|
|
Yazı
ve Fotoğraflar : Haluk Özözlü
|
|
|
|
Ben o zaman 12 yaşında ortaokul talebesiydim. İzmir, Ankara
sonrası 1962 yılından itibaren yeniden doğum yerim olan
Kabataş’a dönmüş, Çürüksulu Mahmut Paşa’nın üç katlı konağının
orta katında kiraladığımız yüksek tavanlı dairede ailemle
oturuyordum.
Hobim maket yapımcılığıydı. Çıtalardan lastikli, pervaneli
uçaklar, planörler, evler, tekneler, motorlar yapıyordum,
amacım bir de araba vapuru yapmaktı, plastikten yapılma
küçük arabaları satın alıp, biriktirmeye başlamıştım.
İskele
karşımdaydı, vapurlar evin önüne yanaşıyordu, gece gündüz
iskeleyi, vapurları seyrediyor, tüm detaylarını inceliyordum.
En çok ilgimi "Karamürsel" araba vapuru çekiyordu.
Karamürsel yandan çarklıydı, giderken nehir gemisi gibi,
çok köpük yapıyordu. Dört çarkın dönüşünde paletler ancak
yandan bakınca görünürdü. Üzerleri kocaman bombeli otomobil
çamurluğu gibi saç kaplıydı, sempatik, basit, sade ve
komikti.
İskeleye yanaşamadığı zaman birisinin yardımına ihtiyaç
duyarmış gibi çaresizce zorlanır, adeta debelenirdi.
İki yönde bir projektörü vardı, iskeleye yanaşırken geceleri
yanaşacağı yeri tarar, bakardı. Yanlış hatırlamıyorsam
bu işi elle yapan ayrı bir görevlisi vardı. Boğazın ortasından
gelirken projektörü geçen gemileri gövdelerini, set üstünü
evlerin odalarını, duvarları, tavanları, aydınlatırdı.
Kalkar bakardım pencereden, bu ne ayarsız bir geliş diye.
1965 yılına geldiğimizde yanda görünen çıta, kesit, kaplamadan
planlı yaptığım süs motorunu bitirmiş, pencere önünde
arabalı vapurlarla beraber bir de fotoğrafını çekmiştim.
O yıllarda Kabataş Liman Kitabesi meydanın tam ortasındaydı.
Hüseyin Haki, Orhan Erdener, Kızkulesi, Kasımpaşa, Kuruçeşme,
Karaköy ile Kabataş, Kartal, Hürriyet isimli arabalı vapurları
Üsküdar'a karşılıklı sefer yapardı.
Karamürsel’le Üsküdar’dan Kabataş’a
Yolcu oturacak yeri yoktu, açık bölüme iki tane ahşap
park bankı koymuşlardı, bir binişimizde birinde ben anneannemle
oturuyordum. Anneannem yaşlı bir kadındı, kapalı yerlerde
sıkılır, afakan basar der, açık havayı tercih ederdi.
Vapur kalktıktan bir süre sonra biletçi geldi, gişeden
aldığımız biletleri göstermemizi istedi. Bel kemerlerine
delik açan pensi ile kalınca karton biletlerin göbeğine
delik mi deldi, yoksa başparmakları arasında yarısını
mı yırttı tam hatırlayamasam da, bu kontrol sonrası biletlerimizi
bize geri verdi. Anneannem biletleri avucumun içinde sıkı
sıkı tutmamı tembih ederdi, inişte biletleri toplayan
iki görevliden birine verir, inerdik. Aslında görevliler
den biri araçlardan, diğeri yolculardan bilet toplardı.
Bu şekilde yolcu sayısı ile gişeden satılan bilet miktarı
kontrol edilmesi amaçlanırdı.
|
|
|
Bilet kontrol görevlisi bizim biletlere baktıktan sonra
arkasını bize dönüp, diğer yolculara yönelmişti ki, yaşlı
anneannem “Memur bey, memur bey” diye seslendi. Memur
bey döndü, bu defa “Ne zaman kalkacağız” diye sordu. Oysa
biraz önce kalkmıştık, akıntıya karşı gidiyorduk, yine
de gittiğimiz pek belli değildi, boğazın ortasındaydık,
yanımızdan geçen başka tekneler vardı.
Memur bey bu soru karşısında ifrit olmuş, küplere binmişti.
“Hanım hanım yanaşmak üzereyiz” diye anneannemi paylamıştı!
Anneannem etrafına bakınıp hiç belli değil, duruyor gibiyiz
diye söylenmişti.
İzmir ve Ankara’dan yaz tatilleri için İstanbul’a geldiğimiz
1955–56 yılında çocuk olmama rağmen vapurun seyir halinde
olmasını fark etmemiş, azar işitmiş olmamızdan ben çok
utanmıştım.
Ne yalan söyleyeyim beş altı yaşındaydım, gemiyi Karamürsel
diye hatırlıyorum ama belki de yandan iki çarklı Suhulet
ti. Dönemin fotoğraflarını incelediğim zaman bahsettiğim
ahşap bankları Suhulet ve Sahilbent’te var olduğunu görüyorum.
|
|
|
Lodos Problemi
1956 yılında Camialtı Tersanesinde inşa edilen Karamürsel,
65,20 metre boyunda, 16 metre eninde, 600 yolcu kapasiteli,
7 kn sürati olan ve 50 araç alabilen yandan çarklı bir
araba vapuruydu.
Karamürsel araba vapuru öyle bir defada gelip şıp diye
iskeleye yanaşamazdı. Hele hava rüzgârlı, deniz dalgalıysa
deyim yerindeyse debelenir dururdu. Yandan çarkların dördü
birden döner, kaptan iskeleyi ortalamaya çalışırdı. Halatçı
halat elde bekler, yaklaşınca atar, kıyıdaki görevli tutamaz,
halat denize düşer, ıslanır, ağırlaşır, çeker, bir daha
bir daha atardı. Bu sırada denizin üstü deterjan dökülmüş
gibi bembeyaz köpük olurdu. Yolcu sabırsızlanır kaptan
köşküne doğru dönüp dönüp bakardı. Yolcu inmeye başlamadan
sabırsız yolcular bir an evvel vapura binmek için kapağın
başına toplanır, zaten dar olan iniş koridoru iyice daralırdı.
Herkes bir an evvel binip yer kapmak isterdi.! Oysa araçların
binmesi için içerde daha çok beklenecekken, bu acele neyin
nesiydi!
Bazen sütçü atlarının, at arabaların bindiğine de tanık
olurdum. At denizin üstüne çıkacağını hissedercesine vapura
binmek istemez, inat ederdi. Sahibi geminden tutar, aksi
yönlere biraz yürütür, dolaştırırlar daha sonra kapağa
yönlendirirler, ne var ki at kapağa gelince adımını atmazdı.
Bu defa son çare atın gözleri bağlanır, arkasından iterler,
bu işe vapur görevlisi de yardım ederdi. At adımlarının
nal sesleri demir kapakta yankılanırdı.
|
|
|
Kartal, Hürriyet ve diğerleri
Ama vapura biletsiz binen, inen beleşçi yolcular da olur,
uzun iskelenin paraleline yanaşan vapurun pencere tarafından
atlar, bilet vermeden hızla kaçar giderlerdi. Görevliler
bunları kovalayamazdı. Birazdan kapak inen inecek ve yolcudan
bilet toplamaları gerekecekti. Şimdiki gibi iskele çevresi
demir parmaklıklarla çevrilmemişti.
Bunu bazı yolcular ve gemide işporta satış yapanlar, bir
de maç günleri Mithatpaşa Stadına maça gelen bazı bedavacılar
yapardı. Araba vapurlarının yanaştığı iskele uzantılarına
vapur iki baştan halat atarak babalara bağlanırdı. Kalkış
sırasında vapur halat aldıktan hemen sonra, baş kısmından
iskeleden bir- birbuçuk metre açılmaya başlar, sonra ileri
harekete geçerdi. Bu baştan ayrılma sırasında kapak kalmış
olduğu için vapura yetişme telaşıyla iskeleye koşarak
nefes nefese gelen yolcu, kalkmış kapağın yanından binmeyi
denerdi. Vapurdakiler kolundan tutar, çeker, içeri girmesine
yardım ederlerdi.
Vapur karadan ayrılmışsa, bu defa son bir gayret yan tarafta
koşar, babaların bağlandığı beton yüksekliğe çıkar gemiye
atlardı. Bu heyecanlı durumu vapurda ki tüm yolcularla
iskelede kalanlar çarpıntıyla izlerlerdi. Yolcu vapura
yetişemezse bir sigara yakar, vapurun gidişine, kaptan
köşküne dönüp dönüp bakarak, bir sonraki vapura kalması
dünyanın sonuymuş gibi hayıflanırdı.
Eğer ki yetişme uğruna bilet almadan binmişse kontrol
görevlisi dolaşınca köşe bucak yer değiştirir, yakalanırsa
cezalı bilet alırdı.
Hüseyin Haki ve Orhan Erdener büyük vapurlardı iyi bir
sıralama ile otobüs, kamyon olmaz ise 52 civarında araba
alırlardı. İskele meydanında 20 sıra araç dizilir meydana
sığamayan araçların kuyruğu Salıpazarı, Kemeraltı mevkiine
dek uzanırdı. Karşıya geçmek için bekleyen araç sahipleri
bir arabalının 50–60 araç almasını düşünerek kaç vapur
sonra binebileceklerini tahmin etmeye çalışırlardı. Sırada
bekleyenlere üç vapur sonra geçeriz diye fikir yürütürlerdi.
Orhan Erdener
Orhan Erdener, Hüseyin Haki gibi aynı dönemde çalışan
en yüksek araç taşıma kapasitesine sahip araba vapuruydu.
Uzun süre Kabataş Üsküdar arası mekik dokudu, onu sonraları
Harem Sirkeci seferlerinde gördük.
Vapura binen yolcular hemen yolcu salonuna çıkar çay içerlerdi.
Bir de araba vapurlarının kaşar peynirli sandviçleri meşhurdu.
Salonun çay büfesinde sandviçleri hazırlayan büfeciyi
gerçekten tebrik etmek gerekirdi. Büyük hüner, maharet,
ustalıkla kaşarları jilet gibi incecik keser, sandviç
ekmeğinin arasına dışarı taşmış gibi yerleştirirdi. Başka
yerlerde kaşar peynirli sandviç siparişi verilirken, arabalı
vapurdaki gibi olmasın çift kaşarlı olsun denmeye başlamıştı.
|
|
|
Araba Vapuru Film seti olmuştu
İstanbul’da “Koplan İstanbul’da” isimli bir film çekmişlerdi.
Çekim Kabataş iskelesinde, evin önünde olduğu için pencereden
tüm olup biteni seyretmiştim. Bu iş için iskeleye ahşap
bir rampa kurmuşlardı. Bir sürü dışı boyalı, motoru olmayan
hurda araç getirmişlerdi. Senaryo gereği kaçan araç bir
araba vapuruna son anda biner, vapur kapak kaldırıp hareket
eder, iskeleden epeyce açılır, daha sonra kamera bunu
çeker. İkinci planda araba vapuru içine doldurulmuş hurda
araçlarla vapur tekrar ayrılırken bu defa kovalayan araç
iskeleye gelir ve kalkmış olan araba vapuruna yandaki
rampadan hız alarak yükselir, vapurun içine hurda araçların
arasına havada uçarak düşer ve kaçakları yakalar, bu sahne
filmin finalidir.
Çok heyecanlıydı. O yıllar için süperdi. Filmi seyredenler
kamera arkası yükseltme rampasını görmedikleri için “Vay
anasını be, nasıl çekmişler, araba nasıl uçtu”, diye düşünmüşlerdi.
Araba vapuruna uçan aracın içinden çıkan kasklı dublöre
hiçbir şey olmamıştı. Filmi de vizyona girince seyretmiştim.
Beyoğlu Tünel’de bulunan Narmanlı Han içinden noteri arkasında
bırakıp çıkan, araç Beyoğlu Taksim yolunu hızla alıyor,
Cevat Kuru temizleme (sonra Pucci, şimdi restoran) önünden
geçiyor (buraları filmde görüyoruz) Kabataş İskeleye geliyordu.
|
|
|
Kapakçıklar
Kızkulesi, Karaköy, Kuruçeşme, Kasımpaşa aynı tip vapurlardı.
Yanılmıyorsam Kızkulesi araba vapurunun ana kapaklarının,
araçların indiği orta bölümüne, menteşeyle takılı vaziyette
ilave dört kapakçığı daha vardı. Ana kapak yere indikten
sonra yaklaşık bir metrelik küçük kapakçıklar hala dik
vaziyette kalırdı. Bilet toplayanlar bu demir kapakçıkları
ayaklarıyla yere doğru iterler, bu şekilde hem ses çıkar,
hem de araç tekerlekleri daha düz bir zeminden geçerdi.
Diğerlerinde bu kapakçıklar yoktu.
Vapur iskeleye dayandığı zaman gövdenin alnı araba lastikleri
dizili iskeleye yapışır, belki ensiz olduğu için ana kapak
geride kalırdı. Belki de vapurun yüksek seviyesi ile kapak,
inişi zorlaştıran bombeye gömülürdü. Gecenin sessizliğinde
evde yattığım yatağımdan kapakların betona çarpmasıyla
çıkan sesten, gelen araba vapurunun Kızkulesi olduğunu
görmeden anlardım. Vapur yükünü alıp kapak kaldırdığı
zaman bu kapakçıklar, ana kapak 45–50 derece açıya gelince,
kendi metal ağırlıkları ile teker teker kendiliğinden
geriye içe devrilirdi. Kapakçıklar ağırdı, demirdi, yere
çarpınca büyük ses yapıyordu, sonraki yıllarda bu kapakçıklar
söküldü.
|
|
|
Gabari Problemi
Bir keresinde muhtemelen Orhan Erdener (Hüseyin Haki de
olabilir) Kabataş’a geri geri yanaşmıştı.
Yani araba vapurunun ilerisi gerisi aynı değimli diye
bir soru akla gelebilir. Vapur Üsküdar’dan kalkmış, Kabataş
iskele önünde manevra yapmış geri geri yanaşmıştı, içinde
ki kamyonlar da geri geri inmişlerdi. O tablodan hiçbir
şey anlamamış, motorlardan biri bozuk herhalde diye düşünmüştüm.
Oysa nedenini bir başka zaman Kabataş iskelesinden binen
kamyonların durumunu görünce anladım.
Bu kamyonlar vapurun bir kapağından binip diğerinden inemeyecek
kadar yüksek yüklüydü. Kapak ile orta bölüm arasında duruyorlar,
vapur diğer iskeleye yanaşınca mecburen geri geri iniyorlardı.
Sirkeci Aşirefendi yokuşunda Anadolu’ya mal sevk eden
ambarlar vardı. Yükleme sırasında trafik tıkanır, Çağaloğlu,
Sirkeci, Karaköy’e uzun kuyruklar oluşurdu. Bu kamyonlar
geç saatlerde arabalı ile karşıya geçerlerdi.
Bu nedenle gündüz araçları yerleştiren Kabataş İskelesinde
ki değnekçi başı, gece de kamyonları ağzından hiç düşürmediği
düdükle sıraya sokardı.
Bazen bekleyen araçların yanından geçiyormuş gibi yapıp
sıranın başına yanaşan fırsatçı uyanık araçlar olurdu,
kavga çıkar kıyamet kopardı. Bazıları saf ayağına yatar,
“sıra burası sandım, der, fark edilince en sona geçerdi.
Ambulans, cenaze aracı, polis otosu gelirse onlar sıraya
girmez, en önde bekler ilk gelen vapura binerlerdi.
Bunlara kimse ses çıkarmazdı.
Araba vapurlarını tıka basa doldururlar, santim santime
yerleştirilirdi. Bazen vapur öyle dolardı ki son aracın
tamponu dışarıda kalır, vapur kapak kapatamazdı. Kapak
tampona değmesin diye yatay biçimde yola çıkardı.
İşin en komik tarafı da kamyonlar çoğu zaman vapura en
son bindirilir, inişte de en arkada olurlardı.
Öndeki araçlar inmeye başlayınca kamyonları ağırlığından
vapur adeta şaha kalkar, kapak yükselir, iniş zorlaşır,
araçlar altını vururlar, yan yan inmeye çalışırlardı.
Bilet toplayan görevliler aracın altı vuracak mı diye
eğilir bakarlar, gel gel yaparlardı. Chevrolet impala
gibi altı yere yakın araçlarda Araç hafiflesin, yükselsin
diye kapaktan inene kadar araçtaki yolcular, bilhassa
şişman olanlar araçtan iner, sonra yine binerlerdi.
Bir de vapurun içinde keyfine düşkün araç sürücüleri vardı.
Vapur bir yakadan diğer yakaya dolu gitmişse ve bekleyen
araç sayısı bu yakada çok ise, karşı yakadan dönüşte dolmasını
beklemez sekiz on, her ne kadar araç varsa onlarla gelirdi.
Vapurun yarısını doldurmuş araçların arka sırada olanlardan
bir kaçı, vapur kalkınca geri vitesine takar, sıkışık
ortamdan ayrılarak, arka kapağa kadar gelirler, püfür
püfür deniz havası alıp, denize bakarak seyahat ederdi.
İskeleye yanaşmaya yakın yolcu alçalmaya başlayan kapağa
ağır adımlarla çıkar, yaklaşma tamamlanınca kapaktan iskeleye
atlanırdı. Burada gizli rekabet ilk önce kimin atlayacağı
şeklindeydi. Kapaktan atlayan duraklara koşardı. Atlayanların
ön cebinden sigara kibrit yere düşerdi. Veya vapur yanaşamamışsa
yan pencerelerden iskele uzantısına atlayıp inenlere,
vapurda kalanlar, yanaşmayı bekleyenler pek bir imrenerek
bakarlardı.
İskele gişesi üzerinde 60’lı yıllarda Firestone lastikleri,
Ülker bisküvi sonraki yıllarda Michelin mankenli lastik,
reklâmları vardı.
|
|
|
Kabataş Arabalı Vapur İskelesinin Türkiye’de başka bir
yerde olmayan başka özellikleri de vardı.
Araba vapurundan indiğiniz zaman önce meydanın ortasında
liman kitabesi duruyordu. Hillman marka araçla etrafında
defalarca döndüğümüzü adım gibi hatırlıyorum. Şimdilerde
bu kitabe Üsküdar-Kabataş motor iskelesi, akaryakıt istasyonu
yanına taşındı. Liman Kitabesinden sonra Setüstüne çıkan
merdivenleri görürdünüz. Bu merdivenlerin yanı boydan
boya yemyeşil çimdi, bu çimlerin orta yerinde bulunan
toprak alana bir metre boyunda rakamlarla günün tarihi
yazılırdı.
O yıllarda böyle bir uygulama başka yerde yoktu.
Set üstünde oturan semtin çocukları, bazen günün tarihini
yazan rakamların yerlerini değiştirir, park görevlisini
deli ederlerdi. Mesela 24 Mayıs’ı 42 Mayıs yaparlardı.
Araba vapurundan inenler şaşırırlardı!
Günümüzde İDO deniz otobüsleri arkasında bulunan çeşme
setin sonunda olup, çeşmenin taşları teker teker numaralanarak
sökülmüş, bugünkü motor iskelesinin karşı hizasına taşınmış,
yeniden kurulmuştu.
Araba Vapurunda araç içinde oturup gelen çayı yudumlamak
büyük zevkti, en önde yer bulan araçlar çoğu zaman kapalı
kapağı seyrederlerdi, fakat kapak tam kaldırılmamış ise
denize doğru yol almanın keyfine diyecek olmazdı. Hatta
bir keresinde kapağın koptuğu da gazetelere haber olmuştu.
Her şeye rağmen Kabataş iskelesine hızlıca gelip, suları
köpürterek fren yaparcasına yanaşmak, iskeleye bağlanmış
otomobil lastiklerinde dayanınca ileri geri esnemek, Avrupa
Kıtasına ayak basmak başlı başına zevkti, iskelede çoğu
zaman sefer saatini bekleyen eskilerden Küçüksu gibi kömürlü,
yenilerden Ataköy gibi gemilerde olurdu.
Araba vapurlarına binenler arasında sadece eve, işe, gezmeye
gitmek için karşıya geçmeyenlerde olurdu.
Avrupa yakasında eve mahalleye musallat olan, rahatsız
edici bir kedi, köpek varsa, bundan kurtulmanın en kolay
yolu sepet içine konur, vapurla denizaşırı karşı yakaya
geçilir, sepet burada açılır kedi veya köpek sokağa salınır,
bırakılırdı.
Bu iyi yol olsa da, bir süre sonra vapura binip geri dönen,
sahibini bulan birkaç köpek olduğu da konuşulurdu.
Vapur yolcusunu bekleyen strapenteli dolmuş sırası Üsküdar
meydanında bekler, vapur yanaşınca birbiri arkasına dolan
Haydarpaşa-Kadıköy yönüne doğru kalkardı.
Kaptan araba vapurun kapağını kaldırıp vapura hareket
verdikten hemen sonra, kaptan köşkünden çıkar, köprüden
yürüyüp gidiş yönündeki kaptan köşküne girer, dümene geçerdi.
Kaptan köşkünde sardunya, ıtır, aşk merdiveni, gibi sıralanmış
saksı bitkiler olurdu. Bu belki de sürekli deniz üzerinde
olan kaptanın toprağa, bitkiye hasretinin bir tür ifadesi
veya kaptanın çiçek zevkiydi, sevgisiydi.
|
|
|
Kabataş iskelesine yanaşınca vapurdan inip Karaköy yönüne
dönmek isteyen araçlar bekler, polis Meclis-i mebusan
sahil yolunu trafiğe keser, dönüş verirdi.
Günümüzde Deniz Otobüsü iskelesi tarafında bulunan, adalar
iskelesi o zamanlar araba vapurlarının en az yanaştıkları
iskeleydi. Çoğu zaman boş dururdu. 70 li yılların sonunda
bir gün, bir araç denizi seyrederken freni boşalmış 7–8
metre derinlikteki iskele önüne denize düşmüştü. Önce
dalgıç inip halat bağladı sonra çağrılan bir balıkçı motoru
aracı yukarı çekti. (Denize düşen araçları balıkçı motorları
çekerdi)! Ne var ki sudan çıkarılan araç bir türlü karaya
çekilemiyordu. İşi bilen bilmeyen birçok resmi sivil gönüllü
kişi hadiii hoppa nidaları ile hep birlikte halata asılıyor,
araç sağa sola çarpıyor, karaya alınamıyordu. Baktılar
olacak gibi değil, balıkçı motoru yedeğine alıp aracı
asılı vaziyette uygun yere götürdü.
Yazının sonuna gelirken son birkaç not daha eklemek yerinde
olacak sanırım.
Kabataş rüzgârlı bir sahildi. 60 lı, 70 li yıllar hanımlarda
eteklerin revaçta olduğu, pantolonun pek fazla giyilmediği
yıllardı. Hanımların pantolon giymesi ayıp karşılanır,
erkeğe özenmiş addedilirdi. Vapurların yolcu salonlarına
çıkarken dik ve dar merdivenlerde rüzgârın azizliğine
uğrayanların etekleri savrulur, bazen de etek bol, plili
ise tam merdivende, kapakta balon gibi şişerdi!
60 lı yıllar öncesi döpiyes, tayyör modası vardı. Etekler
diz kapağının altında olup çevresi dardı. İnce belli kalçaları
saran etekle Araba vapurunun dik metal basamaklarından
çıkış iniş çok kolay olmazdı, basamakları yan yan, bir
bir iner, çıkarlar, diğer yolcular basamakta bayanı beklerlerdi
veya dar etekli bayanlar basamakları hiç çıkmazlardı.
(Bu etekle otobüs basamağına çıkmak da zordu). 67-68 li
yıllardan sonra mini etek çıktı!... Daha uzun bacak görmek
isteyenler, mini etekli bayandan 7–8 basamak sonra merdiven
çıkarlardı! Sonra maksi… Blucin yaygınlaştı.
Araba vapurlarından ve yanaştıkları iskeleden balık tutulurdu,
ben de ekmek hamuruyla tutardım, iyi izmarit balığı çıkardı.
İskeleye bağlı araba vapurundan denize atlayıp yüzenler
de olurdu.
İskelede boş yer varsa kömürlü şehir hatları gemileri
Fındıklı önlerinde kömür dağıtımı yapan kömür gemisinden
kömür almak için gelir sıra beklerlerdi.
Kabataş iskelesine yanaşan sadece araba vapurları değildi,
İskelenin gediklilerinden biri olan "Koşar"
gemisi, iki direkli, ortada basit biçimde duran tek bacalı,
araba vapuru kadar boyu olan gri renkli bir gemiydi. İskeleden
doldurduğu su ile tankları yeterince dolunca, batık şekilde
hareket eden Koşar gemisi adalara su taşırdı. 60'lı yıllarda
haftada bir devam eden bu su taşıma ile, adalar su ihtiyacını
karşılamaya çalıştı.
Galata Limanına yanaşamayan Canberra, France, Queen Elizabeth
2, Cunard gibi dev turist gemileri veya ABD nin 6. filosu,
uçak gemileri, Missouri vs. Boğazın orta yerine Kabataş
açıklarına demirlemişlerse, araba vapurlarının işi zorlaşırdı.
Zaten akıntı tesiriyle iskeleyi tam tutturamazken, bu
defa da demirli gemilerin etrafından dolaşmak zorunda
kalırlar, bazen de iskeleye uzak düşerlerdi.
Hüseyin Haki, Orhan Erdener isimli vapurlar iskeleye yanaşınca
karşı yakaya geçmek için otoparkta tampon tampona bekleyen
iki üç sıra araç bir anda biterdi. Arabalı vapurlar Üsküdar
iskelesinden kalkınca burnunu önce Beşiktaş'a yöneltir,
Boğaz'ın ortasına kadar bu yönde ilerler sonra üst akıntının
itiş gücüyle Kabataş İskelesini karşılardı. Kabataş Araba
vapuru iskeleleri bile vapurun geliş yönüne göre verev
inşa edilmişti.
Yolculuk boyunca arabalı da olanlar hemen araçlarından
çıkıp üst güverteden dev gemileri yakından görme imkanı
bulurlardı.
|
|
|
Araba vapurunun en yüksek yerinden, hatta kaptan köşkünün
yanına vapur hareket ettikten sonra turistler çıkar, Dolmabahçe
Sarayına, etrafa bakarlardı, bende çıkar o açıdan fotoğraf
çekerdim…
Araba vapurlarını en çok Kabataş Üsküdar arasında çekerdim.
Ara sıra boğazda gördüğüm seferler dikkatimi çekerdi,
ne işi var burada diye. Sonra Sirkeci- Harem arasında,
Yalova- Kartal, Eskihisar-Topçular arası, Bozcaada-Geyikli
iskelesi, Avsa-Erdek seferlerini fotoğrafladım. İzmir’i
unutmadım. Bir gün Gelibolu’dan Lâpseki’ye geçerken yıllar
sonra eski dostlardan birini görmüş gibi heyecanlandım.
Demek Kızkulesi araba vapuru buradaydı, indikten sonra
tekrar fotoğrafını çektim. Diğerlerini Çanakkale - Eceabat
seferlerinde hala çekerim.
Derken 2000 yıllarıydı bir gün Kabataş iskelesine 1951–1952
doğumlu çok eski bir tanıdık yanaştı.
Gözlerime inanamadım. Belki de son kez çektim, bir yandan
bir önden bir o taraftan bir bu taraftan.
İsmi Kasımpaşa’ydı, acaba vedaya mı gelmişti? …
|
|
|
Araba vapurların dünü bugünü
Dönemin araba vapurları gerçekten gemiye benziyordu, en
azından arması olan gemi bacası vardı. Şimdiki Suhulet,
Sahilbent, Sultanahmet, Sadabat gibi bacasız değildi.
Dönemin araba vapurları şimdikiler gibi bu derece yüksek
değildi. Yan yüzeyler bu kadar geniş duvar gibi değildi.
Rüzgâra bu derece muhatap olmazdı, boğaz rüzgârı bu kadar
sürüklemezdi.
Araba vapuru pencereleri, daha geniş daha ferah daha geçirgendi.
Araba vapuru kapakları 45 derece açıyla estetik biçimde
durur, şimdikiler gibi kapalı kutu kapağı misali, kapan
gibi görünmezdi.
Buna rağmen Anadolu’dan gelip, trenden indikten sonra,
hayatında ilk defa deniz gören biri, iskelede ki eski
tip araba vapurunu görünce, yanındakine “bu apartmana
niye giriyoruz” diye sormuş tu!
|
|
|
Yeni tip birçok araba vapur yapılabilir, yapılacaktır
da, üstüne eski isimlerde yazılabilir.
Son kalan kömürlü gemiyi bile koruyamayanlar, düne kadar
seferde de tutamadılar.
Tarihe sahip çıkabiliyorsan, kıymet biliyorsan, eski tip
yandan çarklı Suhulet’i, Sahilbent’i yap da görelim, alkışlayalım
demek geliyor içimden…
Araba vapurlu fotoğraflarda kalan anılar
70 li yıllarda yoğun biçimde İstanbul fotoğrafları çekiyor,
bilhassa geri planda İstanbul görünen kömürlü gemilerin
hepsini farklı yerlerde, seyir halinde fotoğraflamaya
büyük önem veriyordum.
Bu amaçla gemilere biniyor, hiç yoktan yere bir yerden
bir yere gidiyor, yolcu gibi atmosferi yaşamaya çalışıyordum.
Henüz gazeteci değildim ama kaptan köşkünü, gemilerin
kazan dairesinde kömür atılışını bile çekerdim. İşte yine
böyle bir gün Üsküdar’a geçmiş gemi bacaları üzerine çalışıyor,
eksik gemilerin iskeleye yanaşmasını bekliyordum.
Bir türlü çektiğim fotoğraflardan tatmin olmamıştım. O
tarihlerde Şemsipaşa Cami ile Üsküdar iskelesi arasında
yüksek bir tekel binası vardı, sahilde bağlı kum mavnaları
filan resmi yapılacak kadar güzel dururlardı.
Akşam mesai bitimi saatleri, güneş haliç’e doğru yatıyor,
binaya bir baktım daldım içeri. Ben dedim “kartpostal
fotoğrafçısıyım”. Üsküdar iskelesi kartpostalı yapacağım,
basılınca size de getiririm.
“Buyur çık dediler, yalnız bina eski, dikkatli ol, düşme”
diye eklediler. Soluğu resmi binanın çatısında almıştım.
6x9 cm ebadında, sekiz poz çeken körüklü Zeiss İkon fotoğraf
makinemle dört - beş poz çekmiştim.
İşte bunlar onlar.
|
|
|
|
|