|
1954 belki de 56 yıllarıydı anneannem “Haydi hazırlanın Eyüp’e
gidiyoruz” derdi, önceleri gelmemek için itiraz eder, sızlanır,
direnir şartlarımı ve isteklerimi sıralamaya başlardım.
Eyüp çarşı içinde ki fırının yağsız tuzsuz halkalarından alınacak
mı, “tamam alacağız” cevabı geldikten sonra, bu defa ibriğinden
üfleyince öten kırmızı testilerden veya trampetlerden istediğimi
belirtirdim.
O isteğime de müspet cevap aldıktan sonra, son isteğim ise Eyüp
Camii önünde kuşlara yem vermek olurdu.
Şartlar istekler kabul edildiğine göre artık temiz pak giyinir,
Kabataş’tan hareketle anne ve anneanne arasında vapura binmek
üzere Eminönü’nün yolunu tutardık.
|
|
Haliç’de her iki yakaya uğraklı Eyüp duraklı vapurlar Galata Köprüsüne
yapışık iskeleden kalkardı, vapura ayak basar basmaz daha seyrangah
olan üst kata çıkmak için beni tutan iki eli de yönlendirmeye
çekiştirmeye çalışırdım.
Ne var ki Haliç seferi yapan vapurlar tek katlı olduğunu merdiveni
göremeyince üzülerek öğrenir, vapurun yegâne yolcu salonunda bir
yere ilişir, deniz seviyesine yakın pencereden, üst kat olmadığı
için etrafı küskün gözlerle seyre dalardım. Yolcu
salonu soğuk olurdu, içinde bir kömür sobası vardı, görevli gelir
arada bir kürek kömür attığına bir iki kez tanık olmuştum.
Haliç kıyılarında hizmet veren 14 iskele vardı, Kağıthane , Eyüp,
Defterdar, Sütlüce, Halıcıoğlu, Ayvansaray, Hasköy, Balat, Fener,
Camialtı, Kasımpaşa, Cibali, Yemiş, Eminönü İskelesi.
Bunlardan bazıları, yolcu azlığı nedeniyle, bazıları dip derinliğinin
yetersizliği, bir kısmı işçilerin uğrak noktası olan tersanelerin
taşınması veya kapatılmasıyla iskelelerin yarısı hizmet dışı kaldı.
Günümüzde Eminönü, Kasımpaşa, Fener, Balat, Ayvansaray, Sütlüce,
Eyüp iskeleleri restore edilmiş olarak kullanılmaya devam ediliyor.
Bunların içinde en ünlüsü hiç şüphe yok ki Eyüp İskelesiydi.
İskeleye gemilerin yanaşabilmesi amacıyla dip derinliğini korumak
adına yıllarca büyük çaba sarf edildi.
Eyüp’e vapur seferleri dışında karadan gitme imkanı da vardı.
Eyüp Eminönü dolmuşları Eminönü'nde ki Zindan Hanın karşısından
yani o tarihlerde bulunan Migros’un arkasında ki otopark yanından
kalkardı. Çok eski model strapanteli dolmuşlar çalışırdı. Haliç
kıyısına paralel daracık parke yollardan 80'li yılların ortalarına
dek güçlükle ilerlerdi.
|
|
Biz yine vapur yolculuğuna dönelim, az sayıda inip binen
yolcularla Fener, Balat, Ayvansaray durakları geçilir, Eyüp
iskelesine varınca, vapur adeta tamamen boşalırdı. Bizim istikamet
ise direk Eyüp halka fırını olur, beş halka alınıp, sol bileğe
bilezik gibi dizilir, birer birer çıkartılıp yerken oyuncakçı
dükkânlarında testilere, teflere, trampet ve darbukalara daha
birçok basit ama renkli oyuncaklara hayranlıkla bakardım, en
çok da trampetler ilgimi çekerdi.
50'li yıllarda Beyoğlu Japon Mağazasında kaliteli oyuncaklar
satılırdı. Mimar oyuncakları dediğimiz o zamanın basit tahta
logoları, kurşun askerler, zembereği kurmalı tanklar, teneke
oyuncaklar, sallanan atlar, bebekler, cam bilyeler, attığı oku
cama yapışan ucu lastik vantuzlu tüfekler, toplar, tahta kamyonlar,
yelkenliler, bisikletler vs.
Eyüp'teki oyuncaklar ise çok daha basitti, çok da ekonomikti,
herkes alabilirdi. Çocukluk işte, renkleri, yan yana bir kaç
dükkanın aynı oyuncakları satması ve çokluğu her çocuğu cezbederdi,
seyri bile hoştu, dalıp giderdik.
|
|
Bazen simit hamur halka bileğimden çıkarken kırılır yarısı yere
düşerdi, yere düşen artık yenmezdi, bu hep olurdu, giden parçayı
yerden alıp duvar üstüne, kenarına, ayak basılmayan bir yere öpüp
koyarken ne üzülürdüm ne.
Çarşı gezisi bitince sıra kuşlara yem vermeye gelirdi, kuşyemcisinden
alınan ayakkabı boyası teneke kutusunun kapağında verilen yemler
etrafa saçılıp, bulut gibi üzerime gelen güvercinlerin arasında
kalmak heyecan verirdi. Etrafta sünnet öncesi kıyafeti ile dolaşan
benden büyük çocuklarda görürdüm.
Eyüp Camii avlusunda sağ tarafta bulunan "Çifte Gelenler"
olarak anılan ve iki kız kardeşin yattığı iki katlı türbenin yanında
ki ulu bir çınarın gövdesinde, her gidişimde gördüğüm bir de leylek
olurdu. Bu topal leylek göç dönemin de bile ayrılmaz, mesken edindiği
Eyüp Camisinde yaşardı. Seveni çoktu güvercinlerden sonra ona
da bir şeyler verilirdi. Eyüp türbe ziyareti sonrası, diğer türbelerin
bir kaçında daha ayaküstü dua edilir, dönüş için iskelede bekleyen
vapura yetişme telaşıyla binilirdi. Hasköy, Sütlüce, Kasımpaşa
gibi iskelelere uğrayıp Galata Köprüsü’nün Eminönü’ne yakın kısmına
yanaşılırdı.
Yıllar yılları kovaladı, hızını hatırlayamadan 70’li yılların
henüz başında kendimi elinde fotoğraf makinesi Haliç kıyılarında
foto safariye çıkmak üzere dolaştığım zaman buldum.
|
|
Fotoğraf hocam ve Ayazpaşa’dan komşum Foto Röportör Gazeteci Ergun
Çağatay öyle demişti, “Al makineni çık sokağa dolaş oğlum, fotoğraf
avcılığında çektiklerini ben sana karta basarım”. Bu harika teşvik
sayesinde semt sokaklarında epeyce dolaşmışlığım oldu.
76 yılından itibaren gazetede foto muhabirliği nedeniyle Eyüp’e
daha sık gider oldum, Hürriyet ikinci sayfasına Eyüp’ü, yazı dizisi
bile yaptım. Çocukluğumda görüp fotoğraf çekemediklerimi de o
yıllara gelebilmiş son kalan kırıntılarıyla fotoğrafladım.
Halka fırınına girdim halka da aldım, belki de bileğime takamadığım
halkalar çocukluğumda ki aynı tadı vermedi. Trampetlere, teflere,
çömlek dümbeleklere, testilere, gülümseyerek baktım, anı olsun
diye bir tane de aldım!
Ahşap evlere, eski otomobillere bakarak, Piyer Loti kahvesine
de çıktım çıkmasına ama bu kez çıkış daha farklı geldi.
|
|
Değişmeyen tek tük şeyler de vardı, bunların başında gelen türbenin
duvarında ki çiniler ve çevrede bulunan mezar taşlarıydı.
Eyüp Sultan Türbesinin duvarlarını süsleyen antika çinilerin bir
kısmı, bilhassa boyun ulaştığı yerde olanları yerinden sökülmüş
kaçırılmıştı. Bu hırsızlık gazetelere "Eyüp Türbesi'nin tarihi
İznik çinileri çalındı" diye haber oldu.
Mezar taşlarının ise bir çoğu yerlerinden toplanmış olarak uzun
süre öylece yığılı kaldı.
Türbe ziyaretine gelenler ki bunlar çoğunlukla sünnet çağı gelmiş
olan çocuklu anneler ve evlilik çağı gelmiş, geçmiş genç baş örtülü,
eşarplı kadınlar olurdu. Hep hayırlı bir talibi çıksın diye dua
ederlerdi.
Ne kadar doğru bilinmez ama evlenecek kızın eteği yüksekçe bir
yerden sallandığı da anlatılırdı.
Geçmiş yıllarda, 70'lerden önce türbe çıkışında bir kutu kesme
çay şekerini eline alıp, gelenlere şekeri dağıtarak dilekte bulunan
olmazdı, dileği yerine geldiyse teşekkür için yine şeker dağıtan
yoktu.
50'li li, 60 lı yıllarda sadece dua edilir, şükür sonrası türbeden
çıkılırdı. 70'li yıllarda ziyarete gelenler dua sonrası türbeye
saygısızlık olmasın diye huzurdan geçip kapıdan çıkana dek geri
geri yürüyerek ayrılmaya başlamışlardı.
|
|
Hiç işim yokken sırf ilerde anlatacaklarım olsun diye ve de kayıkçının
anılarını dinlemek amacıyla kiralık kürek kayıklarıyla karşıya
da, Sütlüce’ye geçip geldim. Eyüplü kayıkçıların gençliklerini
yaşadıkları Eyüp önlerinde tuttuğu lüferleri, palamut balıklarını,
sonradan oluşan adacıkların çevresinde nasıl yüzdüklerini ballandıra
ballandıra anlatışını can kulağıyla dinledim, hafızama not aldım.
70’li yılları böylece bittikten sonra 80’li yıllarda Haliç ve
de Eyüp büyük değişim geçirdi, dönemin belediye başkanı Bedrettin
Dalan kısa sürede yepyeni bir Haliç yarattı. Eyüp çevresinde su
pastel boya gibi yoğun ve koyu renkliydi, Dalan gözlerim gibi
mavi olacak, kürek yarışları yapılacak dendiğinde inanmayıp bıyık
altı gülümsediğimi biliyorum!
Tersaneler, kum depoları ne var ne yok taşındı, sahil bandına
betonerme setler çekildi, parklar yapıldı, dev atık su boruları
döşendi, bu borular döşenirken de boşta duran borular, mezarlar
arasında top oynayan çocuklara yeni oyun sahaları oldu. Halı sahalar,
salıncaklı, atlı karıncalı, kaydıraklı, sportif aletli parklar
birbirini kovaladı.
Çatıları Marsilya tipi kiremit örtülü ahşap evlerin cumbaları,
ahşap kapıları, kafesli pencereleri, hızla tarihe karıştı.
|
|
|
Eyüp'ün ünlü Piyer Loti Kahvesi
Eyüp Piyer Loti'nin adını taşıyan kahvesiyle de ünlü olup mutlaka
ziyaret edilen ve Altın Boynuz lakaplı Haliç panaromasına karşı
bir yorgunluk kahvesi içilen yerdi, manzara göze sığmaz, öyle
burnunuza kötü kokular da gelmezdi. Mistik bir havası vardı, etrafta
ki mezar taşları zaten bir şeylere devamlı vurgu yapar, hayatın
kıymetini bilmeye davet ederdi. Piyer Loti'nin mekanı olan kahve
müze gibi de gezilirdi, çevresinde tuvalini kurup resim yapan
ressamlara da mekan oldu, Türk filmcilerinin de vazgeçilmez çekim
platolarından biri olarak filmlerde sık sık göründü.
Günümüze
gelen Eyüp
Eyüp 1980'lerden sonra yeniden değerlendi, ama nostaljik havasını
tamamen kaybetti ve yeni yepyeni bir kimliğe büründü, alt yapı
tamamlandı, ahşap evler restore edildi, çoğu restoran, kafe olarak
hizmet vermeye başladı, ziyaretçi sayısı aşırı arttı, yapılan
otoparklar yetersiz kaldı, çiçekciler, mağazalar, çarşılar, birbiriyle
yarışır, Piyer Loti Kahvesine telefrigle de çıkılır oldu. Falcı
değilim ama bugünkü haliyle, böyle de kalmayacağı aşikar görünüyor.
|
|