Gramofondan pikaba, akordiondan elektro gitara
Plak Albümleri, 45 lik plaklar
45 lik plaklar, kare ebatlı plak kabı zarflar içinde satılırdı. Birikmiş olan plaklar için aynı büyüklükte naylon sayfalardan oluşan plak albümleri vardı, her sayfaya iki tane plak konur, sayfa sayfa çevrilerek aranılan plak bulunurdu.
Plak albümlerinin kutu çanta gibi sayfasız olanları da vardı. Doğum günü veya ev partisine giderken plak albümünü ya koltuğunuz altına alıp, ya da tutacağından tutup giderdiniz.
Plak temizleme fırçaları kadifeydi. Plakların üzerinde ki tozlar, cızırtı yapmasın diye kadife kaplı silgiyle silinirdi. Philips, Dual 1211 gibi markalı pikapların yanında dururlardı.
Plaklarda "Sahibinin Sesi" markası maskotu olan gramofonlu köpek ile simgeleşmişti. Plak satın alınca üzerine vergi olarak tayyare pulu yapıştırılırdı.
TK-23 Grundik teyplerin döner bantları iki saat sürer, plak koy kaldır gerektirmezdi.
İstanbul'un bir yakası 110 volt, diğer yakası 220 volt'tu, elektronik cihazların trafoları 110 volta ayarlıyken, yanlışlıkla 220 volta takılırsa bu nedenle yapılan unutkanlıklarda trafo yanardı.

''Yetişkinler akordion eşliğinde eğlenir, Ça-Ça, Bossa nova, Twist, Tango dinler, dansları yapar, ''Hulohop'' denilen fiber çemberleri vücutlarında çevirmişlerdi.
Gramafon ve taş plaklardan sonra ''TK 23 Grundig'' markalı teypler hayatımıza girdi.
Derken mobilyalı müzik dolapları, tilt salonlarında para atınca çalışan otomatik plak dolapları, otomatik pikaplarda üst üste konup kurulan 45'lik, 33'lük LP'ler geldi ardından. 45 lik plaklar için plak çantaları vardı. Kare şeffaf naylon sayfalardan oluşan her bir albüm sayfasına bir veya iki plak konurdu. Sinemalarda oynayan filmler plakların tanıtımına büyük etkiler de bulunurdu, 1960 yılında Elvis Presley'in G.I. Blues filmi, 1966 yılında Julia Andrews Neşeli Günler ile büyük sükse yapmıştı. Boby Darin'in baş rolde olduğu Came Septembre, George Chakiris'in rol aldığı West Side Story, Omar Serif'li Dr Jivago filimlerini seyredenler plağını da edinirdi. The Beatles grubunun Sergent Paper Albümü rock müziğinin adeta kilometre taşıydı.
Otomatik pikaplar ve 45 lik plaklar
Elvis Presley, Peppino Di Capri, Enrico Macias ilk 45 lik plaklarımızdı. 1960 lar da önceleri yerli bir plağı 14.50 sonra 12.50 kuruşa alırdık amma plağın göbeğine Bachelor boy plağında olduğu gibi 10 kuruşluk bir de tayyare pulu yapıştırırlardı plak almanın vergisiydi. Bir ara her renk plak basılmaya başladı.
Cliff Richard Dynamite'i, yeşil basmışlardı, Adamo'nun "Tombe la neige"i de yeşil renkliydi.
Plak çabuk çizilir, çala çala aşınırdı, elle tutarken plak yüzeyinde yağlı parmak izi kalmaması için kenarlarından tutmaya özen gösterilirdi. Almanya da resimli 45 lik plak modası yayıldı ama bize gelmedi. David Bovie'nin 45'liğinde portresi döner dururdu.
Plağın göbeği kırılmış ise mutlaka daire biçiminde plağı ortalayan adaptör olmalıydı.
Otomatik Pikaplarda 10 adet 45 liği üst üste koyup ortadaki çubuğa geçirdiniz mi bir daha müdahale etmenize gerek olmadan arka arkaya hepsi çalardı. Burada dikkat edilmesi gereken husus, hangi yüzü dinlemek istiyorsanız ona göre yerleştirmenizdi.
Ne var ki ev partilerinde otomatik pikap kimsenin işine gelmezdi tam dans ederken plak bitince kol kalkar yerine gider plakları tutan diğer kol bir plağın döner tablaya düşmesi için harekete geçinceye kadar zaman geçerdi.
Plak dönmeye başlayınca bu defa da üç dört tur amors için döner bu süre boyunca dans edenler müzik başlayana dek boşlukta kalırdı.
Elektro gitarların sesi, 60'lı yılların başında daha doğaldı.
gitar soloları çeşitli tünellerden geçirilip distorsiyon etme henüz icad edilmemişti. Gitaristler ayak pedallarını bilmezdi, vah vah, fuzz box pedalları devreye girmemişti. İlginçtir fabrikasyon gitarlar da yoktu, ilk elektro gitarlar elde yapılırdı ve çok ağırdı, yorardı. Fotoğrafı görünen Fender Strato caster 1959 yılına ait el yapımı ilk Fender'lerden biri. Gül ağacı sapı, çift manyetikli ve vibratolu. Shadows grubunun gitaristi Hank Marvin genellikle Fender marka çift boynuzlu bu tip yaprak gitarıyla enstümantal parçalarda farklı ekol yaratmıştı.

Bateri takımları ince trampetli olup, bir kasnak etrafına hayvan derili gerilmiş, kroser çemberde karşılıklı vidalar sıkılarak gerilirdi. Cam deri çok sonraları rock müziğe girdi.
Birbirine paralel yay gibi sıralanmış kortun cam deride baget darbeleriyle temasında titremesi trampetlere renk kattı.
Davul takımlarından çıkan seslerde mikrofonlarla artırıldı, eko katıldı.
O yıllara kadar akustik gitarla müzik yapanlar bu defa Hofner, Gipson, Framus, Fender marka gitarlara merak salmışlardı.
Üç manyetikli solid veya yaprak tabir edilen çift boynuzlu gitara sahip olan imtiyazlı sayılırdı.
Sınıfını geçen çocuğa Polo marka gitar, Cümbüş marka bateri alınırdı. Herkes grup kurup müzik yapma telaşındaydı.
Kaptırmaca denilen içinden ne geliyorsa çalınan türde Dinecord marka amplilerden çıkan yüksek volümlü seslerle müzik yapmak, gitarın vibratosunu, vah vah, pedalını, fuzz box devrelerini kullanmak sahibine büyük zevk veriyor, çalanı da dinleyenleri de coşturup, adeta kendinden geçiriyordu.


60'lı yıllara daha gelmeden Elvis Presley, The Beatles, Shadows, Ventures, Erol Büyükburç, Özkan Kaymak, Kanat Gür, Erkut Taçkın, Durul Gence, Alpay, Gökçen Kaynatan, Burhan Damcıoğlu'nun grubu Crayz Boys, Tülay German, Vasfi Uçaroğlu ve diğer gruplar, müzisyenler rock'ın ilk sinyalleri vermişti...
Altın Mikrofon yarışması heyecan vericiydi.
Cem Karaca Apaşlar, Mavi ışıklar, Haramiler, Selçuk Rana Alagöz Kardeşler, Siluetler, Durul Gence Beşlisi, Ali Atasagun, Cahit Oben, Fikret Kızılok, Erkin Koray Yeraltı dörtlüsü, Barış Manço, Önder Bali, Ömür Göksel, Özdemir Erdoğan, İlham Gencer, Ersen ve Dadaşlar, Moğollar, Edip Akbayram, Mavi Çocuklar, Ferdi Özbeğen, Yıldırım Gürses, Sis Beşlisi, Kent Yedilisi, TPAO Batman Orkestrası ve daha niceleri gönülleri fethettiler.

Sanatçıların, yeni çıkan plakların, konserlerin, hatta hangi radyoda hangi melodilerin çalacağı program listelerinin takip edildiği, dönemin müzik dergileri Modern Çağ, Diskotek, Hey Dergisi çıkana dek yegane müzik gençlik dergileriydi. Yabancı sözlü melodilerin şarkı sözleri kitapçık halinde yayınlanırdı.
Plakların saltanatını kaset icad edilince kaset çalarlar sarstı. Pratikti ekonomikti, kaydedip, sıkılınca silme imkanı vardı, portatifti, beraber taşınabiliyordu. Plaktan kasete, kasetten kasete, CD'den kasete kayıt yapılırdı ama en çok pilleri doldurup pikniğe, adalara mesire yerlerine gidişlerde omuz üstünde taşınması modaydı.
Kaset çalar denince ilk akla gelen marka, Philips olmuştu.
Öyle ki konserlere giderken yanında Philips teypini götüren konseri canlı bant kaydını yapabiliyordu.
Herkes kaset doldurmaya başlamıştı. Seyyar satıcılar üç tekerlekli arabalarına yükledikleri kasetleri mahalle mahalle gezdirip, pilli, akülü anfilerinden yüksek sesle çalıyorlardı. Kaset öylesine yayıldı ki, halk arasında kaset doldurmayana kız vermiyorlar denilmeye başladı!.

Boş Vakitlerin Eğlenceleri
Yılbaşlarında Salonda At Yarışı oynamak adettendi.
At yarışı kuponları el kadar olup, işportada bile satılırdı.
Kuponun sol tarafında ki satır kutucuklara kazanacağı tahmini yazılır, sayfanın karşı hizasında ise üzeri ilaçla kapatılmış rakamlar olurdu.
Parmağınızı suya batırıp ilaç kaplı yuvarlak kutucuğa sürünce kimyevi madde erir, altında ki numara ortaya çıkardı. Diğer yuvarlak kutucuğu da ıslatınca orada da kazanma yüzdesi belirirdi. Daha önce aynı numarayı yazmış olanlar ortaya konan miktarın yüzdesini kazanmış olurdu. Günümüz Kazı Kazanoyununun daha ilk hali buna diyebiliriz.

Tombala Çinko ve kağıt oyunları
Yeni yılın bir başka oyunu torbadan çekilen numaralar ve kartlarla oynanan tombalaydı.
Karttaki numaraların bir sırasını, çekilen ilk numaralarla dolduran "Çinko" yapmış olur ortaya konan miktarın bir bölümünü hak eder, kartın tamamını kapatan "Tombala" yaparak büyük ikramiyeyi kazanırdı. Yeni yılın neşesi tombala torbası 60'lı yıllarda numaraların yazılı olduğu rakamlar ahşaptı, şimdiki gibi hafif plastik değildi.

Her boş vakitte hacıyatmazla oynamak, fırdöndü çevirmek, kızmabirader, Pişti, Pis Yedili, Poker, Papaz Kaçtı oynamak oyalayıcı, rekabete dayalı, kazanma hırsı, isteği gizli, sevilen meşgalelerdi.
Papaz Kaçtı oyununda destenin içinden sadece bir papaz ayrılır diğer kartlar iştirakçılara dağıtılır ve eşleşen kartlar ortaya atılarak oyun saat yönünde elden ele kart çekilerek devam ederdi. Son papaz kartı kimde tek kalırsa o kaybeden olurdu. Zevkliydi, heyecanlıydı, herkes birbirine papazlı kartı çektirmek, elinden çıkarmak için yüz mimikleri ve soğukkanlı davranışlarla bir tür mim tiyatrosu oynardı.

Gazete kâğıdından kese kâğıdı yapılırdı da, gazete kâğıdını kıvırıp şapka yapan ustalar, boyacılar, güneşten maç boyunca korunanlar olurdu. Kâğıttan şeytan uçurtması yapıp, uçurtmak büyük zevkti. Çok mutlu olunurdu. Bir sayfa kağıt, biraz iplik uçurtma ve kuyruğu için yeterliydi.
Yıllar geçerken el uğraşları da değişti, bir zamanlar Hulla Hop çeviren, Yo Yo ile oynayan gençler yollarda yürürken bile ''lak lak'' denilen ucu ip bağlı tahta topları ellerinde gezdirirlerdi.
Altın diş yaptırmak modaydı, ağzın içinde sapsarı görünen altın kaplama dişlerden kimse rahatsız olmazdı.


Fotoğraf Makinaları, Kameralar, Filmler, Kartlar
6x9 cm fotoğraf çekenler kutu ve körüklü Zeissikon fotoğraf makinalarını Lüpitel, Kodak Retina 1A modeli, Roleiflex, Roleicord, Minolta SRT 101, Asahi Pentax, Canon gibi markalar takip etti.
1970 yılında Nikon taş gibi bir makina çıkarttı ki Nikon F tam da bir savaş muhabiri makinasıydı, akabinde gelen model 1973 yılıydı ki bu defa Nikon F2 ortaya çıktı ve bu model tüm gazetecilerin benimsediği yaygın model oldu.
50 ve 60'lı yıllarda Telemetreli makinelerle önce metre ayarı ölçülür sonra objektif üzerinde yazılı metreye ayar yapılır, netlik bu şekilde sağlanırdı. Bir çok mika makinanın bile değeri vardı, fotoğraf çekileceği zaman makina muhafazadan çıkarılır, çekim sonrası yeniden aman bir şey olmasın diye muhafaza içine konurdu.

Çekilen fotoğraflar siyah-beyaz zeytuni renkli karta basılırdı, kenarları da giyotin makinasında ya düz, ya da arzuya göre dantelli kesilirdi. En çok kullanılan kart markası Forte olup, gri basamakları iyi netice veren İlford tanınmış, Negtor piyasa kart markalarıydı.
Herşeyden önemlisi çekilen fotoğrafın sonucunu beklemek ayrı bir heyecan verirdi, acaba nasıl çıkacaktı, hele 18x24 cm ebatlı karta basma işi ise başlı başına sanattı, ustalıktı, bu nedenle çekmek kadar karanlık oda önem kazanırdı.
Amerikan malı filmlerde ise Kodak, Alman malı Agfa, İtalyan malı Ferrania en tanınmış film markalarıydı. OR WO da vardı, Foma, Fuji de.
Sol tarafta fotoğrafını gördüğünüz Ferrania film kutusunun ise bende bambaşka bir anısı var.
20 Din 80 Asa 120 lik 6x6 siyah beyaz film benim ilk satın aldığım film. Yukarıda sağda görülen Perfekta II marka fotoğraf makinesi ile ilk kareleri çekmiştim.
Ankara Kızılay'da bir dükkandan aldığım filmi 27 Mayıs 1960 ta kullanmıştım.
Şimdi kutuda yazılı olan 10.1965 son kullanma tarihine bakıyorum da ne denir bilmem ki, üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmiş...
Önceleri ampullü flaşlar ve sulu akülü kullanıldı, flaşlar ayrı çantalarda omuza asılır, sarj sırasında akü suyu içindeki toplar sarj bitince dek yükselirdi, bu hal akü dolu anlamına gelirdi.
70'li yıllar sonrasında kuru akülü flaşlar daha hızlı sarj edilerek kullanılırken, pilli flaşlarda da iş yapanlar olmuştu.
Flaş konusunda Mets, Vivitar ilk akla gelen isimlerdendi. En büyük sorun flaşın kameraya monte edildiği kızaktan koşuşturma sırasında kırılması veya temasının kesilmesiydi.
8 mm'lik film makinaları çok modaydı, az kişide bulunurdu, film bulmak zor olurdu ama çok havalıydı.
''Alaminüt''
Fotoğrafçılar sokaklarda ''Alaminüt'' denilen fotoğraflar için 3 bacaklı sehpalar kullanılır, körüklü makinalarla çektikleri vesikalıkları küçücük çekmecelerde, ilaçlı şişelerden döktükleri banyolarda yıkayıp tab ederlerdi.
Hızla gelişip ilerleyen teknoloji sayesinde filmin banyodan çıkışını beklemeden görmek isteyenler için poloroid denilen makinalar devreye girdiğinde çekilen fotoğraf, kameradan çıktıktan hemen sonra iki üç sallamayla doğal hava ortamında çekilen fotoğraf görünür olurdu.
Bu işlemin sektöre dönmesi çok kolay oldu, eline poloroid bir kamera alan anıtların, meydanların, manzaralı yerlerin önünde fotoğraf çektirmek isteyenlere hizmet vermeye başladılar.
Piyasaya bir biri ardına verilen pratik, çekimi kolay ve hatasız kılan, ekonomik fiyatlı, takması kolay kaset filmli paket kameralar sayesinde artık herkes görünür net fotoğraf çekebilir hale geldi.


Hesap Makinaları
Hesap Makineleri Ofislerde, devlet dairelerinde hesap makinaları en çok kullanılan, en güvenilir ofis malzemeleriydi. Toplanacak rakkamlar bir daha bir daha toplanır sağlam sonuçlara ulaşılırdı.
Ciddiyetti, liste doğru yazılmışsa hata payı sıfırdı, Facit hesap makinaları rakipsizdi.
Hesap makinalar geliştikçe gelişti, çok haneli, bol sıfırlı rakkamları toplayanlar tercih edilmeye başladı, az haneli hesap makinaları çöpe gitti. Bakkal usulü elle toplamayı kimse yapmaz oldu, beyinler tembelleşti. Ofis malzemeleri hesap makinaları, daktilolar gibi faks cihazları teksir makinaları da barındırıyordu. İspirto kokulu teksir kağıtlarıyla yazıları çoğaltmada, üniversite notlarını paylaşmada büyük önem arzediyordu.

Slide rule (Sürgülü Cetvel)
Türkiye'de mimar cetfeli olarak tanınan mekanik çubuk aslında analog bir bilgisayar türü olup 1957-1959 yıllarında kullanılmaya başlamıştı. Türkiye'de pek bulunmasa da yurt dışına seyahate gidenlere sipariş verilir, sahip olanların hesap yapmakta çok kullandıkları bir cetveldi. Kontrol yaparken hız kazandıran bu logaritmik cetvel, toplama, çıkartma dışında matematikle ilgili her şeyi yaparken, logaritmik olduğu için sıfırları ve virgülleri kullananın tahminen kafadan koyması icap ederdi.
Üniversite talebelerinin çok işine yarardı, normal boy ve cepte taşınabilen küçük boyda çeşitleri vardı.

Teksir makinaları bir dönemin, sekreterlerin vazgeçilmeziydi, steno bilmek de meziyetti, ayrıcalıktı.

Daktilolar ofislerin, Devlet Dairesi, mahkeme salonlarının en fazla kullanılan araçlarıydı.
Daktilo makarası, daktilo silgisi, daktilo tamiri, iyi basmayan harflerin yenilenmesi gibi bir sürü problem yaşanırdı.
Daktilo şeritlerini siyah ve iki renk yazabilen siyah kırmızı aynı bantta olan tipleri vardı.
Yazarken hata yapılırsa ince daire daktilo silgisiyle silinir, silinen yere aynı harfin doğrusu adamakıllı iki kez daha basılırdı.
Olivetti, Continental, Royal, Remington gibi markalar ünlüydü.

Telefon ve Telefon Rehberleri
Telefon hattı almak için aylar öncesinden sıraya girilir, belki bir, iki, üç yıl bile beklenirdi.
Telefonlar siyah ve sabitti, lükstü.
Şehirler arası aranacaksa PTT'ye telefon edilir numara yazdırılırdı saatlerce beklenirdi.

Telefon rehberleri PTT İşletmesi genel Müdürlüğü tarafından hazırlanıp senede bir çıkar ama pir çıkardı. Telefon hattı sahiplerine verilen ve yanlılmıyorsam posta dağıtım görevlileri tarafından sahiplerine ulaştırılan tuğla kadar ağır olan rehberlerin bir tanesi mesleki iş telefonlarını, diğeri ev telefonlarını kapsardı. Sarı saman kağıt sayfalı bu iki cilt rehber evlerde telefon makinesinin altında durur, bir yere telefon edilecekse numara alfabetik dizilmiş sayfalarda aranmaya başlanırdı.
Telefon ilk defa aranıyorsa “Telefonunuzu rehberden buldum” diye söze girilirdi.
Telefon rehberinde ev telefonunuzun yer almasını istemez iseniz önceden uyarıda bulunmak için müdürlüğe dilekçe verirdiniz.
Telefon rehberlerinin sayfaları öyle artar olmuştu ki rehberlerin sayfaları arttıkça arttı, sonuçta İstanbul 1, 2, 3, 4, 5 gibi bölgelere ayrılmıştı.
Klasik rehberlerin de hazırlanma, basım, dağıtım işlemi için PTT tarafından ITT görevlendirdi, rehberler isim değiştirip 1980 lere doğru adı Altın Rehber adını almıştı.
Bir evde rehber yoksa veya rehber çıktığı halde henüz edinilmemişse eksiklik sayılırdı.
İlk sayfalarda Altın Rehberi nasıl kullanacaksınız, Kısaltmalar, İçindekiler, Yabancı Dil İndeks, Telefon Kod Numaraları gibi içerik belirtilirdi. Rehbere ilan vermek sahibine avantaj sağlardı.
Yeni rehber çıkışı gazetelere, radyolara haber olurdu.
Telefon kulübesi her yerde yoktu, kulübe bulununca bu defa jeton bulmak sorun olurdu ya da ahizesi çalınmış hatta kırılmış, bozuk, içinden mikrofonu alınmış bile olabilirdi. Tam konuşmaya başladığınızda kulübenin dışında konuşmanızı bekleyenler, sabırsızca görüşmeyi beklerlerdi.
Umumi telefonun bozuk telefon makinaları jetonu yutar konuşturmaz, sinir sisteminizi alt üst ederdi. Telefon etmek için bakkala, manava, emlakçıya, kırtasiyeciye, kuruyemişciye, kasaba gidilir, kumbaralı telefona metal bir liralık konur, süreli konuşma sağlanırdı.
Konuşmalar etrafta kim bulunuyorsa duyulur, çoğu zaman süre yetmez, hat kesilir bir kez daha kumbaraya para atılırdı. Hat hemen düşmez, defalarca aranan numara çevrilirdi, hatta hat düşşün diye son numarayı çevirdikten hemen sonra tutulur, kısa bir süre öylece parmak numara deliğinde beklenirdi.

1980'lere doğru gelindiğinde telefonun önemi daha da artmış, arayıpta bulamamalara karşı devreye telefonlara bağlı minik kaset bantlı kayıt cihazları, tele sekreterler çıkmıştı.
İlk başlarda arayan şahısın karşısına telefonda banta önceden kayıtlı ses otomatik olarak çıkınca, arayan sahış sanki plak stüdyosunda kayda girmiş şarkıcı gibi ses tonuna dikkat ederek mesajını bırakırdı.
Bazıları ise heyecanlanır, tekrar arar, her defasında sesimi niye bırakayım diye kendince makul bir cevap bulur, bir kelime bile etmeden konuşmadan telefonu kapatırdı..!

Para Kasaları.
Para kasaları kovboy filmlerinde görülenler gibi oldukça ağır, kahverengi veya siyah renklerde olup yüksekçe heybetli görünüşteydiler.
80'li yıllara dek yaygın kullanıldı.
NCR markalı para kasaları dükkan, otel, bar, lokanta, restoranın kapıya yakın yerlerinde durur, satın alınanın fiyatı tuşlara başarak yazılıp, yan tarafta ki kol saat yönünde bir defa çevrilince para çekmecesi yaylı şekilde ok gibi dışarı fırlardı.
Metal kasa çekmecesinde sarsılan metal bozuk paralar bu açılış esnasında kasanın açılış komutuna ilave olarak muazzam bir gürültü kopardı.
Kumbaralarda biriktirilen iri madeni paraların bile satın alma gücü vardı!.


Elke Sommer, Raquel Welch, Gina Lolobrigida, Anetta Vadim, Anita Edhage.
Lena Von Martens, Twigy, Pascale Roberts, Daliah Lawıe, Cladudia Cardinale.
Jacquilene Jones, Karin Baal, Mylene Demongeot,
Elke Sommer, Ann Margreth, Gina lolobrigida
Chris Tompson, Olinka Berova, Gül Erksan, Gina Lolobrigida, Brigitte Bardot.
Churchill, İstanbul Galata Köprüsü, Dolmabahçe Kapağı, Cemal Gürsel, Adnan Menderes Celal Bayar kapak konusuydu.
Charlotte May, Haya Hararert, Suna Kan, Anamaria Cabalzar, Olinka Berova.
Sophia Loren, Pascale Petit, Michele Morgan, Cladudia Cardinale,
France Anglade, Requel Welch, Taina Beryll, Marissa Mell, Jayne Mansfield
Filiz Akın, Brigitte Bardot,
Brigitte Bardot, haftalık Hayat dergileri arasında en çok kapak kızı olan film aktristi olmuştu.

Yelpaze veya haftalık aile dergisi Hayat, Ses mecmualarının aboneleri çoktu. Yeşilçam konularının, sanatçı röportajların ağır bastığı artist dergisi Pazar dergisini daha ziyade gençler tarafından alınır, yerli yabancı magazin haberleri bu dergilerden takip edilirdi.
Haftalık Hayat dergisi her eve girer, adeta Alman Stern dergisi gibi muamele görürdü, hatta Hayat mecmuğalarını her yıl sonunda ciltletenler bile olurdu. Bilhassa ortada iki sayfa basılan ünlü ressamlara ait olan tablo resimleri, posterler merakla beklenir, dergi okunduktan sonra atılsa bile orta sayfa koleksiyon gibi biriktirilir, çerçeveletilip tablo niyetine duvarlara da asılırdı.
Şevket Rado'nun yayınladığı Hayat dergisinde dünya röportajları, Türkiye'nin tatil bölgeleri, önemli olaylar, siyasi haberler, mahkemeler, hikayeler, suikaslere varıncaya kadar halkın ilgisini çekecek konular yer alırdı.

Ses Mecmuası kapak konuları The Beatles, Linda Veras, Sophia Loren, Sylva Koscina, Barbara Nelli fotoğrafları ile ile oluşmuştu.

Hayat mecmuası piyasaya iyice yerleştikten sonra bu defa 1960'lı yılların henüz başında 125 kuruş fiyatla "Ses" dergisi yayın hayatına başladı. Ses, magazin konularına Hayat dergisinden daha geniş yer veriyordu. Hitap kitlesi gençliğe yönelikti, sinama artistleri ile özel röportajlar, yeni filmlerin tanıtımları, tiyatro haberleri, foto roman sayfaları, kısa haberler, yıldız falı ve müzik sayfaları derginin ana temasıydı. Mizahi kulvarda Akbaba vardı.
Berberlerde traş için beklerken sehba üzerinde aylardır durmaktan sayfa köşeleri içine kıvrılmış vaziyette siyasi mizah gazetesi Akbaba, mutlaka bir kez daha elden geçirilir, bazı müşteriler berbere "yaa her gelişimizde hep aynı dergi şunun yeni sayısını al artık" diye takılırlardı.
Perşembe günleri çıkan, önceleri 50 Kuruş, 1960'larda 100 Kuruş fiyatlı dergide, son derece manalı, güçlü politik, estetik karikatürler, hikayeler, anılar, çizgi romanlar, az sayıda reklam olurdu.



PAZAR Dergisi, (PAZAR GAZETESİ) Yeşilçam artistler4inin boy gösterdiği büyük boy fotoğraflarının yer aldığı Türkiyenin tek erkek dergisiydi. Hemen hemen her hafta Özcan Tekgül, Melek Görgün, Feri Cansel, Figen Han, Arzu Okay, Mine Mutlu, Seher Şeniz fotoğraflarına, posterlerine rastlardınız.
Dergide poz poz fotoğrafları çıkan zaten kısa sürede ya ünlü olurdu, ünlüyse filmi iyi gişe yapardı.
Elif Pektaş, Yeşim Yükselen, Oya Peri, Zerrin Egeliler, Dilber Ay, Ceyda Karahan, Gülgün Erdem, gibi daha bir çok yıldız, erotik pozlarıyla derginin sayfalarında yer alırlardı.

Maçlarda erotik artist fotoğraflarıyla, magazin haberleriyle dolu Pazar Dergisi okunur, sonra da betona yayıp üzerine oturulur, hava güneşliyse sayfalarından kıvırıp şapka yapan da olurdu.
PAZAR 1971 de 100 Kuruş, sonraları 250 Kuruş ve Beş TL fiyatla satılırdı.


Gazeteler ve ekleri
Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Akşam, Günaydın, Güneş, Bulvar, Sabah, Cumhuriyet en çok satılan gazetelerdi, yıllarca değişmeyen sabit okuyucu kitlesine sahiptiler.
Gazeteler kadar günlük veya haftalık ekler de önemliydi, Hürriyet Kelebek, Günaydın Saklanbaç, Tercüman İnci ekiyle kadın okuyucuyu tarafında tutmayı başarmış gazetelerdi, bilhassa fotoroman yayınları, magazin dünyasından haberler yemek tarifleri, pratik bilgilerin takipcisi çoktu.

Bir bir kapanan dergiler, yerlerini müptelası olunan cep foto romanlarına bıraktı.
1970'lerin ilk yıllarında seks Ansiklopedisi Eros yayın hayatına girdi. Büyüklere sorulamayan cinsel durumlar bu dergiden bilimsel yolla öğrenilmeye çalışıldı.
1960'lı yılların başında Haftalık Siyasi içerikli dergiler arasında AKİS en tanınmışlardan biriydi. Baş yazarlığını ve Müessese Müdürlüğünü Metin Toker'in yaptığı dergi, Bir lira fiyatla satılırdı. Ön ve arka kapak renkli diğer sayfalar siyah beyaz fotoğraflı basılırdı. Yurtta olup bitenler konulu derginin günümüzün dergilerine göre en farklı yanlarından birisi de sayfalar birbirine tabaka halinde basılıp katlanarak formalandığı için, dergi önce kitap açacağı ile sayfalar üstten, yandan açılır sayfa zımba yerinden dönecek hale getirilird. Günlük gazetelerin ekleri ile haftalık olarak çıkan televizyon dergileri merakla beklenen, seyredilecek programlar hakkında yayın gününden önce haberdar olmak isteyenlerin alıp biriktirdişkleri dergilerdi.

Türkiye'de Playboy, Penthaus, Lui, Playman gibi erotik dergiler yoktu, daha doğrusu erkeklere yönelik dergi eksikliği duyuluyordu. Kamil Sükün 70'li yılların ortasında ilk erkek dergisi Adam'ı çıkarttı.
Derginin kağıt kalitesi yabancı dergiler kadar mükemmel olmasa da hazırlanışı bakımından hiç bir fedakarlıktan kaçınılmıyordu. Seçilen modeller arasında ya Playboy'dan önce Adam dergisine ya da Adam dergisine poz verdikten sonra Playboy'da boy gösterenler olmuştu. Kamil Şükun tarafından çekilen fotoğraflar için yabancı çekim asistanı eşliğinde çalışılır, saç, makyaj, giysi seçimi, mekan konusunda yine sahasında uzman yabancılar görev alırdı. Markalı kostümlerle yapılan özel çekimler, ayın yıldızları ile sergilenen sayfalar ses getirirdi.
Derginin satış fiyatı 10 TL idi ve 1975, 1976 gibi yıllarda bu maliyetle bunları yapabilmek zordu, masraflıydı. Dergiler 9-10-13 derken birbirini takip etti.
Killing foto romanı ve büyük boy poster veren "SON" Gazetesi alınabilir fiyatıyla tezgahları kapladı.
Parfüm kokulu gazeteler bile basıldı.
Önce ABC sonra 1980 lere gelindiğinde 100 TL fiyatlı "Modern Gazete" çıktıysa da ömrü uzun soluklu olmadı. Temalı dergilerin sayısı, çeşidi arttıkça gazetelerin tadı tuzu kaçtı, spor, magazin, sanat konularını takip edenler bu dergilere yöneldi, gazete tirajlarında 80'li yıllardan başlamak üzere 90'lı yıllara gelindiğinde büyük azalmalar başladı, Pay kuponu, Kar pulu gibi isimler taşıyan kuponları biriktirmek suretiyle ve çekilişlere promosyon ürünleri vererek gazete satışları sabit tutulma gayretine girildi. Kimi kızının ceyizine koymak üzere sıralara girip mutfak ürünlerini topladı, kimisi otomobil, TV, daire sahibi olma hayalleri için gazete satın aldı.

Gazete Promosyonlarında kuponla verilmeyen yoktu
Hürriyet, Milliyet, Günaydın, Tercüman gibi en çok satılan gazeteler başta olmak üzere otuz kupon biriktirme karşılığı okuyucuya önerilen, verilen armağanlar arasında neler yoktu ki.
Yedi Austın otomobil, Renault, 1.6 üç adet Ford otomobil, Ford minibüs, BMW marka otomobiller, 7 Doğan, 77 adet 124 Murat Otomobil, özel şoförlü otomobil,
4 Anadol oto, tır, 77 Mobylette motor, 7 adet Ford traktör, TV ler, dayalı döşeli apartman daireleri, çatal bıçak takımı, tencere, tava, tabak takımı, 77 kol saati, 7777 adet Yılbaşı çekilişi Milli piyango bileti şansı, kira çeki ödeme bedeli, Yaz tatili, 45 okuyucuya ezan ve kuran okuyan saat, cebinizdeki paraların seri numarasına göre ödül, Temel Brıtannıca, Büyük Larousse sözlük ansiklopedisi verildi.
Bunlardan kimi 30 kupon getiren herkese çekilişsiz kurasız, kimi armağanların sahipleri eğlenceli organizasyonlarda ünlü sanatçıların çektiği kura sonucu belirlendi.
Gazeteler kupon biriktirmek için alınır olmuştu, satın alınan gazetede ilk iş kuponu kesmek olurdu.

Radyolar ve Yayınlar
Değişime uğrayan o kadar çok şey vardı ki mesela pamuk şilteli yaylı karyolada yatılır, lambalı dev radyolar dinlenirdi.
Philips, Siera, AGA veya Condor markalı, lambalı radyolarda dinlenen Radyo Tiyatrosu "Arkası yarın" anonsları "Efekt Korkmaz Çakar... Oynayanlar..." diye başlardı. Akşamları Arap Bacılı "Uğurlugiller Ailesi", "Orhan Boran ve Yuki","Doğru mu Yanlış mı" yarışma programları Sezen Cumhur Önal'ın, Aykut Sporel'in, Engin Arman'ın seçtiği hitlerle oluşan müzik yayınları sevilen programlardı.
Reklam kuşağında onar dakikalık reklam programları vardı ortasında ya melodi çalar ya sohbet olurdu.
Eşref Şefik ile yapılan balık konulu sohbetler. Kumda yatıp tek gözüyle bakan balık var mı dır diye mektup yazıp soranlara Eşref Şefik tarafından verilen cevapla da ilginç olmuştu "Valla kum da yatan balık olur ama tek gözüyle mi bakar çift gözüyle mi onu bilemem" demişti. Mikrofonun yanında yırtıp açtığı okur mektuplarının radyoda zarfın açılışını duyardınız.
Zeki Müren'in katıldığı bir sürekli programda şoförlere "Kulağınız bende, gözünüz yolda olsun" der, bir de güzel parçasını söylerdi. "HO ho ho Hoover, süpürür döver" reklam sloganıydı, bir de "Bak Bak Yüksek Kaldırımda" sloganıyla taksitli ev eşyaları satan dükkân vardı. Job tras bıçakları "Oooo Job mu kullanıyorsun, ya sen", reklamı çok sık duyulurdu.
İstanbul, Ankara, İzmir radyolarından başka İstanbul İl Radyosu, Polis Radyosu da dinlenirdi. Siz bakmayınız koskocaman görünüşlü lambalı radyoların büyüklüğüne, kasa hoparlör kutusu gibi kullanılırdı kasanın yarıdan fazlası boştu fakat sesin kalitesi hoştu. Sadece radyoların değil tabii lambalı amliler, her türlü ses yükselticiler transtöre benzemezdi, lambalı amplilerden çıkan sesi dinlemeye alışanlar için transsistör sinek vızıltısı gibi gelirdi, sesin derinliği lambalı amplilerde daha doyurucu ve tatminkardı.

Lambalıdan Transtörlüye
Lambalı radyolardan sonra transtörlü radyolar yaygınlaştı, ebatlar biraz daha küçüldü, özellikle Grundig, Siera gibi markalar piyasada başı çekiyor, salonlarda en kıymetli mobilya gibi üzerlerine konan dantelli iğne işi örtülerle baş köşelerde yer alıyordu.
Radyo satın alınırken önce sesine bakılırdı, güçlü mü, net mi diye.
Radyo dinlemek öylesine bir bağımlılıktı ki, radyo yayınlarından uzak kalmamak için transtörlü radyolar küçülüp çebe kadar girmişti.
İş yerinde, yolda, otobüste, piknikte, maçta, nöbette hemen hemen her yerde küçük radyolar cepte taşınır, dinlenir olmuştu.
Maça gidenler bir kulaklarında radyo maçı öyle izlerler, gidemeyenler radyodan maç nakillerini cep radyolarından dinlerler, gol olunca birden bağırırlardı, yolda skoru soranlara anında söylerlerdi.
Öyle el radyoları vardı ki sigara paketinden bile küçüktü, düğmelere parmaklar zor yetişir, hatta radyoyu nereden açacağınızı, nereden istasyon arayacağınızı bilemezdiniz, bunlar içinde el yaygın olanı kırmızı renkliydi.
Adalara pikniğe giden gençlerin beraberlerinde omuzda taşıdıkları radyolarla kasetlerinden günün sevilen parçalarını çalarak vapurdan inişleri, dans ederek gidişleri, piknikte radyo dinleyişleri görülmeye değerdi.
Bazı radyolar kaset çalarlı olunca büyük ilgi gördü, hemen hemen her evde portatif setler yer aldı. Bunlar arasında radyo, kaset çalar, pikaplı üçü bir arada olan, hoparlörleri ayrılabilen modeller büyük ilgi gördü.

Radyolar gibi oyuncakların da büyük bölümü pille çalışırdı. İlk pil markası Bereç, sonra Kivi, Pilma Tudor, Varta markaları piyasayı kapmıştı.
4.5 voltluk yassı pillerin ebatları el kadar büyüktü, sonraları daha küçük akü şeklinde olanları kullanılmaya başladı. Pillerin dolu mu, boş mu olduğu iki ucun dile değdirilmesi ile kontrol edilirdi.
Pil doluysa iki ucu dile değdirince dilde limon yemiş gibi ekşimsi lezzette, küçük bir karıncalanma olurdu!


Televizyonlar ve TV Yayınları
60'lı yıllarda vitrinlerine televizyon koyan dükkanlar büyük kalabalıklar toplardı... Halk, mağaza önünde ses duymasa da sadece görüntü için saatlerce durur muazzam kalabalıklar oluşurdu.
1968 yılında Süleyman Demirel dönemi TV yayınları programlı olarak başlayınca evin en çok kullanılan en kıymetli eşyası televizyon oldu.
TV ile yatıp TV ile kalkılan dönemlerde ilk önceleri 38 ekran sonraları 56 ekran TV ler hızla yayıldı, ne var ki 61 ekran TV ler 2000'li yılların dev plazma ekranları kadar itibar görür olmuştu. 61 ekran TV her evde yoktu, aile TV'sine gözü gibi bakar, tüplü siyah beyaz gösterimli TV'nin ekranını korumak, biraz da suni renklendirmek için mikadan yapılmış ön panel takardı, bir de altında kendine özel televizyon sehbası ve regülatör varsa bu set büyük lükstü.
Televizyon alıcıları Siyah, Beyaz olup voltaj düşüklüğüne karşı TV sehpası altında yer alan regülatörle çalışırdı, eğer şehir ceryanını sabit tutan regülatör, yoksa ekranda karlanma, karıncalanma, resim kayması olurdu!.. Net yayın alabilmek için sık sık çatıya çıkıp, anten ayarı yapılırdı. TV sehbalarının aksesuarları elişi oyalı süslü TV örtüleriydi.


Önceleri İTÜ Fecri Ebcioğlunun sunduğu yarım günlük deneme yayınları yapardı.
68 yılından itibaren başlayan TV merakına paralel olarak diziler kendilerine seyirci bulmaya başladı.
Bunlar arasında ilk kukla film olan Pilli Bebek küçükler kadar büyüklerin de beğenisini kazanmıştı.
1968 sonrası TRT'nin tek kanallı önceleri siyah beyaz dönemi başta olmak üzere Komiser Columbo, Mr. Spack’lı Uzay Yolu, Aşk Gemisi, Samentha’lı Tatlı Cadı, Kunta Kinte’li Kökler, Vakıf, Martı Adası, Kartallar Yüksek Uçar, Mc Millan ve Karısı, Mavi Ay, Kaygısızlar, Avukat Petroçelli, Zengin ve Yoksul, Alf, Baretta, Benny Hill Show, Altın Kızlar, Tatlı Sert, Webster, Yalan Rüzgarı, Benny Hill Show, Kara Şimşek, Bay Meraklı, Köle İsaura, Görevimiz Tehlike, Smith ve Jones, Flipper, Evli ve Çocuklu, Sahil Güvenlik, Tehlike Çemberi, Kunk Fu, Kaptan Onedın, Pembe Panter, Magnum, Muppet Show, Profesyoneller, A Takımı, Kötü adam karakterli Falconotti, Dr. Kimble Kaçak, Küçük Ev, Aşağıdakiler Yukarıdakiler, Emret Başkanım, Charlie’nin Melekleri, Beyaz Gölge, Kaygısızlar, San Francisco Sokakları, Bonanza, Şahin Tepesi, Flamingo Yolu ve Ceyar’lı Dallas dizileri yayın saatlerinde tüm izleyicileri ekran başına toplar olmuştu.


Belgeleller arasında İpek Yolu gelmiş geçmiş en mükemmel belgesel olmuştu. Bir program daha vardı ki günüğmüzle mukayese edildiğinde gerçekten geç saatte yayınlanan erotik kuşağında üstsüz kalana dek soyunan kadınlar puan kazanırlardı. Sonraları kapanışa yakın yayınlanan Aerobik gösterilerini de izlemeden yatmayan müdavimler oluşmuştu.


Pazar günleri yayınlanan gündüz kuşağı eğlence programları, izleyenleri ekran başına toplamaya yeterdi. Yapımcı, yayıncı, başarılı sunucu Güneş Tecelli, Cenk Koray, Enis Fosforoğlu gibi televizyon yapımcıları eşsizdiler. Yerli dizilerden Minik kuş, Kırpık, Edi ve Büdü, Kurbağa Kermit ve Kurabiye Canavarı gibi karakterleri ile Susam Sokağı, Ana, Bizimkiler, Uzaylı Zekiye, Perihan Abla müptelası olunan dizilerdi.

Yılların Eskimeyen Film Yıldızları
Elke Sonmer, Sante Baker, Kim Novak, Raquel Welch, Ursula Andres, Brigitte Bardot, Jane Fonda, Mirell Dark, Alain Delon, Jean Paul Belmondo, Steav Mc Quenn, Yul Brayner, Charles Branson, Omar Serif, Dean Martin, Frank Sinatra, Lorell Hardy, Antony Quenn, Luis De Funes filmleri büyük zevkle seyredilirdi.



Çizgi Roman Kahramanları
Dedektif Mayk Hammer romanları çok satılırdı. Romanın en karakteristik lafı otomobilin hızlı gittiğini anlatmak için kullanılan “gazı kökledim” lafı idi.
Sonra gelen Tommiks, Teksas, Tom Braks, Ranger, Pekosbill, Kinova, Red Kit, Ten Ten, Zagor, Binbir Surat, Cisko Kitt, Teks, Swing, Kızıl Maske gibi çizgi roman kahramanları haftalık yayınlardı, aynı zamanda başucu kitaplarıydı.


Çıkış günü sabırsızlıkla beklenir, yeni sayı geldi mi diye elli kere gazete bayisine gidip sorulurdu. Okunmuş sayıları arkadaşlarla değiştirmek, evin önüne tezgah açıp ikinci el satmak çocukların harçlıklarına katkıda bulunmak için yaptıklarıydı.



Bir başka sevilen, biriktirilen dergi ise Doğan Kardeş di.
Hürriyet, Milliyet ve Turhan Selçuk'un eseri Abdülcambaz çizgi romanlı Cumhuriyet gibi günlük gazetelerde, çizgi roman kahramanlarının maceralarını takip etmek büyük keyifti.
Fatoş, Basri, köpekleri Fifi, Bizimkiler adlı romanın dilenci kılıklı Pırtık, Hüdaverdi, Ton Tonlar, Gün Görmüşler ailesi, Maruf Bey, Allahlık Ali Bey, Abdülcambaz, All Cap çizgileriyle Hoş Memo, Bedri çizgileriyle Cici Can, Johnny Hazard, Zehir Hafiye, Gökler Hâkimi Gordon, Temel Reis, Miki Mouse, Taş Devri sevilen çizgi roman kahramanlarıydı.



Bu çizgi roman kahramanlarının bulunduğu gazete dergi sayfalarında ki resimlerin üzerine mum sürüp bir başka kâğıda transfer etmek büyük zevkti. Çizgi roman kahramanlarını Killingler, izledi.
Bunlar okunurken ''Zambo'', ''Golden'', "Mabel" çikletleri çiğnenir, içinden çıkan artist resimleri biriktirilirdi.
Eski gazeteler ise okunduktan sonra, bu defa kesekağıdı olarak tekrar dönerdi yaşamımıza.



O zamanki konuşma tarzı da çok farklıydı. Cümleler genellikle Üstad, Muhterem, Azizim, Miğrim, Binaenaley, bilakis, bahusus, hususiyetle, hususi, memnuniyetle, tamamiyle, lakin, mamafi, muayyen, mütemadiyen, sittin sene gibi kelimelerle başlardı. Gel de iki lakırdı edelim, latife ediyorsun, bu ızdırap çekilmez gibi cümlelerle devam ederdi...

Yine o yıllarda evin hanımı, evin küçük çocuğunu şayet komşuya ziyarete gidecekse öğleden önce gönderir, "Bir maniniz yoksa Annem size gelmek istiyor" diye haber yollatırdı. Ev sahibi hanım da "Buyursun İnşallah" cevabıyla mutfağa dalar tuzlu şekerli ev kurabiyeleri, revaniler, kekler yapardı...
Vakit yoksa bakkaldan açık satılan sade veya kaymaklı "Arı", "Ülker", "Haylayf" marka bisküvilerden alınırdı. Çayın yanında bisküvit ikramı pek bir makbuldü.


Teksas'da Çelik Bilek, profesör, Rodi, Tom Miks'den Tom, sevgilisi Suzi, atı Napolyon, Tom'un arkadaşları Doktor, Konyakçı, Suzi'nin Babası, Kulver Kalesi komutanı Albay, Yalnız Kovboy Red Kit ve atı Dül Dül, başta Averal olmak üzere Daltonlar, bir başka kahramanımız Ten Ten, arkadaşları Kaptan, profesör Oktilus ve Ten Ten'in köpeği Fındık günlük hayatımıza girmiş tanıdıklardı.





Günlük gazetelerde zevkle takip edilen çizgi roman Bizimkiler ve Hüdaverdi, Gün Görmüşler, Fatoş+Basri, Allahlık Ali Bey, Maruf Bey, Hoş Memo, Cici Can gazetenin dizi gibi takip edilen çizgi romanlarıydı.
Bunların yanı sıra bir de dergilerde gördülen, ısrarla takip edilen cizgi roman kahramanları, kukla kahramanlar, masal kahramanları vardı ki bu hayal ürünü kahramanların gördüğü büyük ilgi üzerine ünlü sanatçıların rol aldığı dizi filmleri bile çekilmişti.

Wald Disney dünyasının Mikey Mause, Donald Duck, Gufi, Tom ve Jeery'nin sonu gelmeyen maceraları, Şirinler, Arı Maya, Süperman, Snoopy, Afacan Dennis, Temel Reis, Safinas, Gargamel, Örümcek Adam, Taş Devri, Jetgiller, Garfield, Ninja Kaplumbağalar, Ayı Yogi, Sevimli Hayalet Casper, Şeker Kız Candy, Heidi, He Man, peter Pan ve daha niceleri kitapları biriktirilen adeta arkadaşlarımızdan sayılacak hale gelmişlerdi.

İnternational Youth Service
1950 sonrası doğanlar 60'lı yıllara gelince arkadaş edinmek uğruna çeşitli yollara baş vurmaya başladılar. İnternetin, çöpçatanlık yapan kuruluşların olmadığı yıllarda kız veya erkek arkadaş edinmek hayli zordu.
Delikanlılar için en kolay yol kız okullarının kapılarında okul dağılışlarını beklemek, okul arkadaşları arasında seçim yapmaktan, yaz aylarında plaj, yazlık sinema ya da mahallede oynanan sokak oyunlarından geçiyordu. 60’lı yılların ikinci yarısından sonra merkezi Finlandiya’da olan uluslar arası bir şirket Dünyanın her yerinden gençleri birbirleriyle buluşturmaya başladı.
Bu firma İnternational Youth Service adıyla mektuplaşma için adres temin ediyordu. Özelliklerini, ilgi alanlarını, mektuplaşmak istediği arkadaşın milletini, lisanını yazıp İYS’e gönderiyordu.
Türkiye’den yurt dışına para göndermek zor, hatta imkansız olduğu için PTT’den 3,5 TL karşılığı Dünyanın her yerinde paraya çevrilebilen beynelmilel cevap kuponu satın alınıyor, her adres için istenen sayıda bu kuponlar zarfın içine konuyordu.
Yaklaşık bir hafta sonra İYS aynı zevklere sahip arkadaşların adresleri evinize gönderiliyor ve mektuplaşmaya başlıyordunuz. Türkiye’de Yılbaşlarında kolilerden hediye paketlerinden kısa bir süre vergi alınmaz turistik terlik, plak, gibi küçük hediyeler mektup gibi PTT’den gönderilebilirdi.
Diğer zamanlar kartpostallar, pullar, resimli zarflar, ünlülerin resimleri ve de kokulu mektuplar, anı fotoğrafları gider gelirdi. O yıllarda birçok genç bu mektuplaşma sayesinde ellerinden sözlüğü düşürmez olmuş, lisanlarını ilerletmişlerdi.

Moda'da Devrim
Naylon gömleklerin yedek yakaları ve yakaların içinde ayrıca satılan "balina" isimli plastik şeritler konur, ucu kıvrılan yakalar bu şekilde düz durması sağlanırdı. Dik yakalı gömleklere ip kravat veya börek gibi geniş düğümlü peçete gibi geniş kravatlar bağlanır, kol manşetlerine kol düğmesi takılırdı. Kravat iğnesi de önemliydi.

Gümüş Künyeler, Romatizma Bilezikleri
60'lı yıllarda bileklere 900 ayar bakla gibi iri taneli gümüş zincir künyeler modaydı, Kapalıçarşı'da künyelere kalın kabartma harflerle isim yazdırılırdı.
70'li yıllarda ise iki ucu toplu gümüş romatizma bileziği takmak moda olmuştu.
Romatizma bileziklerinin kalp atışlarını düzenlediği yaygın inanış yerleşmişti, bu nedenle köy kahvesinde oturanların genç, yaşlı erkeklerin bileklerinde veya her meslek çalışanında bile bu tür bilezikleri görebilirdiniz.
Yüzüklerde ise şövalya yüzüğü başta olmak üzere taşlı veya figürlü yüzükler birden fazla parmakta kullanılır olmuştu.
Saat Kayışları
Erkeklerin sıkça değiştirdikleri ihtiyaçlarından veya aksesuarlardan birisi de saat kayışlarıydı.
Çoğu zaman bilekler terledikçe deri saat kayışları da nemlenir, kurur, çatlar, yıpranır saate bağlanma yerleri olan direklerden kopacak noktaya gelince saat kayışı değiştirilirdi. Kayış değişince saat yeni alınmış gibi olurdu.
Deri kayışlar 1967 yılndan sonra yeni bir rakiple karşılaştılar, bunlar metal, akordion lastikli bilezik gibi olanlar veya Tissot markasında olduğu gibi metalik delikli dayanıklı ve şık görünüşlü olanlardı.

Kaşe palto, imperteks, trençkot, pardesü, parka, kaban, montgomer üste giyilir, altına duble paça pantolon yaptırılırdı. Ceketlerde gri balıksırtı desen, pantolonlarda terilen kumaş çok kullanılırdı.
Oturmaktan arkası parlayan, veya rengi solan, eskiyen pantalonlar sökülür kumaş ters yüz yapılarak yeniden dikilirdi, bu işleme terziler tornistan derlerdi!
Kot Jean ütü istemediği için çabuk yaygınlaşmış bir pantolon türü olmuştu, 1968 kuşağı gençleri hemen hatırlayacaktır, jean pantalonların ütü yeri belli olsun diye anneler pantalonun önlü arkalı, yukarıdan aşağıya kadar dikiş atardı.
Saçlar uzun tutulmaya başlamış, favori modelleri gelişmişti. Uzun olanların yanı sıra geniş favoriler, gençlere Elvis Presley gibi bir görünüm kazandırıyordu.
Saçlar uzun olsa bile sakal traşı olan gençler çoğunluktaydı, traş sonrası en ünlü marka olan okyanus esintisi kokulu Old Spice after shave sürülürdü.

Ayakkabı olarak konçları lastikli yarım bot olan Beatles modeli, bağcıklı lord tipi ayakkabılar, altı yüksek sabo, topuklu çizme türleri gençliğin ilk tercihiydi. Ayakkabının burnuna ve topuğuna aşınmayı önlemek için demir çaktırma alışkanlığından 60'lı yılların başından itibaren yavaş yavaş vazgeçilmeye başlanmıştı.
Aşınan tabanları yenilemek için uygulanan gizli pençe veya yarım pençe tamirleri ise kösele deri ayakkabıların, postalların yerini lastik spor ayakkabıların almasıyla kayboldu. Seyyar sokak boyacıları da yok denecek kadar azaldı, spor ayakkabılar boya gerektirmeden aylarca kullanılmaya başladı.

Ayakkabılar, Ayakkabı Boyaları, Ayakkabı Kalıpları
Beyefendiler işten eve döndüklerinde ayakkabılarını ayaktan çıkarınca hemen içlerine kalıpları koyarlar bu şekilde köselenin kalıpta düzgün formda giyilene dek kalmalarını sağlarlardı.
Ayakkabı kalıplarının Ermeni ustalar tarafından yapılmış olanları daha bir makbul sayılırdı. Kunduracılarda da çeşitli kalıplar bulunur, ayakkabının ayağa vuran yeri genişlesin diye birkaç gün bu kalıplarda bekletilirdi. Takım elbise, ceket, kravat altına kösele ayakkabıdan başka ayakkabı giyilmezdi.
Ayakkabı boyası da önem taşır, gıcır gıcır rugan gibi parlayacak halde boya cila yapılırdı.
Seyyar boyacılar vardı da bazıları apartman girişine oturur evlerden verilen birçok çift ayakkabıyı boyar topluca iade ederlerdi. Kunduracılar bayram arifesinde evlerden gönderilen ayakkabıları boyarlardı.
Bir de evlerde kendi ayakkabısını kendi boyayanların boyacı seti vardı. Bir kutu boya, bir kutu cila alınır, ayakkabı boya yapılır, fırçalanırdı. Nudes ve Kivi boya cila birlikte veya ayrı ayrı olup ithal malı en iyi boyalardı, alt kutu yanında ki kelebek, kapağı pratik açmayı sağlardı.
Yine de lostra salonlarında boyananlar gibi olmazdı. Deriye alkol döküp kısa süreyakmak, kirler yanıp deri gerildikten sonra üzerine Badem yağı sürüp, kadife ile okşamak ayrı ayakkabıya parlaklık verirdi.
Ne olduysa oldu 1960'lı yıllar sonrası hanımlarda apartman topuk modası başladı, ünlü ünsüz herkesi sardı. Altı mantar malzemeli hafif, yüksek ayakkabılarla boylar bir karış uzun görünmeye başladı.

Espadriller
Yaz gelince giyilen ve "Tokyo" denilen parmak arası sandaletler yeni çıkmıştı veya espadril denilen bez ayakkabılar giyilir, kısa süre sonra ıslanan, arkasına basılan, espadriller terlik muamelesi görmeye başlardı.
Kadın Erkek topuklu, topuksuz Espadiller uniseks bir tür terliksi ayakkabıydı. Rahatlığı, hafifliği, esnekliği, fiyatı, cazip renkleri, yıkanabilirliği, her elbise ile giyilebilir spor oluşu, kullanıcıya büyük avantajlar sağlıyordu.
İp tabanlı esparadillerin kadınlar için olan modellerinden topuklu olanları da çok tutulmuştu, topuklu modellerin burnu açık olanları yarım numara büyük ayaklı olanları bile mutlu ediyor, kuşaklı olanlar, ayak bileğine bantla bağlananlar yaz için çarşı, pazar alışverişlerinde, çay bahçesi, yürüyüş, plajda, kamp alanlarında kadınlara çok büyük kolaylıklar sağlıyordu.

Şemsiyelerin tutma yerleri bambu kamış desenli olur, katlanmaz baston gibi kullanılırdı.
Erkek saç tıraşlarında Amerikan askerlerinin saç kesim modeli benimsenmişti. Çocuklar üç numara ya da alaburus model kestirilirdi.
Kol düğmesi, kravat iğnesi, geniş papyon kravat veya muska böreği gibi bağlanmış geniş kravat, lastikli pantolon askısı, iri tokalı, palaska misali enli, geniş kemer ve geniş pantolon köprülü, İspanyol paça pantolonlar, parka, kaban, postal, tel çerçeve yuvarlak gözlük hızla yaygınlaştı.
Terziler ısmarlama pantolon için ölçü alırken müşteriye paça ve kemer köprüsünün kaç santim olacağını da sorardı. Ceketler dört düğme olurdu. Metal düğmeler sarı sarı parıltılıydı.
Poplin kumaş alıp evde dikilen gömlekler, dikiş yerlerinden atmasın, sökülmesin diye gömlekçiye götürülüp overlok dikiş attırılırdı.
Kadınların bilhassa tayyör, döpiyes giymiş hanımefendilerin çantalarında mutlak bulunanlardan birisiydi yelpaze.
Klimalı ne otobüs, ne kuaför vardı, 1950'li hatta 60'lı yıllarda da hava sıcaktı bir şekilde vapurda, otobüste koltuğuna oturan kadının ilk işi koluna taktığı çantayı açıp yelpazeyi çıkararak serinlemeye çalışmaktı, yelpazeler ya motifli, çiçek desenli ya resimliydi, dikkat çekerdi, daha yelpaze daha açılırken nasıl bir resim çıkacağı merak uyandırırdı, tam anlamak için sallanan yelpazenin bir aralık durması beklenirdi.
Tabi ki boyun ve kulak memesi altına sürülmüş bir iki damla parfüm yelpazenin etkisiyle etrafa yayılırdı.
Yelpaze en çok perma ve permanet yaptıran kadınların saçının sıcak makinesi içinde kaldığında serinleticiydi.
Çeşitleri ise alabildiğine çoktu, fildişinden olanları bile vardı, uzakdoğu desenli olanlar, dantelli, püsküllü resimli olanlar boy boy önemli aksesuarlar olarak şapkalı kadınların vazgecilmezi olarak butiklerde satılı, yurt dışına gidenlere sipariş edilirdi.


Naylon Kadın Çorapları
50'li yıllarda kadınlar pantalon giymezdi, etekli kadınların ise çorap kaçıkları başlı başına problem, masraf kapısıydı.
Kadın çoraplarının arkası topuktan yukarı doğru uzanan çizgiliydi.
Çorap giyilirken bu çizginin bacağı ortalayacak şekilde düzgün durmasına özen gösterilirdi.
Vog Bali çorapta ilk akla gelen markaydı, Öğretmen, Nermin, Nelson, Parizyen, Zet, Müjde markaların bazıları günümüze dek gelirken çorabın kaçması (iplik atması) en üzücü durumdu.
Bazen yeni alınmış çorap ilk giyişte kaçar, kaçık yerin daha fazla büyümemesi için oje ile yapıştırma yoluna gidilirdi.
Kaçık çorapla dolaşmak dikkat çeker, ayıp sayılırdı, tedbirli hanımlar bu nedenle çantalarda yedek çorap bulundururlardı.
Dikişli, dikişsiz, klotlu, klotsuz, jartiyerli jartiyersiz, file çorap çeşitleriydi, siyah ve ten rengi ilk başta gelirdi.
Çorap arkasında yukardan topuğa inen çizgi varsa giyerken düzgün görünmesine büyük önem verilirdi, genç ve bakımlılar jartiyer, yaşlı kadınlar, nineler çorap lastiğini kullanılırdıÇorap aketleri üzerinde dikişsiz kaçmaz, Amerikan nylon ipliği, Dupont nylon ipliği ile imal edilmiş gibi ibareler bulunurdu.


Parfümler Kremler, Pudralar, Ojeler, rujlar.
Hanımlar pompalı parfüm şişelerine sevdikleri kokuları, esansları doldurur, sprey olarak kullanırlardı.
Makyaj aynalarının önünde mutlaka pompalı parfüm şişeleri konulur, kullanım sırasında lastik balon bir kaç kez sıkılarak şişe içinde ki parfüm veya kolonya atomizer hal alarak ten üzerine sıkılırdı.
Gizli Çiçek, Altın Damla kolonyaları, levanta, gül parfüm kokuları, Chanel No 5 çok moda kokulardı.

Pudralar, Tokalon, Hawiland, Pertev, Nivea marka kremler, allıklar makyaj malzemelerinin vazgeçilmezleriydi.
Kirpiklerin göz kapağı üzerinde yukarı doğru kıvrık durması çok makbuldü. Bu yüzden hanımlar yukarı kıvırmaya yarayan kirpik makaslarını özenle tekrar tekrar kullanırlardı.
Ojeler sadece kırmızı renkliydi, başka renk bilinmezdi, Cutex en tanınmış markaydı.
Rujla ojenin aynı renk olmasına dikkat edilirdi. Dudakları ya da parmakları kapıya sıkıştırıp, morarmış gibi görünen siyah oje, ruj hiç yoktu.
Kolonyalar
Hanımların vazgeçilmezlerinden olan kolonyalar evlerde çok kullanılırdı, özellikle ev ziyaretlerinde gelen misafirlere kolonya ikramı yapılır, hava sıcaksa bu bir kaç kez tekrarlanır ferahlık sağlanırdı.
Açık Kolonyalar genellikle eczanelerde ve bakkallarda satılır, bitmiş kolonya şişenizi götürdüğünüz zaman istediğiniz çeşitten istediğiniz kadar en ekonomik fiyatla doldurtabilirdiniz. Çeşitler arasında limon başta gelmekle beraber, zambak, leylak, çam aranan kolonya türleriydi. Kolonyayı şişeye dolduran kişi önce pompa yardımıyla ana kavanozun üst kısmında tüp şeklinde ki ölçekli hazneye kolonyayı doldurur, sonra bu miktar şişeye ince borudan nakledilirdi.
Kolonyalar arasında limon, levanta, çam kokuluların yanı sıra erkeklerin kullandığı bir de tütün kolonyası ünlüydü. Düzce Servet Tütün kolonyası en çok kullanılanlardan biriydi. Tütün kolonyasının aroması öylesine yoğun ve kalıcıydı ki tütün kolonyası sürmüş bir erkek, bulunduğu yeri sanki çok sigara içilmiş gibi yapardı.
Kolonyaların şişe kapağı kapatılmadan önce kokusu kaçmaması ve kapaktan kolonya sızmaması için şişe deliğine girecek kadar minik bir plastik tıpayı şişe ile kapak arasına sığacak şekilde sokardı.
Bu yerinden çıkarılması ilk zamanlar zahmetli olan tıpanın herkese göre farklı isimleri vardı Mustafacık diyen bile olurdu.
Kadınların sıkça kullandığı bir de makyaj temizlemek için pamuk yardımıyla yüze gülsuyu vardı.
Türkiye'de bilhassa İstanbul'da gelmiş geçmiş en ünlü kadın parfümü şöhretine sahip tek marka Charlie idi. Bu koku 80'li yıllar öncesinde çok kısa zamanda öyle bir yayılmıştı ki neredeyse Charlie marka kokusu olmayan kadın yok gibiydi, kalıcı olması tercih sebebiydi, Eminönü'n de tezgahlar kurulmuş, Tahtakale sokakları, sadece Charlie satanlarla dolmuştu, bu kadar çok satılan kokunun da taklidi yapılmakta geç kalınmadı.


Daha fazla eski reklam sayfası için lütfen tıklayınız.

Kadınlar saçlarını lastikli bigudilere, sıcak ondüleye sarar, penslerle tutturup kuruyana, daha doğrusu şekil alana dek bir süre bekletirlerdi, kuaförlerde bu işlem perma olarak uygulanırdı, sonraları afro modası yangınlaştı, Türk filmlerinde sıkça görüldüğü üzere saçlar kabarık şekilde kıvır kıvır yapıldı.
Genç kızlar saçlarını örmeye meraklıydılar, modeller arasında en çok at kuyruğu veya yandan iki saç örgü yapılırdı, en pratik model ise topuzdu.
1950 li yıllarda bir çok ev hanımı saçlarını kendisi yapar bu iş için metal saç kıvırma maşası kullanırdı. Bu maşayı sıcak suda tutmak, ısıtmak, sonrada bukleli olması gereken saçı etrafına sarıp şekil almasını beklemek yeterliydi. İlkeldi, basitti ama işe yarardı.

Yine aynı yıllarda kadınların kaşları, kirpikleri daha gürdü. Özellikle gür kirpikler için kirpik maşası kullanılır, kirpikler maşa yardımıyla yukarı doğru kıvrılırdı. Günümüzde de aynı maşalar aynı amaç için kullanılıyor.

Kadınlarda manto, kürk hep vardı, mini etek çıkınca kısacık eteklerin üzerine, topuklara kadar uzanan maksi pardüsö giyildi. Pilili etekler moda olunca piliciler iyi iş yapmışlardı.
Terziye diktirilen elbiselerde kumaşa göre düğme bulunamamış ise, düğmeler ve kemer tokası düğmeciye götürülür, elbisenin kumaşından kaplatılırdı.

Hanımlar demişken büyük tutkuları 60'lı yıllardan itibaren takip ettikleri patronlu moda mecmualarıydı.


Burda Moda Mecmuası
Konfeksiyon gelişmemişti, her bedene göre elbise bulmak zordu, terziler ısmarlama elbise dikerler, fiyatlı olduğu kadar sıraya girmek, provalar için gidip gelmeler gerekirdi.
Bütün bu zahmetlere katlanmak istemeyen hanımların ise en büyük merakı Alman moda mecmuası BURDA idi. Aylık dergi sabırsızlıkla beklenir, bu ay hangi modeller verilmişse içinden en beğenilen, bedene uygun olanlar derginin içinde verilen patron ekinden kalıpları çıkarılır.
Patron ekinden kalıp çıkartmak için yarı saydam kâğıtlar, pelür kâğıtlar kullanılır, büyük dikkatle kalıp numaralı çizgiler, patron çıkarmada kullanılan dişli bir tekerlek, çizgi üzerinde yürütülerek kalıp izi takip edilir, sonrada çıkarılan kalıp örneği kâğıt makasla kesilirdi.
Elde edilen kalıp sonra kumaşın üzerine konarak kesilir dikişe hazır hale getirilirdi. Terziler gibi, hanımların da iğne batmasın diye kullandıkları yüksük, parmaklarından çıkmazdı.
Tayyörler, döpiyesler, etekler, ceketler resme bakılarak dikilir, giyilip kabul günlerinde diğer misafir hanımlara biraz da hava atılırdı.
Çok beğenilen modellerin hangi sayıda yayınlandığını öğrenen hanımlar, bayilerden "Geçen ayın Burda’sı var mı" diye sormadan edemezlerdi.
Burda’da sadece elbise değil, çok güzel dekarasyon malzemeleri ile döşenmiş köşeler, kazak modelleri, kenar süsleri de sunulur, bu modeller kadınların aklını başından alır, TV’nin olmadığı yıllarda yatana dek kazaklar, hırkalar, kaşkoller, etekler, tunikler, elbiseler, çoraplar, bereler, başlıklar bile yünle örülürdü.

Burda moda mecmuası 1966-76 yılları arasında büyük ebat, sonrasında daha küçük ebat yayınlanmaya başlamıştı.
Terziye diktirilen elbiseler için defalarca provaya gidilir, teyellenen elbise daha sonra terzi tarafından cansız manken üzerinde de denenerek dikilirdi.
Terzi sabunları üç parmakla tutulacak kadar küçük ve ince olurdu, görevi sadece kumaş makasla kesilecek ise önce kesim yerleri bu sabunla bir santim işaretlenir teyel veya dikiş sonrası iz bırakmadan silinirdi.
Mukavva kalınlığında ki sabunun ucu kalınlaştıkça makasın keskin tarafıyla inceltilirdi, taş sabun da denilirdi. Genellikle bir yüzünde "Cavai Sans Rivale Ariş İstanbul" yazısı vardı.


Ev hanımlarının üstü kumaş kaplı resimli el yapımı mutlaka bir dikiş kutusu olur, içinde iğnedenlikten makasa, yüksükten çeşitli renklerde tahta makaralara sarılı iplikler, masuralar, ibrişimler, dantel ipliği kuka, yumaklar yer alırdı.
İpliklerde Arslan, Arıcıoğlu, halis ipek Karıncalı Ören Bayan gibi markalar vardı fakat birinci isim Sümerbank olanıydı, özellikle ayaklı dikiş makinalarında iplik kopması can sıkardı. Gözlüğü takıp ipliğin ucunu yeniden bulup çeşitli deliklerden geçirip dikişe devam etmek zahmetli ve zaman kaybına neden olduğu için illa ki kolay kopmayan, yıkanınca renk atmayan iplikler kulanmaya özen gösterilirdi.
İğneler ve iğnedenlikler
Dünyada iğneleri yapan tek ülke Çin'di hanımlar bu iğnelerden alır, tüm göz nuru işlemelerinde kullanırdı. Göz aşinalığı bulunan klasik paket ortadan ikiye ayrılan hasır sepet resimli karton iğnelikti. İki yaprak arasında çeşitli boylarda iğnelerden birini alıp sabırla minicik deliğinden ipliği geçirmek başlı başına hünerdi. Sepet ambalajı içinde büyük iğneler ve dikiş makineleri iğnelerinde kullanmak üzere ipliği iğneden geçirmeye yardımcı olacak bir de aparat bulunurdu da bu aparat, minik iğnelere kullanılamazdı. Genellikle Şehir hatları vapurlarında seyahat ederken birden "ağabeylerim, ablalarım bu gördüğünüz paket içinde" diye başlayan söylemlerle satıcılar, yolcuları bir bir dolaşır, satışlarına "her eve lazım, yolda, evde, seyahatte" diye satış sloganlarına devam ederlerdi. Satın alınan iğneler dikiş kutusuna koyulur kullanılan iğneler için yürek biçiminde yapılmış küçücük bir yastık iğnedenlikte saklanırdı.


Dikiş Makinaları
Genç kızların çeyizlerinde, ev hanımlarının baş köşelerinde kollu veya ayaklı dikiş makinaları vardı. Başta Singer, Zetina, Nauman, Minerva markaları olmak üzere bu makinalarda tekstil gelişmediği için elbiseler, ailenin evin tüm dikiş işleri, çoçukların patiska donlarına kadar dikilirdi. İş bitince makinenin tozu alınır, yağlanır bir daha ki dikişe dek kutusuna konur, ayaklıysa makina kısmı gövdesinden tutularak kendi dolabı içine katlanarak yerleştirilirdi.

Toz Kumaş Boyaları
Bazen de eldeki kumaşlar değerlendirilir, başka renklere boyamak gerekirdi.
1950’li yıllarda çok kullanılan Viktoria marka kâğıt zarf içinde bakkalda bile satılan toz boyalar vardı.
İstediğiniz renkten alır, kaynatma suyuna katar, iyice karıştırıp, erittikten sonra ağarmış fanilaları veya rengini beğenmediğiniz kumaşları önce iyice ıslatıp kaynatma kazanına atardınız.
Bir süre boyalı suda karıştırılarak kumaş kaynatılır, sonra suyunu süzer asardınız çamaşır ipine. Renk istediğiniz gibi olmamışsa bir daha kaynatır başka renk toz boyalar ilave ederek ideal rengi bulabilirdiniz. Kumaşların yanı sıra rengini beğenmediğiniz yünleri de boyayabilirdiniz.
İyi hoştu da boya kumaşa tam manasıyla nüfuz etmezdi, gerektiğinde yıkarken tek başına yıkamalıydınız zira her yıkayışta boya salar, biraz renginden kaybeder, yanında yıkananların rengini de kendi rengiyle etkilerdi.


EĞLENCE DÜNYASI
İstanbul'da Mithatpaşa bir de Şeref Stadı vardı. Sürekli maç oynanan yegane statlardı.
Maçlar Ankara'da 19 Mayıs Stadında, İzmir'de Alsancak Stadında oynanırdı.
Stat zeminleri topraktı, çim dayanmaz, yağmur yağınca avuç içi gibi olur, çamur deryasına dönerdi.
İstanbul'da üç büyüklerden başka Vefa, Karagümrük, Feriköy, İstanbulspor, Ankara'da PTT, Hacettepe, Demirspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği, izmir'de Altınordu, İzmirspor, Göztepe, Karşıyaka, Altay birinci lig takımıydı. Çumartesi, Pazar haricinde Çarşamba günleri de maç oynanırdı.

Profesyonel lig maçlarından önce mahalli liglerin maçları seyredilirdi
.
Fenerbahçe antremanları Mithatpaşa stadında seyircinin tribüne bedava alındığı hafta içi yapardı.
Mithatpaşa Stadının ışıklandırma pilonları olmadığı için gece maçı oynanamazdı.
Naklen maç anlatan spikerler futbolcuların soyadlarını söylemezlerdi. Can, Can'dı, Lefter, Lefter'di.
Bir takımda mesela Bursa Sporda üç tane Sedat varsa onları Sedat I, Sedat II, Sedat III veya büyük küçük vasıfları kullanılarak olarak tanımlarlardı.

Sinemalar ve Lunapark
Sinemalar Filimler Yazlık Sinemalar, Panayırlar, Lunaparklar, Bayramlarda ortaya çıkan seyyar atlıkarınca, gondollu salıncaklar. Bayramlaşma bayramlık elbiseler giyilerek önce ev halkıyla yapılır, sonra komşulara kısa ev ziyaretlere geçilirdi.
Ziyaretlerde nane, muz çeşitleri başta olmak üzere likör ve çikolata ikramıyla başlar, el öpmeler sonucu çocuklara içinde kâğıt para olan bez mendiller verilirdi. Toplanan harçlıkların harcandığı yerlerin başında bayramlıklarla ata binmek, mahalleye gelen bayram eğlencelerine katılmak sinemalara, lunaparklara gitmek olurdu.
Lunapark denince Türkiyede en büyüğü olan İzmir Fuarında fuar süresince en canlı günlerini yaşayan luna park olurdu.
İstanbul'un luna parklarının başında Aksaray, günümüzde Kasımpaşa Stadı'nın bulunduğu eski luna park alanı ve sonraları yani Aksaray luna parkı kapanınca Dolmabahçe Küçük Çiftlik Parkı'nda kurulan lunaparklar ve Ankara, İzmir, İstanbul gibi kentlere yazın gelen sirkler olurdu.

Yaz akşamlarının en büyük eğlencesi açık hava sinemalarıydı. Arsaya kurulu, tahta iskemleli yazlık sinemalarda bu rahatsız sandalyelere oturur, paraya kıyanlar kiralık yastıklardan alır, film boyunca rahat ederdi.
Film izleyenlerin büyük bölümü, film boyunca çekirdek yiyerek kabuklarını yere atar, film arasında gazoz içer, filmde Türk bayrağı, Türk polisi görünce hep beraber çoşkuyla alkışlardı.
Haftanın derbisi hızlandırılmış şekilde kısa bir süre gösterilirse maçı görmüş gibi heyecanlanıp mutlu olunurdu.
Lunaparklarda, Dönme dolap, Komik aynalar, Çarpışan arabalar, Kokart (Karting) yarışları, Halka atmak, Tüfekle atış yapmak, at, kuğu, araba, uçak gibi oyuncaklı Atlıkarıncalara binmek, Prensesin eteğinde dönmek, Gondola oturup bir yukarı bir aşağı sallanmak, Uçan koltuklarla uçarcasına dönmek, Korku tünelinden, geçmek en büyük ve doyum olmaz eğlencelerdi.


Unutulmaz Filmler Klasikler
West Side Story (Batı Yakasının Hikâyesi) Türkiye’de en fazla süre vizyonda kalan flimdi.
İstanbul Beyoğlu Emek sinemasında 26 hafta dolu salona oynamıştı.
Unutulmayan filmler arasında Dr Jivago, Love Story, Good Bad Ugly (İyi Kötü Çirkin), For a Few Dolars (Bir avuç dolar için), Blow Up (Cinayeti Gördüm), Rüzgâr Gibi Geçti, Cherbourg Şemsiyeleri, Yedi Kardeşe Yedi Gelin, Neşeli Günler, Kelebek, Bazıları Sıcak Sever, The WHO grubu'nun Tommy opereti, Jacqueline Bisset'in yer aldığı The Deep, Casinoroyal, Esaretin Bedeli, Alkadras Kuşçusu, Dustin Hofman'ın baş rolünü oynadığı Küçük Dev Adam, Peter Seller'ın Party, Anthony Quinn, Virna Lisi ile Kasabanın Sırrı, Casinoroyal, Köpekler, Sınıf, Çıldırtan Melodiler, Neşeli Günler, Borsalino, Baba, Zorba, Grease, Casablanca, Goldfinger, Rusya'dan Sevgilerle, Live And At Day, Herbie, Kelebek, Hair, To Sir With Love belki de I Hard Days Night filimlerini izledik, zamanın hafızalarda iz bırakan tanınmış filmleriydi. Franco Franchi, Cıccıo Ingrassia, Fransız komedi aktörü jandarma serisi ile büyük ün yapan Louis De Funes filmleri sinemalarda birbiri arkasına gösterilir, bu karakterlere, mimiklerine, yaptıklarına çok gülünürdü. Sırf bu yüzden aynı filme defalarca gidenler olurdu.



Unutulmaz filmler arasında bir de Beyoğlu Emek sinemasında gösterime giren Sarah Miles'in rol aldığı İrlandalı Kız filmi var ki streophonic yapımlı gösterim Türkiye'de ilkti, salonun yan duvarlarından ses gelirdi.
Tüm sinema biletlerinde film bitene kadar bilet saklanacak diye uyarı bulunurdu.
Zira yer gösterene para ödememek için boş koltuğa yerleşen çok olurdu onları film başladıktan sonra yanlış oturduğu koltuktan kaldırmak yine yer gösterenlerin işiydi.
Sadece yabancı film oynatan Yeni Melek sinemasında ilk kez bir Türk filmi olan ve Hülya Koçyiğit’in başrolde oynadığı Susuz Yaz filmi gösterime girmişti. İstanbul’da Yeni Melek, Atlas, Emek, Rüya, Alkazar, Saray, Yeni Ar, Lale, Lüks, Elhamra, Fitaş, Dünya Osmanbey tarafında Şan, İnci, Kent, Site, As, Konak, Kadıköy Yakasında Atlantik, Sinema 63, Reks, Opera, Süreyya en çok gidilen tanınmış sinemalardan bazılarıydı. Sinemalarda satılan Alaska, Koko, Frigo buz için antrakt dört gözle beklenirdi. Satın alınan frigo yol hizasından koltuk sırasının sonuna elden ele uzatılırdı.

Sinema koltukları
aSinema salonu koltukları azami yerden kazanmak için dar yapılmış, oturma yerleri geriye katlanma kabiliyetine sahip, müstakil değil hepsi birbirine bağlı tek sıra halindeydi, yanınızda ki geriye doğru yaslanırsa sizin koltuk da esnerdi...
Eğer yanınıza gelen kişi iki kolunu birden kolluklara yerleştirirse size kol koyacak yer kalmazdı.
Sinema salonunun loş ışıkları içinde veya film başadıktan hemen sonra salona karanlıkta girmiş iseniz, yer gösteren görevli elinizden aldığı bilet numarasını sizden beş altı adım önce koltuğunuza gelip şöyle uzaktan artistik bir hareketle elinde ki elfeneriyle yerinizi gösterir, koltuk numarası yazan biletciği iade ederken bahşişini kapar usulca giderdi.
Sizin koltuğa biri gelip oturmuş ise kalkması, tartışması bir süre ayakta kalmanıza neden olurdu.
Genellikle koltuklar bordo veya kahverengi bazen kestane rengi vinileks kaplı olup, yerine sabitti yine de gıcırtı yapardı.
Ayak ayak üstüne atınca ayak koyacak yer olmadığı için koltuğunuzu arkasına değen olurdu. Antrakta sigara içmeye gitmek için montunuzu veya kabanınızı katlayıp katlanan koltuğun üzerine bırakırsanız koltuğun katlanan yeri kendi kendine katlanır, geldiğinizde montunuzu yerde bulabilirdiniz.
Her sinemada yoktu ama localar müstakil sandalyelerden oluşurdu, rahattı, özeldi, gözlerden uzaktı!.


Diskolar, Clubler
Hydromel, Hamti Tamti, Babadilla, Clup 33, Juliyannas, Top Pop, Tifanny, Stüdyo 54 dansçı gençlerle Çarşamba matine ve hafta sonu dolup taşardı. Klup 12, Viski a Gogo, Kervansaray, Parizyen, Şanjalize, Rejine, Altın Kapı, Beyaz Saray, Gar Gazinosu, Pera Palas, Sevillanes, Doğanay, Batanay, Doğanay, Ruje Nuar, Hilton Hotel, Galata Kulesi, Maksim, Taksim Belediye, Taşlık Gazinosu, Orient House, Lido, Anadolu Kulübü, Büyük Kulüp en çok gidilen eğlence mekânlarıydı.
Parizyen, tek striptiz yapılan kluptü, show yapanlar yabancı kızlardı. Tek Türk kız Seher Şeniz idi, yastıkla yaptığı show konuşulurdu.
Beyaz, yeşil, kırmızı, mavi neon ampullerle sanatçıların isimleri yazılırdı, en iri harflerle beyaz neon as solist için kullanılırdı.
Elmadağ, kulüplerin yoğun merkeziydi Altın Kapı gibi bazı klüplerde üyelere anahtar verme modası başlamıştı.
Boğaz restoran, gazino, tavernalarıyla eğlence mekanlarıyla doluydu, Bebek Belediye, Bebek Park, Bebek Gazinosu, Büyük Trabya Hoteli, Canlı Balık Urcan, Palet, Köşem Bistro, Avcı, Karaca, Mandra, Sturdast gibi gece kulüplerinin müdavimleri vardı.















Sinema ve Tiyatronun Ünlüleri ve Sahneler

Eğlence dünyasının en ünlü isimleri Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Nesrin Sipahi, Sevim Tuna, Sevim Tanyürek, Nigar Uluerer, Gönül Yazar, Emel Sayın, Toto Karaca, Mücap Ofluoğlu, Nejat Uygur, Nisa Serezli, Tolga Aşkıner'di.
1970 ler de Bebek'de Gasgonyalı Toma, 1976 -77 yıllarında Yenikapı sahil gazinolarının birinde Adnan Pekak, gibi ünlü isimler sahne alırdı.
Taksim Belediye, Bebek Belediye, Yenikapı Çakıl, Gar Gazinosu, Aksaray Lunapark, Çakıl Müzikholü, Taksim Maksim Gazinosu, Sarıyer Urcan, Playboy Clup, Galatasaray Sanjelize, Elmadağ Parizyen klâs mekânlardı. Her gazinonun fotoğraf servisi olup yemeğin mutlu anlarını fotoğraflayan elemanlar üzerinde altı haneli gazino numarasının bulunduğu fotoğraf kartları ile çekilen fotoğrafları konuklar masadan kalkmadan takdim ederlerdi. Bunlar arasında özellikle Boğaz'ın balık lokantaları, taverna ve bistoroları en çok iş yapan mekanlardı.

1950 sonrası yıllarda sahne sanatçılarına seyircinin, sanatçının da sanatçıya derin saygısı vardı.
Gazinoda solist, sahnedeyken servis kesilir, çatal bıçak sesi çıkmaz, icra edilen performans seyredilirdi.
Fotoğraflarda görüldüğü gibi, dönemin dev sanatçısı Zeki Müren, Ali Poyrazoğlu, Ayla Algan, İsmet Ay gibi sanatçıların sahnelediği bir tiyatro gösterisini izliyor, mütevazilik örneği verircesine herkes otururken ekibi ayakta alkışlıyor, kulise girip tek tek tebrik ediyor, hepsiyle beraber fotoğraf çektirip, hal hatır soruyor.


Dönemin Sanatçıları Film Yıldızları
Özcan Tekgül, Melek Görgün, Figen Han, Arzu Okay, Feri Cansel, Mine Mutlu, Elif Pektaş, Yeşim Yükselen, Romalı Perihan, Pakize Suda, Sevda Ferdağ, Seher Şeniz, Leyla Sayar, Aysel Tanju, İnci Birol, Gülgün Erdem, Piraye Uzun, Oya Peri, Suzan Avcı, Zerrin Egeliler, Ceyda Karahan, Mine Soley, Bayan Bacak Serpil Örümcer, Bayan Popo Sevtap Parman, İmamın Karısı olarak ünlenen Sevtap Çetinkale dergilerin sayfalarında birbirinden nefes kesici pozlarla yer alırlardı. Verdikleri erotik pozların, fotoğrafların, haberlerin yayınlandığı dergiler satın alınır, sayfalar kesilir, duvarlara, dolap içlerine kadar asılırdı.
Başrol oyuncuları, karakter oyuncuları, jönler unutulmazlar yıldızlar olarak tarihe geçtiler.

En Sık Gidilen Yerler
Ambarlı'da Mahmut Baler’in restoran oteli, Bakırköy’de Ömür Yoğurtları, K. Çekmece’de Beyti, Yeşilyurt’ta Hasır Restoran, Çınar Oteli Pastanesi, İstanbulluların önemli uğrak yerleriydi.
Beyoğlu Emek Sineması Sokağı Bab Kafeterya, Beyoğlu Parmakkapı Atlantik Büfe, Beyoğlu Saray Muhallebicisi, Beyoğlu Bacanak Birahanesi, Pam Pam, Çiçek Pasajı, İnci Pastanesi, Tilla Pastanesi, Yeni Melek Sineması sokağı Pasifik Büfe, Galatasaray İngiliz Konsolosluğu karşısı Levent Büfe, Taksim Kristal Büfe, Taksim Gezisi karşısı Marmaris Büfe, Elmadağ Swiss Pab, Divan Pab, Büyükada Dil Burnu, Yörük Ali Plajı, Değirmen Plajı, Florya Güneş Plajı en çok gidilen yerlerdi.
Maçka'da ki Taşlık Çay Bahçesi ve gazinosunun müdavimleri çoktu.
Mücap Ofluoğlu ve Nejat Uygur, Nisa Serezli gibi sanatcıların tiyatrolarında sahneye konulan oyunlara tekrar tekrar gidilirdi.
Başta Hilton Oteli olmak üzere, Park Otel, Pera Palas Oteli, Maksim, Çakıl, Aksaray Luna Park Müzik Holü, Galata Kulesi gibi yerlerde, turistlerin büyük ilgisini çeker düşüncesiyle, kapı karşılayıcıları artistik biçimli pos bıyıklı kişilerden seçilir, bir de üstlerine redingot tarzı üniformalar giryinmiş olarak görev yaparlardı.
Gelen aracın kapısını açıp "Hoşgeldiniz" diyen otel kapı görevlilerinin turistlerce bol bol hatıra fotoğrafları çekilir, bu valeler maaşlarından çok bahşiş kazanırlardı.


Ömür Restoran
Bakırköy’de cadde üzerinde yer alan Ömür Yoğurtları apayrı bir yeri olan, çok kişinin hafızasında izler bırakmış, özlenen bir restorandı. İçerde salonda masalara oturup yemek yiyebilirdiniz ama başka yerlerde olmayan özelliği siparişlerinizin arabaya servis yapılmasıydı. Birkaç basamaklı Ömür Lokantası önüne gelince kafadan girip, aracınızı park eder, garsonu beklerdiniz.
Garson içerden sizin geldiğinizi görmüş, koşarak gelmiş olur, gelirken de demir ayaklı, aracınızın pencere hizasına gelen sehpayı aracınıza yanaştırmış olurdu.
Başta sosisli sandviç, tost, ayran olmak üzere araçta kaç kişi varsa siparişleri elinde ki küçük deftere yazar, bir çırpıda tepsiyle gelip sehpa üzerine siparişleri hesap pusulası ile beraber bırakırdı. Hava ister yağmurlu olsun, ister gece aracınızdan inmeden sandviçleri arabada yemek pek keyifli bir şeydi.
Yanınızda ki kız arkadaşınız utangaç ise, camların buğulanması, yandaki diğer arabalardan görünmenizi de engellerdi. Gitmeye karar verdiğinizde kornaya hafifçe dokunur, garsonun gelmesini sağlardınız.
Karnınız tok şekilde geri geri yola çıkmanıza yardım ederler, mutlu şekilde uğurlanırdınız.
Ömür Yoğurtlarını, leziz ayranlarını uzun karton bardaklarda ambalajlanmış haliyle bakkallar da bulabilirdiniz, ama orada yemenin zevki bambaşkaydı. İstanbul’un çeşitli yerlerinden Ömür’e sadece sandviç yemek için gidenler vardı...


Şimdi de hangi araçları kullanmış, hangi otobüslere, vapurlara, trenlere binip, nasıl yollardan geçmişiz, nelere katlanmış, ne eziyetler çekmisiz, anılar filim şeridi gibi gözlerimiz önünde canlanırken bir de onları hatırlayalım...



Görüşleriniz için:
editor@sihirlitur.com



Sihirlitur Anasayfa'ya dönmek için tıklayınız

Nostalji Anasayfa'ya dönmek için tıklayınız