Sihirlitur.com'un
bu bölümünde buram buram nostalji kokulu konumuz, tarihi Galata Köprüsü
ve geçmişte kalan, bir bakıma kaybolan anılar.
Köprünün tarihçesi, teknik bilgileri zaten her yerde bulabilirsiniz,
esas olan, yani sizlerle işin duygusal, sihirli tarafına sihirlitur
yapacağız.
Bazı konular vardır bir oturuşta hemen yazarsınız ama bazılarının
olgunlaşması zaman alır.
Galata Köprüsü de bunlardan biri, yaşanmışlıkları, gözlemleri, duyguları
yıllarca biriktirmek gerektiren asırlık köprünün son yarım asrı sonunda
ancak yazılabilir duruma geldi.
O yılları yaşamış olup o dönemi özleyenlere şimdilerde tarih olan
fotoğraflarla, notlarla bir nebze olsun hasret giderelim istedim.
Anlatmaya çalışacağım Galata Köprüsü, Eminönü Karaköy arasına yapılmış
olan dördüncü köprüydü 1910-12 yıllarında Alman firması tarafından
350.000 altına yaptırılmış olanı.
Galata Köprüsü Marmara Tarafı
462 metre boyunda 25 metre eninde olan 12 parçalı köprünün ortasında
alçak teknelerin Haliç’e giriş çıkış için bir geçit bulunuyordu.
1954 yılında onarım gören köprünün 1964 yılında iki ayağı 70 cm yükseltildi.
Bilinmeyen bir nedenle yangın geçiren köprü 80 yıl hizmet verdiği
yerden 1992’de sökülüp Ayvansaray Hasköy arasına çekilerek terk edildi.
İstanbul'un kalbiydi
Galata Köprüsü tabir yerindeyse İstanbul’un kalbinin attığı yerdi.
90’lara dek İstanbul Sebze Meyve Hali, Balık Hali, Nakliye Ambarları,
büyük gazetelerin matbaaları hepsi çevresindeydi. İnsan sirkülasyonu,
araç trafiği çok ama çok fazlaydı. Tek başına bir dünyası vardı, bir
muhabiri sadece Galata Köpründe görevlendirseniz her saat başı mutlaka
birkaç haber çıkarabilirdi.
Peki değişen ne, yine orada bir köprü yok mu diye bir soru aklınıza
gelebilir. Bu sorunun uzun bir cevabı var şimdi geçmişte neler yaşanmış
şöyle bir hatırlayalım.
Köprüyle ilk tanışmam1954 yıllarına rastlıyor, tefler, dümbeleklerle
dolu çarşı dükkânları arasında, kendine has tadıyla yağsız halka fırını
olan Eyüp’e gitmek için Galata Köprüsü’nün Eminönü ayağına yakın tarafında
ki iskeleden Haliç’e hareket eden vapurlara binerdik. Vapurun salonu
ortasında bir kömür sobası olurdu, salon onunla ısınabildiği kadar
ısınırdı, nadiren biri gelir kömür atardı. Yine Eminönü tarafında
etrafı brandayla kaplı bir bölümde “Yaşar deniz müzesi” tabelası vardı.
Ücreti ödeyenler Yaşar adlı fok balığının hünerlerini seyrederdi.
Aynı yerde pelikan kuşu da ilgi çekerdi.
Yıllar yılları kovaladı 70 lere geldiğimizde köprü gözüme daha farklı
görünmeye başladı, her iki yanında bulunan direklerde ki reklamlarını
okuyor, altında üstünde ne var diye merak ediyor, bol bol da fotoğraflıyordum.
Galata
Köprüsünün Marmara’ya bakan tarafı şehir hatlarının iskelesi durumundaydı,
boğaz hattı Karaköy’e yakın tarafına, Adalar’a sefer yapanlar beş
numaralı vapur iskelesine Eminönü’ne yolcu indirip bindirirdi.
Vapurların yanaşması sırasında köprü darbe alır tatlı tatlı sallandıkça
sallanırdı. Sallanmalar ağır tonajlı otobüs, kamyon gibi araçlar geçtikçe
de olurdu.
Sonuçta Galata Köprüsü dubalar üzerinde yüzer bir köprüydü, dubalar
derseniz Haliç’in asitli suyu içinde adeta saç özelliğini kaybedip
paslanıp, çürümeye yüz tutmuş, daha da ötesinde delinmeye başlamıştı,
dubalar su alıyor, kimisi batıyor, kot seviyelerinde farklı yükseklikler
oluşuyor, üzerinde bir bölümden bir bölüme geçerken araç içindeki
yolcuları oturdukları yerde zıplatıyordu. Motopomplarla duba içinde
ki sular boşaltılıyor, bir yandan da tersanelerde yeni duba yapılarak
duba değişimi gerçekleştiriliyordu. Radyolarda “Yarın Galata Köprüsünde
duba değişimi yapılacağından şu saatler arası köprü trafiğe kapanacak”
anonsları yapılırdı.
Yedek dubalar köprüye bitişik bekletilirdi, köprüye bağlanan dubalar,
amatör balıkçılar için balık tutma platformuna dönüşürdü.
Haliç, tersaneleri, fabrikaları, kum depoları, mermer depoları, hurdalıkları
olan durgun bir kanaldı, yüksek gemiler tersane hizmeti alabilmek
için köprünün açılma günü ve saatlerini beklemek zorundaydı.
Köprü dubaları sağlamken her hafta yapılan bu işlem belki biraz daha
kolaydı da dubalar su dolu olunca köprüyü açmak tam bir işkenceydi,
günler öncesinden hazırlıklara başlanırdı. Şayet hava şartları üstüne
üstlük bir de lodos ise bir taraftan rüzgâr bir taraftan dalgalar
işi daha da zorlaştırıyordu, bazen günlerce, haftalarca açılamıyordu,
işler aksıyor, dışarı çıkmak isteyen gemiler Haliç'te hapis kalıyordu.
Köprünün
açılışı ve duba değişimi
Her şeye rağmen köprünün açılışının, içeriye dev boyutta gemilerinin
girişinin sonra da tekrar kapanışının mistik bir tarafı vardı, belki
de bana öyle gelirdi. Köprünün nasıl açıldığını fotoğraflamak üzere
köprü altına indim. Görevlilerle konuştum, izin aldım. "Bu
kıyafetle olmaz üstün başın kirlenir giy şu tulumu" dediler.
Verdikleri işçi tulumu gerçekten de çok kullanılmış ve oldukça kirli,
etraf ise yağ, pas içindeydi, üstüne üstlük yukardan damlayan birikmiş
su damlaları da ayrı bir problemdi. Fotoğrafta ki görüntüm kesin komik
gelebilir ama damlayan su damlalarına karşı bir de orada bulduğumuz
hasır şapka ile problem giderilmişti. Bu tarihi bir andı mutlaka belgelemek
lazımdı, ben de öyle yapmıştım.
Köprü altı çalışmaları yoğun olarak duba değişimi sırasında da yaşanırdı.
Çürüyüp delinerek içine su dolan dubanın motorpompla içinde ki su
boşaltılıp civataları, pimleri sökülür, yerinden çıkarıldıktan sonra
yeni duba aynı yere monte edilir, köprü yeniden trafiğe açılırdı.
Köprü altında yaya trafiğine kapalı bölümde çalışmak heyecan verici,
sürekli üstünde dolaştığınız köprünün açılışına tanık olmak güzel
bir duyguydu, Başka güzellikler de vardı, örneğin köprü altında bulunan
resmi daire yani Deniz Polisi 5.Şube karakolu olduğu için bayrak çekilirdi,
köprüde yürürken yanınızda ki bayrak, köprüye çekilmiş gibi görünürdü.
Kartpostallık manzaraydı, köprüye çekilmiş bayrak pek alışagelmiş
bir görüntü değildi, dedim ya köprünün kendisinden, gölgesine kadar
bakan gözler için bir dolu güzellik vardı.
Köprü
araç trafiğinin en az olduğu saatte sabaha karşı açılır, bu işlem
saatinde Yeni Camiden yükselen ezan sesi, sabahın ayazı, ilkel şartlarda
köprü görevlilerinin açılacak parçanın zincirlerini çözmesi, dalgalara
kaptırmadan köprü yanına bitiştirme çalışmaları endişeli bir bekleyişe
gebeydi.
Açılan bölüme sabit bir römorkör monte edilmişti. Ana gövdeye bağlanan
zincirler açılıp sürgüler çıkarılınca motor çalışır, açılan parça
menteşelerden geriye dönerek köprüden kopmadan yanına yanaşır, tan
ağırana dek kapanmayı beklerdi.
Bu işin zor tarafı parçaların aynı seviyede olmaları gerekiyordu,
bu nedenle seviyeyi aynı hizaya getirebilmek için dubaların kimisine
denizaltı sistemi gibi su alınır, kimisinin suyu boşaltılırdı. Köprünün
menteşelerinde ki mıhları kaldırımda görünce “Köprünün çivisi çıkmış”
demek gelirdi içinizden.
Göremediğim veya fark edemediğim bir detay ise köprünün Karaköy tarafı
lodos havaların etkisiyle karadan 70-80 cm uzaklaştığında, bu konuyla
ilgili görevli hemen köprü altına girerek “Domuz Damı” tabir edilen
ağaç desteği yaptığı gerçeğiydi.
Galata
Köprüsü Haliç Tarafı |
Köprü bir filmdi
Katkım olmuş mu dur bilemiyorum, köprüden geçerken gözlerimi dört
açar, her yerini inceler haber yapardım. Bunlardan ilkini 28 Kasım
1976 yılında o yıllarda 10 sütun eninde olan Hürriyet Gazetesi’nin
en çok gazete bastığı, günlük tirajının bir milyona ulaştığı tarihte
Pazar ekine tam sayfa yapmıştım. Manşet “Galata Köprüsü Ölmez” di
40 sene önce nereden bilebilirdim ki meğer köprülerde gün gelir ölürmüş.
Ortada can çekişen, her an batma tehlikesi yaşayan buna mukabil cıvıl
cıvıl renk ahenk hayat dolu bir köprü vardı.
Köprüler müdürü Ahmet Karakaş bir yandan dönemin ulaştırma bakanı
Nahit Menteşe diğer yandan feryat ediyorlar, Teknik Üniversite bilirkişi
raporları ardı ardına geliyordu, ortak kanı “Sıkı bir rüzgârda
Galata Köprüsü çöker” ifadesiydi.
Ayrılan ödeneklerle yeni dubalar yapıldı, yağmurlar, karlar yağdı,
merdivenlerde biriken buzlar temizlendi, köprü hizmetine cansiperane
devam etti.
Üstü
ayrı altı ayrı dünya
Üzerinden
günde 75 bin araç milyon insan geçen Galata Köprüsünün altında ise
yukarda olup bitenden habersizcesine bambaşka bir yaşam arzı vardı.
Kahveler, nargileciler vardı, nargileci Recep sabahtan itibaren nargile
tütünlerini hazırlar, yardımcısı kömür ateşlerini yakar, köprünün
kenarına koyardı. Genellikle emekli kaptanların müdavimi olduğu bu
nargilecilere gelen yaşlı babacan kaptanlar nargilelerini fokurdatırken
dalgın dalgın denize, bazen de batan güneşe bakar, kendilerini hala
gemilerinin kaptan köşkünde zannederlerdi.
Deniz gri, bulanık, kötü kokuluydu ama manzara ressamlara, fotoğraf
sanatçılarına sergiler açtıracak, edebiyatçılara şiirler, romanlar
yazdıracak kadar da güçlüydü.
Köprünün her yeri ayrı konuşan, bir şeyler anlatan fotoğraf karesiydi,
yüzlerce değil, binlerce kare fotoğraf çekiyordum, çek çek nafile
bitmiyordu. Bir tarafı Haliç ve kum motorları, renk renk mavnalar,
Eminönü-Kasımpaşa arası dolmuş motorları, Karaköy-Eminönü kürekli
sandallarıyla yolcu taşıyanlar, köprü altından geçerken bacası geriye
doğru iple çekilerek kırılan römorkörlerle renklenirken, diğer Marmara
tarafı telaşlı yolcuları taşıyan şehir hatları vapurları ile şenleniyordu.
Hepsi bu kadar mı, değil tabi ki.
Köprü altında Köprüler müdürlüğünün ofisi de vardı, 5.Şb. Deniz Polisinin
karakolu da vardı. İskeleler, Belediye Zabıta Amirliği, motorcular
derneği, kayıp eşya bürosu, Dalgıç Ekibi, Bilet Gişeleri, Milli Piyango
Bayii, bekleme salonu, memur odaları vardı. Lokantalar, lahmacuncu,
manavlar, birahaneler, gazete bayileri, deniz malzemeleri, kamışlar
satan oltacılar bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de omuz omuza vermiş
köprünün açılan bölümü hariç her santimetresinde balık tutan amatör
balıkçılar, ortalıkta dolaşan seyyar satıcılar da vardı. O dönem ismiyle
maç motorları da yine köprünün Karaköy ayağına yakın iç kısmına yanaşıp
maç günlerine bekleme yaparlardı.
Köprü
altı çocukları ifadesi çok yaygındı. Sokaklarda yaşayan evden kaçmış
çocuklara köprü altı çocuğu denirdi, genellikle köprü altında kimselerin
geçmediği dubaların, bağlantı zincirlerinin arasında gecelerlerdi.
1977 yılının Nisan ayına geldiğimizde Galata Köprüsünün 41 dubasından
13’ü tamamen batmış, 20 tanesi delinmiş bir yandan su alıyor, bir
yandan da içi bölümlerden oluşan dubalarda su seviyesi 24 saat su
boşaltma çalışmaları devam eder halde hizmet veriyordu.
28 Şubat 1978 tarihinde Galata Köprüsü 67 yıllık tarihinin en büyük
tehlikesini yaşadı. Kirişleri çürüyen köprünün Karaköy bağlantısında
çökmeler oluştu, köprü ağır vasıta trafiğine kapatıldı. Elektrik kesintisi
nedeniyle kaynakçalışması gecikti, trafikte büyük birikimler oldu.
Gazeteye yaptığım haber manşette yer aldı.
Köprü satıcıları
Köprü
eğri büğrü görünüşüne rağmen zarifti, yan korkuluklarda bile demir
olmasına rağmen bir ruh, bir estetik vardı, film platosu gibiydi,
sıcaktı, samimiydi, herkesin sahip olduğu kendi evi gibiydi. İşportacısı,
gelip geçeni boldu. Baloncu, süpürgeci, suni çiçek satıcısı, şerbetçisi,
hepsi geçerdi, kimi önünde bir tartı, meraklılara kilosunu söyler,
kimi yeni çıkmış traş bıçağını izleyenlerden birini bedava traş yaparak
tanıtırdı, birikmiş meraklı gruplar arasında cepçiler de olurdu.
Poloroid fotoğraf çektirmek isteyenlere fotoğrafçılar anında resmi
çeker verirdi. Bir başka köşede kâğıda mum sürüp resmi transfer edenler
olurdu, "bul karoyu al parayı", "üç kart bir numara"
diye müşteri çağıran tombalacıları, seyyar arabalarda meyve, salatalık
satanlarıyla köprü adeta bir pazar yeri gibiydi.
Sağda solda balık tutmanın yasak olduğunu gösteren tabelalar da asılı
olurdu ama buna ne tutanlar ne de yağda balık kızartıp satanlar itibar
etmezdi. Leke çıkaran ilaç satıcıları, plastiğe lehim yapanlar, fındık
satanlar, kaset satanlar, saat, gazlı çakmak, çakmak taşı, kan taşı,
jilet, tırnak makası, tarak, güneş gözlüğü satanlar görürdünüz.
Ayakkabı boyacısı çocuklar dolaşır, taşradan gelenler dengini sırtlar
gider, evde deri örme örtü yapan kadınlar bile köprüde satış yaparlardı.
Bugün olduğu gibi o günlerde de zabıta seyyar satıcılarla, balık tutan,
satanlarla başa çıkamazdı.
Köprü anıları
28 Mayıs 1978 tarihinde köprü, güpe gündüz 08.30’da araç trafiğine
iki saat boyunca polis ekiplerince kapatılmış, trafik yükü Unkapanı
Köprüsüne yönlendirilmişti. Dönem çatışmaların tavan yaptığı anarşi
dönemiydi, bu beklenmedik durum karşısında fısıltı gazetesi devreye
girmiş kulaktan kulağa polisin büyük bir operasyon yaptığı söylentisi
yayılmıştı. Saatler 10.30’u gösterdiğinde kapatmanın operasyon değil
trafik şeridi çizmek için yapıldığını gören yolcular çatışma olmamasına
derin bir oh çekerken yol çizgisi çizme işinin mesai saatinde mi yapılmasını
oflaya poflaya sorgulamışlardı.
Fotojenik
Köprü
Köprü gerek üst yaşantısı gerekse köprü altı atmosferiyle farklı dünyaları
barındırırdı. Birahanelerin müdavimleri, nargile kahveleri, balık
lokantaları her yer fotoğraf doluydu. Köprü üstrü ise balık tutanların
omuz omuza sıralanışı, köprü merdivenleri, yan korkulukların üzerine
işlenmiş motifleri ve bu motifler içinden bakılınca bir römorkör,
çektirme, vapur geçişiyle manzaraya katılan estetik sizi oradan alır,
başka boyutlara taşımaya yeterdi.
Film gibi köprü
Köprü her açıdan farklı görünürdü, özellikle Eminönü üst geçitlerinden
bakanlar altını üstünü birlikte görür, kenti saran o zamanın reklam
tabelalarını duvar panasu seyreder gibi seyrederdi. Köprünün direkli
reklam levhalarıgenellikle banka ve radyo reklamları tarafından kiralanır,
oerlikon ve Kivi reklamları dikkat çekerdi. Dönemin önemli ve son
derece kültürlü şahsiyetlerinden biri olan rahmetli Çelik Gülersoy
reklamların olur olmaz yerlere asılmasına karşı çıkar, "Acaba
Oerlikon kendi ülkesinde bu reklamını kente böylesine büyük, şekilde
asabiliyor mu" diye sorardı.
23
Eylül 1986 öğlene doğru köprüde Karaköy istikametine doğru dalgın
dalgın yürürken karşıdan gelen üç kişiden biri aniden fırlayıp köprü
korkulukları aşarak kendini boşluğa bırakmıştı. Hiç beklemediğim bu
durum karşısında çantamdan kameramı çıkartıp denize atlayan adamı
tam suya girerken ancak fotoğraflayabilmiştim.
Köprü intihar edecek seviyede bir yer değildi, daha doğrusu en fazla
beş metre civarındaydı, belki de bu intihar değil bir kaçış veya ani
bir sinir kriziydi. Çevredekiler balık kepçesi uzatarak genç imamı
köprüye çıkarmışlardı.
Köprü deniz trafiğine açıldığı gece saatlerinde, her iki başına araçların
köprüye çıkmaması için bariyer konur, trafiğin geçişine müsait olmadığı
tabela ve trafik lambası ile belirtilirdi. İşte böyle bir durumda
aşırı süratle bariyerleri parçalayarak yoluna devam eden bir araç
açık olan 68 metrelik bölümde denize uçmuştu.
Elektrik kesilince en fazla troleybüsler etkilenir, köprüde önde kalanın
arkasına tespih gibi arka arkaya dizilirlerdi. Troleybüslerin en çok
boynuzunun çıktığı yer Galata Köprüsü'nün Eminönü ayağına çıkışında
olurdu. Şoför mahallinden iner çıkan boynuzları elektirik hattına
kavuşturmak için çaba sarfederken trafik arkada troleybüsün yeniden
hareketine dek felç olurdu.
Dönemin Belediye Başkanı Bedreddin Dalan köprüleri tek yön kullanmaya
karar verdi. Bu durumda Unkapanı köprüsü Azapkapı’dan Unkapanı’na
geçiş veriyor,
Galata Köprüsü Eminönü’nden Karaköy’e geçiliyordu, Ragıp Gümüşpala
Caddesinde inanılmaz araç birikimi yaşandı, dönemin İstanbul Valisi
Nevzat Ayaz, trafikten sorumlu Emniyet Müdürü Mehmet Çetinalp, Bedreddin
Dalan toplandılar, tek yön fiyaskosundan kısa sürede vazgeçildi, Galata
Köprüsünde trafik akışı yine çift yön kullanıma dönüldü...
Köprüde ki iş yeri sahibi esnaf köprüyü terk etmek istemedi, uzun
süre direndi, sonra bir gün yangın çıktı, köprünün bir bölümü yandı
kullanılamaz hale geldi, sonrada bayraklarla donatıldı, parça parça
Haliç’in içlerine doğru çekildi.
Emektar köprüye bir de suç yüklendi, dubalar suyun yüzeyini kaplıyordu
Haliç’te ki lağım suyunun Marmara’ya açılmasını önlüyordu dendi. Dubalı
sistem yerine ayaklı sistem olursa su sirkülâsyonu hızlanacaktı.
Tamam dendi Beşiktaş belediyesi, Sarıyer Belediyesi bize verin eski
köprüyü yüzer lokanta yaparız dediler. Bir başkası sanat etkinlikleri
düzenleriz diyerek formüller ürettiler. Alış veriş merkezi, çarşı
yapma isteklerini dile getirdiler, müze yaparız diyen bile oldu. Köprü,
Tuzla’ya mı, Beşiktaş’a mı, İstinye’ye mi gidecek derken, PTT’nin
bir anı pulu bile basmadığı "Asırlık Emektar Tarihi Galata Köprüsü"
kendini Hasköy - Balat arasında buldu!
Aynı yerde yapılan 5. Galata Köprüsü
Yapımına 11 Haziran 1987 de başlanan yeni Galata Köprüsü yapımı sırasında
ayaklar için kazıklar çakılmaya başladı. Vinç ucunda ki vurucu ağırlık
olan şahmerdanın kazığın tepesine her vuruşunda, kazık Haliç’in derinliklerine
50 cm daha batıyor, çevresinde büyük bir sarsıntı oluşuyor, yankılanan
gürültüyle temellerini sarstığı Yeni Caminin avlusunda ki sayıları
azalan güvercinler korkuyla sağa sola uçuşuyordu.
Sonunda 17 Haziran 1997 tarihinde 488,65 metre uzunluğunda, 42 metre
genişliğinde, 80 metre baskül açıklığı bulunan 114 çelik kazık üzerine
oturmuş, 6400 metrekarelik alışveriş merkezi olan yenisi hizmete girdi.
Galata
Köprüsü
Yapımına 11 Haziran 1987 de başlanan yeni Galata Köprüsü yapımı sırasında
ayaklar için kazıklar çakılmaya başladı. Vinç ucunda ki vurucu ağırlık
olan şahmerdanın kazığın her tepnoktasına vurdukça karış karış dibe
doğru girişi seyredildi. Alt geçitlerin girişlerinde ki çatıların
kırılmasından sonra, sahil düzenleme çalışmaları ile bir şeyler yapılmaya
çalışıldıysa da 2018 yılının sonuna kadar gelinmesine rağmen hala
istenenler bitirilemedi.
Kokusu,
sallantısı, eğri büğrü görüntüsüyle Galata Köprüsü
YFilmlere konu olan, bohem havasıyla müdavimleri eksik olmayan köprü
anılarıyla birlikte yok oldu, gitti. Şimdi sorsanız nerede diye yeni
nesil bilmez sahi ne oldu diye onlarda size sorar. Yeşil kırmızı yanan
geçit lambalalı küçük ve alçak geçitli gözleri, gizemi, tarih kokan
havası artık yok...
Galata
Köprüsü'ne veda
Eski
Galata Köprüsünde olan şeylerin büyük bir kısmı şimdi de var dediğinizi
duyar gibiyim, evet var belki ama o dönemin ruhu yok işte. Kahvede
tahta iskemlede oturanlar yok, onların yerine yumuşacık armudi koltuklara
gömülüp ya da şark köşesi dekoru içinde kapuçino içenler var.
Turistik balık restoranları, eski salaş lokantalardan daha gösterişliler
belki ama hep eksik olan bir şeyler çok bariz belli oluyor.
Oysa orada bir köprü vardı onun yerine yenisi yapıldı, eski olan içeri
çekildi. Ben de sordum kendime niye eski köprünün ruhu yenisinde yok
diye. Nedeni için bir sürü fark vardı, belki hepsi belki hiçbiri neden
değildi. Yeni Galata Köprüsü eski Galata Köprüsünün Haliç’e doğru
25 metre içine yapılmıştı yani aynı yerde değildi ama aradığım ruh
için 25 metre lik bu fark geçerli nedenim olamazdı.
Günümüzde yeni yapılan hiçbir şey eskinin ruhunu taşımıyor, bu binalarda,
plazalarda, otellerde de böyle, şehir hatlarının gemilerinde, tramvayında,
otobüslerinde de böyle. Yeni yollar, meydanlar da soğuk geliyor kullananlara,
anılar bildikleri gibi kalsın istiyorlar, eskiler gelmiyor, geçmiyor,
yollarını değiştiriyorlar, bence mutlaka eksik olan bir şeyler var,
sizce acaba bu ne olabilir dersiniz?
|
|
|
|
|
|
|
©
2014 Aralık
- Ekim 2018 Sihirlitur'daki tüm yazılar ve fotoğraflar
Haluk Özözlü'ye aittir, izinsiz kullanılamaz.
|
|
|