Çocuklar, okul önlüklerinin bir cebinde iç içe katlanır plastik bardak kupa, ki çocuk bardak kupayı satın alırken tuttuğu takımın renklerinden olmasına dikkat ederdi, diğer cepte içi talaş dolu lastikli yo yo, silgi, kalemtraş olurdu.
Hacı yatmazı yatık tutacağız diye az uğraşılmamıştı.
Parmaklara takılan iple elden ele geçirilerek oynanan ip oyunu, Düğme deliklerinden ip geçirilip gerilerek çevrilen ip oyunu, Üçtaş oyunu, Domino, Kızmabirader, Monopolü, Amiral battı, İsim Şehir, Kutu Kutu, İp Atlama, Mendil Kapmaca, Körebe, Uzuneşek, Birdirbir, Seksek, Yağ satarım bal satarım, Ebelemece, İstop, Kulaktan Kulağa, Yakar Top, Saklambaç, Kukalı Saklambaç, Deksman, Tıp, Çelik Çomak, Köşe Kapmaca, mermer parçalarını üst üste dizerek kule yapıp, uzaktan taş atarak devirme oyunu, Misket ya da cam bilyelerle oynan kaptan çukuru, ceviz oyunu, aç kapıyı bezirgân başı oyunu, Adyömersi oyunu, Çember Çevirme, Telden yapma araba sürme, daha ziyade kız çocukların kol kola girip ilerlerken söyledikleri "Önümüze gelene bir tekme" oyunu, çikletten ve gofretten çıkan resimli kartlarla oynanan Alt mı üst mü oynayıp bir deste artist veya futbolcu resimlerinden biriktirme meraklı, çocukların iç dünyasını yansıtırdı.
Her oyunda mutlaka oyunculardan birisi hakkının yendiğini söyler veya işine gelmediği durumda mızıkçılık yapardı. Bilhassa saklanbaç oyununda oyunun bir yerinde "Kazan Çömlek Patladı" avazları yayılır, yani oyun bozuldu herkes saklandığı yerden çıksın manasına bu söz duyurulurdu.
Kız, erkek çocuklarının olmazsa olmaz ortak oyuncaklarının başında ise önceleri teneke sonraları plastik yapım kum kovası gelirdi. Her çocuğa mutlaka bir kum kovası alınırdı.
Özellikle plaja giderken ördek başlı simit kadar önemli olan kum kovası da alınır, kova içinde deniz suyu ile karıştırılan kum kalıplarından kaleler yapılarak mutlu olunurdu.
Her oyun adımlama ile veya "aya maya kumpanya" diyerek çember haline gelip, avuç açma girişi sonucunda adam almacayla başlar, takım oluşturulur, sonra oyun kuralları uygulanırdı.
Oyunların tekerlemesi, ezbere bilinirdi, mızıkcılık kaçınılmazdı. O tekerlemeleri hatırlıyor musunuz?
''Açıl susam açıl, açılmaz... Anahtar nerede? Suya düştü... Su nerede? İnek içti... İnek nerede? Dağa kaçtı... Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu...Külü nerede? Savruldu...

Çocuklara daha küçük yaşta sabır, azim gibi mevhumları öğreten oyunların başında iskambil kağıtlarından kule yapmak gelirdi. Son kağıdı kulenin tepesine koyana kadar, nefes bile alınmaz, pür dikkat kule tamamlanır, bitince de alkış kıyamet ve büyük zevkle yıkılır yeniden yapılırdı.


Yaldız kağıtlı çikolata, içinden niyet (fal) çıkan karamela, kaşıkla konulan altı kesik dondurma külahı, pamuk helva, macun çok sevilirdi. Beyoğlu "Japon Mağazası" adlı oyuncakçıda küçücük kurşun askerlere, bebeklere, namlusundan kıvılcım çıkan oyuncak tanklara, kurgulu otomobillere, tahta kamyonlara, sallanan atlara, trampetlere, tüfeklere, kovboy tabancalarına, yelkenli kotralara, göz alıcı renkli renkahenk cam bilyelere çocukken burunlar vitrin camına dayanır da dakikalarca bakılırdı.
Topaç çevirmek zevkliydi. Avuç kadar konik ağacın sivri ucuna kabara takılmış topaç etrafına kaytan sıkıca sarılır, sert zemine bir hışımla atılıp, hızla kaytan çekilirdi. Kaytanın ucuna bir düğüm atılır, düğümün diğer ucundan ortası delik iki bucuk kuruş geçirilir ortası delik bu para yüzük parmağı arasında kalır, kaytanın sonunun elden çıkmasını önlerdi. İki buçuk kuruşla 1955-56 tı da yarım gevrek alınabilirdi.. Ucuna ortası delik para takılı, kaytan sarılıp döndürülen topaçlar kadar, içi talaş dolu, kağıda sarılı, ucunda lastik bulunan top şeklinde yo-yo larda çocukların vazgeçilmez oyuncaklarıydı.


Oyuncak Bebekler
Bebeklere burada ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Kız çocukları her tür oyuncak bebeklerden mutlaka bir kaç tane edinirler, günün büyük kısmında oynar, onlarla konuşup, dertleşirler, annelerini şikayet ederler, yemeklerini yine beraber yerler, gece olunca da bebeklere sarılıp yatma huyları vardı.
Bebekleri hakikisinden ayırmak çok da zor olurdu.
Saçları, elbiseleri çocukları cezbederken yatırınca göz kapaklarını kapatıp uyuyan bebekler, çiş yapanlar, yürüyenler, ağlayanlar, konuşanlar ayrı ayrı çocukların bebek koleksiyonlara girmişti.
Kaliteli bebeklerin yanısıra ekonomik fiyatlı pazardan alınmış plastik bebekler, evde yapılmış bez bebekler, peluş bebekler, yün bebekler, ithal malı Barbie oyuncak bebeklere varıncaya kadar sonu olmayan çeşitlerle çocukluk anılarını, evcilik oyunlarını süslerdi.
Erkek çocuklarının oyuncakları kovboy tabancaları, cama yapışan lastik vantuzlu ok atan tüfekler olmakla beraber, sınıf geçme hediyesi olarak alınan üç veya bisiklete binmeyi iyice öğrenilene kadar kullanılan iki küçük yardımcı ilave tekerlekli bisikletler, çocukları sanki otomobil alınmış gibi çok sevindirirdi.
Çocuklar bisiklet alırken gidonda bulunan öte beri koymak için kullanılan sepet ve zile ayrı bir önem verirler, ilk önce zilin çalışını kontrol ederler, sık sık çalarlar, tekerleklerin telleri arasına renk renk krapon kağıdı şeritler takarlar, teker döndükçe ayrı bir haz duyarlardı. Ucuna plama takılan anten, pedalı geri geri çevirip zincir sesi çıkarmak, pantalon paçasına bileğe yakın çamaşır mandalı takıp zincire sıkışmasını önlemek modaydı.
Basit ama zevkli ahşap yapım oyuncaklardan birisi de akrobattı. Avuç içine iki kolu sıkıştırılan çubuk arasında sıktıkça takla atan bir akrobat bebek fırıl fırıl döndürülür, taklalar üstüne taklalar attırılırdı, eğlenceliydi, satıcısının yolu gözlenirdi.
Tahtadan yapılmış basit arabalar, kırmızı boyalı kamyonlar bambaşkaydı.

Zamanın en çok sevilen, çocuğun kafasını çalıştırıp, gelişimine yardım eden oyuncaklardan birisi tahtadan yapılma bir tür Legolardı. Mimar oyuncakları adıyla piyasaya sunulan bu oyuncaklar kutudan çıkan örneğine bakılarak önce aynısı yapılır, sonra değişik modeller geliştirilirdi.
Yap boz olan bu tahta oyuncaktan yapılmış ev cephelerinin seyri çocuğa büyük zevk verir, onu izleyen ebeveynler konu komşuya çocuğun çok hevesli olduğunu söylerler, ileride mimar olacağı hayalini kurarlardı.
Bayramlarda bayram yerinde, resmi geçit törenlerinde veya mahalle mahalle dolaşan seyyar satıcılardan eline renk ahenk kağıttan yapılmış bir fırıldak alan, önce sık sık üfleyen sonra hızlı dönmesi için yokuş aşağı nefes nefese koşturup ter içinde kalan çocuğun yüzündeki mutluluk, gözlerinde ki sevinç pırıltıları görülecek şeydi.
Çok sevilen oyuncaklardan birisi de uzunca bir sopanın ucuna takılmış at veya eşek kafasıydı. Bunun üzerine binen çocuk, o sopa üzerinde ata binmiş gibi gün boyunca yorulmaksızın atına, eşeğine komutlar vererek koşturup dururdu. Öğretmenlerin ise sorduğu sorulara cevap veremeyen talebelerine hep eşek kafalı diye kızarlardı.



Teneke oyuncaklar
Oyuncakların hem renkli, gösterişli, hem de basit ve kolay imal edilir olanları vardı. Teneke oyuncakların nispeten dayanıklı tarafının yanısıra, fiyatları düşük olur, herkes tarafından alınabilirliği vardı.
Kalıpta kesilip bombesi verilmiş, boyalı dış yüzeylerin kenarlarında küçük tırnaklar sayesinde iki profil tutturulur, lehim, vida yada benzeri yapıştırma tercih edilmezdi.
Motosiklet, tank, otomobil, lokomotif, kamyon, uçan daire, polis arabası, itfaiye aracı en çok satılan çeşitlerdi.
Merak yüzünden içi açılıp kapanan profilin tırnakları kırılınca oyuncak bozulurdu. Alttan kurulan zemberekli köpek en çok satılan hayvan figürüydü.
Oyuncaklarla oynamaya doyum olmazdı, kırılsa da, bozulsa da trenin, tankın parçaları hep saklanırdı.
Sessiz oyuncaklar da vardı.
Bunlar arasında günümüzde de var olan kar küresi en sevileniydi. Cam bir fanus içinde bir ev, Noel Baba, geyikler, Kardan adam ya da bir maket olur, ters çevrilince sıvı içinde bulunan tanecikler havadan kar yağıyormuş hissi uyandırırdı, romantikti, hoştu, sürekli bir aşağı bir yukarı çevrilirdi.


Bu sistemle çalışan fakat kar yağmayan bir tükenmez kalem çıkmıştı. Bu kalemin gövdesinde kadın resmi bulunuyor, kalemi ters çevirince içindeki mürekkep bir haznede toplanıyor, kadın vücudu bir mayolu, bir çıplak görünüyordu.
Kalem "Soyunan Kalem" olarak gençlerde, yetişkinlerin ceplerinden gizlice çıkarılıp gösterildikçe çok ilgi çekiyordu.
(Kalem videosu fotoğraf galerisinde görülebilir).


Oyuncak alamayan babalar çocuklarına kâğıttan horoz, kâğıttan kayık, rüzgârgülü fırıldak yaparlardı.
Tahta kamyonlar boyalı oluşları ile cazip göründülerse de sonraları plastik oyuncaklar meydanın hâkimi oldu. Şarpiler, kotralar, geçme direkli yelkenlileri yüzdürmeye kimse doyamadı.


Su tabancaları, Mantar Tabancaları ve Mantar Kapsüller
Bakkallar, oyuncakcılar renk renk su tabancası satardı. Tommiks tabancası şeklinde ki bu tabancalarından alan çocuklar plastik kabzayı avuç içinde sıkarak, namludan çıkan suyla birbirlerini ıslatmaktan büyük zevk alırlar, tabancalara sürekli su takviyesi yapılırdı, tabancada ki su bitince kaçış kaçınılmazdı.
Bakkalların, oyuncakçı dükkanlarının sattığı bir de mantar tabancaları vardı.
Bunlar teneke siyah renkli olur, iki profil yüzeyin kenetlenmesi ve arada bulunan tetiğin çekilmesiyle namlu içinden sivri uçlu bir çivinin çıkıp ortası barutlu mantarın göbeğine girerek patlaması ile çalışırdı.
Mantar tabancaları namlusuna terzilerin yüksüğü kadar boyda, etrafı mantar ortası barut, patlayınca dağılan, ses çıkarır, zararsız kapsüller sokulurdu.
En çok bayramlarda harçlıkların harcandığı bu tür mantar tabancalarıydı.
Bir de çata patlar vardı, ucundan tutup yere duvara sürtünce kendi kendine çata pata patlardı.
Sapan
50'li 60'lı yıllarda sekiz 10 yaşlarında ki haylaz çocukların yan ceplerinde cam bilyeler, gazoz kapakları, çikletten çıkma sporcu resimleri, arka ceplerinde taşıdıkları sapan eksik olmazdı.
Gövdesi ağacın çatallaşan dalından yapılmış, otomobil iç lastiğinden şerit kesilerek çatalın iki ucuna iple sıkıca bağlanmış, fırlatılacak taşı tutan yeri meşinden olma lastikli sapan çocukların bir tür silahları gibiydi. Görünüşte kuşlara atmaya meyilli olsalar da güvercinler cami önleri dışında bugünkü gibi yaygın değildi, sığırcıklar yerleşim yerlerine kışın sert kar yağarsa gelirler, serçeler ise sapandan daha seri kaçarlar öyle hemen vurulmazlardı. Çocuklar sapanla ya cam kırarlar, ya birbirlerine taş atarlardı. Sapanlı haylaz sokak çocuklarına kuş vurmaya temayüllü diye sempatiyle bakılmazdı.
Haydut Maskeleri, erkek çocukları beş altı yaşında kovboyculuk oynarken mendilden yapılan bu maskeleri takardı. Maskeler mendil üçgen katlanarak yapılır, enseden düğüm atılarak bağlanırdı, sonra "Dekman" oynarlar silahı ilk doğrultan Dekman diyerek karşı tarafı saf dışı bırakmış olurdu. İki tip sihah vardı ya mantar tabancası ya da şerit kapsül patlatan tabancalar kullanılırdı. Çocuklar genellikle haydut olurdu zira, Kovboy böyle maske takmazdı, bu tanınmak istemeyen haydut maskesiydi. Mendilden bir de paraşüt yapılırdı. Memdilin dört köşesine ip bağlanır, bir de ağırlık merkezine bir taş bağlanır sonra olanca güçle mendil paraşüt havaya fırlatılır, açılan paraşütün inişi zevkle seyredilir sonra bir daha bir daha atılırdı. Aslında paraşüt en güzel şemsiye bezinden yapılırdı, çocuklar ters dönmüş, kullanılmaz halde ki şemsiye kumaşlarını kullanırlardı.

Kağıttan yapılma oyuncaklar
Kâğıttan kayık, kağıttan horoz, gibi dört gözlü tuzluk ta yapılır, tuzluğun ters çevrilip parmaklar içine sokularak açıp kapama sayesinde içine yazılı kelimelerle niyet çektirilirdi.
Şeytan uçutması, kağıttan uçak çok populer olup bütün bu işler için bir defter sayfası yeterliydi. Gazete kağıdından yapılan şapkaları inşaatta çalışanlar, badanacılar yapar, başlarına takarlardı.
Çocuk yaştakilerin bir zevki de kibrit kutusundan telefon, renkli kablolardan telden adam, telden araba yapmaktı, bir defter sayfası kağıttan yapılan şeytan uçurtmasını uçurtmak, kağıttan yapılan uçak, mendilden yapılan paraşütü yukarıya atıp inişini seyretmek mutluluk verirdi.
Bakkal Oyuncakları
Bakkallarda çocukların kolayca görüp ulaşabileceği herkesin alabileceği harçlık fiyatına oyuncaklar olurdu bunların başında topaç ve çeşitli isimleri olan cicoz, misket, meşe gelirdi. Bu tür cam bilyelerle oynanan kaptan çukuru gibi oyunlar nedeniyle pantolon cebi hep cam bilyelerle, gazoz kapaklarıyla, artist, sporcu kartlarıyla dolu olurdu. İki elin arasında ileri geri yaparak hız kazandırılan pervaneler vardı, basitti ama havada uçtuktan sonra düştüğü yere kadar peşinden koştururdu. En çok rağbet gören çocukların elinden düşürmediği bir de çeşitli renklerde fakat hepsi bir boyda mızıkalar vardı, bilinen bir melodi çalınmazdı, üfledikçe düdük gibi ses çıkarması yeterde artardı bile.
Resmi bayramların gecesinde karpuzun içini kaşıkla boşaltıp, bıçakla ağız burun, göz delikleri açtıktan sonra bir mum yakarak fener alayına çıkan çocuklar vardı. Bakkalın satışa sundfuğu çeşitler arasında hiç hareket etmeyen sabit ekranlı plastik saatler, plastik çerçeve, mika camlı göz bozan güneş gözlükleri, bir anda tüm çocukların bileklerinde veya gözlerindeydi.



Çocuk Dürbünü, Kaleiodoskop, Seyyar Sinema
Tek gözle bakılan prizmalı çocuk dürbünleri vardı, salladıkça her defasında başka başka resimler, geometrik şekiller görülür, bitmek bilmez bir merakla her defasında nasıl bir şekil ve renk oluşacak diye sallar sallar bakılırdı.
Çocuk dürbünleri tek gözlü olup içinde bir prizma ve bol miktarda renkli plastik parçacıkları olurdu. Dürbünü sallayıp her bakışta farklı renkte şekiller oluşurdu, dürbünden hiç sıkılmaz sürekli sallayarak bakar bu defa ne çıkacak diye merak eder, çok güzelse hiç kıpırdatmamaya çalışarak yanımızda ki arkadaşın da bu şekli görmesi arzu edilirdi.
Oyuncakçılarda satılan Kaleiodoskop’ların Avrupa da daha gösterişli olanları vardı.
Okul çıkışlarında ve mahalle mahalle dolaşan seyyar sinemacılar vardı. Bunlara 5-10 kuruş verince ellerindeki film makinesinden parmakla tane tane çevrilerek gösterilen bir takım manzara resimlerini görme imkânınız olurdu. "Dünyayı seyrediyor" diye bağırarak dolaşırlardı. Çocuk film karelerini seyrederken bakarken satıcı görüntüyü anlatan açıklamayla bir tür film karesine dublaj yapardı.



İlkokula başlayan çocuklara bir iki sınıf atlayınca mandolin alınırdı ve müzik dersi mandolinle yapılırdı. İlkokulu bitiren veya sınıf geçme hediyesi ise melodika olurdu.
Melodika mızıka gibi üflenerek çalınır ama notalar tuşlara basarak çıkarılırdı.
Bir süre sonra sınıf geçenler akustik İspanyol gitar aldılar, okullar ise mandolinden blok flüte geçtilerse de Türkiye flütçü çıkaramadı.
Çocuklar eski, bilyeli rulmanlardan tornet yaparlardı. Tornetlerin oturularak gidilen yere yakın seviyede dört tekerlikleri veya ayakta kullanılan iki tekerli olanları vardı. Her iki türünü de kullananlar rulmanla asfalt arasında oluşan kulakları sağır eden bir gürültü çıkarırlardı.
Dönem dönem moda oyuncaklar çıktı hepsinin ömrü kısa oldu. Misinalı kuklalar, ördekler, kurgulu, otomobiller, kuşlar, uçaklar, yüzen bebekler işporta tezgahlarını süsledi.

Okul Dönemi Kırtasiyeleri
Kırtasiye malzemeleri öğrencilerin en çok kullandıkları çantalarda her gün okula gider gelirlerdi. Daha okula başlamadan veya Ana Okulu öğrencilerin sayıları, toplama çıkarma, saymayı öğrenmekte en büyük yardımcıları "Sayı Boncuğu" idi.
Sürgülü Kalem Kutusu, suluboya takımı, 24 renk kuru boya kalemi takımı, pastel boya takımı, mum boya takımı, iletki, gönye, kalemtıraş, boyama kitabı çocuklara alınabilecek en güzel hediyeliklerdendi.
Kuru boyaların yedi renk olanları da vardı ama çok renkli kuru boyalar kapağında ki resimler ve ara tonlara sahip renkleriyle çok cazipti, boya kalemleri kurşun kalemle açmaktan kazanılan alışkanlıkla sivri uçlu olana kadar kalemtıraşla açılır renk tonlarına göre tasnif edilerek açıklı koyulu sıraya dizilirdi.


Sulu boya takımları 12, 24, 54 renk olur, teneke kutu içinde satılırdı. özellikle bu tip boya kutuları üzerinde son derece cazip resimler olur suluboya takımı alınan öğrenci ilk önce kapaktaki resmi yapmaya heveslenirdi.
Pergel takımının ayrı bir yeri değeri vardı, bir nevi sınıf geçme hediyesi pergel takımı alınınca mutluluktan havalara uçulurdu, kadife kaplı kutu içinde iki üç pergel bulunur pergelin ayakları içeri doğru kırılır daireler kırık ayaklı pergelle çizilince çok havalı gelirdi.
Oysa pergel takımına sahip öğrenciler yıl boyunca toplasan toplasan 20-30 daire bile çizmezlerdi, buna rağmen hocalar aldırırdı, ithal olduğu için epeyce pahalıydı.
Çok daha ucuz olan teneke pergel de aynı işi pekala görürdü.
Boru kısmına bitmiş bir kurşun kalemi takar vidayı da sıkıştırınca bloke olur, istediğimiz daireyi istediğimiz çapta çizerdik.
Mürekkep hokkaları, kamış kalemler zor taşınırdı, Parker mürekkep koyulan hokka devrilir ya da boşaltılsa bile içinde kalan miktar, çantada diğer defter kitapları boyardı.
İşbilgisi derslerinde el işi kâğıtlarından küçük küçük kalem ucuyla yırtıp mozaik resim yapmak, karton maket evler, krepon kâğıtlarıyla resmi bayramlarda sınıf süslemek, yerli malı haftalarında meyve yemek zevk ve önemli kutlamalardı. Kırtasiyenin önemli kalemi kurşun kalemlerdi, silgiler gibi kokulu kalemler de vardı, kokusu uçmasın diye kapağını da kapatır, kullanacağımız zaman açar, arkasına takardık, diğer kurşun kalemlere göre daha ince yapılıydı.


El becerilerini geliştirmek için iş bilgisi dersine öğretmenler çok önem verirdi, İş bilgisi dersinin en önemli unsuru karton, mukavva, renkli elişi kağıtları, krepon kağıtları bir de zamklardı ki her renk kağıttan kedi merdiveni yapmak, bu kedi merdivenleriyle Yerli Malı Haftası, 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda bütün öğrencilerin sınıf süslemesi zevkli görevlerdendi.
İş Bilgisi dersi çok faydalı olup ev maketleri, yapıların ön cephelerinde kullanılan mozaik lerden yapılan resimler, el işi kağıtlarının kalem veya pergel ucuyla küçük küçük koparılarak yapıştırılmasıyla oluşturulan resimler çok zevkli uğraşlardı. Bu tip zevk veren uğraşar arasında bir çeşit daha vardı ki yapmaya doyulmaz yaratıcılıkta sonu yoktu, konu Telden Adam diye geçerdi, sadece kabloları kıvırmakla çeşitli renklerde adamlar, çiçekler, arabalar, bisikletler yapılırdı.
Öğretmen telden adam yapacağız dediği zaman herkes arkadaşının ne yaptığı, nasıl bir model ürettiği ile ilgilenir, aynısını yapmaya çalışırdı.
Sihirlitur.com "Unutulanlar" bölümünde görülen fotoğrafların hepsi eski olmakla beraber, o dönemin telden adamı bulunamadığı için sadece fotoğraf çekmek amacıyla yeni yapılmış bir model sunuyorum.
Çivili Maç Tahtası
Hemen hemen her erkek çocuğun bir tane maç tahtası vardı. Kendi yapamasa da ya mahallenin yardımsever abisi ya da babalar bu maç tahtasını yaparlar, çocuklar da koltuğunun altına alıp sokağa çıkar, genellikle annenin pencereden bakınca görebileceği evin önünde veya o yıllarda her mahallede bolca bulunan boş arsaların bir köşesinde maç tahtasında saatler geçirilirdi.
Maç tahtası için biraz enli bir tahtadan seçilir, üzerine bolca başsız çivi gelişigüzel çakılırdı.
50'li hatta 60'lı yıllarda hiçbir çocuk 4-4-2 veya 4-3-3, ya da 3-5-2 gibi saha da takım dizilişi bilmezdi. Takım sahaya bir kaleci önünde 2 veya 3 defans elemanı ile çıkar, orta saha üçlenir iki tane de ileri üçlü ya olur ya olmazdı. Rakip takım kuvvetliyse o diziliş bir anda 1- 9 -1'e dönerdi.
Milli takım maçlarında bu taktiğe sıkça rastlardınız, maçlara yenilmemek için beraberlik hedeflenerek çıkılırdı. Milli takımı yine bahsettiğim yıllarda Sabri Kiraz çalıştırırdı bu savunma anlayışına "Çanakkale Geçilmez" denirdi, duvar gibi savunma yapılır, tesadüfî bir akınla gol atma şansı için ileride tek kişi beleş beklerdi. Antrenörün adı yüzden "Duvarcı Ustası"na çıkmıştı.
Buna rağmen Milli Takımın maçlarının aksine Türk Silahlı Kuvvetlerinde askerlik görevini yapan futbolcu askerlerden kurulu Ordu Milli Futbol Takımı çok başarılıydı, dünyada yenmediği takım kalmamıştı, şampiyon bile olmuştu.
Çocuklar çivili maç tahtasında oynarken başarılı futbolcuların isimlerini bu çivilere verirler Fenerbahçeli olanlar genelde kaleci görevi gören çivi Özcan Arkoç olur, ileride Basri Dirimli, Şeref Has, Avni, Mikro Mustafa, Can, Lefter gibi isimler maç sırasında çok duyulurdu.
Çivili tahtada çivi aralıkları sık çakılmış ise iki tane oyuncunun topa vurduğu metal para biraz büyük seçilir top da onlardan biraz küçük olurdu.
Ya 10 kuruş ya 25 kuruş oyuncu, beş kuruş ta top yerine geçerdi, 1957 basım 1 lira ile de oynayan çocuklar vardı.
Oyun sırasında her oyuncunun kaleye ulaşıp gol atmak için üç atış imkânı vardı, bu vuruş sayısında kaleye gidememiş ise üç vuruş sırası rakip oyuncuya geçerdi.
Bir de ölüm vuruşu vardı ki parmağın kemiği neredeyse kırılacak hale gelirdi. Top orta yuvarlığına konur sol elin iki parmağı yana açılır top paranın önünde ki parmağın kemiğin eklem yerine diğer el yumruk yapılarak öyle bir vurulurdu ki yaylanarak esneyen parmağın tepkisiyle tek vuruşta gol bile olurdu.
Ama parmak kemikleri sızım sızım sızlardı, bu vuruşu her çocuk yapamazdı.

Telden Araba
Özellikle erkek çocukların en çok sevdikleri oyuncaklardan biriydi. Bir büyük tarafından kalınca bir telden yapılıp çocuğa verilen bu basit ama sahibini gerçek araba gibi sevindiren, dört tane dönen tel tekerlekli arabanın peşinden kilometrelerce gidilirdi.
Beş altı yaş çocukların oyuncağıydı, bazılarının direksiyondan vitesi de olurdu. Direksiyon ön dingile bağlı olduğu için sağa sola dönüş yapabilirdi.
Çocuk bunu sürmekten öylesine zevk alırdı ki, geri geri gidişi, park edişi, korna çalışı, ağızından motor sesi çıkarışı ile kendisini tamamiyle yola kaptırırdı. Gelişmiş olanları tel karkastan otomobil kamyon şeklinde bile olurdu. Basitti, maliyeti sıfırdı, buna rağmen en basitini sürmek bile çok ama çok zevkliydi.

İş Bilgisi derslerinin, el işi çalışmalarının vazgeçilmezi yapıştırıcılar

Zamk deyince ilk akla gelenler maketçilerin kullandığı tüpte olup çabuk kuruyan "Erk", ki daha sonra yerini uzunca süregelen "Uhu", Peligom" markaları aldı ama kağıt yapıştırmada tek marka Kolmanol olmuştu.
Sol tarafta fotoğrafı görülen 60 yıllık Kolmanol kutusunda olduğu gibi mika silindir kap içinde beyaz renkli, nişaşta kokulu, sadece kağıt yapıştırmada kullanılan kola zamk kutusunun içinde küçük bir cep hazne, bu haznenin içinde de kolayı kağıda yaymak için plastik bir kürekçik bulunurdu. Kullandıktan sonra küreği hazneye koyar, kapağı da kapadınız mı aylarca kullanabilirdiniz. Elinize bulaşsa bile Uhu gibi değildi, yıkayınca önlük çebinde ki mendile silince iz, miz kalmazdı.

Mozaik resmi
Yapıştırıcıların her çeşidi bir başka el işi yapmaya yarardı, bunların başında mozaik resmi yapmak için UHU gelirdi. Mukavvadan evler, telden adamlar, krapon kağıdından türlü çeşit kedi merdivenleri, defter sayfasından şeytan uçurtması iş bilgisi dersi uğraşlarıydı fakat mozaik resim öyle hemen bitecek gibi değildi, sabır isterdi. Genellikle pergelin ucu, bitmiş bir tükenmez kalem, kağıdı kirletmesine karşın kurşun kalem ucu ve makas ucu renk ahenk el işi kağıtlarından küçük küçük bastırılarak kopartılır zeminine UHU sürülmüş fona yapıştırılarak resim tamamlanırdı. Çocuklar birbirlerine kendilerinde olmayan farklı renkteki elişi kağıtları değiş tokuş yaparak her birinde çok renkli resimlerin oluşmasını sağlarlardı.

Önceleri tahta, sonraları plastikten yapılma kalem kutuları içine kırmızı ve kurşun kalemler özenle dizilir, kutu gözüne sığarsa kurşun kalem takılan teneke tek pergel, silgi, yerleştirilirdi.
Faber marka kurşun kalem başlı başına olaydı, teneke kutuda satılırdı, koyu yazar, tahtası kalemtraşla güzel açılır, ucu da kolay kırılmazdı. Kırtasiyeciden tane tane satılsa da kutuyla alınırsa ilk okul öğrenci için bayramdı.
Silgi çok kaybolurdu, bazı öğrenciler silginin ortasını kalemin ucuyla deler ip bağlarlardı.
İpin diğer ucu pantolonun kemer köprüsüne bağlanır, silgi kullanılmadığı zaman önlük cebine taşınırdı. Silgilerin kokuku olanları da vardı. Kalemtraşların da oyuncaklı olanları adeta masa süsüydü. Otomobil, köpek, timsah, dünya bibloları içinde olanlar çok sevilirdi, kollu olan kalemtraslar da vardı.
Sınıfta tahtanın yanına geçip, çöp kutusuna kalem açmak bir meşguliyetti, aç aç hiç bitmezdi.
İletki, cetvel, gönye hep dışarıda çanta gözünde kalırdı.
Dolma kalem ucunu kamış kalemlere takar veya divit uçlu kalemlerle mürekkep hokkasına batırıp batırıp, yazılar yazılır, ödevler yapılırdı. Hokka, sözüm ona devrilirse içindeki mürekkebin dökülmesine mani olacak iç çeperli şekilde yapılmıştı ama çantada taşınırsa tüm defter, kitapları berbat etmeye yeterdi.
Dolma kalem her zaman kullanılmazdı, imza kalemi gibi itibarlı yere yazılan, önem verilen yazılarda, dilekçelerde yer alırdı.
Yazı yazıldıktan hemen sonra evlerde, okullarda yaprak olarak, iş yerleri devlet dairelerinde mürekkebin fazlasını emmesi için üzerine bir de papya bastırılırdı. Papyalar genellikle pembe renkli olurdu.
Mürekkep denince markası Quing Parker olmalıydı.

1960'ların Defterleri
Çok çeşitli defterler vardı, lise defteri, müzik defteri, resim defteri, alıştırma defteri, ödev defteri, Harita ve Metot defteri diğer defterlerden, kitaplardan daha büyük ebatlıydı, yani atlas veya resim defteri gibi çantaya sığması bile başlı başına dertti.
Kitap ve defterler yetmez gibi bir de öğrenciyle beraber okula gidip gelirken problem olan büyük ebatlı telli dosya vardı ki o telli dosyanın içine yıl boyunca sekiz, on tane dosya kâğıdı koymak için öğrenciler bir de delgeç satın almak zorunda kalırdı.
Ayrıca bir de telsiz dosya taşınırdı, onun içine de yazılı için çizgili, ödev için çizgisiz dosya kağıdı konurdu.
İşte bizleri ilk okula geri götürecek tek ortalı çizgili okul defteri. Kapakta Skoda bir otobüs arka tarafında Kerrat Çetfeli ya da bir başka deyişle Çarpım Tablosu, 7 kere 8 56 tıydı da 8 kere 7 diye sorulunca bir tutukluk gelirdi.
Çok gerekliymiş gibi defterlerin üstünde DEFTER, dosyaların üstünde DOSYA yazardı!
Bununla da kalmaz defterler de kitaplar gibi yarı saydam kırmızı ve mavi renkli kaplama kağıdı ile kaplanır, üzerine de etiket yapıştırılır, etikete öğrencinin ismi soyadı, okulun ismi, okul nnumarası, sınıfı ve hangi dersin defteri olduğuda özenle büyük harflerle yazılırdı. Bundaki amaç defterler, kitaplar diğer öğrencininkileriyle karışmasın dı.
Kalemtıraşla, Delgeç, Zımba, İstampa
Delgeç, zımba derken en zevkli uğraşlardan olan kurşun kalem açmak için basit türde kalemtıraşlar, kullanılır, öğrenci ilk okulda kalemtraşı ucundaki kulbundan ya boynuna asar ya cebinde taşırdı.
Dünya, kedi, köpek, timsah, fil, otomobil, film şeridi kaseti gibi çeşitli figürlü olan kalemtıraşların yanısıra bir de ofislerde kullanılan masaya mengeneyle monte edilen değişik çapta kurşun kalem açmak için kollu imrendirici kalemtıraşlar vardı.
Kalemi açarken içi sık sık kırılır, bazen aça aça kalem kısacık kalır, atılırdı. derste sınıfın köşesinde duran çöp sepetine gidilir, kalem açılırdı ve o kalem açma işlemi hiç bitmez, öğretmenin otur yerine uyarısına dek devam ederdi.
Üst satırda Dünya demişken bütün bunlar yetmezmiş gibi öğrenciler Biyoloji dersi için mikroskop, Çoğrafya dersi için Dünya da satın alır dersi olan günler okula giderken taşırlardı.
Delgeç ve tel zımbası gibi aynı kırtasiye çeşitleri arasında yer alan ıstampa daha ziyade devlet dairelerinde, noterlerde, damga basanların kullandığı mürekkepli bir tabakaydı.
Istampa demişken, bir de bir tür ıstampa olup para sayan kasiyerlerin, maaş ödemesi yapanların kasaları yanında bulunan ıslak sünger vardı. Veznedarlar kağıt banknotları birbirinden ayırmada kolaylık olsun diye parmaklarını arada bir ıslak süngere değdirip ıslatırlardı.
Masa başında çalışan beyaz gömleklilerin kullandığı iki siyah kolluk vardı. Bileklerden itibaren kollarına bu siyah önlük kumaşından yapılma koruyucularla çalışırlardı.
Kol ağızları kirlenmesin diye bilekten dirseğe kadar lastik büzgülü siyah kolluk takanlar, sürekli kalemle yazarak, kayıt yaparak defter tutanlar, para sayanlar, mesai boyunca bu kollukları çıkmazdı.

Su Kupaları

Su içmek için kullanılan plastik kupalar vardı. İç içe geçen dairesel halkalardan oluşan bu kupalar gözde takımların renklerinden yapılırdı. Kullanılacağı zaman yukarı çekilir bardak olur, itince yassı bir kutuya dönüşürdü.
Kapak bölümünde metal para koyacak küçük yassı bir hazne olurdu.

Karatahtalar, Tebeşirler, Keçeli tahta silgileri, Cetfeller
Kara tahtaya, beyaz kolalı yakalı kara önlükle kalkar, beyaz ve renkli kireç tebeşirle yazılırdı.
Tahta silinince öğrencilerin üzerine tebeşir tozu kar gibi yağar ve tebeşirin kireç kokusu sinerdi.
Öğretmen sınıfa arkası dönük kara tahtaya bir şey yazarken sınıfta öğrenciler konuşursa bundan rahatsız olur aniden dönerek elindeki tebeşiri konuşan öğrenciye olanca gücüyle fırlatırken kendi aranda konuşma çocuğum diye bağırırdı. Konuşmalara çok sinirlenmiş ise keçe kaplı tahta silgiyi de attığı olurdu.

Öğretmenler bir daha ki derse kadar istedikleri sekiz ortalı kareli harita metot defteri zamanında alınmamışsa öğrencinin kulağını ikiye katlayıp çeker, hızını alamasa sırada duran öğrencinin kalem kutusunun kapağı ile o yoksa öğrencinin cetfelini ister eğer o da yoksa arkadaşının 50 cm lik cetveli ile öğrencinin avuçlarına defalarca vururdu.
Öğrenci elini ilk vuruştan sonra kaçırır, öğretmenin ıska geçmesine neden olursa, bu defa elin tersini çevirtir, cetvelin ince kısmıyla parmakların kemikli kısmına vururdu. Vuruşun şiddetinden tatmin olmayan bazı öğretmenler cetfeli omuza, kafaya da eklerdi.
Bu arada cetfel kırılmışsa sıranın üzerine atar kürsüye giderken dayak yiyen öğrenciye arkadaşına bir cetfel alırsın diye tembih ederdi.
Beden dersine eşofmansız veya beden ayakkabısız gelen öğrencinin kalçasına ve baldırına bateri sopasıyla vurup morartan şişiren öğretmenler olurdu.
Hava yağışlıysa bedene çıkılmaz, bir sonraki dersin yazılısına çalışılırdı.
Kapalı spor salonu olan okullarda böyle sorun yoktu, Beden Dersi mutlaka büyük ehemmiyetle yapılırdı.
Öğretmen öğrencileri salona toplar, üç tur koşu sonrası yer minderleri serilir yanına atlama kasası taşınır, numara sırasına göre kasadan takla ile atlanırdı. Sınıfın en cüsseli öğrencisi ile kasa yanında duran öğretmen atlamakta zorluk çekenleri bellerinden tutar, taklayı tamamlamasına yardım ederdi.
Istarcı olurlar atlayamayan kilolu öğrencileri bile mutlaka üç dört sefer deneme sonunda veya kasanın bir katını azaltarak atlatırlardı.

Öğretmenler derste arkası kara tahtaya dönük bir şey yazıp çizerken, ders anlatırken sınıfta konuşan birisi olursa elindeki tebeşiri hışımla öğrenciye fırlatır, bazen attığı keçesi tebeşir tozlu tahta silgisi de olurdu!

Süt Tozu-Gravyer Peynirli Marşall yardımı Okullarda süt saati vardı. 10-11.00 arası derse ara verilir okul idaresi tarafından sınıflara dağıtılan turuncu renkli Amerikan peyniri ve süt tozundan yapılma sıcak süt dağıtılırdı.
Paketlerin üzerinde Marşall yardımı amblemi yumruklu eller vardı. İkisinin de tadı iğrençti.
Öğretmen korkusuna mecburen yenir içilirdi. Üstelik her gün bir öğrenci süt kolu seçilir, süt ısıtılması, süt dağıtımı gibi işlerde görevlendirilirdi.
Kopya çekmenin tatlı heyecanı
Orta okula geçince kırmızı ve mavi olmak üzere iki renk, yarı saydam kaplama kâğıtları ile kaplanan defter ve kitaplardan kap kağıdı altına konan okunaklı yazılmış kâğıttan kopya çekmek, palamut kopyası yapmak ustalık isterdi.
Palamut kopya başlı başına bir efsaneydi.
Öncelikle şerit halinde kağıt kesilir, üzerine oya gibi kopya yazılır, sonra şerit boşluk bırakmadan bobin halinde iki taraftan sıkıca sarılır, iki bobini saracak şekilde bir halka lastik geçirilir, tek elin üç parmağı yardımıyla bobinler başa ve sona sarılarak sorunun cevabı bulunur, yavaşça bobin çevrilerek kopya çekilirdi.
Palamut kopya dışında, çeket astarının içine veya eteklerin iç yüzüne kopya kâğıtları iğnelenir,etek dize yatırılır, hoca gelinde hafifçe dikleşip çeket eteğinin düzelmesi sağlanırdı.
Kız öğrenciler kopyaları bacaklarına yazar veya eteğin içine kopyaçekeceği kağıdı iğneler eteği tersine çevirip kopyayı okur, hoca gelirse eteği düzeltirdi.

Yıl sonuna doğru yaklaşırken, okul çıkışlarında öğrenciler birbirlerine anket defteri verirler, kendileri için bir şeyler yazmalarını isterlerdi. Anket defterlerine ev ödevlerinden daha fazla özenilir, şiirler yazılır, kartpostallar yapıştırılır, resimler çizilir, arkadaşın hoş anılarla hatırlaması için gerekenler yapılırdı.

Kızılay Kumbarası
Yılın bir gününde Kızılay kumbarası sınıfa getirilir, kürsüye veya ön sıraya konurdu. Öğretmen öğrencilere Kızılay konulu kısa bir konuşma yaptıktan sonra her öğrenciden gönünden kopanı kumbaraya atmasını isterdi.
Tenefüste kantinden açma, çatal, belki okul çıkışı Şam tatlısı, pamuk helva alacak kadar harçlığı olan öğrenciler, fedakârlık yapar, harçlıklarından bir kısmını kumbaraya artlardı. Bu kumbaraya halk arasında kalabalık yerlerde boynuna asıp dolaşarak para atılmasını isteyenlere de rastlayabilirdiniz. Okullarda yeterli görülmeyen bozuk paralı yardım toplama işi daha sonra boş zarf dağıtılıp evde velilerce içine kağıt para konarak getirilmesi istenirdi.

Aşı Günleri, Aşı Şırıngaları
60'lı yılların sonuna kadar okullar Cumartesi günleri yarım gündü, dört ders yapar öğlen 13.00 de çıkardık. Aşıcılar ise çoğu zaman Cuma günü gelir, hocalar tatil olur, ders müfredatını yetiştiremez, çocuklar derslerden geri kalmasın diye aşı mikrobunu tatil arifesinde kolumuzdan verirlerdi.
Ateşlenirdik, evden dışarı çıkamaz hafta sonu tatilini hasta yatakta geçirirdik. Çok kızardık çok, hatta o zamanlar çok ağır olan "pisoğlu pisler", "eşek herifler" filan gibi ağza alınmayacak, şimdi okkalı zaplarken kullandıklarımıza nazaran naif kalacak sözler sarf ederdik.
Pazartesi günü birbirimize aşı yerlerini gösterir, nasıl şiştiğini anlatırdık.
Çocukluk Anısı
Sizin okullarda da öyle mi olurdu bilmiyorum ama benim okuduklarımda yarın aşı var herkes gelsin diye bazen söylerler bazen haber bile vermeden sınıflara aniden aşıcılar girerdi, sırf aşı var diye o gün okulu kıranlar da yok değildi.
Sınıfın ön sırasında oturanlar bir arkaya geçer, sıra kürsüye, kara tahtaya yakın çekilir, gözümüzün önünde ispirto ocağı üzerinde şırıngalar kaynatılır, sırayla aşılı şırınga ve alkollü pamukla kolumuza girerlerdi. Sarılık, Hepatit B, AİDS neydi bilmezdik, varlığından bir haber 52 kişilik sınıfta maşallah hepimiz aynı iğneyle aşılanırdık, sıra yan sınıfa gelirdi. Teneffüste arkadaşlarımıza, biz olduk hiç acımıyor derdik. Aşı gecesi ateşler içinde kıvranır, aşı yeri kızarır, kaşınır, kabarır, uyku filan uyuyamazdık

Çocuklar sigara paketlerinin resimli yüzlerini kesip biriktirirler oyunların da fiş gibi kullanırlardı.
En değerli olanları ender bulunan Sipahi, Yeni Harman, Yenice idi.
Aynı durum gazoz, maden suyu, biraların madeni tırtıllı kapakları için de geçerliydi.
Bu kapakların bir işlevi de askerlik rütbesi, şerif kokardı, yıldızı gibi göğüs tarafına kapak içlerindeki mantar parçayı çıkarıp gömlek altından kapağın içine sokarak (bir nevi perçinleyerek) sabitlemekle oluşan bir gurur tablosu sergilemekti. Pantolon ceplerinin biri meşe, cicoz, misket, bilyelerle dolarsa diğerinde gazoz kapakları olurdu.

Bu koleksiyon ve oyun merakı şekerlemelerin kâğıtlarına basılan futbolcu, artist vs. resimlerinde de görülürdü.
Seriyi tamamlayan çocuk satıcıdan okkalı bir ödül alırdı. Genellikle imzalı olan bir tane hiç çıkmazdı. Ödül çıkmayınca teselli olarak verilen sade gofret yenirdi.
Biriktirilen artist resimli kartlar, cicozlar oyunda yutulursa kaybeden çocuk ifrit olurdu. Çikletlerden çıkan resimli kartların bazıları ise üç boyutluydu. Kart sağa sola veya yukarı aşağı oynatınca hareketli gibi olur, derinlik fark edilirdi bu sistemle daha büyük kartpostallar da vardı.
Bayramlarda bayramlıklar giyilir eş dost ziyaret edilir, harçlıklar toplanır, aynı kıyafetlerle ki bu çoğu zaman takım elbise olurdu.
Oyunlar arasında ping ponk dedilen masa tenisi eskiden beri bilinen bir oyundu, oyun masası, mengeneli filesi, mantar kaplı raketleri ilk oyun araçlarıydı. Sonraları reketler kauçuk kaplandı, bundan başka bir başkası da tenis raketiyle oynanan gözenekli plastikten yapılmış paraşüt toplu tenisler açık alanlarda bilhassa plaj sahillerinde oynamak moda oldu. Topa nasıl vurursanız vurun top hep düzgün giderdi.
Bayram yerinde kurulan seyyar dönme dolaplara, salıncaklara ve kiralık atlara binilirdi.
Bayram kıyafeti olarak takım elbise giyip, sonrada takım elbiseyle bayram yerinde ata binenler, komik görünümler sergilerlerdi.
Arka cepte muhafazası içinde tarak, horozlu ayna taşınır, sık sık çıkarılıp saçlar tavuk kanadı gibi sağa sola taranırdı.
Evin anahtarları demet halinde pantolonun kemer köprüsüne takılırdı.
Çocuklar öylesine çabuk ayakkabı eskitirlerdi ki çare lastik kalıp ucuz ayakkapılarda bulunmuştu, onların da çoğu zaman metal olan kemer tokaları ayağı zedelerdi, açık kısımlar toz toprak içinde kalır, eğer çorapla giyilmiş ise çorapta papucun açık kısımlarının izi olurdu, terletir, kötü kokular da yayardı.

Kaynana Zırıltısı.
Maçlarda ses çıkarması için kullanılır, güya çıkarılan ses rakip takım taraftarının sinirini bozmaya yönelikti. Kaynana zırıltısı denen birbirine sarılmış burgu seklinde iki tel üzerinde yukarı aşağı hareket ettirince inen çıkan bir pervaneden ibaretti. İki elle kullanılan ucuz teneke bir mekanizmaydı, cırcırlar sinir bozan zırıltılı bir ses çıkarırdı.
Bir de tahta olan vardı, sapından tutup ekseni etrafında döndürülen ” L” biçiminde birbirine monte edilmiş iki çubuktan oluşurdu.
Dönen çubuğu karşılayan esnek dil, çubuğun her dönüşünde lak diye ses çıkarır, çubuk ne kadar hızlı çevrilirse, sesler arası süre o kadar kısa olurdu. Tribünün tamamı bunu çevirince etrafa lakalakalaka diye bulut gibi dikkat çekici bir ses yayılırdı. Diğer zamanlarda seyirciler “Bir baba hindi hey Allah, fenere de bindi hey Allah, Allah Allah hey Allah” diye tempo tutarlardı.

Domino taşları
Sırası gelmişken, TV yayınlarının henüz başlamadığı 1968 öncesi yıllarda yetişkinlerin, anne ve babaların akşam yemek sonrası eğlencelerinden birisi de sofra toplandıktan sonra masaya yayılan Domino taşları karıştırılıp oynamaktı.
Ters olarak kapatılıp teker teker çekilen ve aynı numaraları yan yana getirerek dizilen domino taşlarının eşlerini erken bulan oyunu kazanır, yeni oyuna geçilirdi. Oyun sonrasında yenilen tarafın isteği ise taşların iyice karıştırılması olurdu.

Otlar ve Böcekler
Mahallede evler arasında boş arsalar çoktu ve çocukların top oynama sahasıydı, sabahtan akşama kadar top oynayan çocuklar mahalle çeşmelerine dayadıkları avuçlarının içinden kana kana, terli terli su içerlerdi. O yıllarda şehir suları klor kokmaz memba suyu lezzetindeydi. Apartmanların duvara bitişik boş arsa kenarlarında ve boş çayırlık alanlarda gelincikler, papatyalar, temas edince aniden patlayan, pantolon paçasını ıslatan otlar, uzun boylu çimenler, buğday başağı benzeri tüylü pisi pisi otları kendiliğinden yetişir, çoğu zaman bu otlar çocukların gün boyunca eğlencesi olurdu.
Kız çocukları papatyalardan başlarına taç örerler, yaprakları bir bir koparıp seviyo, sevmiyo oynarlar, defter, kitap yaprakları arasında çiçek kurutup saklarlardı.
Küçük bir karton kutu içinde, dut yaprakları arasında ipek böceği yetiştirenler de vardı ama, muzip, haşarı mahalle çocukları ya pisi pisi otlarını iki ellerini bitiştirip küçük hareketlerle tüylerin ters itikametinde kollarına doğru yürütürler ya da arkadaşlarının ensesinden içeriye atarak onların kaşınmasına katıla katıla gülerlerdi.
Bu otlar arasında kah zaman kelebekler kah zaman çekirgeler gizlenir, onları yakalamak bir tür uğraş olurdu. Bir de yapraklar, dallara konan uç uç böceği, bir başka deyişle uğur böceklerine rastlanırdı.
Minik, sevimli, uğur sayılan kırmızı renkli uç uç böcekleri asla öldürülmez, incitmeden ele alınır, parmak ucuna doğru üflenerek yol alması sağlanır, bu arada "uç uç böcecik, annem sana terlik, papuç alacak" gibi anlamsız sözler söylenir, böceğin kısa mesafe uçuşu keyifle seyredilirdi. Nadir görülen bir de seffaf kanatlı helikopter böcekleri vardı.

Bisküviler, Çikletler Şekerler daha neler neler..
Kremalı bisküvinin iki katını ayırıp aradaki tatlımsı beyaz kremayı yalamak bir başka zevkti.
Haylayf birinci markaydı. Arı, Eti, Ülker sonra gelirdi.
Çaya batırıp bisküvi yemek, bebe bisküvisi ile mozaik pasta yapmak, hepsi ayrı zevklerdi bakkallarda üst üste dizili bisküvi kutularının cam kapağı kaldırılır kese kağıdına istenen miktar konur, tartılıp verilirdi.
Hazırlıksız yakalanılan ani komşu ziyaretlerinde çayın yanında bisküvi ilk ikramdı.
İki bisküvi içine konulan lokum pasta tadındaydı.
Çocukların en sevdikleri yiyeceklerden biride ev yapımı leblebi tozuydu.
Leblebi, havanda dövülür, un haline getirilir, toz şeker ilavesiyle karıştırılır kaşık kaşık yenirdi. Boğazına kaçıranlar öksürük nöbetine tutulurdu.
Hem pastanede, hemde simitçi tablasında seyyar olarak da satılan yumurta akından yapılma Beze denilen top top köpükler de vardı.
60'lı yılların ikinci yarısında Nestle tarafından frutips, Mintips adıyla torbalar içinde şekerler piyasaya sürüldü. Adından da anlaşılacağı üzere Frutips portakal, ağaççileği, ananas, limon çeşitlerinde meyveli olup, Mintips ferahlatıcı karemela kıvamında çiğnenebilen mentollü bir şeker türüydü.
Yemekte harf çorbası, düdük makarna varsa çocukların keyfine diyecek yoktu.
Bir dilim ekmeğe sürülmüş sana yağı üzerine dökülmüş toz şekerin tadı vardı.
Anneler yemek yaparken çocuklarına verdikleri francalanın köşesi kesip ekmek arası kavrulmuş salçalı kıyma, yemekten önce pek hoş, pek lezzetli gelirdi.

Çikletler
Okul harçlığı ile en çok satın alınabilen çikletti, iki üç çiğneyince tadı kaçsa, lastik parçasından farkı kalmasa da israrla çiğnemeye, balon şişirmeye devam edilirdi. Balon şişirince çoğu zaman patlamasıyla çiklet yüze, buruna, saça yapışır, saçları yapışan çikletten arındırmak sorun olurdu.
Buna rağmen çiğnenen çiklet atılmaz, kağıda sarılıp önlük cebine konur, teneffüse çıkınca çiğnenmeye devam edilirdi.
Çikletin içinden çıkan artist resimleri, futbolcular serisi biriktirenler için çikletin satın alınabilir olmasını kolaylaştırıyordu.

Nanelisi, damla sakızlı, çilekli tarçınlısı iyi hoştu da yurt dışından ithal edilenler bir başka olurdu. Yurt dışından gelen ve çikletin sarıldığı kağıtta bir kaç kare resimli çizgi roman olan Bazoka markalı dolgun bir çiklet vardı.
Juicky Fruit ile Doublemint de tanınmış çiklet markalarıydı, mentollü ve meyveli tadıyla sevilir, yanılmıyorsam yedilik paketiyle satın alınırdı.
Çiklet para yerine de geçerdi. Bakkal alış verişlerinde bozuk para yoksa borçlu kalmamak için para üstü yerine bir iki çiklet verir, kimse itiraz etmezdi.

Bir de sigara çiklet vardı. Bu çikletler uzun sigara formunda yapılmış olup, çocuk bir çikleti dudak arasında bir süre tutar, büyükleri sanki sigara içiyormuş gibi kandırır, bunu görüp, inananlar bu arada "ayıp ayıp bacak kadar çocuksun sigara mı içiyorsun" laflarına muhatap olmaya başlayınca çiğnemeye başlardı!

Zambo, Mabel, Golden sonrası lastik gibi çiğnenen şekersiz damla sakızı satılırdı.
Jelatine sarılı bir kaç damla sakızı yanında biraz da çiğnerken yumuşatması için mum gibi bir parça ilave edilirdi.
Çikletler bir süre sonra değişime uğradı üzeri ince sert şeker kaplı draje çikletler paketler halinde piyasaya sürüldü.
Kutu içinden çıkarılan drajelerden bir ikisini ağıza atıp çiğnemek çikletlere değişik bir boyut kazandırmıştı ki, sonra rutin oldu.

Golden, Mabel çikletlerini Melek, Kent, Meltem, Tipi Tip, Pembo en son Falım markalı olanlar ile draje çikletler takip etti.
Çikletlerin içinden çıkan artist ve sporcu resimlerini biriktirmek karşı konulmaz bir tutku, hatta hastalıktı, alt mı üst mü oynanan


bu küçük karton kartların arkasında ki numaralardan kime ait olduğu ezbere bilinirdi. Tipi Tipi ve pembo çikletlerin içinde mumlu küçük kağıtta esprili bir çizgi roman bir kaç karede anlatılırdı.
Çiklet yüzünden öğretmen öğrenci arasında çocukların başı derde girdiği de olurdu.
Derste öğretmen bir anda "sen çiklet mi çiğniyorsun" diye hışımla çocuğu sıkıştırır, çocukta dayak korkusuyla "hayır öğretmenim, dişimde bir şey kalmış, dilimle şey yapıyordum" derken çikleti yutuverirdi.
Ne var ki öğretmen yanılmış olmak istemezdi, çocuğa "aç bakimm ağızını, dilini kaldır, dışarı çıkar" der bulamaz ise "kaç senin numaran kalk tahtaya söyle bakalım" diye bir de soru sorup çocuğu sınıfta küçük düşürme hırsına yenilirdi.

Sinemada film boyunca çiklet çiğneyen yetişkinler de vardı, onların yanında film seyretmek azap olurdu.
Sokakta çiklet çiğnemek ayıp sayılırdı, yürürken ağız açık şakkada şukka da çiklet çiğneyen, arada bir balon şişiren genç kızlara da kenar mahalle dilberi gözüyle bakılırdı.
Bakkalara servis edilen çikletler kapaklı teneke kutu içinde gelir bu kutudan satılırdı, günümüzde bu kutular antikacılarda eski eşya satanlarda büyük itibar gören objeler arasında ki yerlerini alıyorlar.

Sokak Tatları, Okul Önü Satıcıları
Kâğıtlı çikolata pahalı olması nedeniyle, kâğıtlı şeker bilhassa kâğıtlı karamele macunsu haliyle sevilirdi. İçinden niyet çıkardı, falımda ne çıkmış diye merakla okunurdu.
Nikâh şekerlerinde, mevlit şekerleri külahlarında çıkan badem şekerleri, peynir şekeri, Üzerinde kabartma fil resmi olan Hindistan Cevizi şekerleri, şekercilerde ve bilhassa ada vapurunda satılan, deniz tutmasına iyi geldiğine inanılan minik nane şekeri torbaları yaygındı.

Tarçınlı kırmızı renkli, düdüklü horoz şekerlerinin yanı sıra, elinde tahta bir çekmece ile mahalle mahalle dolaşan nane, limon şeker satıcıları vardı.
Şekercilerde satılan ve lohusa hanımların sütlerini artırmak için içilen kırmızı renkli tarçın lezzetinde kalıp şekerler de vardı. Bu şekerler kırılıp kaynatılarak loğusa şerbeti yapılır, doğum yapmış annelerin yanı sıra eve ziyarete gelen misafirlere de soğuk olarak ikram edilirdi.
Macuncu derseniz yolu gözlenen biriydi. Ayaklı sehbayı açıp, üzerine macun tepsini koyduktan sonra cam külahı kaldırışıyla beraber tornavidayla çubuklara macun dolayışı, ortada kesik duran yarım limona macunu gezdirip sapından tutarak uzatışı heyecan ve mutluluktu. Sadece macun mu değil tabi, cam gibi kristalize olmuş, kırmızı gıda boyalı ağdalı şekere batırılmış elma şekerlerini yere düşürmeden yemek hüner isterdi de bitiminde dudakların ruj sürmüş gibi kıpkırmızı olmasına kimse aldırış etmezdi.

Pamuk helva yapılışı itibariyle bir tür şölen gibiydi.
Seyyar şekerci ayak pedalıyla dönen sıcak tabla üzerinde lif lif olan ve çubuğa sarılan pembe bazen sarı renkli pamuk şeker buruna, yanağa, zaman zaman saça yapışsa da büyük keyifle yenirdi.
Macuncu, revani dilimlerini spatula ile ayırıp bilet kadar kağıda sarıp ellerimize tutuşturan şambali satıcısı, turşu suyu satıcısı, kağıt helvacı yolu beklenen veya okul çıkışlarında mutlaka uğranılan satıcılardı.
Çocukluğumuzun tatlı atıştırmalıklardan birisi de "Beze" idi.
Yumurta akından yapılan katı köpük bezeleri iki parmağımızla tutup hafifçe ısırınca hiç bir sertlikle karşılaşılmaz, ağızda erir giderdi.
Simitçi, Şam tatlıcısı, macuncu, turşu suyu, pamuk helva, kâğıt helva, ayçiçeği, dondurmacı derken bezecilerde çok defa okul önünde sıkı sıkı tuttuğumuz son kalan harçlığımızı kaptı önlük cebimizden.

Alıç, Ayva, Nohut, Koca Yemiş
Okul önlerine gelen mevsimlik meyve satıcıları da vardı ayçiçeği, kelek, acur vardı ama hepsinden fazla taze nohut demetleri satanlar, yıl sonuna doğru Ekim sonu Kasım başında kendini göstermeye başlayan ayva, alıç meyveleri gelirdi. Alıç satıcıları tahtadan yaptıkları "T" şeklinde bir çıtanın bir tarafına sarı, diğer tarafına kırmızı meyvelerden ipe dizdikleri alıçları satarlar, alan öğrenciler alıçları boyunlarına takıp, birer birer ipten çıkarıp yiye yiye evlerine mutlu dönerdi.
Ayvacılar pazar küfesini sırtlarından indirdikleri anda etrafı çocuklarla dolar, bu kaça, bu kaça diye sorup 25 kuruş, 50 kuruş fiyatlarla ayvaları alıp şöyle bir üstlerine sürerek sözüm ona temizlendiğini sanarak dişlemeye başlardı, arkadaşlarına bir iki ısırık ikram edenler de olurdu. Ayvacılar maç günleri stat kapılarında da da beklerler, ayva alanlar ise tok tutan bu meyveyi boğula boğula yer, kalanını maçta hoşnut olmadığı bir hakem kararında sahaya atarlardı!.
Bir de çileğe benzeyen top top Koca Yemiş adlı bir meyve vardı aşağı yukarı alıç ile aynı mevsimin meyvesiydi, genellikle romanlar kırsal kesimde çalıklar arasında yetişen bu meyveyi toplarlar, defter kağıdından yaptıkları külahlara koyarlar metal para karşılığı satarlardı. Öyle manavlarda bulunan ticari değeri olan bir meyve değildi, doğaldı, akmaz, damlamaz, üzeri tırtıklı, yumuşak, sapsız, çekirdeksizdi ve de çok lezizdi.

Çikolatalar
Çocukluk çikolataları bambaşkaydı, diş macunu gibi tüp içinde bulunan tüp
çikolatalar, yaldızlı kağıda sarılı semsiye biçiminde olanlar, muz şeklinde muz aromalılar, ya da altın görünümlü kalın alüminyoma sarılı para çikolatalar da çok sevildi, en çok da Nestle çikolata kutusu sevildi. Kendine özgü bir ambalajda satılırdı.
Kibrit kutusu gibi çekmece içinden çıkarılan çikolataların her biri ayrı ayrı alüminyum kâğıda sonrada kırmızı kâğıt bantla sarılırdı.
İki katlı çift sıra dizilmiş olurlardı.

Çocukları mutlu eden bu hediye değerinde ki çikolatalardan bir yandan yer, bir yandan da kutu içinde kaç tane kalmış diye sık sık sayılırdı.
Nestle kutu kakao, hem muhallebiye karıştırılır, hem kahve gibi yapılıp içilirdi, bir de süt sevmeyen çocukların sütüne bir kaşık kakao konur, sütlü kakao olurdu.

Karamela dar gelirli aileler genellikle çikolata yerine karamela ikram ederlerdi, buna rağmen yoğun kıvamlı kırılmayan macunsu hali, çikolatayı andıran tadı ile dört köşeli kahve renkli karamelalar çocuklarında sevdiği üç dört tanesi cepte bulunan bir şekerleme çeşidiydi.
Üstelik sadece karamelaların sarılı olduğu kâğıt içinde niyet çıkardı. Karamela şekeri ağza atıldıktan hemen sonra kâğıtta yazılı niyet falda ne çıkmış gibi okunurdu. Soğuk havalarda kaskatı olan karamelalar, ağızda eritilerek yumuşatılırdı, çiğnemeye kalkanların ağızlarında ki diş dolgularını yerinden söktüğü vakiiydi.

Sepet veya etrafı cam kaplı iki kapaklı kola takılan cam kutularda horoz şeker hem düdüklü hem tarçınlı tadıyla önce öttürülür, sonra sapındaki son kırıntıya kadar yalayıp yenirdi.

Lahmancuların kokusu uzaktan ne de hoş gelirdi, lahmacunları soğumadan müşteriye satabilmek için çok hızlı dolaşırlardı, kapaklar açılınca buharlar çıkardı, bilhassa stat çevresinde dolaşırlar, kapaklı kutudan çıkardıkları lahmacunun içine biraz soğan maydanoz koyar limon sıkar, sarıp verirlerdi, ne etinden yapıldığı düşünülmeden bir güzel yenirdi...

Seyyar dondurmacı mahalleye gelince dondurma kaymaaaak diye nameli bağırır, etrafına çocukları toplayınca dondurmacıdan dondurma kazanı içinde bulunan sade ve limonlu dondurmadan kaşıkla altı kesik dondurma külahına 25 veya elli kuruşluk alınırdı. Dondurmacı dondurma kazanına balıklama atlar gibi eğilir, metal kaşığa baş parmağıyla destek alarak dondurmulayı koyardı. İşlem bitince yine süratle metal kapak kazana kapatılır, üzerine havlu konur, üç tekerli dondurma arabasını bir başka mahalleye ittirirdi, kah zaman bu ittirmeye çocuklarda yardım ederlerdi.

Sırası gelmişken bebeği olan aileler doğum öncesi hemen bir bebek arabası satın alırlar veya yakın dostlar, akrabalar hediye getirirlerdi. Ne var ki bebek arabasını çok katlı apartman dairesinin daracık merdivenlerinden indirip çıkarmak genç anne için zahmetli olduğundan büyük hevesle edinilen pusetler birkaç defa ancak kullanılır, mevsim değişir, bebek kısa sürede yürümeye başlar, sonuç olarak evde pusetin kapladığı yer göze batar ve puset yok pahasına fiyata satılırdı.
Puseti alanlar ise ya ayaklı simitçi tablasından puset arabaya geçmiş bir simitçi veya fırıldak satıcısı olur, sokakları dolaşarak pusetle satış yaparlardı.
Okul önlerinde, okul kantinlerinde olduğu kadar sokalarda sık sık gördüğümüz satıcı ve sattıklarının başında yıllardır belki de 100 yıla yakın süre açlıkları bastıran "Açma ve Çatal" ikilisi gelirdi.
Simit, gevrek kadar ünlüydü, öğrenciler kantinden bir açma çatal alabilmek için sınırlı süreli teneffüste adeta birbirleri ile sırada kaldıkları sürede itiş kakış mücadele ederlerdi. Açma yumuşak, yağlı ve sadeydi, peynirlisi zeytinlisi, ayçiçeklisi filan yoktu, çatal kırılgandı, ikisi de çok sevilirdi, günümüzde tüketilmeye devam ediyor.


Büyüklere Oyunlar ve SPOR TOTO Çılgınlığı

60’lı yılları saran Spor Toto çılgınlığı Evet evet tam bir çılgınlıktı.
60’lı yılların başında kullanıma sunulmuş, etrafı hastalık gibi etkisi altına almış, Milli Piyango’ya bel bağlayanları bile kendi tarafına çekip rakip olarak hızla yayılmaya başlamıştı.

Genci yaşlısı herkes tüm maçların kazananı veya berabere kalanları tek kolonda bilip 13 tutturma hayaliyle yatıp kalkılıyordu.
İkramiyeyi alabilmek için 18 yaşını doldurmak gerekliydi ama çocuklar bile kupon doldurup büyüklerin üzerine yatırırlardı. Doldurulan spor toto kuponları Cuma günü son kabul dakikasına kadar yatırılır Cumartesi oynanan maçlarla ya ümitlerin bir kısmı kırılır ya da heyecan katlanarak Pazar akşamına taşınırdı.

Azim, hırs, inat, ümit her hafta artar bu hafta olmadıysa bir daha ki hafta mutlaka tutturacağım hayali, etrafta tutturanların kazandığı ikramiye tutarları duyuldukça, oynanan kolon sayısını da artmasına neden olurdu. Spor Toto bayileri önünde kuyruklar uzar, hele ki o hafta sürpriz sonucu 13 bilen çıkmamışsa ikramiye bir sonra ki haftaya devretmişse, iştirakçi sayısı artar, bayilerde ücretsiz dağıtılan boş kuponlar biter, boş kuponu parayla satanlar bile olurdu.
60’lı yıllarda spor yazar ve gazetelerin tuttukları takımı ya da sempati duyduklarıtakımı kimse bilmezdi, tarafsız görünmek şarttı yoksa okuyucu kaybederlerdi, rengini belli etmek ayıp sayılırdı.
Kulüp başkanları da çıkıp bu hafta şöyle yapacağız filan gibi konuşmazlardı. Fenerbahçe’de konuşursa en fazla Can Bartu, Lefter, teknik direktörler Oscar Hold veya Molnar konuşurdu, Kulüp Başkanı Faruk Ilgaz’ı bu tür diyaloglarda filan asla göremezdiniz.
Hiç toto oynamayan, maçlarla alakası olmayanlar takım kaptanlarının radyo konuşmalarını dinler, tüyolara kulak kabartır, birkaç kolon oynar, etrafına sorarak oynatır, 1-2-0 yazdığı kâğıtları karıştırıp kura çeker, önünden geçen otomobil plakalarının tek çift rakamlarına göre kolon yazar, sürpriz üstüne sürpriz kolonlarlarla kuponu doldururlardı.
Spor toto oynamak öyle bir hale gelmişti ki işi matematiğe döküp olasılık hesapları yapanlar başlamıştı. Kahveler başta olmak üzere, evde, bir yerden bir yere giderken, işte, ofiste, okulda her yerde toto oynanıyordu.
Bazı okullarda bazı hocalar sınıfa girince talebelerine “Kitabınızın bilmem kaçıncı sayfasını açıp çalışın” dedikten sonra kürsüde ellerinde ki gazetenin spor sayfası ile ders boyunca kupon doldururdu.
Maçlar neticelenince Spor Toto idaresince yapılan kesin sonuçlar radyodan dikkatle dinlenir, kolonlar kontrol edilir, en fazla kaç tutturulduğuna bakılır, eğer tek kolonda 9 bilinmişse ahlar vahlar içinde dövünülürdü. “Toto bu hafta da yattı, ah ki ah bir tane daha bilsem 10 tutturacaktım” diye dert yanılırdı. Oysa 10 tutturanlarında aldığı para amorti miktarı kadar olur, 11 bile doğru dürüst para kazandırmazdı. İşin kaymağı, 13 ve 13+1 tutturulan birkaç kişiyi geçmemiş olan haftada yenirdi.
Aslında kolay gibi görünürdü, büyük takımların durumu üç aşağı beş yukarı belli olurdu, üç büyükler büyük sürpriz yapmazdı da alt sıralardakilerin, ikinci lig takımları ne yapacağı belli olmazdı.
Öyle takımların maçlarını spor toto değerlendirmesine alırlardı ki sonuç üç ihtimalli görünür bir maç yüzünde üç kolon yazmak icap ederdi.
60’lı yıllara şöyle bir bakalım hangi takımlar varmış liglerde ve o hafta değerlendirmeye alınan Spor Toto kuponlarında boy gösterenlere.
Yıl 1961 Haydi bakalım gel de bil dedirtecek bir maç Türkiye Genç- Bulgaristan Genç karşılaşması, bir başkası Göztepe-Şekerhilal, peki ya buna ne yazılır Adana Sümerbank-Kayseri Ha. Gücü. (Hava gücü) 5.6/9/1964 Dördüncü hafta maçları Hacettepe-Şekerspor, Demirspor-PTT, Altınordu-İzmirspor, Altay-Göztepe, Yeşildirek-Sarıyer, Kasımpaşa-Beylerbeyi, Vefa-Karagümrük, Bursa Spor-Beyoğluspor.
Velhasıl zor işti aynı kolonda tahmin tutturmak, yılmak yoktu ve yıllarca 60'lı, 70'li yıllarda kasırga gibi esmiş sonralarda zayıflayarak da olsa sürmüş, hayaller her defasında bir sonra ki haftaya taşınmıştı.

Şans Oyunlarının En Büyüğü Milli Piyango


Şans oyunlarının en büyüğü olan Milli Piyango çekilişleri, her ayın 09'unda, 19'unda, 29'unda yapılırdı. Yukarıda 1960'lı yıllardan örnekler bulunan Milli Piyango biletlerinin üzerinde bulunan resimleri, mevsime, günün anlam ve ehemmiyetine uygun temalar işlenir ve bu biletlerde kullanılacak resimleri ünlü ressam, grafiker, sanatçı İhap Hulusi hazırlardı.

Biletlerin ebatları 1965 yılına kadar 13x6 cm iken 1966 yılına gelindiği zaman 12x5,5 cm ye küçültülmüş, 1987 yılına dek bu ölçülerde basılan biletler, 1988 yılnda bu defa 15x6,3 cm olmuş.
Sirkeci'de bulunan ana Milli Piyango ana merkezi sonraki yıllarda bilet satışı azalınca önce taşınmışdı!
I950'li yıllardan itibaren Eminönü'nde Nimet Abla gişesi, Galata Köprüsü altında bulunan Uzun Ömer, Beyoğlu'nda gezici bayii Cüce Simon piyango satışında isim yapmış uğurlu eller olarak sans dağıtan bayiler olarak ünlenmişti.
Çekiliş sonrası amorti çıkan biletleri değiştirmek, çıkmış ise ikramiyeyi almak, yeniden şans denemek isteyenlerin ve seyyar Milli Piyangocuların istilasına uğrardı.
Bugünkü Hacı Bekir Şekercisi karşısında ki Milli Piyango ana merkez binası, önü gibi içi de kalabalık olurdu.
Gezici bayiler tomarla aldıkları biletlerin arka taraflarını teker teker damgalarlardı.



Görüşleriniz için:
editor@sihirlitur.com



Sihirlitur Anasayfa'ya dönmek için tıklayınız

Nostalji Anasayfa'ya dönmek için tıklayınız