<<< sayfa 1
ABD'ye Dönüş
1984 tekrar ABD'ye döner Asım, biraz buruktur içi en azından ayrılırken ben öyle hissettim. Gerektiği kadar ilgi görememişti, belki de gençler onu, vermek istediği pozitif elektriği tam anlayamamışlardı. Haksızda sayılmazlardı. Türkiye'de gençlik birbirini yiyor, üniversiteler, çatışıyor, gece sokağa çıkılmaz oluyor, duvarlar, sloganlardan görünmez olan yıllardan 80 darbesi ile çıkmıştık. Taşlar yerine tam manasıyla oturmamıştı, başka problemler ön plandaydı, sanatla, müzikle uğraşanlar susmuştu, bu dönemde grup kurup konser vermek, bu işten ekmek yemek, salon kiralayabilmek, salonları doldurmak öyle her baba yiğidin yapacağı, tek başına göğüsleyeceği bir iş değildi. Formaliteleri aşmak, izinleri almak konser performansınızdan daha fazlasını isterdi. Dahası konser seyircisi de olmak riskliydi, sahne önünde fazla bağıranları görevli polis coplayıp dağıtırdı! Neyse şaka gibi geliyor ama gerçek böyleydi.
Asım ABD de plak çalışmaları yapıyor, Ahmet Ertegün'e vermek için kaset hazırlıyor. Bu arada bir gece kulübünde eğlenirken kendisiyle ilgilenen kızlara bozulan zenciler dışarıda bekleyip (14 kişi) kendisini dövüyor. Olayın gelişmesi de şöyle oluyor.
Zenciler kulüpte ki olaydan sonra bahane arıyorlar. Bu sırada kulübün önünde bir trafik kazası oluyor, Asım dâhil her kes çıkıp bakarken, zenci grup Asımın başına demirlerle vuruyorlar, kanlar içinde kalıyor, tam kendini kaybetmek üzereyken o sırada polisler geliyor. Asım'a davacı mısın diye soruyorlar, Asım "Hayır" diyor. Zenciler giderken Asım edep yerini tutup 14 zenci bir Türk ile başa çıkamadınız diyor, olay yerinden ayrılırken duruma polisler bile hayretler içinde gülüyorlar.
Asım la kâh telefonla, kâh mektupla haberleşiyoruz ben İstanbul'da şimdi biraz daha fazla müzik konuşuluyor, bence döndüğün zaman daha iyi bulacaksın gibi şeyler yazıyorum. Günün birinde bir kız arıyor ev telefonundan, diyor ki "Telefonunuzu Asım Can verdi, ben Asım'ın kız arkadaşıyım, adım Aysel, sizde konserlerinde çekilmiş fotoğrafları varmış, plak kabına basacak onları istiyor". Tamam diyorum, başka bir şey demiyorum, zaten başından beri istediğim de bu değilmiydi? Ne kadar fotoğraf varsa, tüm diaları topluyor, kıza götürüyorum, belki de hayatımın en üzüldüğüm hatalarından birini yapıyorum. O dialar bende kalsaydı, bu sayfa böyle mi olurdu? Ah ahh…

Asım'ın ailesini tanırdım, Yeşilyurt Çiroz Plajı yolunda ki evlerine birkaç kez gitmiştim. Dahası da var, Asım Can Gündüz'ün Şan Tiyatrosunda verdiği konseri sahneden fotoğraflamıştım (Huyum kurusun konserleri sahnede fotoğraflamaya bayılırım). Nişantaşı Akbank Sanat Galerisinde açtığım "Gazetecinin Dünyasından" isimli ilk sergime konserden iki fotoğraf koymuştum. Asım'ın babası Ali Rıza Gündüz Bey sergiye gelip, şeref defterini imzalamış bu iki fotoğrafı da satın almıştı. Sergileme bitince bu nedenle resimleri götürmeye gitmiştim. Rahmetli pederiyle, annesiyle oturup sohbet etmiştik. Ağırlığı olan asil bir aileydi.
1986 tı da Asım iki haftalık tatil için ABD'den tekrar Türkiye ye dönüyor. Tatil sonunda annesi bırakmıyor. Ne var ki kısa süre sonra anne ve babasını peş peşe kaybediyor, kötü günler yaşıyor, yüzüne yansıyor, müzik çalamaz oluyor, emlakçilik yapmaya başlıyor. Yeşilyurt'ta karting pistinde dönen araçlara dalgın dalgın bakarken görüyorum onu.
Askerliğini Tokat'ta yapan Asım Can Gündüz, komutanlarının insancıl ve anlayışlı davranmasıyla orduevlerinde gitar çalmış, bir de grubu varmış askerlerle kurduğu "Şap" isimli. Bir günlük çalışmayla ilk konserlerini vermişler beğenilmişler. Bunu tam 10 konser izlemiş. Üst rütbeli subaylardan takdirnameler kazanmış.
Sonraları "Anasının Gözü" isimli besteleri tamamen kendisine ait olan 9 parçalık kaseti çıkarmış. Atatürk Yüksek Dil Kurumunun sözlüğünden aldığı kelimelerle söz yazmış. Zamanın parasıyla 270 milyon para harcamış. Kaset nedense denetimden geçmemiş. Yuh Tuh-Barbar Psikopat-Kompleksini Yiyeyim-Boku Yedik isimli parçalar ahlaka aykırıdır diye yasaklanmış. Asım yaşadıklarını anlatmaya şöyle devam ediyor.
Bir baktım ki elim kolum bağlı, mahkeme dersen uzun sürecek, hukuk kitaplarını açtım, Anayasayı aldım, beni koruyan kanun aradım, insan haklarına itiraz etmek istiyordum, pankartlarla protesto yaptım. Kelepçeyle götürdüler, geceyi karakolda geçirdim. Hukuk konularını kırmadım, beni serbest bıraktılar. Hâkime beni bırakırsanız aynı protestoyu yine yapacağım dedim. 25 metre yürüyüp Kültür Müdürlüğü önünde yine pankartlı protesto yaptım yine götürdüler, yine serbest bıraktılar. Ankara'ya gittim ilk müracaatımı Kültür Bakanlığına yaptım ve kovuldum. Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığa dilekçe verdim, cevapta Kültür Bakanlığında Cevdet Türkoğlu+Turgut Aslan ile görüşebildim. (Sinema ve telif hakları gn. md). Hiçbir şart altında bu kaset çıkamaz dediler, iki yıl dava sürdü. Asım bu noktada parçaların TRT ve Polis radyolarında yayınlandığını, hatta üç hafta haftanın parçası seçildiğini, Polis Radyosunda en fazla istek alan şarkı olduğunu söylüyor. Gençlik isimli programda, çeşitli kanallarda, Star 1 TVde yaptığı programlarda üst üste istek almış, çalınmış. Bunun üzerine kasetin birkaç sözünü müziğini ve ismini değiştirmiş. Bu defa "Cin Gibi" adıyla kaseti denetime tekrar göndermiş, eser işletme belgesi almış, bandrol almış. Kaset çoğaltılırken telefon emriyle üçüncü kez durdurulmuş. İstanbul Kültür Müdürü yasaklamış. Asım, Rap ve Mizah dalının yaratıcısıyım, benim bu bekletilmemden faydalananlar, kasetin korsan kopyalarını yaparak piyasaya sürdüler.

Sıra geldi konser ve izlenimlere

Asım Can Gündüz, Elmadağ da bulunup sonraları yangın geçirerek yanan rahmetli Egemen Bostancının yönettiği Şan Tiyatrosu salonunda konser verecek. Yöneticilerle konserin detayları hakkında konuşup görüşecek, bana da haber verdi. Yönetim odasına geldim. Konser planı yapıldı, detaylar, konuşuldu, afiş tasarımları hazırlandı. Her şey tamam konser günü geldi çattı. Salon boş, durum berbat dan da öteye, moral sıfır. Nedeni konser aynı gün aynı saate dans yarışması ile çakışıyor, konser seyircisi zaten belli, millet orada…
Bas, bateri, gitar üç kişi çıkacaklar, hazırlanıyorlar. Konser saati geliyor, basçı, baterist perdeyi aralayıp salona bakıyorlar, seyirciyi toplasan 150-200 kişiyi geçmiyor. Grup elemanlarının yüzü asılıyor, biz böyle boş salonlara çalmaya alışık değiliz, çıkmayalım diyorlar. Asım bu durumları hazmedebilen yapıda, tecrübeli, belli ki kendi de durumdan hoşnut değil, Bir kişi de olsa çıkıp aslanlar gibi çalacağız. Farz edin salon dolu, farz edin kendimiz için çalıyoruz, eğleneceğiz, hadi çocuklar salon doluymuş gibi davranın, moralinizi bozmayın. Salon ışıkları sönüyor, konser başlıyor, iyi de geçiyor. Fırlıyorum sahneye seyirci sahnenin dibine kadar gelmiş, ellerini uzatmak, dokunabilmek için çırpınıyor, Asım geride tedirgin, çekiniyor sahne ucuna gelmiyor, ben Asım'la seyirciyi 24 mm lik geniş açıya sığdıramıyorum, Asım'a yaklaş diyorum bir adım geliyor, Asım biraz daha gir diyorum, konser alabildiğine yüksek volüm kaptırmaca devam ediyor, salon karanlık seslere bakarsanız hınca hınç sanabilirsiniz. Asım'a son bir kez daha sahne dibine gir çık diyorum, öyle yapıyor ve yanda ki resim oluyor, sergiye koyuyorum, Babası satın alıyor, eve asıyor, sonra Asım bundan kartpostal yapıyor, hayranlarına dağıtıyor.

İstanbul Spor Sergi Sarayı Konseri

Bu eski ismi, şimdilerde Lütfü Kırdar Kongre Sarayı deniyor. Bu salonun özelliği gerçek kullanım basketbol maçları için, siyasilerin konuşmaları, siyasi parti, kongreleri filan da yapılıyor. Berbat bir ses akustiği var, sesler gidip duvarlara, tavana çarpıyor geri dönüşte bir birini yiyor, ne lezzet kalıyor, ne derinlik, ne akustik, ne eko. Sahneyi kuruyorlar bir potanın altına sahaya ve tribünlere insanları alıyorlar, bağrış çağrış bir hengâme, bir curcuna gidiyor. Ne var ki başka salon yok, istesek de istemesek de konserler burada veriliyor.
Gerçekten tarihi bir gün salon yükünü almış, iğne atsan yere düşmez misali, başka gruplar da var. Sırası gelen çıkıyor. Asım Can Gündüz grubu Ambulansla sahne alacak. Basta bir aralar Galata Kulesinde Ercü'nün arkasında müzik yapan basçı bir arkadaş var, o mu değil mi tam hatırlayamıyorum, yanılmıyorsam Gürol Ağırbaş olabilir. Fender bas çalıyor, davulda Aydın Karabulut, Aydın'la önceki konserlerden tanışmıştık, sevimli bir arkadaş, benim çektiğim fotoğraflara bayılıyor, iyi de davul çalıyor. Uysal, söz dinleyen, kibirli olmayan bir havası vardı. Grubu üyelerini tanıyorum ya, sahnede istediğim gibi dolaşıyor, burnunun dibine kadar yaklaşıp istediğimi çekip süratle sahneyi boşaltıyorum. Sonra yine geliyorum. Böyle sabit direk gibi durmazsanız seyirci size kızmıyor.
Sahne sıralarını bekleyenler kulis heyecanı, geri plan fotoğrafları çektim, son anda kenetlendiler, dualarını edip birbirlerine şans, başarı dilerlerken onları yalnız bıraktım, sahneye gelişlerini çekeceğim çıkış koridorunda bekliyorum.

O gün Aydın Karabulut çok heyecanlı, içi içini yiyor, takip ediyorum duvarlara vuruyor, yumrukluyor, tekmeler atıyor, sağda solda bagetlerle tiryoleler çekiyor. Seziyorum adam sakin değil. Aralarında bir sahne kurgusu yapmışlar, önce sahneye Aydın çıkacak davula Büyütmek için tıklayınoturup bir süre tek başına çalacak, sonra sahneye basçı gelecek, bir süre bas, bateri geçecekler, son anonsla Asım gelecek üçü beraber Allah ne verdiyse kapıp koy verecekler. Sahneye çıkmayan ne anlattığımı tam bilemez. Koskoca spor salonu beş binden fazla seyirci hepsi ayakta, çığlık çığlığa bunların ortasına atacaksınız kendinizi ve tek başına davul çalacaksınız. Tüm gözler üzerinizdeyken, Aydın haklı heyecanlanmakta, adrenalin tepe yapmış, anons edildi, Aydın zaten koridorda gerilmiş ok gibiydi, yaydan fırlarcasına koşarak çıktı, davula oturmasıyla ritmine başladı. Dakikalar daha uzun gelir böyle anlarda, bir an evvel normale dönmek için sabırsızlanırsınız, çok geçmeden ikinci anonsla basçı koştu geldi gitarı kuşandı, ortalık gümbür gümbür titriyor. Derken Asım anons edildi kucağında asılı gitarıyla yavaş adımlarla sahneye geldi, fişi taktı ve gitarın distortion'lı sesiyle ortalık yıkıldı. Balkondakiler sarktı. Bir, iki derken parçalar bir biri ardına geliyor, insan buharlarına, sigara dumanları karışıyor, sahnede kopan gümbürtüyle hop oturup hop kalkılıyor. Asım bir ara usta gitarcılardan biri olan Gür Akad'ı da sahneye aldı, yanlış anımsamıyorsam bir iki parçada misafir sanatçı olarak gruba eşlik etti. Konser boyunca Davulcu Aydın Karabulut'un arkasındaydım. Kaç kere izledim onu, iyi davulcu olduğunu bilirim, ne var ki çocukta bir tutukluk var, aşırı heyecan yaşadı ondan mı dır bilinmez, atağa kalkıyor geri dönemiyor, ritim yetişmiyor, kontraya düşüyor. Bagetleri metal çembere vuruyor, kırılan baget parçaları havada uçuşup, parende atıp kafama yağıyor, sürekli baget kırıp, yedek yenisiyle değiştiriyor. Kırıldığını da anında fark ediyor. Acımasız olmayayım Asım Can'a davul çalmak kolay bir şey değil. Hele saniyede bilmem kaç nota basan bir gitariste ritim tutmak, davul yetiştirmek daha da zor. Doğaçlama çalınan Büyütmek için tıklayınparçalarda ne kadar prova yaparsanız yapın gerisi hikâye Neyse konser parça aralarında Asım'ın gençliğe nasihatleri, Allah sevgisi, İnsan sevgisi, çalışırsak başaramayacağımız iş yok türünden tavsiye ile bitti, bitti ama bizde bittik. Eve sesten büyümüş koca kafalarla döndük. Kulaklarda geçici sağırlık da vardı.

Aynı Yerde bir Konser Daha

Spor Sergi Sarayı bu defa sahne Hilton oteli tarafına kurulmuş. Asım Can Gündüz öncü grup. Konserin as solisti Deep Purple'den tanıdığımız İan Gillan ve arkasında toplama elemanlarla kurulu bir grup. Konserdeyim kulise, sahne arkasına bakıyorum, sahneye çıkıyorum, kimsenin görmediği ne çekebilirim diye deli danalar gibi dolanıp duruyorum. Amacım nasıl hazırlanıyorlar, ne içiyorlar, bunları resimlemek, detay kapmak. Misafirler havaya giredursun, sahneyi ısıtmak, seyirciyi havaya sokmak üzere sahneye önce Asım Can Gündüz çıkıyor. Isınmak, ısıtmak şurada dursun, sahne yanıyor, yer yerinden oynuyor. Gitarı sapından ayağında dengelemek, zıplatıp havada yakalayıp çalmaya devam etmek, boynunda asılıyken, boyun etrafında hula hop gibi çevirmek, ensesinde çalmak, kolunun içiyle, orasıyla burasıyla çalmak, onda gördüğümüz bildiğim numaralardı. Bu defa sahnede daha önce hiç görmediğim bir hareket yapıyor, ağzımız açık öylece kala kalıyoruz. Gitar kucağındayken o boyla, o kiloyla kendini yere fırlatıyor, kucakta gitara sarılmış vaziyette, oklava, merdane misali fırıl fırıl dönerek ekseninde 5-6 tur atıyor. Hiç beklemediğim bir an. Öylesine basıyorum deklanşöre flu, mulu en azından olayı ucundan da olsa yakalıyorum.

Ah girişim bir sonuçlansaydı

Missuri savaş gemisi İstanbul'a gelmiş Kabataş açıklarına demirlemiş. Hürriyette çalışıyorum foto muhabiriyim, muhabir arkadaşım Jülide özel bir röportaj almış Hilton Oteline gideceğiz (En üst katta 9. kat özel V.I.P katı, asansörü bile ayrıdır). Orada kalan ve bizi bekleyen Ahmet Ertegün'e konuk olacağız. Ahmet Ertekün'ün babası ölünce cenazesini 1946 tı da ABD'den Türkiye'ye Missuri savaş gemisi getirmiş. Aynı geminin İstanbul'a ikinci gelişi. Ahmet Ertegün de onun için gelmiş. Bir Ramazan akşamıydı sözleşilen saatte randevumuza gittik, söyleşiye başladık. Ben foto muhabiriyim, söze girmiyorum, fotoğraf çekiyorum. Röportajın sonlarına doğru Ahmet Ertegün konuşmasının arasında "Siz bilmesiniz, benim ABD de plak Şirketim var. Birçok ünlü grubu ben tanıttım. Demez mi. İşte orada dayanamadım. Oğlum Haluk tam zamanı, başla bombardımana dedim, girdim söze. "Nasıl bilmeyiz Ahmet Bey, Plak Firmanız Atlantic değil mi? Good Loving'le, Mustang Sally ile tanınan The Young Rascals'ı siz meşhur etmediniz mi, Rolling Stones, Phil Collins plakları sizden çıkmıyor mu?.. Elinde viski bardağını ve puroyu aşağı indirdi ve "Sen bunları nerden biliyorsun " diye kalın camlı gözlüklerinin arkasından gözümün içine bakarak sordu. Ben Büyütmek için tıklayındaha neler biliyorum dedim. Hakikaten de gençliğimi 60 lı yılların gruplarını incelemek, dinlemek, yaptıklarını takip edip, onların parçalarını söyleyip, çalmakla geçirmiştim. Kendisinden isteyeceğimi istemenin tam sırasıydı zamanı kolluyordum. Müzikle ilgilendiğimi görünce başladı anılarını anlatmaya. Bir gün dedi Mick yanıma geldi (Mick dediği Stones'un solisti Jagger) "Ya baba nereye gitsem tanıyorlar, bir tatile gidemiyorum, hiç huzurum yok, ne yapacağım bilmiyorum" diye sızlandı. Seni öyle bir yere götüreceğim ki hem tanımayacaklar, hem de rahatça tatil yapacaksın dedim. Hayret böyle bir yer var mı diye sorunca onu yatına alıp Bodruma götürmüş. Mick Bodrum'a çıkmış, dolaşmış, gezmiş, tekneye geri dönmüş. Ahmet Ertegün sormuş beğendin mi demiş. Mick de evet beğendim güzel yer ama her kez kendi halinde, kimse benimle ilgilenmedi, bu defa da sıkıldım demiş. Ertesi gün Mick Jagger gibi giyinip, makyajını yapmış o zaman tanımışlar tabi, zor kaçmış. Hikâye biter bitmez atıldım, Ahmet Bey benim sizden bir ricam var. Benim ABD de çok yetenekli, süper gitar çalan bir arkadaşım yaşıyor. Orada kullandığı ismi Dream Remington, siz bir randevu veriniz, ben kendisine şöyleyim, gelip size gitar çalsın, onu bir dinleyiniz.
Tamam, bana demo kasetini göndersin ben ilgilenirim, dediyse de ben üsteledim. Siz böyle bir gitarist dinlemediniz, mutlaka size çalsın, dedim. Ahmet Ertekün de söz verdi ya. Eve geldim sabırsızlanıyorum, biran evvel gece olsa saat farkı yüzünden zaman geçse de Asım'a haber versem. Gece 23.00 suları açtım ABD'ye Asım'a telefonu böyle böyle, senin için randevu aldım, demonu götür, mutlaka ara dedim. Bana söz verdi ilgileneceğim dedi. Fırsatı kaçırmamalı diye bir daha yineledim…
(Aslına bakarsanız ABD müzik endüstrisinde çok büyük imkânlara sahip ne Ahmet Ertegün'ün, ne de Arif Mardin'in hiçbir Türk müzisyenin elinden tutmuşluğu yoktur).

Asımla Belgesel Çekim

Gazeteciliğimin emekliliğe yaklaştığı 92-95 arası, son iki - üç yılı gezi yazarlığı yapıyorum, hafta sonu eki Show dergisinde Bilinmeyen Cennetler adı altında her hafta bir yer tanıtıyorum. Gittiğim yerlerde fotoğraf çekerken bir de kamera almışım kasete film de çekiyorum aklım sıra çektiklerimi editleyip TV de gezi programı yapacağım. Nerdeee hele Hürriyet'te hiç olmayacak iş. Heves işte.
İşi ilerlettim güzel çekimler yapıyorum, Hayrettin Karaca çektim bir saat hiç kesmeden, dokunmadan koy yayınlansın. Arkasından hadi dedim bir de Asım Can Gündüz belgeseli çekeyim. Randevulaştık Yeşilyurt'ta ki eve gideceğim konser öncesi evde çalışmaları, sahnede giyeceği kostümleri, çalacağı gitarları, ampliler, yakın plan parmakları, akorları, çekerim diye kafamda kurguladım, kamerayı, yedek kasetleri, ayaklı sehpayı alıp eve geldim. Kapı iki parmak açık üzerinde bir kâğıt, evde yokum siz girip oturun geliyorum. Şimdi gir bir türlü, girme bir türlü, fakat itimada bak, duyduğu güvene bak. Girdim içeri çekime başladım bile, demeye kalmadan Asım elinde süt, ekmek girdi içeri. Dün dedi, geç saate kadar çalıştım, elimde gitar halının üzerinde gitarla uyumuşum, şimdi kalktım, kusura bakmayın. Başladık çekime yine, gitarın birinin sapının akort mandallarından aşağı doğru başlıyorum çekmeye, diğer gitarın sapında ilerleyip yukarı doğru akort mandallarında bitiyorum. Yılan derisi çizmelere zoom yapıyorum, amplinin düğmelerinden detaylar derken, yakın plan tüm akorlara basışları, tüm çalış stillerini, türleri, kurguladığım, düşündüğüm her planı çekiyorum. Ortaya eğitici hoş bir film çıkıyor. Gün ola harman ola belki bir gün bu filmi de hiç olmazsa, bir bölümünü sihirlitur.com'a koyabilirim diye düşünmüştüm ve nihayet düşündüğümü gerçekleştirdim. Çekimi dörde bölüp sayfanın altına ilk iki bölümü koyabildim.

Bugün burada, yarın orada, belki turnede
Marmaris çalışması sonrası, Uzakdoğu, Rusya dönüşüydü. En son Beyoğlu'nda The North Shield Pub'da seyrettim kendisini. Telefon edip davet etmişti.
Beni görünce çok sevindi, adımı, mikrofonlardan anons etti, bir parçasını da benim için çalıp söyledi. Aşırı kilo almıştı, eşofman altı giyiyor, çok terliyordu, her parçadan sonra su gibi akan terlerini havluya siliyor, her konukla ilgileniyor, romantik havaya sokuyor, müzikle, esprileri ile coşturup mutlu ediyor, enerji veriyordu. Las Vegas tarzı Show, soul, bluez, reggae, cauntry, latin, kalipso türü müzikleriyle izleyenlerin beğenisini kazanıyordu. "Still got to blues", "Hello" gibi parçalarda dinleyenleri romantizmin doruklarına çıkarmıştı. Bir ara baktım her kez dansa kalkmış, sevgilisiyle yanak yanağa dans ediyor. Kendisine The Drifters ve The Temtations gruplarının üyesi ünlü İngiliz klavyeci ve vokalist Joseph Sabastian eşlik etmişti. Oysa Asım Can Gündüz konserlerinde parçayı ortasına kadar çalar, sonra seyirciye sorar "Hadi adileşelim mi" der arkasından "Şimdi" diye başlar, funk rock la karışık, pembe renkli İbanez gitarı ile en acımasız soloyu koyardı. Bu kadar hırçın sololara rağmen, yine de Asım'ın duygusal tarafı ağır basar.
Asım Can Gündüz için daha yazacak birçok anı, kendine has özellik var. Mesela çok iyi basgitar çaldığından tutun da, balık tutmasını çok sevdiğine varıncaya kadar. Yalnız Asım balıkları tutmakla kalmıyor, onları incitmeden iğneden kurtarıp, avucundayken seni nasıl yakaladım ama diye sorup, öpüp tekrar denize bırakıyor.
Saygısıyla, kadife kadar yumuşak kalbiyle, radyoda, TV de yaptığı programlardaki başarısıyla takdiri, eleştiriden fazla hak eden bir sanatçıdır Asım Can Gündüz.

Söyle bir dönüp geriye bakınca, yıllardır bir Erol Büyükburç, bir Erkin Koray, bir Barış Manço, bir Cem Karaca ayarında müzisyen çıkartamadık. Suna Kan, İdil Biret, Gürel Aykal yıllardır çıkmıyor. Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun, var mı? Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Zeki Müren de yok. Avni Arbaş, Necdet Kalay gibi ressamları mumla arar olduk. Gazenfer Özcan'ın, Nejat Uygur'un, Ayten Gökçer, Suna Pekuysal'ın, Erol Günaydın'ın yerini kaç kişiyle doldurabilirsiniz. Kimse Türkan Şoray'ı geçemedi, kimse Çüneyt Arkın olamadı. Dünyanın sırtını mindere yapıştıran Yaşar Doğu lar var mı? Ne bir Turgay Şeren, Metin Oktay, Can Bartu, Lefter Küçükandonyadis, ne de Cemil Turan, Rıdvan Dilmen yaratamadık. E o halde niye adam yetişmiyor, niye örnek alınacak, peşinden gidecek kişi bulamıyoruz? Madem yetiştiremiyoruz, hiç olmazsa yetişenlere dört elle sarılıp, kalanların kıymetini bilmek gerekmez mi? Böylesi kısır durumlardan bizlerden çok iktidarlar da sorumludur. Avrupa Birliğine girmenin ya da söz sahibi olmanın bir yolu da sanatçı sayınız, sporda ki başarınızla ölçüldüğü unutulmamalıdır.