıntılarla baş etmede aile ve arkadaşlar çok önemli bir rol oynuyor. Çevrenizdeki insanlardan destek alın; sevdiklerinizle, ailenizle ve arkadaşlarınızla daha fazla vakit geçirmeye özen gösterin. Sosyal alan, işteki yoğunluğun ve yükün atılabildiği özel bir alan. İş hayatı ve aile/sosyal hayat dengesi sizin işteki başarınız için de önemli bir formül olacaktır.
Hobi edinmenin gücünü küçümsemeyin
Günlük hayatın rutinleri, iş yaşamının sorumlulukları sizi bir süre sonra keyifsiz bir ruh haline sokup yaşam enerjinizi düşürebilir. Sürekli bir yere, bir işe koşturarak geçirdiğiniz yaşamın içinde küçük bir pencere açıp kendi özel alanınızı yaratmaya özen gösterin. Zaman çok kıymetli ve hiç anlamadığınız bir şekilde hızla akıyor. İşte aldığınız tüm yüklerin enerjisini iş yaşamı dışında kendi ilgi alanlarınıza göre edineceğiniz hobilerle boşaltabilirsiniz. Sosyal ve kültürel faaliyetlerin günlük yaşamın stresiyle baş etmedeki önemini unutmayın.
Mesleki olarak kendinizi geliştirin
İşyerinizde üstlendiğiniz görev ve sorumluluklar, eğitimini aldığınız alanın ve bilgi düzeyinizin dışındaysa işi anlamak ve yetiştirebilmek için daha çok enerji harcamanız ve zamanla kendinizi yetersiz hissetmeniz mümkün. Bu nedenle mesleğinize ve sorumluluk alanınıza yönelik bilginizi artırmak için kendinizi geliştirmenizi sağlayacak eğitim almanızda fayda var.
Gerekirse destek isteyin
Tükenmişlik daha çok iş yaşamının sebep olduğu bir sıkıntı olduğu için öncelikli olarak üstlendiğiniz işin türü, miktarı veya kapasitenizi çok aşırı zorlaması durumunda gerekirse destek isteyin.
Hayatınızı sadece işe odaklamayın
İş ve ev hayatının dengesi çok önemli. Bu dengenin bozulması bireyi zamanla tükenmişliğe ve aile içi bölünmelere götürebiliyor. Sadece işe odaklı yaşamayıp, iş stresi dışında kendinizi ortaya koyabileceğiniz ve rahatlayabileceğiniz, ruhunuzu ve zihninizi de dinlendireceğiniz alanlar ve fırsatlar yaratın.
Uzmana başvurmaktan çekinmeyin
Uzman Psikolog İrem Sürmez "Tükenmişlikle mücadele etmede gerekli tedbirleri aldıktan birkaç ay sonra buna rağmen kendinizi mutsuz ve tükenmiş hissetmeye devam ediyorsanız psikologdan destek almaktan çekinmeyin. Nasıl ki bir hastalıktan dolayı doğal olarak hekime başvuruyorsanız, geçmeyen tükenmişlik hissini de önemseyin ve çözüm bulmak için mutlaka uzmana başvurun" diyor.


10 SORUDA MİGREN
Birçok kişinin, migrenin tedavisinin olmadığını sanması nörologları hep şaşırtır. Oysa migren için basit ve ucuz tedavi seçenekleri vardır.
Yani MİGRENİN TEDAVİSİ VARDIR!


Okan Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Okan Bölükbaşı, ''Migren'' ile ilgili tüm merak edilenleri anlattı!

Migren krizi ne kadar sürer?
Kişinin hissettiği ağrı ve sonrasındaki bulantı, halsizlik, duygusal değişimler, saçlı deride yanma gibi eşlik eden belirtiler; 4 ile 72 saat kadar sürebilir. Ancak nadiren bazı hastalarda kriz bir haftayı geçebilir. O zaman bu duruma "uzamış migren krizi" ya da "migren fırtınası" denir ki, tedavisi cidden zorlu bir süreçtir.
Migren nasıl tedavi edilir?
Prof. Dr. Okan Bölükbaşı, ''Migren, iki aşamada izlenir. Birincisi, ağrı kesicilerin kullanıldığı kriz tedavisi. İkincisi, ortalama altı ay süre ile hastanın her gün alması gereken haplarla yapılan koruma tedavisi. En güçlü ve en sık kullanılan koruma tedavisi ilaçları, anti-epileptik denen valproat ya da topiramat gibi epilepsi ilaçlarıdır. Daha düşük sıklıkla bazı anti-depresanlar da kullanılabilir'' dedi.
Bu ana tedavi seçeneklerine ek olarak yan etkisi olmayan ve yararlı ek ilaçlar neler olabilir?
Düzenli kullanılan magnezyum tabletleri ya da B2 vitamini; migren koruma tedavisinde yararlıdır. Yan etki yoktur. Gebeler bile kullanabilir.
Egzersiz (yürüyüş, koşu, bisiklet), migren belirtilerini hafifletebilir mi?
Hayır, egzersiz migren yakınmalarını azaltmaz. Hatta şiddetlendirebilir.
Uçak yolculuklarına has bir migren türü var mı?
Uçakların iniş ve kalkışları sırasında bazı insanlarda alın ya da bir gözün arkasında şiddetli ağrı olduğu bildirilmektedir. Bir migren krizinden ayrılmaları zordur. Prof. Dr. Okan Bölükbaşı, ''Yaygın görülen bu durumun sinonazal travmadan kaynaklandığı sanılmaktadır. Sinonazal travma, kafa içindeki sinüs boşlukları ile kafa dışındaki basınçlar arasında ani farklılıkların ortaya çıkması ve bu durumun bu boşlıukları kaplayan ağrıya hassas mukozayı etkilemesinden oluşmaktadır. Endişe edici bir durum değildir. Uçak ya da tren yolculukları, ciddi migren tetikleyicileridir'' dedi.
Seyahat bir migren tetikleyicisi midir?
Kesinlikle. Seyahate hazırlık döneminin yarattığı stres, bavulu ve ortalığı toplama çabaları, ağır çantaları taşımak, uzun saatler havaalanlarında beklemeler, işlenmiş havayolu yemekleri, atlanan öğünler, jet-lag ve ani iklim değişikliğine maruz kalma ciddi migren tetikleyicileridir.
Yaz tatillerinde sık görülen migren tetikleyicileri nelerdir?
Susuz kalma, aşırı sıcak ve nemli hava, parlak güneş ışığı (mutlaka şapka ve güneş gözlüğü kullanın), sinek kovucu losyonlar ya da güneş yağı kremleri. Sıcak hava dalgası dönemleri; migreni olmayan kişilerde bile migren krizlerine yol açabilmektedir.
Hava kirliliği bir migren tetikleyicisi midir?
Bu yönde giderek artan kanıtlar var. Hava kirliliği migren krizlerini tetikleyebilir.
Yağmurlu havalar özellikle yıldırım düşmeleri ile migren krizleri arası bir ilişki var mıdır?
Böyle havalarda migren krizi sıklığı artmaktadır. Yıldırım düşmelerinin 25 km. ilerdeki bir migrenlide bile krize yol açabileceği bildirilmiştir. Muhtemel neden, havadaki aşırı elektrik yükünün beyin basıncı dengelerini bozucu değişikliklerine yol açmasıdır.
Migrenlilerin yediklerine dikkat etmesi ne anlama geliyor, ağrı ile savaşta bir işe yarar mı?
Prof. Dr. Okan Bölükbaşı, ''Kırmızı şarap, meşhur bir migren tetikleyicisidir. Kadınlarda adet görme de öyle. Bir migren hastası kadın, adet dışında tükettiği kırmızı şarabın ağrıya yol açmadığını ama adetin hemen öncesi dönemde içeceği bir kadeh şarabın şiddetli migren krizine yol açtığını fark etmiştir. Bu buluşu, adetin erken döneminde kırmızı şarap içmeyerek krizlerden kurtulma imkanını vermiştir'' açıklamasını yaptı.

Çalışırken Enerjiniz Tükenmesin...

Çalışma hayatında karşılaşılan ve performansı doğrudan olumsuz etkileyen durumlardan biri de kişinin kendini yorgun ve halsiz hissetmesi. Gün içindeki yorgunluk ve halsizlik hissinin güne nasıl başlandığıyla doğru orantılı olduğunu belirten Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Yöneticisi Diyetisyen Sibel Mumcu, "Güne başlarken enerjik hissedeceğiniz aktiviteler yapabilirsiniz.
Sabah yürüyüşü bunun için en iyi seçimdir" diye konuştu.
Mumcu, çalışırken enerjinin tükenmemesi için de çeşitli önerilerde bulundu!


Öncelikle güne nasıl başladığınız çok önemli. Kalkınca bir bardak su içmek metabolizmanızı harekete geçirir. Uyandığınızda sizi enerjik hissettiren bir aktivite yapabilirsiniz. Sabah yürüyüşü bunun için en iyi seçimdir.

Yumurta, süt, peynir, tam tahıllı ürünler, taze sebze ve meyve içeren iyi bir kahvaltı da gün boyu ihtiyacınız olan enerjinin daha dengeli olmasını sağlar.

Öğle yemeğinde proteinlerin gücünden yararlanabilirsiniz. Proteinler daha uzun sürede sindirildiği için kendinizi daha uzun süre tok hissedersiniz ve öğleden sonra gereksiz atıştırmalıklardan uzak durabilirsiniz. Yağsız ve sağlıklı pişirme yöntemleri kullanılarak hazırlanan tavuk, balık, kırmızı et gibi protein kaynaklarının olduğu bir ana öğün tüketmek, yanında mutlaka pişmiş sebze ve salata yemek, içecek olarak serin bir ayran tercih etmek ana öğün için yapılabilecek iyi seçimlerdir.

Öğle yemeği sonrasında yine de bir şeyler atıştırmak isterseniz yoğun miktarda şeker, un ve yağ içeren besinlerden uzak durun. Mevsiminde taze meyve veya kuru meyveler, kavrulmamış ceviz, badem, fındık gibi kuruyemişler, haşlanmış veya çiğ sebzeler, yulaf ezmesi veya tam tahıllı gevrekler, süt, peynir ve yoğurt gibi besinler ihtiyaç duyduğunuz enerji, vitamin ve mineral desteğini sağlayarak kendinizi enerjik hissetmenize yardımcı olur.

Ertesi güne enerjik devam etmek için akşam yemeği de önemlidir. Akşam yemeğinde mutlaka yoğurt tüketin. Yoğurt tüketmek sindirim sistemini rahatlatır. Yatmadan iki saat önce yemek yemeyi bırakın, kafein içeren içecekler tüketmeyin.

Gün içinde enerjik olmak için 7-8 saatlik düzenli gece uykusu da önemlidir.

Bunların yanında kişinin kendini enerjik hissetmesine yardım eden önemli etkenlerden diğer ikisi de sıvı tüketimi ve aktivitedir. Sıvı ihtiyacı için sadece çay-kahve tercih etmemek, mutlaka gün içinde 8-10 bardak su içmek önemlidir. Gün içinde yürüyüş için tüm fırsatları kullanmak da kan dolaşımını arttırarak enerji sağlamaya yardımcı olması açısından önemlidir.

Alzheimer'dan Korunmaya yarayan Yardımcı Besinler
Günümüzde erken yaş döneminde de görülmeye başlayan ve kesin bir tedavisi olmayan Alzheimer’dan korunmak için hayatımıza dahil etmemiz gereken besinleri, Hastane Derindere Nöroloji Uzmanı
Dr. Keriman Oğuz’dan anlattı.


Kabak çekirdeği tüketin!
Çinko, kolin gibi yağ asitleri ve E vitamini açısından zengin olduğundan Alzheimerrisk faktörlerini azaltmada yardımcı olabilir. Ayrıca, badem, kaju, ceviz, fındık, fıstık gibi kuruyemişler Omega-3, Omega-6, E vitamini, folat, vitamin B6 ve magnezyum içerir.Omega 3 içeren besinleri düzenli olarak tüketen kişilerde demans görülme riskinin %26 daha düşük olduğu yapılan araştırmalarla görülmüştür.

Her gün kahve için
Alzheimer hastalığının nedenlerinden biri de beyinde anormal amiloid beta (Aß) protein plaklarının birikmesidir. Yapılan araştırmalar kahvenin beta amiloidprotein düzeyini %50 oranında azaltabileceği sonucuna varılmıştır.

Sebze ağırlıklı beslenin
Beslenmenize yeşil yapraklı sebzeleri ekleyin. Lahana, brokoli, kuşkonmaz, karnabahar, Brüksel lahanası gibi folat içeren yeşil sebzeler, homo-sistein içerirler. Homosisteinbilişsel bozuklukla bağlantılı bir aminoasittir. Pişirilmeden tüketilebilen kabak, kuşkonmaz, domates, havuç, pancar gibi sebzeler besin değerlerini koruyarak beyin aktivitesi için önemli olan A vitamini, folik asit ve demirin alınmasına yardımcı olurlar.

Antioksidan meyveler her zaman hayatınızda olmalı
Böğürtlen, yaban mersini ve kiraz gibi kırmızı renkli meyveler C ve E vitaminlerini içermelerinin yanı sıra anti-inflamutuar ve antioksidan olma özelliklerine de sahiptirler. Ayrıca beyni serbest radikallerden koruyanantosiyanini içerir.

Bakliyatlar beyin aktivitesinin sağlıklı olmasına yardımcı olur
Bu gıdalar asetilkolinin (beyin fonksiyonu için kritik bir nörotransmitter) hammaddesi olan kolin molekülünü içerirler. Ayrıca genel vücut fonksiyonu ve nöron ateşlenmesine yardımcı olabilecek folat, demir, magnezyum ve potasyum içerir.

İLİŞKİLERDE EN SIK YAPILAN 9 HATA

Son yıllarda hemen herkesin ortak görüşü, ilişkilerin artık hızla ve kolayca tükenir olduğu!
Gerçek sohbetlerin yerini sanal iletişimin almaya başlaması, kişilerin günlük hayatın koşuşturmacası ve stresin de etkisiyle özellikle iş hayatındaki öfkelerini, bastırılmış duygularını evde 'en sevdiklerine' yansıtarak incitebilmesi, özür dilemekten kaçınıp tartışmalarda hep haklı çıkmaya çalışması, tahammülün zayıflaması çiftleri kolay ayrılığa götüren sebeplerden birkaçı.
Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül "Teknolojik gelişmeler, insanların refah düzeyinin artması, tüketimin çoğalması ve değişen toplumsal yapılar günümüz ilişkilerini yürütmeyi de zorlaştırmaya başladı.
Kısa süreli ilişkiler, boşanma oranlarının yüksekliği, bekarlık süresinin uzaması olarak yansımalarını gördüğümüz günümüz ilişkilerinde çiftleri mutsuzluğa, ilişkileri de açmaza hatta tükenmeye götüren temel hatalar var" derken, en sık yapılan 9 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu!



Hep haklı olmaya çalışmak
Hayatta her zaman haklı olmak şüphesiz mümkün değil, üstelik bazı durumlar var ki haklı olmanın bir anlamı ve önemi de yok. Ancak kimi insanların sürekli haklı çıkmaya çalıştıkları da bir gerçek. Buna karşın ikili ilişkilerde taraflardan biri sürekli haklı olduğu şeklinde bir davranış sergiliyorsa, bu durum ilişkinin eşitlikçi olması gereken yapısını bozar. Bazen kişiler haklı olmaya o kadar odaklanırlar ki mutlu olma anlarını kaçırırlar. İlişkiler söz konusu olduğunda kimsenin yüzde yüz haklı ya da haksız olamayacağını unutmayın ve ikili ilişkileri yıpratan bu temel yanlıştan kaçının. Gerekirse özür dilemekten kaçınmayın, özür dilemenin bir zayıflık değil aksine erdemli bir davranış olduğunu unutmayın.

Her şeyi beraber yapmak istemek
Bağlılık gibi görünen bir şey aslında bağımlılığın ta kendisi olabiliyor. Oysa bir ilişkide önemli olan 'ben'leri kaybetmeden, 'biz' olabilmek. İlişkinin içinde, her kişinin kendine ait alanlarının olması çok önemli. Beraberce yapılan şeyler kadar her bireyin kendi arkadaşları ya da ailesi ile vakit geçirmesi, kendi hobilerine vakit ayırması, kişilerin ilişkilerine daha objektif yaklaşabilmelerini ve ilişkilerinde aslında daha fazla keyif alabilmelerini sağlar. Bu nedenle her şeyi beraber yapma isteğinden vazgeçin.

Birbirini değiştirmeye çalışmak
İlişkilerde başlangıçta partnerinizde sevdiğiniz özellikler, zamanla en çok değiştirmek istediğiniz özellikler olmaya başlayabiliyor. Oysa karşınızdaki kişinin de her insan gibi kusurlarının olduğunu kabul edebilmeyi öğrenin ve sürekli onu değişime zorlamayın. Üstelik bir kişi kendi değişmek istemedikten sonra onu zorla değiştiremezsiniz. Partnerinizin olumsuz sevmediğiniz yönlerine odaklanmanız ilişkinizi çıkmaza sokabilir. Ancak önemli bir kriter, değşitirmeye çalıştığınız davranışının size veya çevresindekilere zarar verip vermediği. Zarar vermiyorsa onu değiştirmeye çalışmanın ona yapılan bir haksızlık olabileceğini de bilin.

Partnerini hayatının merkezine koymak
Böyle bir yaklaşım son derece sağlıksız. Bir ilişkiye kendinizi adamanız, herşeyinizi partnerinize göre planlamanız sizi hızla tüketir ve ilişkilerdeki dengeleri değiştirir. Sevdiğiniz insan sizin için şüphesiz çok önemli ve değerli ancak hayatınızı oluşturan şeylerden yalnızca biri, hayatınızın tümü değil. O nedenle partnerinizi hayatınızın merkezine koyma yanılgısına düşmeyin.

Sosyal medya ve oyunlarda fazla zaman geçirmek
Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül "Günümüzde çiftlerin en büyük sorunlarından biri, taraflardan birinin aşırı derecede telefon ve bilgisayarda zaman geçirmesi. Akşam eve gelir gelmez eline telefonunu alıp bırakmamak, beraber yapılan etkinliklerde sosyal medyadan gözünü ayırmamak, birbirleriyle zaman geçirmek yerine başkalarının paylaşımlarına bakmak, 'kafamı rahatlatıyorum' diyerek bu mecralarda ya da bilgisayar oyunlarında fazla zaman geçirmek 'gerçek iletişim'e büyük zarar veren davranışlar. Bunlar tıpkı uyuşturucu gibi uzun vadede kendi psikolojiniz de başta olmak üzere her şeye zarar verebiliyor " diyor.

Fazla Beklentiler
Geçmişte aile ilişkilerinizde yaşadığınız hayal kırıklıkları bilinç altında yer etmiş olabilir ve siz hiç fark etmeden ilişkinizde partnerinizden bunları onarmasını bekliyor olabilirsiniz. Oysa tıpkı sizin gibi partnerinizin de bilinçaltı ihtiyaçları olabileceğini unutmayın. Karşınızdaki kişiden size verebileceği kadarını beklemelisiniz. Her insanın bir sevgi alma ve verme kapasitesi var. Hayatınızdaki kişinin bu kapasitesini anlayın ve ondan herşeyi beklemeyin. Özellikle son yıllarda pek çok kişi sosyal medyada takip ettiği kişilerin 'her gün eğlencedelermişçesine' paylaşımlarına ve çoğu kez 'sahte mutluluklarına' aldanarak kendi hayatlarını kıyaslama ve partnerini sorgulama yanlışına düşebiliyor.

Geçmişe ve kötü şeylere odaklanmak
Bazı insanlar geçmişe takılı kalırlar ve kafalarından atamazlar. Oysa ilişkinin içinde geçmişte yapılan hatalara takılı kalmak, eski sorunları sürekli gündeme getirmek adeta ilişkinin altına konulan bir dinamit! Hatalarından ders çıkarıp çıkarmadığına bakmak önemli. Geçmişteki hataları affetmeyi seçtiyseniz bunun sorumluklarını yerine getirmelisiniz, eğer affedemiyorsanız bir uzmandan bu konuda destek almalısınız.

Hakaret etmek, kişinin değerlerine saldırmak

Tartışırken sizi rahatsız eden durum üzerine konuşun ancak bağırmaktan ve hakaretten kaçının. Öfkenizi kontrol altına almalı, sorunu daha da büyütmek yerine yapıcı olmaya çalışmalısınız. Karşınızdaki kişinin değerlerine saldırmak, küçümsemek de yapacağınız en büyük yanlışlardan biri.

İçine atmak

Psikolog Reyhan Algül "Sorunları içinize atmak yerine, doğru zamanda ve doğru ortamda dile getirmekten kaçınmayın. Aksine içine atmanız, konuşmamanız, sorunların çözümü yerine ilerleyen dönemde bir kartopu gibi çok daha büyümesine neden olacaktır. Kırgınlıklarınızı veya sizi rahatsız eden konuları sakinliğinizi koruyarak ve yapıcı bir üslupla dile getirin ve duygularınızı paylaşın" diyor.


D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNE KARŞI SOMON, SÜT, GÜNEŞ

Son yapılan araştırmalar D vitamini eksikliğinin önceden bilinenden daha önemli bir vitamin olduğu ve eksikliğinin ise tahmin edilenden çok daha yaygın bir hastalık olduğunu ortaya koydu. Medical Park Fatih Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan, D vitamini eksikliğinde hangi hastalıkların ortaya çıktığı ve eksikliğin nasıl giderilebileceği konusunda önemli açıklamalar yaptı!

D vitamini yağda eriyen bir vitamin olup vücudun yağ hücrelerinde depo edilir. En önemli görevi gıdalar ile alınan kalsiyumun kemik gelişimine sağladığı katkıdır. Bitkilerde D2 vitamini bulunurken, hayvanlarda ise D3 vitamini bulunur. Medical Park Fatih Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan, D vitaminin en çok somon balığı, ton balığı, sardalya ve hamsi balığında depolandığını belirterek, besinlerin yanı sıra güneş ışınlarından gelen vitamini direk almanın da önemli olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Mocan, konuyla ilgili şu bilgileri verdi.

SOMON TEK BAŞINA D VİTAMİNİ DEPOSU
Az güneş gören kuzey ülkelerinde ise özellikle somon balığı insanların D vitamini ihtiyacını tek başına karşılar.
Bir yumurta sarısı günlük D vitamini ihtiyacının yüzde 10'nunu karşılarken süt, peynir, yoğurt gibi gıdalar önemli bir kısmını karşılamış olur.
GÜNDE 15 DAKİKA GÜNEŞLEN!
D vitamininin ana kaynağı güneşten aldığımız ultraviole ışınlarıdır. Güneş ışınlarının dik geldiği öğlen saatlerinde güneş yağı kullanmadan veya az kullanarak 10-15 dk. güneşte kalmak vücudun D vitamini ihtiyacını karşılayacaktır. Bu güneşlenme esnasında ışınların vücuda direk temas etmesine dikkat edilmelidir. Güneşlenirken kapalı kalan sırt, koltuk altı, bacak gibi bölgelerinde güneş ışığı görmesinin yararı olacaktır. Bunu yaparken sıcak havanın olumsuz etkilerine karşı baş mutlaka büyük bir şapka ile korunmalı veya gölgede tutulmalıdır.
ÖZELLİKLE HAMİLE VE YAŞLILAR...
Özellikle güneşle az teması olan kişilerde hamilelerde ve yaşlılarda D vitamini eksikliği en sık rastlanan sorunlardandır. Hamile ve yaşlılar, bu vitamine diğer insanlara oranla daha fazla ihtiyaç duyar.
VÜCUT DİRENCİNİ ARTTIRIYOR...
D vitamini son yıllarda kemik gelişimine sağladığı katkılar dışında vücut direncini arttırıcı ve metabolizmayı hızlandırıcı etkileri olduğu da görülmüştür. Yapılan çalışmalar vücuttaki mikropların D vitamini sayesinde öldüğünü ortaya çıkarmıştır.
EKSİKLİĞİ OBEZİTE OLUŞUMUNDA ETKİLİ
Obezite oluşumunda izah edilemeyen bir D vitamini eksikliği görülmektedir. İnsülin direnci bu vitaminin eksikliğinde daha sık görüldüğü için önce obeziteye ileriki dönemlerde de hipertansiyona yol açabilmektedir.
GRİP NEDENİ...
Yeterli miktarda karşılanamayan D vitamini eksikliği; uzun süren üst solunum yolu enfeksiyonlarına ve gribal enfeksiyonlara neden olur. Bunlara bağlı olarak da halsizlik, sedef hastalığı, diyabet astım, Alzheimer, epilepsi, kanser ve depresyon riskini arttırmış olur. Özellikle çocuklarda D vitamini eksikliği büyüme geriliği ve kırıklara yol açarken, yaşlılarda ise en sık karşılaştığımız kemik erimesi hastalığına yol açmaktadır.
İHTİYACIMIZ OLAN D VİTAMİNİ
Günlük D vitamini ihtiyacı bebeklerde 400 ünite, hamillerde 600 ünite, yaşlılarda ise 800 ünitedir.

VÜCUDUNUZ BAHAR'A HAZIR MI?
Bahar Yorgunluğuna Dikkat! Mevsim Değişikliklerine Karşı Bedeninizi Koruyunuz!

Mevsim geçişlerinde ani sıcaklık farklarından dolayı bedenimiz olumsuz etkilenebilir. Vücudumuz ısı değişikliklerine hemen uyum sağlayamayabilir ve özellikle bağışıklık sistemi düşük olan kişiler bu durumdan olumsuz etkilenirler.
Havaların aniden ısınması vücut direncimizi düşürdüğünden bahar ayları olsa bile gribe yakalanmamıza büyük etken oluşturur.

Gücünü Okan Üniversitesi'nin bilgi ve birikiminden alan, Okan Üniversitesi Hastanesi Beslenme Ve Diyet Uzmanı Derya Fidan ''Halsizlik, baş ağrısı, mutsuzluk, enerji azlığı bahar yorgunluğunun belirtileri arasındadır. Havadaki ani ısı, basınç, nem değişiklikleri kişiyi stresli bir hale getirir ve bu belirtiler kişinin hayat kalitesini etkileyerek iş performansını düşürebilir.
Kronik hastalığı olan kişiler ısı değişikliklerine daha zor adabte olurlar ve özellikle bu gruptaki kişilerin beslenmelerine daha çok dikkat etmeleri gerekir.
Mevsim değişikliklerine uyum sağlamakta zorlanan diğer kişiler ise 65 üstü bireyler ve çocuklardır.
Bu bireyler dengeli beslenerek, uyku saatlerine özen göstererek, spor yaparak bağışıklık sistemlerini güçlendirebilirler.'' Dedi.
Okan Üniversitesi Hastanesi Beslenme Ve Diyet Uzmanı Derya Fidan, bahar aylarında beslenme düzeni ile ilgili tüyolar verdi.
Dyt. Fidan, 'Havaların ısınmasıyla ortaya çıkan hastalıklardan korunmak için günlük besin ihtiyacımızı karşılarken doğru kaynaklardan olmasına dikkat etmeliyiz.
Tam tahıllı ürünleri tercih etmeli ve bağışıklık sistemimizi güçlendirecek besinlerden özellikle C vitamini kaynaklarını tüketmeye özen göstermeliyiz. Turunçgiller, kuşburnu, biber, ıspanak ve de maydanoz önemli C vitamini kaynaklarımızdır.
Bu dönemde sebze ve meyve ağırlıklı beslenmek hastalıklarla mücadele etmemizi kolaylaştıracaktır. Yine aynı şekilde et, süt, yoğurt tüketimi kas yorgunluğunu gidermek ve uzayan günlerde fiziksel aktivitemizi artırmaya yardımcı olacaktır. Sıcak günlerde yağlı yiyeceklerden kaçınmalı, kızartma ve kavurma tarzı yiyecekleri yememeliyiz. Günün yorgunluğunun yanında vücuda alınan fazla miktarda kafein de mide sorularının yanında uykusuzluğa neden olup bağışıklık sistemimize zarar vereceğinden geceleri çay kahve tüketimimize dikkat etmeli fazla kafein almaktan kaçınmalıyız.
Sabah kahvaltısını uyandıktan sonra bir saat içinde yapmaya özen göstererek metabolizma hızımızı arttırıp sağlam bir bünye ile güne başlamalı mevsim geçişlerinin beraberinde getireceği enfeksiyonlardan korunabiliriz. Vücudumuz için gerekli elzem besin öğlerini alarak mevsim değişikliklerine karşı hazır olmalıyız.
Su tüketimimiz ise günlük olarak kişinin kilosu başına 30 cc olacak şekilde hesaplanmalı ve gün içerisine dağılmalıdır. Dengeli bir beslenmeyi, düzenli bir sporla taçlandırarak hayat kailtemizi artırmayı hedeflemeliyiz.
Haftada 3 gün 45 dakika süreyle tempolu yürüyüş sizlere aktif bir yaşam tarzını getirecektir.'' Açıklamasını yaptı.

İşte su içmenin az bilinen faydaları!
Yaşamımızı devam ettirebilmemiz için oksijenden sonra en çok ihtiyaç duyduğumuz suyun, vücut ve ruh sağlığımız için sayısız faydası var. Kadınların günde ortalama iki, erkeklerin ise iki buçuk litre su içmeleri gerektiğini söyleyen Waternet Sağlıklı Yaşam Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, suyun az bilinen 10 faydasını sıraladı.

1- Ağız kokusunu önler Gün içinde az besin tüketimi ve yetersiz sıvı alımı nedeniyle tükürük miktarı azalabilir. Tükürük üretiminin azalması nedeniyle, ağız temizliği için gerekli olan sıvı yetersiz kalır. Bu durum da, ağız kokusuna neden olur. Tükürük salgısının azalması, kokunun yanı sıra ağız kuruluğuna da yol açar. Ağız kuruluğu ise yutkunma, çiğneme ve hatta konuşmayı bile etkiler.
2- Saçlara sağlık katar Yetersiz su tüketimi saç kuruluğuna, kırılmalara, kepeklenmeye ve saç kayıplarına neden olur. Su sadece nemlendirmez, vücudu temizleyerek sağlıklı, ipeksi ve parlak saçlara kavuşmamızı da sağlar.
3- Kas kitlesi fazla olanlar için daha çok gereklidir Spor yaparken sağlığımızı korumak için düzenli egzersiz, düzenli beslenme, düzenli uyku ve yeterli su tüketimine dikkat etmemiz gerekir. Özellikle kas geliştirici antrenmanlar yapanlar için bu dört kural kilit bir öneme sahip. Vücuttaki kas kitlesi arttıkça su ihtiyacının da artacağı mutlaka göz önünde bulundurulmalı. Antrenman ve egzersizlerin hem öncesi hem de sonrasında içilen su aynı zamanda, kasılmalar ve kramplarla başa çıkmada etkili bir yöntemdir.
4- Beyinsel faaliyetler için önemlidir Unutkanlık merkezi beyin olduğu için bu organımızı iyi beslemeliyiz. Bunun için yeterli ve sağlıklı su tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Susuzluk unutkanlığın yanı sıra, dikkat süresini ve hareket yeteneğini de olumsuz yönde etkiler.
5- Sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmeye yardımcı olur Gebelik döneminde vücudundaha fazla suya ihtiyacı vardır. Çünkü bebeğin gelişmesi, anne karnındaki sıvı içinde olur, annenin kan hacmi artar ve bu da daha fazla su ihtiyacı demektir. Sağlıklı bir gebelik dönemi için, annenin artan su ihtiyacını karşılaması gerekir.
6- Kabızlığın önüne geçer Lifli besinler, sindirim sisteminin düzenlenmesinde etkin bir rol oynar. Ancak ne kadar lifli gıda tüketilirse tüketilsin, yeterince su içilmediğinde, alınan lifler vücutta etkin bir şekilde kullanılmaz.
Yetersiz su tüketimi, sindirim sisteminin daha az çalışmasına ve buna bağlı olarak kabızlığa yol açar.
7- Stresle savaşır Beyin dokusunun yüzde 85'i sudan oluşur. Eğer vücudunuzda yeteri kadar su yoksa hem ruhen hem de fiziksel olarak kendinizi stres altında hissedersiniz. Susuzluğa dayanamamamızın sebebi de aslında budur. Susuz kalan beyin dokuları, su içmek için sürekli bir istek duymamıza neden olur ve suya erişimin olmadığı durumlarda kendimizi gergin hissederiz.
8- Böbrek taşı riskini azaltır Yabancı ve zararlı maddeleri vücudumuzdan uzak tutan böbrekler, yeterli sıvı alınmadığı takdirde bu işlemi gerçekleştirmekte zorlanır. Bu durum birtakım böbrek hastalıklarına yol açtığı gibi, minerallerin birikimi de böbrek taşı oluşumuna neden olur.
9- Kalp dostudur Kanımız, hücreler için gerekli oksijeni ve diğer maddeleri su ile birlikte daha hızlı taşır. Su tüketiminin yetersiz olduğu durumlarda, kan hacmi azalabilir ve bu da dolaşım sistemini olumsuz etkileyerek kalbe düşen yükü artırır.
10- Reflünün en doğal tedavi yöntemidir Yaşam kalitemizi çok ciddi oranda düşüren ve tedavi edilmediği takdirde yemek borusu kanserine dönüşme ihtimali bulunan reflü için yeteri miktarda ve iyi su içmek çok önemli. Su içmek bazı hastalarda reflünün etkisini azaltırken, bazı hastalarda tamamen iyileşme dahi görülür.

PARMAKLARINIZIN NEDEN UYUŞTUĞUNU HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?
DİYABET VE B12 EKSİKLİĞİ PARMAK UYUŞMASI SEBEBİ

Pek çoğumuz parmaklarımızdaki uyuşma ve karıncalanma hissini yakından biliriz.
Çoğu zaman önemsemediğimiz bu durum, kronik bir hal aldığında eğer gerekli tedbirler alınmazsa, daha büyük rahatsızlıklara neden olabiliyor.


UYUŞAN PARMAĞA GÖRE TEŞHİS KONABİLİYOR
Parmaklarda uyuşma ve karıncalanma hissi, batma ve iğnelenme olarak da ifade edilebilen anormal bir durumdur. Yaşlılarda görülebildiği gibi gençlerde de görülebilir. Parmaklardaki uyuşma hissinin çok farklı nedenleri bulunmaktadır. İlk olarak düşünmemiz gereken parmaklara kan akışını engelleyen herhangi bir durum ve sinir harabiyeti oluşturacak sebeplerdir. Aralıklı oluşan uyuşma hissi bazı hareketlerin sürekli tekrarlanmasıyla ya da yanlış bir pozisyonda uyumakla sinirler üzerine aşırı basınç olması sebebiyle meydana gelmektedir. Bunun yanı sıra, el ve ayaklardaki herhangi bir ortopedik problem sonucunda da oluşabilmektedir.
BOYUN VE BEL FITIĞI YOL AÇABİLİYOR
Dirsekteki ‘ulnar sinir’ adını verdiğimiz sinirin sıkışması nedeniyle elde serçe ve yüzük parmağında uyuşma oluşabilmekte, el bileğindeki median sinirin sıkışmasıyla da başparmak ve diğer parmaklarda uyuşmalar oluşabilmektedir. Tüm bunların yanında boyun ve bel fıtıkları, boyun- bel kireçlenmeleri gibi problemlerde el veya ayak parmaklarında uyuşma ve hissizlik olabilir. Ayrıca multibl skleroz, felç, tümör, diyabet gibi çok daha ciddi problemler neticesinde de parmak uyuşması oluşabilmektedir. Parmaklardaki uyuşma ve his kaybına soğukluk hissi, yanma, kaşıntı, dokunma sırasında hassasiyet, seğirme ve kasılmalar eşlik edebilir r.

UYUŞMA VE HİS KAYIPLARININ 9 SEBEBİ
KARPAL TÜNEL SENDROMU:
El bilek seviyesinde bulunan ‘karpal tünel’ adı verilen kanaldan median sinirin herhangi bir nedenle sıkışmasına bağlı olarak meydana gelir. Tekrarlayan hareketler, bilgisayar kullanımı, ağır kaldırma, diyabet, hipertroidi, gebelik, hormonal nedenler ile oluşabilir.
KUBİTAL TÜNEL SENDROMU: Dirsek kemiğinde ulnar sinirin yukarıda saydığımız nedenlerle sıkışmasıyla el serçe ve yüzük parmağında uyuşma oluşmaktadır.
PERİFERİK NÖROPATİ: Kontrol edilemeyen diyabet, ayakta çalışma, B12 eksikliği, MS hastalığı, kronik alkolizm sonucunda sinirlerde iltihaplanma ve hasar oluşur. Etkilenen alandaki sinirlerde uyuşma ve his kaybına neden olur. TARSAL TÜNEL SENDROMU: Arka tibial sinirin ayak bilek iç kısımda sıkışmasıyla oluşur ve el bileğindeki karpal tünel sendromunun ayak bileğindeki tipidir.
BOYUN VE BEL KİREÇLENMELERİ: Kemiklerde hasara yol açan, ilerleyen yaş, duruş bozuklukları, diyabet, kemik erimesi durumlar sebebiyle boyun omurlarında aşırı aşınmalar meydana gelir. Bu aşınmalar oluşan kireçlenmeler kanaldan geçen sinirleri sıkıştırır. Bu da kollarda ve bacaklarda ağrı, uyuşma ve his kaybına yol açabilir.
MİNERAL VE VİTAMİN EKSİKLİKLERİ: Kalsiyum, magnezyum, çinko, B12 vitamin eksiklikleri, kasların kasılıp gevşeme aktivitelerini etkileyerek parmaklarda uyuşmaya yol açabilir.
DİYABETİK NÖROPATİ: İyi takip edilemeyen diyabet sinirlerde harabiyete yol açar. Bu da el ve ayaklarda eldiven çorap tarzı dediğimiz uyuşmalara yol açar.
DOLAŞIM BOZUKLUKLARI: Parmağa kan akışını engelleyen herhangi bir durum parmakta uyuşma ve tutukluğa yol açabilir
DİĞER SEBEPLER:
Uzun süre sigara kullanımı, alkolizm, hipotroidi, omurilik yaralanmaları, metal zehirlenmeleri, SLE, omurilik tümörleri vb. Medikal tedavi gerekebilir. Vitamin takviyeleri, kas sinir iletimini düzenleyen (pregabalin, gabapentin gibi) ilaçlar kullanılabilir. Sıcak- soğuk kompres enflamasyona bağlı gelişen uyuşmaların azaltılmasına yardımcı olur. Etkilenen alana giden kan akışını artırarak, enflamasyonu azaltı
r.
Beslenme alışkanlığında yapılan değişiklikler önemlidir. Kolesterolden fakir diyet, liften zengin diyet, yüksek antioksidan gıdalar tedaviye yardımcıdır. Sigara bırakılmalıdır. Bazı egzersizler ve masaj, etkilenen organa giden kan akımını artırarak herhangi bir hastalığın ilerlemesini engeller. Fizik tedavi uygulamaları (sıcak- soğuk paketler, girdap banyosu, lazer, elektrik stimülasyon germe ve gevşeme egzersizleri, kas güçlendirme egzersizleri önerilmektedir. El bilek, dirsek ve ayak bilek sinir sıkışmalarında istirahat splintleri önerilir.
BASİT EGZERSİZLERLE TEDAVİ DESTEKLENEBİLİR Parmak uyuşmalarının tedavisinde aşağıdaki yöntemler denenebilir, ancak öncelikle sebep olan hastalık tespit edilmeli ve ona yönelik tedaviye bir an önce başlanmalıdır. Aşırı fiziksel aktivitelerden kaçınma, tekrarlayıcı hareketlerden kaçınma, çalışma ortamlarında ergonomiye dikkat ederek yaşamak mutlaka önemsenmelidi
r.
Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Ruhsan Cihan.

Avokado Ye Mutlu ve Genç Kal!

Avokado yapısında çok fazla sayda tekli doymamış yağ asitleri bulunur. Avokado A, C, ve E vitaminleri bakımından zengindir. Ayrıca, lutein ve glutathion gibi antioksidanlar içerir. Fosfor, magnezyum, potasyum, kalsiyum, demir ve çinko minerallerinden de oldukça zengindir.
Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger avokadonun, besin değeri açısından beslenmemizde bulunması gereken çok özel bir sebze olduğunu belirtiyor. İşte Özger’in açıklamaları:
125 gram avokado ortalama 250 kkaloriye sahipken, 0.5 gram karbonhidrat, 2 gram protein ve 29 gram yağ içerir. Diyette avokado kullanılmasının kan kolesterol seviyesini düşürdüğü, HDL’yi arttırıp, LDL ve trigliserid seviyesini düşürdüğü yaılan bilimsel çalışmalarda görülmüştür. Kabızlığa karşı da etkili olan ve bağışıklık sistemini güçlendirici özellikleri bulunan avokado, içeriğindeki güçlü antioksidanlar sayesinde vücuttaki toksinler ile savaşarak, yaşlılığa yol açan zararlı maddeleri yok eder. Ayrıca seratonin hormonu salgısında görev alır.
Yani mutlu hissetmemize katkı sağlar.

Anne sütü kadar değerli: Yumurta!..
Sodexo Avantaj ve Ödüllendirme Hizmetleri’nin yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu 'İyi Yaşa” platformunda önerilerde bulunan Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber, kahvaltıların, yemeklerin, çorbaların, böreklerin yani neredeyse yediğimiz her yemeğin içerisinde yer alan yumurtanın anne sütü kadar değerli bir besin kaynağı olduğunu belirtiyor.
Şeber, “Yumurta beyazı yüzde 100 protein yapısındadır. Özellikle kas yapmak isteyen sporcular için veya kas kaybı olan hastalıklarda yumurta beyazı tüketimi çok önemlidir. Ayrıca yumurtada bulunan bu proteinler kaliteli yapıdadır, yani vücudumuzda hızlıca ve kayba uğramadan kullanılırlar.

YUMURTA SARISI DEMİR ve PROTEİN KAYNAĞI
Yumurtanın sarısı demir minerali içerir. Fakat vücudun bu demiri kullanabilmesi için C vitaminine ihtiyacı vardır.
O nedenle yumurtanın taze sebzeler ile veya taze sıkılmış meyve suları ile tüketilmesi son derece yararlıdır.
SAÇLAR VE BEYİN İÇİN VAZGEÇİLMEZ: BİYOTİN
Yumurta sarısında aynı zamanda biyotin vitamini yer alır. Saç ve tırnak sağlığı ve beyin gelişiminde önemli olan bu vitaminin en iyi kaynağı yumurtadır. Beyazı iyi pişmemiş yumurtalarda, avidin isimli madde biyotinin vücutta kullanılmasını engeller. Bu nedenle yumurtanın beyazının iyice pişmiş olmasına dikkat edilmelidir.
HAŞLANMIŞ YUMURTADA GRİ HALKA:
YUMURTA YARARSIZ

Çok haşlanmış yumurtalarda oluşan gri halka artık bu yumurtadan sadece protein alabileceğimizin, vitamin ve minerallerin büyük kısmını kullanamayacağımızın göstergesidir, özellikle demir minerali kullanılamaz hale gelmiştir.
SADECE 70 KALORİ
Bir yumurta ortalama 70 kaloridir. Düşük kalorisine rağmen içerdiği kaliteli protein sayesinde uzun süre tok tutar.
AVOKADO İLE YUMURTADAN MAKSİMUM FAYDA
Avokado kendisi ile aynı anda tüketilen besinlerin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar. Yumurta gibi kıymetli bir besinden maksimum fayda sağlamak için avokado ile birlikte tüketmeyi deneyebilirsiniz.

Karaciğer yağlanmasına karşı 7 süper besin!..
Karaciğer hücrelerinde aşırı derecede yağ toplanmasıyla meydana gelen ciddi bir sağlık sorunu olan karaciğer yağlanması, karaciğerin kendini koruma amaçlı oluşturduğu yağ bezlerinden oluşur.
Toplumdaki her 4-5 kişiden birinde karaciğer yağlanması görülmektedir.

Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger'in karaciğer yağlanmasına karşı tüketilmesini önerdiği 7 besin şöyle:
1-Sarımsak, soğan, enginar gibi beyaz renkli sebzeler Başta sülfür içeriği yüksek olan soğan ve sarımsak olmak üzere beyaz renkli sebzeler çok önemlidir. Sülfür maddesi karaciğer yağlanmasına neden olan kimyasal maddelerin karaciğer hücrelerinden uzaklaştırılmasına yardımcı olur. Ayrıca enginar, karaciğer detoksunu en iyi sağlayan beyaz sebzelerden biridir.
2-Yağsız süt ürünleri Süt grubu besinleri tüketmek, vücudun ihtiyacı olan protein alımına destek olur. Miktarda aşırıya kaçmamak gerekir. Süt ürünlerini yağsız tercih etmek gerekir.
3-Böğürtlen, mor üzüm ve yaban mersini gibi mor renkli meyveler Antioksidan açısından zengin olan meyvelerin tüketilmesi meydana gelmiş olan karaciğer fonksiyon bozukluklarını giderir. Karaciğer yağlanmasına neden olan toksinlerin vücuttan uzaklaştırılması için koyu mor renkteki kiraz, böğürtlen, kızılcık, mor üzüm ve yaban mersini gibi mor meyveler araöğünlerde tüketilmelidir.
4-Tam buğdaylı tahıllar Tam buğdaylı ekmek, yulaf kepeği, çavdarlı gevrek gibi kompleks karbonhidrat bakımından zengin tahıl grubu besinler aynı zamanda liften de zengin olduğundan hergün uygun miktarlarda tüketilmelidir.
5-Kurubaklagiller Bitkisel protein ve lif içeriğinin yüksek, doymuş yağ içeriğinin düşük olması bakımından kurubaklagiller karaciğer yağlanmasına karşı tüketilmesi gereken besinlerdendir. Haftada 2 kez kurufasulye, nohut, mercimek, barbunya gibi kurubaklagil yemeği tüketmeye özen gösterilmelidir.
6-Kırmızı renkli meyve ve sebzeler Domates, karpuz, kızılcık, kırmızı biber başta olmak üzere kırmızı renkli meyve ve sebzeler de çok güçlü antioksidan olan likopen ve C vitamini bolca bulunur. Karaciğer yağlanmasına karşı antioksidan desteği için kırmızı meyve ve sebzeler öğünlerde tüketilmelidir.
7-Su ve diğer sağlıklı içecekler Karaciğer detoksu için hergün 2-2,5 lt su içmeye özen gösterilmeli, suya ek olarak şekersiz komposto, ayran, çorbalar, maden suyu, kefir vb. tüketerek sıvı alımına destek olunmalıdır.

Her gün 1 avuç dut yemek için 9 neden!..
İster mor olsun, ister siyah veya beyaz...
Dut, antioksidan içeriği çok yüksek olan çok sağlıklı bir meyve. Taze olarak tüketildiği gibi, kurutularak veya pekmezi yapılarak da tüketilen dut tam bir sağlık deposu.
Uzman Diyetisyen İpek Ağca Özger ‘Dut, A vitamini, K vitamini, B grubu vitaminleri, demir, potasyum ve fosfordan zengindir.
Dut aynı zamanda antosiyanin, lutein, ksantin ve
beta-karoten gibi önemli antioksidanların kaynağıdır’ diyor.
Bu
özelliğinden dolayı birçok hastalığın tedavisinde ve cilt bakım malzemelerinde kullanılmaktadır.
Yaklaşık 1 çay bardağı kadar dut 1 porsiyon meyveye eşittir.
Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger dutun faydalarını şöyle sıralıyor.
1.Dut, içerdiği antioksidanlar sayesinde kansere yakalanma riskini azaltır.
2.Dut kan basıncının dengede tutulmasını sağlar, kanın pıhtılaşmasını engeller.
3.Dut kansızlığın giderilmesinde yardımcı olabilir.
4.Kan şekerinin dengelenmesini sağlar.
5.Karaciğer ve böbrekleri toksinlerden arındırır.
6.Soğuk algınlığı ve gribi önlemede etkilidir.
7.Kolesterol seviyesinin dengede tutulmasını sağlar.
8.Bağışıklık sistemini güçlendirir.
9.Antioksidan özelliğinden dolayı cilt sağlığında faydalıdır.

SUDAN BAHANELERLE BÜNYENİZİ SUSUZ BIRAKMAYIN
“Hiçbir şey suyun yerini tutmaz” derler. Su o kadar gerekli ki, insan vücudunun temel yapıtaşlarından hücrenin büyük kısmı sudan oluşuyor. Kanın %92’sinde, kemiklerin %22’sinde, beynin ve kasların %75’inde de su var. Peki günlük koşuşturmacamızda hangimiz yeteri kadar su tüketebiliyoruz?
Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Merve Gülünay, toplumda suyun önemine dair bir farkındalık olduğunu, ancak iş su içmeye gelince çeşitli bahanelerin arkasına sığınıldığını söylüyor.

ERTELEMEYİN, SU İÇİN!
Sağlıklı bir insan vücudunun ısını korumak ve toksinleri atmak için günde 2,5 litre su kaybettiğini belirten Gülünay “ İdrarla 1,5 kg. ,terlemeyle 500 ml, dışkı ve solunum ile 300’er ml, olmak üzere her gün 2,5 lt, su kaybediyoruz. Kaybettiğimiz bu suyu mutlaka yerine koymalıyız. Aksi takdirde böbrek yetmezliği, tansiyon, yorgunluk, hafıza bozukluğu, dikkat dağınıklığı gibi problemler ortaya çıkar. Daha büyük su kayıplarında ise kas spazmı, sistem bozuklukları, dolaşım-böbrek yetmezliği gibi sağlık sorunları kaçınılmaz olur” diyor.

SU İÇMEK İÇİN SUSAMAYI BEKLEMEYİN Beslenme gibi, su içmenin de sağlıklı yöntemleri olduğunu belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Merve Gülünay, her 15 kaloriye karşılık vücuttan 1 yemek kaşığı su kaybettiğimizi ve vücudun kaybettiği bu suyun mutlaka yerine konması gerektiğini belirtiyor. Gülünay yeteri kadar su içmeyen veya içemeyenler için aşağıdaki öneriler sıralıyor:
-Su içmek için susamayı beklemeyin.
-Suyu direk dikleyerek içtiğinizde size idrar olarak geri dönecektir. Bu yüzden besinlerin sindirilebilirliğini kolaylaştırmak adına suyu yudum yudum için.
-Doygunluk hissini artırmak adına yemeklerden 15 dk önce su tüketin.
-Su tüketiminizi gün içine eşit dağıtarak bölün. -Kendinize su içmeyi cazip hale getirmek adına güzel bardak,sürahiler alın.
-Su içmeyi unutuyorsanız kendinize hatırlatıcılar koyun.(Telefon uygulamaları, notlar vb)
-Suyun tadını sevmiyorsanız tat katmak amacıyla içine limon, meyve dilimleri, damla sakızı gibi ekler koyarak suyunuzu çeşni kazandırıp tatlandırın

AZI KARAR FAZLASI ZARAR
Böbreklerin belirli bir oranda “su atma” kapasitesi olduğu için gereğinden fazla su tüketimi böbreklere zarar veriyor. Böbrekler tarafından atılamayan su kanda birikerek elektrolit dengesinin bozulmasına, mineral kayıplarına, halsizlik, bulantı gibi sorunlara yol açabiliyor.

UYUMADAN ÖNCE DİKKAT! Uyumadan önce çok su içilmesi de uyku kalitesini bozuyor. Bunun nedeni de uyku sırasında deliksiz uyumanızı sağlayan anti diüretik hormonu. Bu hormon uyku sırasında salgılanarak vücudun susuz kalmaması için böbrekleri idrar üretmesini engelliyor. Bu şekilde uyku sırasında kanda bulunması gereken asgari miktardaki su miktarı ve su-tuz dengesi korunuyor. Ancak gereğinden fazla su içip yatıldığında vücudun bu dengesi bozulur, böbrekler sürekli çalışıyor ve gece boyu tuvalete taşınılıyor.

KUTU 1
İnsan vücudunun su içeriği, yaş-cinsiyet-boy uzunluğu-vücut ağırlığı ve fiziksel aktiviteye göre değişiklik gösteriyor. Çocukların vücudunun % 70, yeni doğan bebeklerin vücudunun ise % 90’ı sudur. Yaş ilerledikçe suyun yerini yağ dokusu almaya başlar. Dolayısıyla yaş ilerledikçe suyu daha çok tüketmek gerekir. Yetişkinlerde vücut su oranı % 60 yaşlılarda ise % 50’dir

KUTU 2 SUYUN YARARLARI
1-Vücut ısısını düzenler. 2-Böbrek taşı oluşumunu önler. 3-Genel sistem sağlığını korur. 4-Kan şekeri dengesini düzenlemede etkilidir. 5-Metabolizmayı hızlandırır. 6-Dışkının yumaşamasına yardımcı olur. 7-Kas ve sinir sisteminin düzenlenmesinde etkilidir. 8-Vücutta biriken zararlı maddelerin ve toksinlerin atılmasına yardımcıdır. 9-Besinlerin sindirilebilirliğini artırır. 10-Stresten kaynaklı sivilce vb cilt sorunlarının önlenmesinde etkilidir. 11-Selülitin önlenmesinde etkendir. 12-Emziren kadınlarda ,süt üretimini artırır. 13-Vücutta depolanan yağ miktarının azalmasında yardımcıdır.

KUTU 3 KİMLER DAHA ÇOK SU TÜKETMELİ?
-Yüksek proteinli diyetle beslenenler, -Emziren anneler, -Ağır fiziksel aktivite yapanlar, -Liften zengin beslenenler, -Aşırı terleyen bireyler.

Yaşamınıza değer verin, "Tuz"u azaltın!..
Tuzun vücut için vazgeçilmez, ancak aşırı tüketilmesi durumunda da zararlı olduğu bilinen bir gerçek. Aşırı tuz tüketimi hipertansiyon başta olmak üzere kalp krizinden mide kanserine kadar birçok sağlık sorununa yol açabiliyor. Türkiye’nin lider toplu yemek ve destek hizmet firması Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Nilay Coşkun, tuz tüketiminin kontrol altına alınarak, sağlık sorunlarının önlenebileceğini belirtiyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün günlük tuz tüketimi için önerdiği miktar sadece 5 gram. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de kişi başı günlük tuz tüketimi ise bu miktarın tam üç katı; yani 15 gr.
Türkiye’de 4 ölümden 1’inin nedeni hipertansiyon. Hipertansiyon sorunu ile karşılaşmamak için alınacak önlemlerden birisi de tuzun azaltılması.
Tuz alımı yarıya indirildiği takdirde, tüm dünyada bir yıl içinde inme ve kalp krizinden yaklaşık 2,5 milyon insanın hayatı kurtulabilir.
Tüm bunlar tuz kullanımında kontrolün ne kadar önemli olduğuna dair önemli veriler. Tuz kullanımı ile ilgili tüm dünyada çok sayıda araştırma yapılıyor.
Bu araştırmaları yakından takip eden ve geçtiğimiz yıl birçok yemekhanesinde masalardan tuzlukları kaldıran Türkiye'nin lider toplu yemek ve destek hizmet firması Sofra/Compass Group, bu konuda oldukça hassas.
Hizmet verdiği işyerlerinden hastanelere ve okullara kadar tüm kurumlarda tuz kullanımı hakkında bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapan Sofra/Compass Group, aldığı önlemler sayesinde yıllık tuz alımını önemli oranda azalttı.
Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Nilay Coşkun, hipertansiyon başta olmak üzere kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, obezite, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüketiminin 1 silme tatlı kaşığını (5 gram) geçmemesine dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor ve tuz tüketimini azaltmak için neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunuyor.
Önce tadın!
1. Yemeğin tadına bakmadan tuz koymayın. Tuzsuz yemek çok tatsız diyorsanız biber, sirke, limon suyu ve değişik baharatlarla yemeğinizi lezzetlendirebilirsiniz.
2. Yemek pişirirken tuz koymayın, piştikten sonra da koymamaya gayret gösterin. Eğer tuz koymanız gerekiyorsa da yemeklerinize pişirme esnasında değil, yemek piştikten sonra koyun. Böylece, pişirme esnasında oluşacak iyot kaybını da engellemiş olursunuz.
Tuzlukları kaldırın!
3.Sofranızda tuzluk kullanmamakla tuz kullanım oranını %15 oranında azaltabilirsiniz. Masanızda tuz bulundurmamaya özen gösterin. Hipertansiyon gibi bir sağlık probleminiz varsa gerekli görüldüğü takdirde ekmeğinizi de tuzsuz tüketebilirsiniz.
4.Tuzu azaltılmış gıdalar yiyin.
Özellikle salamura yiyecekleri dolaplarınızda bulundurmamaya özen gösterin. Zeytin, turşu, hardal, soya sosu gibi gıdaların tuz oranı çok yüksektir. Bu nedenle bu besinleri dikkatli tüketin.
5.Sebze ve meyveler tuz içeriği yönünden düşük besinlerdir. Bu nedenle günlük beslenmenizde sebze ve meyve tüketiminizi artırın.
Bu besinler aynı zamanda potasyum içeriği de yüksek olduğundan kan basıncının düzenlenmesine de yardımcı olur.
Tuz yerine baharat kullanın!
6. Yemeklerinizi tuz yerine çok daha farklı alternatiflerle tatlandırabilirsiniz. Nane, kekik, soğan, sarımsak gibi seçenekler yemeklere tuz olmadan lezzet verir. Etleri sarımsak, sirke, limon suyu ile terbiye edin. Ayrıca taze fındık, ceviz, semizotu gibi taze yiyeceklerde yemeğinizin lezzetine lezzet katacaktır.
7. Alışveriş yaparken gıda etiketindeki tuz miktarına bakmayı ihmal etmeyin. Hazır paketlenmiş besinlerin tuz içerikleri yüksek olabileceğinden içindekiler kısmını okuma alışkanlığı edinin.
8. Bol su için. Maden suyu içmek istiyorsanız da sodyum içeriğini etiketinden kontrol edin.

BAĞIRSAK SAĞLIĞI İÇİN SEKİZ ÖNERİ
Prof. Dr. Alagözlü bağırsak sağlığı için yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor.

1- Fermente yiyecekleri tüketelim (turşu, boza, şıra, tarhana, sirke, fermente süt ürünleri)
2- Gerekirse doktorunuza sorarak uygun bir probiyotik takviyesi alalım.
3- Egzersizin sağlıklı bağırsak mikrobiyotasını sağladığı yapılan çalışmalarda gösterilmiş. Yürüyüş en güzel egzersizdir.
4- Lifli gıdalar bağırsaktaki faydalı bakterilerin çoğalmasına yardımcı olurlar. Lifli gıdalar tüketelim.
5- Omega-3 takviyeleri bağırsak sağlığımızı güçlendirir.
6- Fruktozdan zengin doğal olmayan işlenmiş, gıdalardan uzak duralım. Bağırsak floramızı bozar.
7- Çin tuzu olarak bilinen "Monosodyum glutamat" içeren gıdalardan uzak duralım.
8- D vitamini seviyelerimize baktıralım gerekirse doktor kontrolünde takviye yapalım.
Bizi bağırsak polip ve kanserlerinden korur.

DAHA GÜÇLÜ BİR ERKEK OLMAK İÇİN 10 ÖZEL BESİN!
Daha güçlü olmak birçok erkeğin tutkusudur. Hem fiziksel hem de mental olarak güçlü olmanın yolu ise sağlıklı beslenmek ve erkek sağlığı için önemli roller oynayan besinlere beslenme düzeninde yer açmaktan geçiyor. Hacettepe’den bölüm dördüncüğülü ile mezun olan ayrıca Oxford Brookes’ta eğitim alan Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber hedefe ulaşmak için gerekli 10 besini açıklıyor.
Domates:
Kırmızı yapısının içinde barındırdığı laykopen ile özellikle prostat sağlığı açısından çok önemli bir besindir. Yeterli laykopen tüketen erkeklerin prostat kanserine yakalanma riskinin daha düşük olduğu biliniyor. Laykopenin aynı zamanda kolon kanserine yakalanma riskini azalttığı ve kalp sağlığını desteklediği de birçok bilimsel çalışma ile kanıtlanmış durumda.
Yabanmersini:
Güçlü antioksidan yapısı ile vücudu toksinlerden arındıran bu besin kalp sağlığını desteklemek ile kalmıyor aynı zamanda erkeklerin kadınlara göre daha duyarlı olduğu ileri yaşlarda hafıza problemleri yaşama riskini de azaltıyor. Aynı domates gibi laykopen içeren bu besin prostat sağlığı için son derece önemli.
Brezilya Fıstığı:
İçerdiği sağlıklı yağlar ile kalp sağlığını destekleyen Brezilya fıstığı yüksek selenyum içeriği ile de sperm sağlığını destekliyor ve sperm hareketliliğini arttırıyor.
Brokoli:
Birçok erkek sevmese de brokoli aslında sofralarda mutlaka bulunması gereken besinlerin başında geliyor. İçerdiği sülfürlü birleşikler kansere karşı koruma sağlıyor. Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre erkeklerde daha sık görülen mesane kanserine yakalanma riskini azaltıyor.
İstiridye:
Yüksek oranda çinko içeren bu besinin aynı zamanda afrodizyak etkisi olduğu düşünülüyor. Çinko, erkeklerde testesteron salgısının düzenli olmasını sağlamanın yanı sıra sağlıklı sperm üretimi için de gerekli bir mineraldir. Çinko yetersizliğinde saç dökülmesi sorunu yaşanabiliyor.
Tam tahıllar:
Tam tahıllı ekmekler, esmer pirinç, intergral makarna gibi tam tahıllar sağlıklı karbonhidrat kaynaklarıdır. Yeterli karbonhidrat tüketimi, vücut kaslarının korunmasını sağlar. Yetersiz karbonhidrat tüketimi, enerji üretimi için protein kullanılmasına sebep olur, vücuttan kas kitlesi kaybı gerçekleşir. Tam tahıllar aynı zamanda saç sağlığı için gerekli olan ve yetersizliğinde depresyona girme riskinin yükseldiği B vitaminlerinden de zengindir.
Sarımsak:
Kokusu nedeniyle genelde tüketmeye çekinsek de, Amerika Kanser Enstitüsü sarımsağın erkeklerde prostat kanserine yakalanma riskini azalttığını açıklamıştır.
Somon:
Erkeklerin kalp hastalıklarına yakalanma riskinin özellikle orta yaşlardan sonra kadınlara göre daha yüksek olduğu bilinen bir gerçek. Somon sadece içerdiği omega-3 yağ asitleri ile kalp sağlığınızı desteklemekle kalmaz, kaliteli protein içeriği ile kaslarınızı da güçlendirir.
Yumurta:
Beyazı yüzde yüz protein içerdiğinden ötürü vücutta kas kitlesini arttırmaya yardımcıdır. Sarısı ise içerdiği biyotin ile saç sağlığını korur ve saç dökülmesini engellemeye yardımcı olur.
Avokado:
İçerdiği sağlıklı yağlar ile kalp sağlığını korumaya destek olan avokado aynı zamanda yüksek antioksidan içeriği ile deri ve göz sağlığı açısından da önemlidir. Öğün öncesi avokado tüketenlerin gün boyunca ortalama 200-300 kalori eksik tükettiği ve iştah kontrolünü daha kolay sağladıkları da biliniyor.

DUDAK DOLGUSUNDA SON TREND: PERMALIP!..
Dudak ve ağzınızın doğal şekli bozulmadan kalıcı ve dolgun dudaklara sahip olmaya ne dersiniz?
Kimi dolgun dudaklar kimi daha belirgin kimi de dudaklarının yaşla birlikte kaybolan doğal dolgunluğuna kavuşmak istiyor.
Yüzün ifadesini değiştiren dudaklar, son dönemde estetikte de öne çıkıyor. Dudaklarını dolgunlaştırmak, büyütmek isteyenler, kalıcı dudak dolgunlaştırması Permalip ile istedikleri dudaklara kavuşuyor.
Permalip, kalıcılığıyla fark yaratırken istenildiğinde de çıkarılma özelliği ile diğer yöntemlerden ayrışıyor.
30 dakika süren uygulama ile dolgun dudaklara sahip olunurken istenildiğinde ise 10 dakikalık bir işlemle çıkarılabiliyor. Farklı boy ve dolgunlukta seçenekleri olan Permalip kişinin ihtiyacına göre doğru implantı doktoru ile birlikte seçmesine olanak da sunuyor.
Dudak ve ağzın doğal şekli bozulmadan dolgun dudaklar elde etmek artık Permalip ile mümkün oluyor. Günlük hayatı etkilemeyen, kolayca uygulanan silikon-bazlı kalıcı dudak implantı Permalip, ezberlerdeki dudak dolgunlaştırmasını değiştiriyor.

Son Nesil Elektrikli Kaykay Go Board artık daha hızlı, daha güvenilir ve daha avantajlı
Kullanıcının denge merkezine göre hareket edip yönünü ayarlayabilen, hızlanıp yavaşlayabilen iki tekerlekli elektrikli kaykay Go Board’un kullanımı artık çok daha kolay, üstünden düşmek neredeyse imkansız!
Go Board bu sefer çok dayanıklı ve güvenli. Güvenlik performansıyla ünlü, uzun ömürlü, yeniden şarj edilebilir ve çok hafif Original Samsung 2200P Lithium-ion bataryaya sahip. Artık eskisinden çok daha hızlı. 25 km/sa hıza kadar çıkabilir. Hızınızı vücut hareketinizle rahatlıkla ayarlayabiliyorsunuz. Yavaşlamak için kendinizi geriye çekmeniz yeterli. Dengede durmayı sağlayan yenilikçi gyroscope teknolojisine sahip.
En ileri teknoloji denge algılayıcıları sayesinde istediğiniz yöne doğru kolaylıkla hareket etmenizi sağlar.
Bu sefer telefonunuza bağlanıp müzik dinlemenizi sağlayacak dahili, uzaktan kumandalı Bluetooth hoparlörü var.
1 yıl garantisi olan Go Board, CE/TSE garanti standartlarına uygun üretildi.
Go Board en avantajlı fiyatıyla shopigo.com ve Nişantaşı No:17 mağazasında satışta.
Fiyat: 2495 TL
Net Ağırlık: 10 kg
Maksimum ağırlık taşıma kapasitesi: 120 kg
Maksimum hız: 25 km/sa
Menzil: 20 km
Maksimum tırmanma açısı: 10 °
Güç: Original Samsung 2200P
Lithium-ion Battery Şarj gücü: 220V / %10 50Hz
Boyutu: 584 x 186 x 178 mm
Ana gövdenin yerden yüksekliği: 30 mm
Pedalın yerden yüksekliği: 110 mm
Tekerlek: Şişme tekerlek
Batarya: 36V 4,4AH

PEDAL ÇEVİRMEYİLE KOŞMAYI BİRLEŞTİREN YEPYENİ BİR İCAT!
Eliptik açık hava bisikleti ElliptiGO ile egzersiz yapmanın en eğlenceli ve etkili yolunu keşfedin.

ElliptiGO, koşmanın ve pedal çevirmenin en faydalı yönlerini eğlenceli ve etkili şekilde buluşturan bir açık hava bisikleti. Bu yenilikçi konsept diğer konvensiyonel bisikletlerden oldukça farklı. Pedal çevirme eliptik ve kullanıcının ayakta durması gerekiyor. Bu da kullanıcıya havada koşar gibi bir deneyim yaşatıyor. Kemikleri ve kasları güçlendiriyor. Oturarak bisiklet sürmeye kıyasla çok daha konforlu ve güvenli bir deneyim yaşatıyor. Fiyat: 10.995 TL.
Teknik Özellikler:
Maksimum hız: 40 km %30 eğime kadar tırmanabilir 8 vitesli Selesiz
Ayarlanabilir adım uzunluğu ve gidon yüksekliği 150cm-208 cm arasındaki boy aralığına uygundur.
Sistem Özellikleri: Dingil:137cm Toplam Uzunluk: 190,5 cm
Ağırlık: 20 kg Çalışma yüksekliği: 127-147 cm
Uzunluğu: ön tekerleği ile 81 cm, ön tekerlek hariç 70 cm
Krank Uzunluğu: 171 - 267 mm
Vites: 8
Toplam Dişli Aralığı: %306
Ortalama Dişli Adımı: %17
Dişli Oranı Aralığı 0,527-1,615
Dişli İnç Aralığı: 33-102
Kazanç Oranı Aralığı: 1,6-7,5
Adım Uzunluğu: 41-64 cm
Performans:
Tırmanışta: Eğim elverişliliği %20-30 dereceye kadar
Önerilen Sürüş Arazisi: Düz ve engebeli arazi
Seyir Hızı: Düz arazide 15 mph
Sürat Hızı: Düz arazide 23+ mph (37+ kph)
Egzersiz Direnci: 8 farklı düzey. %306 toplam direnç aralığı. Seviyeler arasında %17 direnç farkı.

YAZ MEVSİMİNE GİRMEDEN BAHÇE BAKIMINIZI YAPIN!
Yaz aylarında bahçe bakımında dikkat etmemiz gereken olmazsa olmazları biliyor muydunuz? Bakım isteyen yaşam alanımız bahçelerimiz hakkında birkaç ipucu bulmak için önerilerimizi okumanız yeterli...



Dünyanın lider tesis yönetim şirketi ISS'in grup şirketlerinden "ISS Haşere Kontrol ve Bitki Bakım Hizmetleri" konu ile ilgili neler yapılmasını gerektiğini sizler için paylaştı. Yaz aylarında önceliğimiz havaların ısınması ile toprak nemini kaybedeceği için sulamalara çok dikkat etmek gerekir, zira artık toprak suya fazla gereksinim duymağa başlamıştır. Sulama sabah veya akşam saatlerinde yapılmalı, hava koşulları ve bitkilerin su istekleri doğrultusunda yeterince sulamaya özen gösterilmelidir.
Çimler boyları uzun tutularak sık sık biçilmelidir. Bu arada biçme artıklarının bir kısmının çimler arasında bırakılmasının, toprak nemini koruması bakımından yararlı olduğu göz önüne alınmalıdır. Bitki türlerine göre sağlıklı bir gelişim için doğru uygulamayla budama işlemi yapılmalıdır.
Aşırı sıcak ve yağışlı havalarda budama yapılmamalıdır. İlk yarısı Mayıs ayında verilen azotlu gübrenin diğer yarısı Haziranda veya Temmuz ayı boyunca ister bir kerede ister azar azar, verilir.
Virüslerin, mantarların ve bakterilerin neden olduğu bitki hastalıklarını ve böceklenmeyi önlemek için ilaçlamadan önce kültürel mücadele yapılmalıdır. Kültürel işlemler kısaca toprağın işlenmesi, İhtiyaca uygun gübre kullanımı, sulamanınyeterince yapılması, budamaların zamanında ve bilinçli olarak yapılması işleridir.
Zirai ilaç kullanımı kontrollü yapılmalıdır. İlaçlama için akşam saatleri ve yağışsız hava tercih edilmelidir.
Sık karşılaşacağınız ve gözle tespit edebileceğiniz bitki zararları.
Salyangoz:Tarla ve bahçelerde kültür bitkilerinin yaprak, sürgün ve meyvelerini kemirmek suretiyle zararlı olurlar. Kemirdikleri yaprakların yalnızca damarları kalmaktadır. Populasyon yoğunluğuna bağlı olarak ekonomik önem de zarar oluşturabilirler. Mücadelesi populasyon az ise bahçeden toplanarak uzaklaştırılır.
Salyangozlar için üretilmiş zirai ilaçlar kullanılmalıdır.
Tırtıl: Bitkilerin yapraklarını yiyerek beslenen bitkiyi koza şeklinde ağ ile kaplayarak bitkinin kurumasına sebep olmaktadır. Mücadelesi populasyon az ise toplanarak bahçeden uzaklaştırılmalıdır. Kimyasal olarak zirai ilaç uygulaması yapılmalıdır.
Yaprak Bitleri: Yaprak bitlerinin bitkilerin taze sürgünlerinde, genç yapraklar ve yaprak sapları üzerinde gruplar halinde beslenmeleri sonucunda, sürgünlerde kısalma ve yapraklarda kıvrılma görülür. Kültürel mücadele olarak bahçe içerisindeki yabancı bitkiler imha edilmeli, toprak işlemesine özen gösterilmelidir. Kimyasal olarak Zirai ilaçlar kullanılmalıdır. Zirai ilaçlar bahçe zararlılarında en son tercih edilmesi gereken uygulama yöntemidir.
Öncelik olarak peyzaj alanımızı tesis ederken toprak yapısına, su kaynaklarının yeterliliğine, suyundrenajına, sağlıklı bitki seçimine, peyzaj alanın güneş, gölge, rüzgar haritasına uygun bitki türlerinin belirlenmesi çok önemlidir.

Bu yıl palamut önceki yıllardan daha bol...
EKİM, KASIM PALAMUT BALIĞININ EN LEZİZ ZAMANI

Sonbaharın gelmesiyle bollaşan palamut balığı, Eylül Ekim aylarında tavası, Kasım ayında deniz suyunun soğuması nedeniyle etinin yağlanması beraberinde palamut ızgarasını doyumsuz kılıyor.

Eylül 2016 itibariyle balık tezgahlarında her biri 7.00 TL ila 10.0 TL arasında fiyatlanan palamut balığı etli, az kılçıklı oluşu nedeniyle tercih ediliyor. Palamut sadece ızgara, tava değil, domates, soğan, biber beraberinde tepside hazırlanıp fırında pişirim şekliyle de tüketiliyor.
Karadeniz de balık yasağının 01. Eylül'de kalmasıyla önce palamut avı başlıyor. Palamutlar Hopa'ya kadar bir süre hamsileri takip ederek besleniyor, sonra dönüp İstanbul Boğazı'ndan geçişe başlıyorlar.
Arkasından denizin canavarı denilen daldığı her balığı parçalama özeliği ve jilet kadar keskin dişlere sahip balık ağlarını bile ısırıp kopartan lüfer balık akını geliyor. Palamut hiç anlaşamadığı bu dişli balık gelince kaçmaya başlıyor ve göç balığı yuvası olan Karadeniz'i terk ediyor. Karadeniz'de sadece yerli balık olarak kalkan ve hamsi bulunuyor.
Oysa palamut başka denizlerden torik olarak geliyor, yumurtayı bırakınca palamut oluyor.


Karadeniz'i tercih edişi için balıkçılar deniz suyu ılıman, düşük tuz oranı üremeye müsait, elverişli olarak tanımlıyorlar.
Balık, okyanustan yola çıkıyor, pusulası, rotası, rehberi olmadığı için kendi yolunu kendi buluyor. Kıyıdan sahil şeridini takip ederek yol arıyor. 20 Nisan'da Karadeniz'e çıkıp Haziran ayında havyar döken palamut Eylül, Ekim ayında aynı yoldan dönüşe geçiyor. Göç'e geç kalanlar bir kere daha havyar döküyor, bu şekilde Eylül Ekim aylarında 20 cm lik ikinci nesil balıklar görülüyor.
Palamut Balığının Özellikleri
Balıkların gidişte ve gelişte her hangi bir engelle karşılaşmamaları gerekiyor. Aralık ayında göç tamamlanıyor ve Karadeniz'de palamut kalmıyor.
İçgüdüsel bir davranışla doğduğu yere gitme özelliği olan palamut'un büyüme süresi 4 ay olup bir kiloya erişiyor.
Bu ona denizlerin en hızlı büyüyen balığı unvanını kazandırıyor. Sıkıntıya gelemiyor, ağa yakalanırsa hemen ölüyor, kendini imha ediyor. Bu yüzden çiftlik balığı olamıyor, suni yemle yaşayamıyor.
Yavru palamutlar için balıkçılar, mevsim başında bir yağmur yağsa da büyüse diye bekliyorlar, "Balık tatlı su içermiş" diye ekliyorlar. Gerçekten de dikkatli gözler deniz suyu yüzeyinde balıkların yağmur damlalarına karşı ağızları açık su içişini görülebiliyor. Kasım ortası ile Aralık ayı toriklerden rakı sofralarını taçlandıran mezesi, lakerda yapımı başlıyor.

AŞURE AYI...
Muharrem ayının 10. günü başlayan "Aşûre Günü", ülkemizde ise aşure, paylaşmanın ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesi olarak tekrarlanıyor.
Muharrem ayının 10. günü başlayan "Aşûre Günü", ünde buğday, fasulye, nohut, fındık, pirinç, çam fıstığı, kuru üzüm, kuru kayısı, kuru incir, nar taneleri, tarçın kabuğu, karanfil, kuş üzümü, gül suyu gibi bir çok sevilen bakliyat, çerez, meyve, tatlandırıcı, aroma zenginleştirici baharat bulunan aşure, ay boyunca evlerde bazı iş yerlerinde kazanlanda hazırlanıp dağıtılarak, komşular, tanıdıklar hatırlanıyor. Mısır Çarşısı'nda hizmet veren Malatyalılar Kuru Yemiş dükkanı da yerli yabancı tarihi çarşıdan geçen herkese minik kaplar içinde aşure ikramında bulunuyor.

SEDEF HASTALARININ EN BÜYÜK DÜŞMANI STRES!

“Sedef hastalığının tedavisi yok” diyerek umutsuzluğa kapılmayın!
Sedef hastalığı tüm dünyada yaklaşık 125 milyon kişiyi, yani dünya nüfusunun yaklaşık yüzde üçünü etkiliyor. Türkiye’de ise en az 700.000 kişi, yani kıyaslamak gerekirse tüm Afyon veya Ordu nüfusu kadar insan sedef hastalığından muzdarip.
26-30 Ekim Dünya Sedef Hastalığı (psoriasis) Farkındalık Haftası nedeniyle açıklama yapan İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği uzman doktoru Sinan Doğan, stresin sedef hastalığını tetiklediğini vurguladı.
Sedef hastalığını tamamen iyileştiren bir tedavi olmasa da, hastalık kontrol altına alınabiliyor.


Deride kırımızı renkli zemin üzerinde sedefi-beyaz renkli kepeklenmelere neden olan döküntülerle kendini gösteren sedef hastalığı (psoriasis) özellikle diz, dirsek ve saçlı deri gibi bölgelerde görülen, zaman zaman şiddetli kaşıntılı ve tekrarlayıcı bir hastalık.
Dünyada 125 milyon kişiyi, Türkiye’de ise yaklaşık 700.000 kişiyi etkileyen psoriasisin çok farklı tipleri var.
Sedefin kesin nedeninin bilinmediğini belirten İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği uzman doktoru Sinan Doğan hastalığın, vücut savunma mekanizmasındaki bir bozukluk nedeniyle deri yenilenme süresinin yedi kat hızlanması sonucu ortaya çıktığını söyledi. Ailesel yatkınlığın da önemli bir rol oynadığı sedef hastalığı insandan insana bulaşmıyor.

Stres, sedef hastalarının en büyük düşmanı!
Uzm. Dr. Sinan Doğan, psoriasisi tetikleyen etkenleri şöyle açıkladı: “Sedef hastalığını tetikleyen en önemli faktör stres ve sıkıntıdır. Onun dışında enfeksiyonlar, hatta bazen küçük bir diş çürüğü, geçirilen ağır hastalıklar, ameliyatlar, kullanılan bazı ilaçlar, deriyi zedeleyen yanık ve travmalar gibi çeşitli faktörler sedef hastalığını uygun bünyeli kişilerde tetikleyebilir.
Genelde vurdumduymaz kişilerde pek görülmez, hassas ve her şeyi kafaya takanlarda görülür. Bunun için zor olsa da stresten uzak durmaya çalışmalıyız.
Hastalığın şiddetinde yazın biraz azalma olabilir, kışın deride kuruluk ve enfeksiyonlar ile artabilir. Çocuklarda sedef hastalığını özellikle enfeksiyonlar tetikler. Bu nedenle bademcik iltihabına ve diş çürüğüne dikkat edilmelidir.
Sık bademcik iltihabı olan çocuklarda aylık penisilin yapılabilir”.

“Sedef hastalığının çaresi yok” algısıyla tedaviyi boş vermek çok yanlış!
Hastalığın kesin bir “tedavisi olmaması” sebebiyle çoğu sedef hastasının endişeye kapıldığını belirten Uzm. Dr. Sinan Doğan şöyle konuştu: “Toplumda genel kanı “sedefin çaresi yok”. O zaman şeker ve tansiyon gibi hastalıkların da çaresi yok ancak ilaçlar ile kontrol altına alınabiliyor.
Hastalar bilmelidir ki alanında uzman bir dermatoloğa düzenli şekilde başvurdukları zaman onların da hastalıkları kontrol altına alınabilir. Doktorları, ilaçları yan etkileri de göz önünde bulundurarak seçip uygulayacaktır.
Artık sedef hastalarının umutsuzluğa kapılmasına gerek yoktur”. Sedef hastalığının son yıllarda üzerine en çok araştırma yapılan hastalıklardan biri olduğunun altını çizen Sinan Doğan ayrıca, “Psoriasis için yeni birçok tedavi geliştirilmiş ve geliştirmeye devam edilmektedir.
Bu işin uzmanı dermatoloji uzmanları ile hastalık yüksek oranda kontrol altına alınabilmektedir. Sedef hastalığı için basamak tedavisi uygulanır.
Hastalığın şiddeti, hastanın beklentisi, tırnak ve eklemlerin etkilenmesi, başka hastalıklarına göre tedavi planlanır.
Sedef hastalığında sadece krem tedavisi yoktur. Hap, belli iğneler, serum, ışık tedavisi gibi seçenekler doktor kararıyla uygun hastalarda uygulanabilir” dedi.

Sedef döküntülerinin görünür olması hastaları depresyona sürükleyebilir.
Sedefin, hastaların dış görünüşünü etkilemesinin psikolojik sorunlar da yaratabileceğini belirten Uzm. Dr. Sinan Doğan, “Yapılan araştırmalarda, sedef hastalarında yaşam kalitesinin nerdeyse kanser hastaları kadar düştüğü görülüyor. Hastalık rahatlıkla görülebildiğinden hastalar toplumdan uzaklaşarak, depresyona girebiliyor ve bu da bir kısır bir döngüye neden olarak hastalığı şiddetlendiriyor. Bu nedenle hastaların büyük bir çoğunluğu psikiyatrik desteğe ihtiyaç duyuyor” dedi. “Hatta hastalar evlenmekten kaçınabiliyor ve evli olanlar da hastalık nedeniyle boşanabiliyor. Özellikle toplumdaki kişilerin soru ve yorumları hastaları daha da içine kapanık hale getirebiliyor”.

YAKINLARINIZDA PROSTAT VARSA SİZ DE RİSK ALTINDASINIZ
40 yaş üstü erkeklerde sık görülen prostatın kontrolsüz büyümesinin kaynağı prostatın erkeklik hormonuna fazla yanıt vermesi olabileceği gibi, ailevi yatkınlık da olabilir. Ancak kontrolsüz prostat büyümesi farklı yöntemlerle kolayca tedavi edilebilen bir hastalıktır.

Prostat kelimesini her duyduğumuzda aklımıza sürekli hastalıklarla ilişkilendirilen bir organ geliyor. Oysaki prostat erkek üreme sisteminin vazgeçilmez bir ögesi. Özellikle 40 yaş üstü erkeklerde görülen kontrolsüz prostat büyümesi günümüzde uygulanan pek çok tedavi yöntemiyle geriletilebiliyor. Prostat büyümesinin yol açtığı ve erkeklerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen idrar şikâyetleri çoğunlukla ilaçlarla kontrol altına alınabiliyor. Şayet şikâyetler sona ermezse cerrahi tedavi seçeneği değerlendiriliyor.
Medical Park Fatih Hastanesi'nden Üroloji Uzmanı Op. Dr. Aytan Kar, prostat hakkında bilinmeyenleri ve izlenecek tedavi yöntemlerini şu şekilde sıraladı.
PROSTAT NEDEN BÜYÜR?
Prostat erkek üreme sisteminin bir parçası olup, salgı görevi olan bez yapısında bir organdır. Kestane büyüklüğündedir ve ters armut şeklinde mesane çıkışında bulunur. Meninin içine verdiği özel bazı maddelerle meninin sıvılaşmasını ve spermin canlanmasını sağlar. Genç erkeklerde ortalama 15-25 cm3 boyutlarında olan prostat bezi, 40 yaşlarından sonra kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlayabilir. 50 yaşından sonra erkeklerin yüzde 30 ilâ 40'ında idrar yapmaya yönelik şikâyetler artar. Bu durumun ilk nedeni, erkeklik hormonuna prostatın fazla yanıt vermesidir. İkinci faktör ise ailevi yatkınlıktır. Ailede prostat büyümesi olan kişilerin normale göre 4 kat daha fazla bu hastalıkla tanışma riski vardır.
KIŞ AYLARINA DİKKAT EDİN
Prostatla ilgili şikayetlerin genelde kış aylarında arttığını görülür. Prostata bağlı idrar yapmaya yönelik sıkıntıları olan hastalar soğuk havalarda daha sık ve daha az idrar yapabildikleri için kış aylarında şikâyetleri artar. Bunun nedeni ise vücut ısısının özellikle bacak ve ayaklarda düşmesini takiben mesane rahatsızlık hissi artması ve daha az idrar miktarı olmasına rağmen mesanenin boşaltılma isteğinin artmasıdır. Bu tip şikâyetleri olan hastalarımıza özellikle ayak ve bacaklarını üşütmemelerini ve kahve ya da çay tüketimlerini azaltmalarını tavsiye ediyoruz.
PROSTAT BÜYÜMESİNDEN EŞLER DE ŞİKÂYETÇİ
Büyüyen prostat idrar akımını zorlaştırdığı için hastalarda idrar yaparken zorlanma, tam idrar yapamama, gece sık idrara çıkma, idrar yapıp rahatlayamama, yeniden idrar yapma hissi, idrar yapmaya başlamada zorlanma, kesik kesik yapma ve idrar kaçırma gibi birtakım yakınmalara yol açar. Bazen idrarda kanama, sık idrar yolu enfeksiyonu, tam tıkanma, idrar kesesinde taş oluşumu ve çok ihmal edilmesi durumunda böbrek fonksiyonunda bozulmalara yol açarak yaşamı tehdit edici durumlara yol açabilir. Prostat büyümesi ciddi şekilde hayat konforunu azaltan bir rahatsızlıktır.
PROSTAT KANSERİ İLE KARIŞTIRMAYIN
Prostat büyümesini, prostat kanseriyle karıştırmamak gerekir. Pek çok insan prostat büyümesinin kansere yol açtığını düşünür, oysa bu düşünce gerçeği yansıtmaz. Prostat büyümesinin prostat kanseriyle uzaktan yakından bir ilişki yoktur. Evet, prostat kanserinde doku kontrolsüz büyür ama iyi huylu prostat büyümesinden kaynaklanmaz. Ülkemizde 5 milyondan fazla 50 yaş üzeri erkeğin var olduğu düşünülürse, prostat büyümesi aslında oldukça yaygın bir rahatsızlıktır. Bu tip hastalarda karşılaştığımız bir diğer problem ise; hastaların yakınlarına rahatsızlık vermemek amacıyla şikayetlerini gizli tutmaya yönelmeleridir.
PROSTAT BÜYÜMESİ TEDAVİ EDİLEBİLİR
Prostat büyümesi tedavileri ilaçlı tedaviler ve cerrahi tedaviler olmak üzere gruplandırılabilir. Prostat büyümesinde kullanılan ilaçlar hormon blokajına ve alfa reseptör blokajına dayalı olmak üzere kendi içinde ikiye ayrılır. Hormon blokajına dayalı ilaçlar erkeklik hormona etki eder ve prostatta ortalama %30 oranında küçülme sağlayabilir. Ancak klinik çalışmalarda etkinliğinin hem geç olarak ortaya çıktığı hem de başarısının istenilen düzeyde olmadığını gösterir. Alfa reseptör blokajı ise prostatta bulunan düz kas hücreleri üzerine uygulanan bir tedavi yöntemidir. Ancak klinik başarıları yüksek değildir ve kullanıldıkları süre içerisinde faydalı olur. Tansiyon ilaçları gibi tedavi edici özellikleri yoktur.
Cerrahi tedaviler bilinen en etkin tedavi yöntemleri olarak kabul görür. Henüz hiçbir ilaçlı tedavi ile cerrahiye eş değer sonuçlar elde edilememiştir. Açık prostat ameliyatı hastaya verdiği rahatsızlık ve sıkıntılar nedeniyle teknolojisi yeterli merkezlerde sadece isim olarak kalan bir yöntemdir. Kapalı prostat ameliyatları ise günümüzde 30-60 dakika içinde kolaylıkla tamamlanabilen, hastanın genel anestezi bile almasına gerek duyulmaz.
Kalp hastaları ve kanamaya meyilli ilaç kullanan hastalar için uygundur.

“Kaliteli dinlenmenin yolu hobiden geçiyor”
Psikiyatrist Mustafa Ulusoy, Hobium için hobi sahibi olmanın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini açıkladı.

Ulusoy, günümüzde hobi sahibi olmanın en iyi dinlenme şekli olduğunu belirterek, hobinin aile içi iletişimdeki önemini vurguladı. İnsanların en depresif hissettiği ve mutsuz olduğu zamanın, hareketsiz kalıp üretmediği anlar olduğunu belirten Ulusoy, “Evrendeki her şey sürekli bir hareket halinde… Varlığın mayası ve özü harekettir.
Bu nedenle, evrenin hareketine insan da katılmak istiyor. İnsan, sürekli hareket halinde üreten bir varlık olarak yaşamak istiyor.” dedi.
Hobinin bu aşamada devreye girdiğini vurgulayan Ulusoy; “Akşam saatlerine kadar çalıştıktan sonra televizyon karşısında hareketsiz kalmak, gerçekte insan ruhunu zedeleyen, bunaltı veren bir durum… Çünkü insanlar televizyon karşısında üretemiyor. Ancak hobisini sürdüren örneğin nakış işleyen bir kişi, bir şey üretiyor ve hareket halinde, zihinsel olarak bir şeyle meşgul oluyor. Bu da dikkatimizi, konsantrasyonunuzu arttırıyor ve ruhumuza doyum getiriyor” dedi.
Dinlenmenin saatlerce yatmak olmadığının altını çizen Psikiyatrist Mustafa Ulusoy, “Uzun süre hareket halinde hareketsiz ve atıl kalmak, beyni, zihni veya ruhu dinlendirmiyor. Zihin, sadece farklı aktivitelerle dinlenebiliyor. Çalışmak haricinde farklı aktivitelerle uğraşarak, örneğin nakış, boyama, örgü gibi hobilerle üreterek zihnimizi dinlendirebiliriz.” Zamanın anne babalarının çocuklarını sadece ders odaklı hale getirdiğini belirten Ulusoy, anne babaların “çocuğum yeter ki ders çalışsın başka bir şey istemiyorum” anlayışından vazgeçmeleri gerektiğini belirtti.
Ulusoy, çocukların ders çalışmak dışında başka alanlarda da bazı şeyleri üretebildiğini kendilerine göstermeleri gerektiğini, bu durumun çocuğun kişilik gelişimi açısından da çok önemli olduğunu vurguladı.

SÜT İÇMENİZ İÇİN 10 İYİ NEDEN
Sağlıklı beslenme deyince aklımıza ilk önce süt gelir.
Sütün besleyici değerlerinin çok yüksek olduğuna dikkat çeken uzmanlar da 7’den 70’e herkesin süt içmesi gerektiğini vurguluyor.
Sağlıklı bir hayat sürmenin altın kurallarından biridir süt içmek. Doğduğumuz günden itibaren içmeye başladığımız süt, herkesin vücudu için gerekli olan besin kaynaklarını dengeli bir şekilde içinde barındırıyor.
Uzmanlar günde 2 bardak sütün zinde bir vücudun sırrı olduğu kadar pek çok hastalıktan korumanın da temel unsurlarından biri olduğuna dikkat çekiyor.
Hayatın her döneminde süt içmek için pek çok sebebimiz olduğunu vurgulayan Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, sütün besin değerinin, benzersiz bir kalsiyum kaynağı olmasının, büyüme ve kemik gelişimi üzerinde etkilerinin bu nedenlerin başında geldiğine dikkat çekiyor.
İnanç, özellikle gelişme çağında olan çocuklar için vazgeçilmez bir besin olan sütün aslında hayatın her döneminde mutlaka tüketilmesi gerektiğini vurguluyor. İnanç, sütün faydalarını şöyle sıralıyor:

1) Kalp Hastalıklarından Korur Kalp hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunu…
Süt ve türevlerinin içeriğinde kan yağları ve kan basıncının düşürülmesinde etkili olan protein, kalsiyum, fosfor gibi besin öğelerinin olması nedeniyle, her gün yeterli miktarda tüketimi koroner kalp hastalıklarından korunmada büyük önem taşıyor. Her gün düzenli içilen 2 bardak sağlıklı süt sayesinde hipertansiyon da dengeleniyor.

2) Süt Okuldaki Başarıyı Artırır Ebeveynler açısından çocuklarının sağlığı kadar eğitimi de önemli…
Çocukluk döneminde içilen günde 2 bardak süt zeka gelişimi açısından büyük önem taşırken, okul başarısını artırdığı kanıtlanmıştır.

3) Enerji Verir Yeterli ve dengeli beslenebilmek için besin gruplarına ihtiyacımız vardır. Bunlar süt ve türevleri, et, peynir, yumurta, ekmek, sebze ve meyvelerdir. Bu besin grupları içinde yalnızca süt enerji oluşumunda etkili olan karbonhidrat, protein ve yağı bir arada içeriyor.

4) Dişleri Korur Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Sütte ki kalsiyum ve fosfor bu mikroorganizmalara doğal bir savunma sağlar. Her gün içilen süt dişlerde oluşabilecek çürükleri önlüyor.

5) Kilo Alımını Önler Fazla kilo’ neredeyse çağımızın temel sorunu… Kilo sorununun minimum düzeye inmesi için sağlıklı ve uzun süre tok tutan glisemik indeksi yüksek yiyecekler tüketilmesi öneriliyor. Düzenli olarak her gün içilen iki bardak süt de düzensiz ve sağlıksız beslenmeyle alınan kiloları önlemede önemli.

6) Gebelikte Mineral Kaybını Giderir Sağlıklı bir gebelik için annenin sağlıklı beslenmesi çok önemli. Gebelik döneminde anne vücudunda azalan mineraller, günde 2 bardak süt içilerek karşılanabiliyor.

7) Kemik Gelişimini Sağlar Süt, güçlü kemikler için bire bir.. Düzenli içilen süt çocuklarda güçlü kemiklere neden olur. Yetişkinlerin de daha sağlıklı kemik yapısına ulaşabilmeleri için kalsiyum almaları gerekir, bunun için de kemiklerin yapı taşı kalsiyum açısından en zengin ve vücutta kullanılabilirliği en yüksek besin olan süt düzenli olarak tüketilmeli.

8 ) Bağışıklık Sistemini Güçlendirir Mevsim değişimiyle birlikte görülen bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu üst solunum yolu enfeksiyonlarında artma olurken, içeriğinde 40’tan fazla besin öğesi bulunan süt tüketiminin grip, soğuk algınlığı, farenjit gibi kış hastalıklarının önlenmesinde önemli rol oynuyor.

9) Cildi Güzelleştirir Süt sağlığı olduğu kadar güzelliği de koruyor..
Güzel ve sağlıklı bir cilt için dengeli beslenmenin önemi göz önüne alındığında sütün içeriğinde bulunan vitamin ve mineraller, akne ve cilt inflamasyonu riskini azaltıyor ve cilt sağlığını koruyor.

10) Osteoporozdan Korur Günümüzde 50 yaş ve üstü kadınların yüzde 50’sinde menopoz ile birlikte osteoporoz belirtileri de görülüyor. Düzenli egzersiz yapılmasının, yeterli kalsiyum ve D vitamini alınmasının bu sıkıntının giderilmesinde büyük önem taşırken, kalsiyum deposu olan sütü her gün 2 bardak tüketmek gerekiyor.
Sütü sağlıklı içmenin püf noktaları Sağlıklı süt tüketiminin temel kuralının, ambalajlı sütleri tercih etmek olduğunu belirten İnanç, uzun ömürlü sütün tamamen kapalı ortamda ışık ve hava gibi dış etkenlerle teması önleyen aseptik ambalajlarda doldurulduğunu söylüyor.
Sokaktan alınan sütü mikroplardan arındırmak için, 90 ila 95 derecede 10-15 dakika kaynatmanın mikropların tamamını öldürebileceğini söyleyen İnanç, sütün kaynatıldıktan sonra içindeki vitaminler başta olmak üzere besin değerlerinin yüzde 50 ila 90 oranında azaldığını belirtiyor.

HAFIZAYI GÜÇLENDİRMENİN YOLU SU İÇMEKTEN GEÇİYOR ...
Yaz tatilinin bitip, yoğun çalışma temposuna adım attığımız sonbaharda, hafızanın önemi oldukça büyük.
Daha etkin bir hafıza, daha başarılı bir iş hayatını da beraberinde getiriyor.
Peki, hafızamızı güçlendirmek için vücudumuzun ve beynimizin neye ihtiyacı var?


Waternet Sağlıklı Beslenme Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, unutkanlığı önlemek için su tüketiminin önemine dikkat çekiyor. Telefon ve mail trafiğinin oldukça yoğun olduğu, hayatımızın yüzde 80’inin geçtiği iş hayatında, hafızanın önemi yadsınamaz bir gerçek. Aldığımız notları, girilen ajandaları, toplantıda konuşulanları hatırlamak da iş dünyasının hayat damarlarından biri.
Unutkanlığı engellemek için bol bol su tüketmenin önemini vurgulayan Waternet Sağlıklı Beslenme Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, “Unutkanlık merkezi beyin olduğu için bu organımızı iyi beslemeliyiz.” diyor.
Beyni iyi beslemek için, suyun yanında beynimizin yakıtı olan iyi karbonhidratları, vitaminler ve minerallerden de almanın önemine dikkat çeken Waternet Sağlıklı Beslenme Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, “Mikrobiyolojik yönden içmeye uygun, ağır metallerden arındırılmış taze içme suyunu elde edebilmenin en sağlıklı yollarından biri de arıtılmış içme suyudur. Bu anlamda evde arıtılmış içme sularının bekleme ve saklama koşulları açısından en sağlıklısı olduğunu söyleyebiliriz.” diyerek, bilinçli su tüketiminin önemli olduğunun altını çiziyor.
İş hayatında unutmamak için Yoğun çalışma temposunda, kimi zaman su içmeyi unuttuğumuz gibi, çay, kahve tüketimini de artıyoruz.
Vücudun ihtiyacı olan sıvı, çay ve kahve ile ne yazık ki sağlanamıyor ve iş yerinde konsantrasyonu artıracak
besinlere ihtiyaç duyuyoruz.
Peki, bu yoğun iş temposunda, doğru su tüketimi için ve dikkatimizi toplamak için ne yapmak gerek?
Masa başında çalışanlar, mutlaka masalarında büyükçe bir bardak su bulundurmalı.
Çantada küçük bir şişede su bulundurulmalı.
Unutkanlığa karşı kuersetin antioksidanı içeren elma ve elma suyu tüketimine özen gösterilmeli.
Hücre yapısını bozan serbest radikallere karşı savaşan nar suyu, portakal suyu ve greyfurt suyu tüketilmeli. Sinirlerin yatışması için, rahatlatıcı etkisi olan yeşil çay tüketilmeli.
Masada kuru üzüm, karanfil, ahududu, bitter çikolata, fındık, ceviz gibi lezzetli atıştırmalıklar bulunmalı.
Haftada 2-3 porsiyon Omega-3 yönünden zengin balık tüketilmeli.
Uzak durmanız gerekenler
Su vücudumuz için oksijenden sonra gelen en önemli öge. Bir insan, besin almadan günlerce yaşayabilirken, su içmeden yalnızca birkaç gün yaşayabilir ve yüzde 3’lük bir su kaybı ile vücuttaki fiziksel performans git gide düşmeye başlar. Vücuttaki suyun yüzde 5’ini kaybeden birinde dikkat ve konsantrasyon eksikliği görülmeye başlar. Yüzde 8 oranında kaybedilen su, baş dönmesi ve yorgunluğa yol açarken, bu oranın yüzde 10’a çıkması bir insanın kas spazmı geçirmesine sebep olabilir ve hayati tehlike burada başlayabilir. Dolayısı ile suyun hayati önemi su götürmez bir gerçek. Vücudumuz için bu kadar suyu hızla emen besinler de tabii ki mevcut.
Hem vücuttaki su oranımızı korumak hem de unutkanlığa sebebiyet vermemek için uzak durmamız gereken besinler ise şöyle.
Hamburger ve patates kızartması. Şekerli ve doğal olmayan içecekler. Aşırı şekerli tatlar. Trans yağ içeren besinler.

Sağlıklı Dişler için Bunları Yapmayın!
Sağlıklı dişlere sahip olmak için günde 2 kere dişlerimizi fırçalamamız, diş ipi kullanmamız ve düzenli aralıklarla diş hekimi kontrolüne gitmemiz gerektiğini belirten Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara, “ Ancak bunun yanında hangi gıdaların dişlerimize ne kadar zarar verdiğini de bilmemiz gerekir.
Özellikle dişler için en zararlı ve uzak durulması gereken şey yiyecek ve içeceklerin içerisindeki asittir. Asit, gıdaların içinde direk bulunabileceği gibi aldığımız besinlerdeki karbonhidratların ağızdaki bakteriler tarafından aside dönüşmesiyle de oluşur.
Dişlere en çok zarar veren karbonhidrat ve asit içeren gıda ve içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durulması gerekmektedir” dedi.


İşte Dişe Zarar Veren Yiyecekler!
Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara,sağlıklı bir gülümseye sahip olmak için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyeceği ve içeceği açıkladı.

Sigara: Diş ve diş etlerine zarar verir,ağız kokusuna neden olur.
Alkol: Tükürük ağızımızdaki plağın ve asidin etkisini azaltacak ilk savunmamızdır. Bu yüzden ağız kuruluğuna sebep olacak her şey diş için zararlıdır. Alkol de ağız kuruluğuna sebep olacağı için kullanılmaması gereken bir içecektir.
Meyve Suları
: PH‘ı 7 den düşük olan gıdalar dişlere zarar verir. PH ‘I 2,5 olduğu için meyve suları da dişlere zararlıdır.
Limon: PH‘ı 2 olduğu için dişler için zararlıdır.
Kola: En zararlı içeceklerden biridir. Çünkü hem fosforik asithem şeker hem de sitrik asit içerir.
Enerji içeceği: Sitrik asit ve şeker içerdiklerinden dolayı dişler için zararlıdırlar.
Yapışık gıdalar (lokum, jeli bon vb.). Tatlı şekerlemelerden daha zararlıdır. Çünkü daha fazla şeker verirler ve aynı zamanda sitrik asit içerirler.
Kuru Meyve: Kuru meyveler karbonhidrat ihtiva eder. Aynı zamanda kuru meyveler yapışkanlığı sebebiyle ağız içinde daha uzun süre kalır. Sürekli kuru meyve yiyip dişlerinizi fırçalamamanız dişlerinizin çürümesine sebep olur.
Buz
: Buz çiğnemek iyi bir fikir değildir. Buz çok serttir.
Eğer eski büyük dolgularınız varsa buz yediğiniz zaman çok kolay bir şekilde dişleriniz kırılabilir. Soğuk aynı zamanda dişlerinizin kamaşmasına sebep da olabilir.
Beyaz Ekmek: Tükürükte bulunan amiloz enzimi karbonhidratları şekere çeviren enzimdir.
Fakat şekeri zararlı kılan şey ağızdaki bakterilerin şekeri yemesi ve asit ortaya çıkarmasıdır.
Eğer ağızda hiç plak yoksa şekeri aside çevirecek ve diş çürüğü oluşturacak bir şey de yoktur.

Ağız kokusundan Kurtulmak için 10 Etkili Yöntem...
Ağız Kokusunun; sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlar, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, metabolizma bozuklukları, bademcik iltihabı ve diş eti rahatsızlıkları gibi hastalıkların habercisi olabileceğinin altını çizen Hospitadent Diş Hastanesi Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Recep Eşkar, “Ağız kokusu, bireylerin, beden-ruh-sosyal sağlığını da olumsuz yönde etkiyebilir.
Arkadaş ve dost çevresinden uzaklaşma, başka insanların varlığı sebebiyle sosyal ortamlarda bulunmaktan kaçınma gibi olumsuz durumları beraberinde getirebilir.
Bu nedenle ağız kokusuna sebep olan problem teşhis edilmeli ve sebebe yönelik tedavi uygulanmalıdır. Aynı zamandaağız kokusunu önlemek için kokuya neden olan yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalıdır” diye konuştu. Hospitadent Diş Hastanesi Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Recep Eşkar, ülkemizde her 4 kişiden 1’inde bulunan ağız kokusundankurtulmak için uygulanabilecek yöntemleri açıkladı.

İşte o yöntemler:
1- Yumuşak diş fırçası değil orta sertlikte diş fırçası kullanılmalıdır.
2- Bakteri plakları ve yiyecek artıklarını temizlemek için dişler günde en az iki defa fırçalanmalı ve her gün diş ipi kullanmalıdır.
3- Ağız kokusunun nedenlerinden biri de dildeki tabakalaşmadır. Bu nedenle dilimizi fırçalamayı alışkanlık haline getirmemiz gerekmektedir. Dişleri fırçalayarak ağız kokusunun %20’sinden, dil fırçalayarak ağız kokusunun %80’inden kurtulabilirsiniz.
4- Ağız kokusunu yok etmek için piyasadan satın alınan
gargaraların bir kısmı, içindeki alkol sebebiyle ağız kokusunu artırabilir.
5- Çinkolu diş macunu, çinkolu sakız gibi çinko içeren ürünler ağız kokusunu yok eder.
6- Diş ve diş eti hastalıkları ağız kokusuna neden olduğundan ağız muayenesi ve bakımı için diş hekimi düzenli olarak ziyaret edilmelidir.
7- Ağızdaki tüm diş çürükleri, kırık dolgu veya kron-köprü tedavi ettirilmelidir.
8- Protez, dolgu, diş köprülerinin aralarına kaçan ve orada kalan yiyecekler kötü kokuya sebep olacağından her gece protezleri çıkarmak ve temizlemek gerekmektedir.
9- Ağız kuruluğundan dolayı ağız kokusu olur. Ağız kuruluğuna sebebiyet vermemek için mutlaka bol bol su içilmelidir.
10- Maydanoz nefesimizi doğal olarak temizlemede etkilidir. Kahve taneleri, limon kabukları ağız kokusunu gidermektedir.

DİZ AĞRILARINIZI ERTELEMEYİN...
Eklemdeki rahatsızlıklar ihmale geldiğinde, dizdeki hasar artabiliyor. Bu nedenle diz rahatsızlıklarını bilmek ve doktora başvurmayı ertelememek, sağlığımız açısından büyük önem taşıyor.

Anadolu Sağlık Merkezi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Operatör Dr. Taner Özdemir “Menisküs ya da bağ dokusu sorunları başta olmak üzere diz rahatsızlıkları yaşayanlar, sportif aktiviteleri hafifletmeli.
Yoğun fiziksel aktivite gerektiren bir meslek söz konusuysa, işyeri hekimiyle görüşülerek gerekli önlemler alınmalı” diyor.
Diz ağrıları, yaş gruplarına göre farklı nedenlerle ortaya çıkıyor. Meslek ve sportif aktivite durumu da etkili faktörler arasında. Bazı diz rahatsızlıkları acil cerrahi müdahaleye gereksinim duyarken, bazı rahatsızlıklar uzun süreye yayılan ve rehabilitasyon gerektiren bir tedavi süreci gerektiriyor.
En çok bilinen rahatsızlığı menisküs olsa da dizinizde oluşabilecek sorunlar bununla sınırlı kalmıyor. Diz ağrılarının ihmal edilmemesi gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Operatör Dr. Taner Özdemir, “Eğer dizinizde bir darbe sonucunda şişlik, hareket kısıtlanması oluşmuşsa, yürürken dizinizde anormal bir durum hissediyorsanız, dizde kilitlenme ya da ‘boşa gitme’ durumu varsa mutlaka doktora başvurmalısınız” diyor.
Özdemir, dizde şişlik, şişen bölgede ısınma ve yüksek ateş görülmesi halinde acil cerrahi müdahale gerektiren bir durumun ortaya çıkabileceğine dikkat çekiyor.

Sporda aşırı yüklenmeler dizlerden edebilir

Spor yapmak sağlığımız için son derece gerekli olsa da yoğun sportif faaliyet ve aşırı yüklenme çeşitli rahatsızlıklara, hatta bazen geriye dönüşü olmayan hasarlara neden olabiliyor. Op. Dr. Taner Özdemir, “Diz bağlarının yaralanması yani ön çapraz bağ yaralanması oldukça sık rastlanan bir durum. Genellikle sportif aktiviteler sırasında ya da ağır iş sonucunda meydana geliyor.
Menisküs de yoğun spor yapanlarda ve çalışırken sürekli diz çökenlerde daha çok görülüyor.
Sporcular bunların dışında, dizin açılması fonksiyonunu sağlayan patella tendonunda zedelenme riskine karşı da dikkatli olmalı. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda, dikkat ve hassasiyetin dozajını artırmakta fayda var. Çocuklarda kemikler ve epifiz kıkırdaklar çok yumuşaktır. Aşırı yüklenme, dizin ön kısmındaki yumuşak kıkırdak parçasının zedelenmesine, çeşitli rahatsızlıklar oluşmasına neden olabilir” diyor.

Menisküs nedir?
Herkes menisküs hastalığını duymuştur ancak nasıl bir hastalık olduğunu bilen kişi sayısı azdır.
Menisküs hastalığının hastalanan dokunun adından geldiğini belirten Op. Dr. Özdemir, “Bu hastalığa menisküs yırtığı demek daha doğru olur. Dizin alt ve üst kemiği arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi çalışan ince bağ dokularına menisküs deniyor. Menisküsün yırtılması, dizde ağrı ve şişliğe neden olur. Hatta yırtık çok büyükse diz kilitlenebilir. Kilitlenme, ayakta kalınca dizde ağrı oluşması, şişme menisküs yırtıklarının belirtileri arasında sayılıyor.
Menisküs yırtıkları dikilebilir ve tedavisi mümkün. Ancak bazı yırtıklar hiç cerrahi müdahale gerektirmeyecek kadar önemsiz sayılabilirken bazı yırtıkların tekrar eski haline getirilmesi mümkün olmayabiliyor.
Menisküste, yırtığın oluştuğu yerde kan damarları yoğunsa, tedavinin ardından hızla iyileşme mümkün.
Ancak kan damarlarının yoğunlukta olmadığı bir yerinden yırtılması durumunda iyileşme ihtimali düşük oluyor.
Ne yazık ki yırtılmaların yüzde 80’i bu şekilde” diyor. Menisküs yırtıklarının 4 evrede incelendiğini dile getiren Özdemir, 1’inci ve 2’inci evrenin herkeste görülebildiğini ancak tehlikeli ve cerrahi müdahale gerektiren evrelerin 3’üncü ve 4’üncü evre olduğuna dikkat çekiyor.

Bu testler hayat kurtarıyor!
40 YAŞ SONRASI YAPTIRILMASI GEREKEN 10 TEST!...


Günümüzde kalp hastalıklarından, meme kanserine, diyabetten kalın bağırsak kanserine kadar birçok hastalığı erken tanı ve tedaviyle kontrol altına almak mümkün olabiliyor. Ancak bunun için özellikle 40 yaşından sonra düzenli sağlık kontrollerine dikkat edilmesi gerektiğine işaret eden Acıbadem Kadıköy Hastanesi Aile Hekimliği Uzmanı Dr. Şirin Parkan, hem önlem almaya, hem de erken tanıya yardımcı 40 yaş üstü yaptırılması gereken 10 testi sıraladı...

1.Açlık kan şekeri takibi
Dünyada global bir salgın olarak ilerleyen diyabet, özellikle 45-65 yaş arasında 3 kat, 65 yaş üzerinde ise 4 kat artış gösteriyor. Bu nedenle hiçbir şikayet ve hekimi şüphelendirecek belirtiler olmasa da, erişkin dönemde düzenli aralıklarla açlık kan şekerinin kontrol edilmesi diyabetin erken tanısı için çok büyük önem taşıyor.
Dr. Şirin Parkan, fazla kilo veya ailede diyabet geçmişinin varlığı gibi risk faktörleri bulunmayan herkesin 45 yaşından sonra her üç yılda bir diyabet açısından değerlendirilmek üzere hekime başvurması gerektiğine işaret ediyor. Eğer risk faktörü varsa bu taramanın daha erken yaşlarda başlaması ve sıklığının da artırılması gerekiyor. Erken tanı alan Tip 2 diyabet hastalarında, doğru beslenme ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle, ilaç kullanmak zorunda kalınmadan hastalık kontrol edilebiliyor. Dr. Şirin Parkan, "İlaç kullanması gereken hastalarda da kalp krizi, böbrek yetmezliği, görme bozuklukları, nörolojik komplikasyonlar gibi olası problemler hayatı tehdit edecek boyuta ulaşmadan önlenebiliyor" diyor.

2.Tansiyon kontrolü
Tek başına önemli bir sorun olmakla birlikte, diyabet, kalp gibi birçok kronik hastalık açısından da risk oluşturabilen hipertansiyonun erken tanısı için sadece düzenli tansiyon kontrolleri yeterli olabiliyor. Ülkemiz de her üç kişiden birinin sorunu olan hipertansiyon riski yaşla birlikte ciddi artış gösteriyor. 45-55 yaş arası erkeklerde 1.5, kadınlarda ise 2 kat risk artışından söz ediliyor. Metabolik sendrom, abdominal obezite, diyabet, aile öyküsü, sigara kullanımı gibi bazı risk faktörlerinin hipertansiyon riskini artırdığı biliniyor. Risk grubunda yer alan kişilerde 40 yaşından sonra yılda bir kere tansiyon ölçüm taraması yapılması gerekiyor. 40 yaş altında son tansiyonu normal (130/85 mmHg altı) ölçülmüş ek riski olmayan popülasyonda ise 3-5 yılda bir tekrarlanması öneriliyor.
Erken tanı konulan hastalarda yaşam tarzı değişikliğiyle ilaca gerek kalmadan hipertansiyon kontrol altında tutulabiliyor. İlaç kullanması gereken hastalarda ise tedaviye erken başlanarak inme, beyin kanaması ve kalp yetmezliği gibi yüksek tansiyona bağlı bazı komplikasyonların oluşması da önlenebiliyor.

3.Kolesterol ölçümü
Diyabet ve yüksek tansiyondan farklı olarak kolesterol yaşla birlikte çok farklılaşmıyor. Herkesin genetik yapısıyla belirlenen genel bir kolesterol düzeyi bulunuyor ve yaşam tarzı değişiklikleri bu düzeyi etkiliyor.
Kolesterol düzeyi özellikle kalp damar hastalıkları açısından çok büyük önem taşıyor. Bu nedenle, kalp damar hastalığı riskini azaltmak, dolayısıyla riskli kişilerde yaşam süresini uzatmak ve beklenmedik ani genç ölümlerin önüne geçmek için kolesterol düzeyinin belli bir seviyede olması gerekiyor.
Dr. Şirin Parkan 40 yaş sonrasında ise, kalp damar hastalığı riski çok yükseldiğinden hekim tarafından belirlenecek kolesterol takip ve tedavi programına uyumun önemine işaret ediyor.

4.Kalp hastalıkları taraması
Kalp damar hastalıklarını riski 40 yaşından sonra 10 kat artıyor. Dolayısıyla, hastalıklar oluşmadan önleyebilmek önem taşıyor. Bu nedenle, kalp hastalıklarına bağlı risklerin hesaplanarak çok daha erken yaşlarda harekete geçmek gerekiyor. 40 yaşından sonra kadın ve erkeklerin kalp hastalıkları açısından ayrıntılı kontrolden geçmesi de erken tanı açısından son derece önem taşıyor. Yüksek kolesterol, diyabet ve hipertansiyon hastası olanlar, ailesinde kalp damar hastalığı öyküsü bulunanlar ve sigara kullanan kişiler kalp hastalıkları açısından riskli grupta yer alıyor. Dr. Şirin Parkan, bu risk faktörlerine sahip olan kişilerin erken önlem almak üzere 20 yaşından itibaren her üç yılda bir düzenli kontrollerini yaptırması gerektiğine dikkat çekiyor. Zamanla kişinin ihtiyaçlarına göre yapılması gereken ek testler hekim tarafından belirleniyor. 40 yaşından sonra ise olası hastalık şüphesi durumunda, eforlu EKG, koroner BT, talyum sintigrafisi ve koroner anjiyografi gibi tanı yöntemlerinden yararlanılıyor.

5.Kolonoskopi ve gaitada gizli kan
Kalın bağırsak kanseri riski 40 yaşından sonra 3 kat, 50 yaşından sonra 10 kat artıyor. Erken evrede yakalandığında büyük ölçüde tedavi etmek mümkün olduğu için tanı ve tarama yöntemlerinden zamanında faydalanmak hayat kurtayor. Bu nedenle 40 yaşından itibaren yılda bir kere gaitada gizli kan ve 50 yaşından itibaren de hastanın bulgularına göre değişecek sıklıklarda kolonoskopi ile takip edilmesi gerekiyor. Kanserin öncü lezyonlarından olan bağırsak poliplerinin erken saptanması halinde riski ortadan kaldırmak mümkün olabiliyor.
6.Akciğer kanserinin erken tanısında akciğer filmi Akciğer hastalıklarında, özellikle de akciğer kanserinin ortaya çıkmasında uzun süre sigara kullanımının riski çok ciddi oranda artırdığı biliniyor. Kullanım miktarı ve süre uzadıkça risk de yükseliyor. Dr. Şirin Parkan, özellikle sigara içen kişilerin 40 yaş sonrası her yıl düzenli kontrollerini yaptırarak akciğer filmi çektirmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Akciğer kanseri, erken evrede herhangi bir belirti vermediği için düzenli kontroller hastalığın erken tanı ve tedavi başarısında son derece değer taşıyor. 30 yıl paket ve üzeri kullanım varsa Düşük Doz Toraks Tomografisi ile tarama öneriliyor.

7.Meme kanseri için mamografi
Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinde yaşlanma en önemli risk faktörleri arasında yer alıyor. Meme kanseri riski 40 yaşından sonra 1,5 kat, 50 yaşından sonra ise 2,5 kat artış gösteriyor. Dr. Şirin Parkan, özellikle son yıllarda bu konuda yaşanan gelişmeler ve erken tanı imkanlarının artması ile birlikte tedavi başarısının da yükseldiğini hatırlatıyor. "Bu nedenle tüm kadınların 40 yaşından itibaren her 1 yılda bir mamografi çektirmesi gerekiyor" diyor. Ailesinde meme kanseri olan kişiler ise, kanser yaşayan aile bireyinin tanı yaşından 10 yıl öncesinde taramalara başlaması gerekiyor.

8.Rahim ağzı kanseri ve pap smear testi
Jinekolojik kanserler açısından ikinci sırada yer alan rahim ağzı kanseri riski özellikle 40-50 yaşları arasında 20'li yaşlara göre 10 kat artıyor. Bu nedenle 40 yaş üstü kadınların her yıl mutlaka jinekolojik değerlendirme ve pap smear testi yaptırmaları gerekiyor. Bu sayede rahim ağzı kanserinin çok erken aşamada yakalanabildiğini söyleyen Dr. Şirin Parkan, "Rahim ağzından sürüntü alınarak yapılan test, cinsel yaşamın başlamasından itibaren her yıl tekrarlanıyor. Eğer beş yıl boyunca üç negatif değer elde edilirse, üç yılda bir olmak üzere tekrar edilmesi gerekiyor" diyor.

9.Osteoporoz için kemik yoğunluğu ölçümü
Yaşla birlikte görülme riski artan hastalıklardan biri de osteoporoz. Kemik dokusunun zamanla bozulması ve kemiklerin zayıflaması sonucu ortaya çıkan osteoporozun en büyük tehlikesi neden olduğu kırıklar. Kemiklerdeki mineral kaybı ne kadar fazla ise kırık riski o denli artıyor. Kadınların kemik kütlesindeki kayıp menopozla birlikte hız kazandığı için osteoporoz riski de artıyor. Bu nedenle tarama amaçlı olarak, kadınlarda menopozun ardından, hem kadınlarda hem de erkeklerde 65 yaşından sonra kemik yoğunluğu ölçümünün yapılması gerekiyor. Hastalık saptanması durumunda ise yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç tedavisiyle gerekli önlemler alınabiliyor. Dr. Şirin Parkan osteoporoz için en iyi ilacın egzersiz olduğunu belirtiyor.

10.Prostat muayenesi
Erkeklerde en sık görülen kanserlerin başında yer alan prostat kanserinde yaşlanma en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Belirtiler ortaya çıkmadan yakalayabilmek için, her erkeğin 50 yaşından itibaren prostat muayenesi olması önem taşıyor. Risk faktörlerine ve erkeğin durumuna göre hekimin önereceği uygun tarama programına devam edilmesi gerekiyor.