BEŞİKTAŞ
İNÖNÜ STADI (MİTHATPAŞA STADI) ANILARI
İnönü Stadı'nda Yaşananlar
19 Mayıs 1939 tarihinde Dolmabahçe Sarayı Has Ahırların bulunduğu
alana ilk temeli atılan İnönü Stadı inşaatı savaş dönemi nedeniyle
beklemeye girmiş, 19 Mayıs 1943'de yeniden temel atılarak İstanbul'a
kazandırılan ilk modern stadı olarak unvanıyla tarihteki yerini
almış. Stat sonraki yıllarda yeni açık tribüne kavuşmuş.
İnönü Stadı Farklıydı
İnönü, Mithapaşa, İnönü, Beşiktaş İnönü Stadı gibi isimlerle
anılan tarihi stat öyle bir stattı ki, sadece stat değil bir
tapınak, bir mabet, bir spor hastanesi, bir eğlence, deşarj
kompleksi, bir gösteri merkezi hatta bir konser arenasıydı.
Önünde Dolmabahçe Sarayı, arkasında çevreye havagazı dağıtan
şebekenin gaz depoları vardı, etrafını yemyeşil çınar ağaçlar
çevrelerdi, Asya kıtasını seyreden yalı stattı, rakım sıfır,
saha deniz seviyesindeydi, stada ulaşım çok kolaydı. İnönü Stadı
herkesin stadıydı, eviydi, oteliydi. Bütün bunları neden yazdığımı
bir bir açıklayacağım ama stadın bir başka özelliği daha vardı
ve İnönü Stadı dünyanın en çabuk seyircisi boşalan stadıydı.
Gerçektende stadın bitimine beş, on dakika kala çıkış başlar,
maçın sona ermesinden yarım saat sonra köfteciler dâhil stat
çevresinde hiç kimseyi göremezdiniz.
Stat konum itibariyle tüm seyirci Beşiktaş, Levent, Maçka, Taksim,
Karaköy istikametine doğru yürümeye başlar, Kabataş, Dolmabahçe
kıyı şeridine yanaşan maç motorları, araba vapuru, Kadıköy vapuru
ile deniz yoluyla gidecekleri stattan uzaklaştırırdı. stat çevresinde
otobüs bekleyecek durak yoktu, 40-50 bin kişi kısa sürede adeta
ortadan kaybolur, kargaşa, telaş, kalabalıktan eser kalmaz,
sessizliğe bürünürdü.
İnönü Stadı önünden trafik sadece tek yönlü iniş değil, Beşiktaş,
Karaköy yönünden gelen araçlar, troleybüsler için çıkış da vardı.
Maç günleri stadın çevresi açık otopark olurdu. Nereyi boş bulursanız
aracınızı öylece bırakır maça girerdiniz. Kaldırımlar aralıksız
dolardı, park edilen araçların önü arkası bile başka araçlarla
dolardı, kâhya da olmazdı, en fazla beş dakika içinde maç bitince
tüm araç sahipleri araçlarının başına geçerdi. Bütün karmaşa
10-15 dakika sürer, normalleşirdi.
Maçın
oynandığı günün ertesi temizlik çalışmaları başlardı. Tribünlerin
basamakları uzun saplı çalı süpürgeleriyle süpürülür, toplananlar
çuvallara konurdu. Genellikle çuvallar Bafra, Samsun, Maltepe,
Kent, Pall Mall sigara izmaritleriyle dolardı. Maçtan iki saat
önce stada gelen seyirciler maçın başlamasına k adar,
maç başladıktan sonra her kaçan gole, direkten dönen topa, verilmeyen
penaltıya, yenen her gole hep bir sigara yakıldığı için 40-50
bin seyircinin yarısına yakını bir paket sigara tüketir, bu
da toplamda yüz binlerce tek sigara demek olurdu. Maçta gösterilen
kırmızı kartlar, sakatlıklar, devre arası boşluğu hep sigara
içme nedeniydi. Gazetede sayfa sayfa yer alan sigara reklamlarına
rağmen, hep sigara izmaritleriyle dolu çuvalları santra yuvarlığı
içine döküp, panoramik bir fotoğraf çekmeyi düşünmüştüm. Kapalı
tribünün yarısı rakip takımın seyircisiyle, yarısı ev sahibi
takımın seyircisiyle dolar ortada boş bir koridor bırakılır,
o basamaklara da yukardan aşağı tek sıra toplum polisleri otururdu.
Bir Galatasaray - Trabzon maçında Galatasaray seyircisi gol
sonrası sevinç içinde golü kutluyor, tribünün yarısı ise efkârlanmış,
komut verilmişçesine aynı anda sigara yakmış dışarı verilen
ilk nefesle tribünün yarısı bembeyaz sigara dumanıyla, sis çökmüş
bulut kaplamış gibi olmuştu.
Dolmabahçe trafik noktası trafik polisleri için en zor görev
yapılan yerdi. Hayatında hiçbir sürücüye ceza yazmamış olan
o noktanın saygın ve sevilen trafik polisi normal günlük trafiğin
üstüne bir de maç günlerinin yoğunluğunu yaşardı.
Trafik noktası riskliydi. Sabah Boğaziçi köprüsünden gelenler,
akşam köprüye giden yoğun araç trafiğinin yanı sıra, hem denizden
gelen nemli rüzgâra karşı duracak, hem de Dolmabahçe Camisi
önünden dönerek stat önünden Taksim'e çıkmak için gaza fazlaca
basan ve mazot pompası ayarsız eski otobüslerin egzozlarından
çıkan karbon monoksit gazını teneffüs etme mecburiyeti vardı.
O noktada görev yapan trafik polisinin Çapa Tıp Fakültesinde
yapılan kan tahlilinde kurşun oranı yüksek çıkmıştı.
Mithatpaşa
(İnönü) Stadı Herkesin Stadıydı
Çünkü Mithatpaşa (İnönü) Stadı İstanbul'un tek stadıydı, Fenerbahçe
takımı antrenman yapmaya Çarşamba günleri Kadıköy Yakasından
bu stada gelirdi, stat görevlileri saat 10-11.00 sıralarında
kapalı tribünün kapılarını açar, okulu kıran öğrenciler başta
olmak üzere veya işi olmayanlar antrenmanları ücretsiz izlerdik.
Hafta sonu yapılacak maçın provası, kimin oynayacağı Çarşamba'dan
belli olurdu.
Kırmızı beyaz Feriköy, yeşil beyaz Vefa, sarı siyah İstanbulspor,
GS, FB, BJK hepsi, bütün takımlar, Altınordu, Göztepe, İzmirspor,
Karşıyaka, Altay, Ankaragücü, PTT, Gençlerbirliği, daha sonraları
Eskişehirspor, Boluspor, Trabzonspor hepsi Milli Takım dahil
maçlarını bu statta oynardı.
Maçın
bitimiyle beraber futbolcuları yakından görmek isteyen seyirciler,
bu defa oyuncuların duş sonrası en fazla 20 dakikalık bir beklemeyle
çıkış kapısında görme, o oyuncu maçta gol kaçırmışsa, formsuzsa,
laf atma, sitem etme, söylenme veya alkışlama, helal olsun,
yaşa bravo deme imkânı vardı. O yıllarda yani benim seyirci
olarak tanık olduğum 60'lı yıllarda maç bitiminde oyuncular
stattan sivil günlük kıyafetiyle yürüyerek çıkar, halkın arasına
karışır, seyircisiyle, sevenleriyle konuşa konuşa yürür, dolmuşa
biner, evinin yolunu tutabilirdi. Buna 60'lı yıllarda defalarca
şahit olmuştum.
Takım otobüsü, koruma ordusu yoktu, maç bitince her şey biterdi,
tansiyon düşerdi.
Büyük maçlar öncesi geceden gelip stat önünde uyuyanlar, bilet
gişesinin açılmasını bekleyenler olurdu. Karaborsa bilet alanlar
"Hiç bilet yok, numaralı numaralı" diye bağırarak yüksek fiyatla
bilet satarlar, son dakika gelenler hiç olmazsa kapıda kalmazlardı.
Stat çevresinde sucuk ekmek, ciğer ekmek, köfte ekmek bu derece
yaygın değildi.
En revaçta olan, kokusu 50 metre uzaklıktan duyulan lahmacundu.
Lahmacuncu koluna taktığı, üsten iki kapaklı beyaz boyalı kontrplaktan
yapılma kutunun üst kapağını açar, lahmacunu alıp kapağı kapatır
üzerine koyup diğer kapağı açıp bol soğan, maydanoz karışımını
koyar, limon sıkar, üst üste iki tane dürüm sararak verirdi.
Lahmacun kokusu üzerinize sinerdi ama sıcak ve lezzetliydi,
hiç kimse ne eti diye düşünmeden birkaç tane yerdi.
Toprak testiden bardakla su satan çocuklarda vardı. Herkes o
tek bardaktan, yıkanmadan bardak bardak su içerdi.
İnönü
Stadı Kentin Yegâne Stadıydı
Çarşamba sabahı antrenman yapan takımlara açılırdı, hafta sonu
Cumartesi Pazar lig maçları oynanır, milli maç varsa stat gece
de kullanılır, 19 Mayıs, 23 Nisan, 19 Mayıs gösterilerinin provaları
ve kutlamaları yine bu statta gerçekleşirdi.
Jübile maçları, atletizm çalışmaları, çekiliş, konser tüm gösteriler
stadın vazgeçilmez etkinlikleriydi. Böylesine çok kullanılan
stat her sene Sarıyer'den getirilen çimlerle sezon başında halı
gibi kaplanır çok geçmeden cim mim, kalmazdı.
Önce ceza sahası çevresi, orta saha kelleşir, avuç içi gibi
çukurlaşır, yağmur yağınca saha suyu ememez, balçık, çamur,
gölcük oluşur, top sürmek imkânsızlaşırdı. Sırf çamura takılmamak
için kanatlardan top sürülür, ortalanır, top yere düşünce çamura
takılır, oyun kör dövüşüne dönerdi. Maç bitiminde oyuncular
çamur kaplanır yüzü gözü tanınmaz hale gelirdi.
İnönü Stadında devre arasında stat hoparlörlerinden bir veya
iki tane yabancı melodi çalardı, bazen aynı parçayı iki buçuk
defa çaldıkları da olurdu. 60'lı yılların Beatles, Rolling Stones
gruplarından sonra ismi sayılan The Animals grubunun "Don't
Let Me Be Misunderstood" adlı parçası çok ünlüydü.
Stat hoparlörlerinden parçayı 40 bin kişi aynı anda dinler,
ezberlerdi. Hatta Dolmabahçe Saat Kulesi dibinden basit boya
sandıklarıyla ayakkabı boyacılığı yapan 10-12 yaşlarında ki
çocuklar bile bu parçaya boya fırçalarıyla sandık üzerinde tempo
tutarlar, ayakkabı boyarken ağızlarıyla nakaratı İngilizce bilmedikleri
için neşeyle "dın dırı dın dırı dııııın" diye söylerlerdi.
Beleş
Tribün
İnönü Stadı batı cephesindeki yamaç, beleş tribün diye anılır
bu açıdan gazhane tarafındaki kale ve sahanın yarısı görünürdü.
Genellikle maça para veremeyenler, bilet bulamayanlar buraya
erken saatte gelir, yer kapar, önce çömelerek maçın başlamasını
bekler, sonra ayağa hep birlikte kalkar, stat atmosferini bir
nebze olsun yaşamaya çalışırdı. Burada bile yer bulunmazdı,
maç heyecanı nedeniyle itiş kakış aşağı düşenler bile olmuştu.
Dilekler maçın hep görünen tarafta oynanmasından yanaydı da
deniz tarafına yapılan akınlar ve goller numaralı tribünün çatısı
yüzünden izlenemez, bu durumda karşı kapalı tribün seyircine
bakılarak reaksiyon alınırdı. Kapalı gol diye bağırırsa görmeyenlerin
bulunduğu Beleş Tribün de onlara bakarak heyecanlanır veya gooooolll
diye bağırarak golü görmeden sevinirdi! Stadın İTÜ tarafında
ki parkta maçı çimlere uzanarak, pilli radyodan dinleyerek,
sahayı hiç görmeden, stadı sadece uzaktan seyredenler de azımsanmayacak
kadar çoktu.
Bir gün yine böyle bir tansiyonu yüksek maçta durum berabere
iken, Dolmabahçe yönünden gelip Gümüşsuyu'na, stadın tam da
Beleş Tribün önünden düzgün parke kaplı yokuşu dönerken belki
Magirüs, belki Bussing belki de Scoda marka otobüsün sahanlıkta
ki yolcuların ağırlığından yan yanmış, hatta egzozunun yere
değdiği dönüş anında camdan yüzünü çıkaran bir genç yolcu, ayaktakilere
merak ve heyecanlı ses tonuyla "Maç kaç kaaaaç" diye sormuştu.
Otobüs yoluna devam ederken de muzip birinin Beleş Tribünden
otobüse doğru verdiği 8-0 Fener galip cevabını alınca heeeeeyttt
diye bağırarak sevinmişti. Oysa maç sıfır sıfırdı, sinir boşalması
olmuş Beleş Tribündeki herkes gülmüştü.
Maçtan çıkanlara yolda yürürken karşılaşanlar "maç kaç kaç"
diye hep önce skor sorulur, sonra golleri kimin attığı öğrenilirdi.
Skoru söyleyen golleri kendi atmış gibi cevap verir, skoru öğrenen
de o an galip takımdansa kendi halinde sevinirdi.
İnönü
Stadı'nın İçi Kadar Dışı da Aktif di
Stadın arkasından Maçka'ya çıkan ve şoförlerin "Öldüm Bayıldım
Yokuşu" dedikleri rampada da saha içi bir karış kadar uzaktan
görünürdü, burada bile seyirci o bir karış alanda olup biteni
görmek için kaldırımda ayakta durup 90 dakikadan fazla beklerdi.
Ağaçlar uzadıkça saha içi görünmez olmuş, o rampa
mevkii itibarını kaybetmişti.
Stadın dışı gazhane tarafında bulunan beton boşluğa her yaz
İtalyan sirki gelir, sirk çadırını, personel karavanlarını kurar,
aslan, kaplan, fil, fok, maymun, köpek, at türünden sirkte görev
alan hayvanların kafesleri yerleştirir, sirk süresince stat
arkası böyle bir ev sahipliği üstlenirdi. 60'lı yıllarda ve
70'li yılların başında çocukların, gençlerin bayramlıklarla
ata binme geleneği vardı. Stadın arkası bayram günleri at binenlere
gezi parkuru olur, bayramlık harçlıklarını ata binmek için harcayanlar
yamaçlara doğru at sırtında gezerlerdi. Yaz aylarında luna park
gecenin geç saatlerine kadar İstanbulluların eğlence mekanıydı.
Küçük Çiftlik Parkı denilen aynı yerde Zeki Müren gibi bir çok
sanatçı konser verirdi.
Stadın her santimetre karesine bir anı, bir heyecan sinmişti,
her seyircinin bir anısı vardı.
Stat boşken bile önünden geçenleri heyecanlandırır, anıları
canlandırırdı. Jübile maçlarında maçın henüz başında hakem düdüğü
ile oyun durur ve sevilen jübile sahibi emektar futbolcu takım
arkadaşlarının omuzlarında sahayı terk etmeye başladığı an seyircilerin
göz pınarları elde olmadan dolar, gözyaşları süzülürdü. Şu satırları
yazarken bile gözlerimin dolduğunu itiraf etmeliyim.
Yine böyle bir jübile maçı öncesiydi, muhtemelen Cemil Turan
jübilesi olabilir. Jübile maçı öncesi şöhretler karması maç
yapardı. Ordinaryüs Profesör Lefter Küçükandonyadis Altay'ın
unutulmaz kalecisi Varol Ürkmez'e deniz tarafında koruduğu kalesine
yıllar öncesinde olduğu gibi yıllar öncesinde olduğu gibi ilerlemiş
yaşına rağmen aynı ustalıkla kaleciye sol gösterip sağa yatıran
penaltı golleri atmıştı.
İnönü
Stadı'nda Gazetecilik
Basın mensubuysanız, sarı basın kartınız varsa stat kapısından
maçın başlamasına dakikalar kala rahatça girebilir, basın tribününde
ki yerinizi alabilirdiniz. Maçı izleyip, kritik yazan muhabirler,
devre arasında çevirmeli siyah telefondan maçın notlarını, başlığını,
yazdırırlardı. Maçın foto muhabirleri Spor Yazarları Derneğinden
aldıkları AIPS kolluklarını takarak saha kenarında veya kale
arkasında ki yerlerini alırlar, portatif oturaklarda maçı izlerlerdi.
Genellikle Milliyet Gazetesi spor konusunda
diğer gazetelerden iyiydi, tüm foto muhabirleri gol çekme yarışındayken
Hüseyin Kırcalı kapalı tribün önünde taç çizgisine paralel yer
tutar, ters ışıkta hava topuna çıkış, ikili mücadelede enteresan
pozisyonlar, değişik estantene fotoğraflar çekerdi. Yılmaz Canel,
Selahattin Gökhan, Yusuf Noberi Milliyetin diğer foto muhabirleriydi.
İlyas Namoğlu, Arif Işıldayan, Mahmut Küçük, Güven Kuyumlu,
Yalçın Özmen, İlhan Dörtkol, Bilal Meşe maçları takip eden spor
foto muhabirlerinden bazılarıydı. Kadir Can, Erdoğan Köseoğlu,
Ender Erkek, Ali Birerdinç'de isim sahibi foto muhabirlerdi.
76-80 yıllarında bir foto muhabiri sahanın etrafında istediği
yerde durabilir, hatta yan hakem gibi taç çizgisine paralel
atakla beraber ileri gider gelirdi. Kalenin arkasına üzüm salkımı
gibi omuz omuza dizilen foto muhabirleri, köşe atışlarında didişirler,
birbirlerinin görüş açılarını kapatırlar, sıkıntı yaratırlardı.
Eğer karşı kaleye penaltı atışı verilmişse bir kalenin arkasından
diğer kalenin arkasına penaltı atışını fotoğraflamak için bir
koşu başlar, sahanın içinden kaleden karşı kaleye 110 metre
boyunca nefes nefese koşar, 20-30 saniyede karşı kale arkasına
gidilir, hakem tüm foto muhabirleri yerleşinceye kadar bekler,
sonra atış düdüğünü çalardı. Bu sayede penaltı golü herkeste
olurdu.
Maç bitince trafikte kalıp vakit kaybetmemek için gazete arabaları
burunları yola dönük biçimde şoförleri içinde kaldırımda bekler,
muhabirleri aldığı gibi taşra baskısına fotoğraf, haber yetiştirmek
üzere tam gaz gazetelerine hareket ederlerdi.
Unutamadığım Gol
Tarih 29. Mayıs. 1978, yer İstanbul İnönü Stadı Fenerbahçe 30
maçlık lig maratonu sonrasında Trabzonspor'un bir puan önünde
lig şampiyonu olmuştu. Maç öncesi taraftarlar 52 bin kapasiteli
stadı tıklım tıklım doldurmuştu. Şampiyonluk sloganları atılıyor,
şampiyonluk piyangosuna konan 10 otomobil, forma giymiş mankenler
stat turu atıyor, muhteşem tören büyük coşku ile devam ediyordu.
Hürriyet Yazarı Eşfak Aykaç Hürriyet Kupasını maç öncesi vermiş,
futbolcular kupayı öperek bu kupayla stadı turlamışlardı. Tam
bir gövde gösterisi olan kutlamanın galibiyetle sonlanması bekleniyordu.
Maç başladı Fenerbahçe takımı ilk yarıda beklenen oyunu ortaya
koyamamış, üç gol pozisyonunu Fener defansı çizgiden çıkarmıştı.
Seyircinin neşesi kaçmıştı. Bu nedenle ikinci yarı sabırsız
ve sinirli seyircinin gergin tezarühatları ile başladı gol bekliyorlardı.
Tüm spor foto muhabirleri şampiyonun atacağı golü fotoğraflamak
üzere Şenol Güneş'in koruduğu yani gazhane tarafındaki kale
arkasına üzüm salkımı misali tek vücut yığılmışlardı.
Böylesi maçlarda foto muhabirlerinin büyük bölümü şampiyon takımın
atacağı gölün sayfada 10 sütün yer alacağını bildiği için, en
iyi gol resmini çekme çabası içinde olduğu kadar, rakip arkadaşının
çekmesine de bir o kadar engel olma telaşı içindeydiler. Yaklaşık
30 foto muhabiri her akında birbirlerine "çök, otur, önüme geçme,
kolunu, başını çek" diyerek itişiyor, akın geçince sakinleşiyorlardı.
Ben de Fenerbahçe'nin atacağı gölü çekmek istiyordum, maçı fotoğraf
makinemin içinden dikkatle takip ediyordum. Gazetede o yıllarda
18.00-02.00'ye dek tek çalıştığım için gündüz maçlarına zevk
için gidiyordum.
Bu arada aynı gazetede çalıştığım foto muhabiri arkadaşlarım
benim orada bulunmamdan tedirgin olduklarından, benim karşı
kaleye yani ev sahibi takımın Fenerbahçe kalesi arkasına ısrarla
gitmemi istediler.
Bu çok zordu, statta en az 45 bin Fenerbahçe seyircisi vardı
ve hiçbir fenerli yenilecek golün fotoğrafını gazetede görmek
istemezdi. Çünkü bu gol ertesi gün kahvede, okulda, iş yerinde,
ofiste, evde gazetede karşılarına çıkacaktı. Ağır adımlarla
deniz tarafına bakan kaleye omzumda çantamla zoraki, tedirgin,
çekinerek gittim.
Fener kalesinde kaleci İvançeviç vardı, bir de arkasında ben.
Makinemi çıkarıp fotoğraf çekmeye başlasam tribününün "İ… Foto"
diye bağıracağını tahmin ettiğim için hareketsiz duruyordum
60. dakika sıfır sıfır geçilmişti.
Gol Sanki Bana Girdi
İlk yarı üç mutlak gol kurtaran Fenerbahçe defansı ve kalecisi
İvançeviç heyecanlanmaya başlamıştı, geriye dönüp "kaç dakka
vaaar" diye soruyordu. Fenerbahçe rakibe yüklendikçe yükleniyor,
neredeyse oyuncuların tamamı yarı sahayı geçmişti. İşte tam
böyle bir anda, daha sonraları Galatasaray takımına transfer
olan "Çaycı Ahmet" lakaplı Trabzonsporlu Ahmet, bir top kaptı,
Fenerli Onur'u, Cem'i peşine takıp hızla kaleye gelmeye başladı
kimse yok. İvançeviç kalesini terk edip ileri çıkmaya başlamıştı
ki yanından yuvarladı. 52 bin çift göz 18 içine odaklanmıştı,
golün gelişi görünüyordu, ağların arkasında olsam da kelenin,
neredeyse kale içinde bir ben vardım, makinemi çantamdan çıkardım,
bir kare çektim hemen çantama koydum. Golü sanki ben yemiştim.
Kalecinin ne durumunu o an çok derin yaşadım, kendimi suçlu
gibi hissettim.
Top geldi, bir metre önümde balık gibi ağda kaldı.
Stat buz kesti, çıt çıkmıyordu, öfke diz boyu, seyirci faturayı
kesecek suçlu adam arıyor, tam anlamıyla şok yaşanıyordu. Kale
arkasında daha fazla durmanın hiçbir anlamı, mümkünatı yoktu.
Seyircide ki şaşkınlık geçmeden saniyeler içinde hemen kale
arkasından uzaklaştım, korner köşesini hızla dönüp stattan koşarak
ayrıldım.
Aracıma atladığım gibi Dolmabahçe'den Cağaloğlu Hürriyet Gazete
binasına gidip filmi yıkatıp, karta bastırdım.
Maç 0-1 skorla bitip, arkadaşlar gazeteye geldiğinde, maçın
tek gol fotoğrafı sadece bendeydi ve benim fotoğrafta spor servisi
şefi Rıdvan Yelekçi'nin elinde spor sayfasında ki yerini almıştı.
Hilmi Ok'un bitiş düdüğü ile maçta olaylar çıkmış, polis Tuna
ve Cem'i polis coplamış, takım federasyonun şampiyonluk kupasını
alamadan soyunma odasına gitmiş, Başkan Faruk Ilgaz çok üzülmüş,
polislerin koruduğu kupayı, Fenerbahçe 2. Başkanı Yüksel Günay
almıştı. Ertesi gün gazeteler Fener Mutsuz Şampiyon başlığı
atmıştı.
Buna benzer tanık olduğum daha birçok anı var, işte bir kaçı.
Sporseverler
kendi takımlarının fotoğraflarını sihirlitur.com "İnönü
Stadı Anıları" sayfasında göremeyince lütfen maksatlı düşünmesinler,
70'li yıllarda bir gün internette web sayfası açacağım hiç aklıma
gelmemişti.
Biz foto muhabirleri çektiğimiz tüm fotoğrafları gazetelerimize
verirdik, tek düşüncemiz en iyi karelerin seçilip gazete sayfasında
yer alması ve herkes tarafından görünmesiydi. Bu nedenle maç
estantenesi, takım kadrosu fotoğrafı biriktirmezdik. Arşiv gazetelerin
ilgili servislerinde tutulurdu. Onun için elde kalanlar sadece
bunlar.
Biz şimdi anılara geri dönüyoruz.
Bir maçın devre arasında stada nereden girmişse girmiş bir kedi
atletizim pistinde kendi halinde yürürken muzip bir seyircinin
"pisipisi" demesine kırk bin kişi daha eklenmiş tribünlerin
kendisini çağıran ve seyircinin çıkardığı pissss seslerine aşırı
duyarlı kedi yeni açık, gazhane tarafından kendini dörtnal koşarak
dışarı atmıştı.
Yine bir maçta Eskişehir spordan FB'ye transfer olan Şevki'nin
hayalarına sert bir top gelmiş, kasıklarını tutarak yerde acı
içinde kıvranan Şevki'ye dolu tribünler bu defa "hemen işe Şevki"
diye tempo tutarak tavsiyede bulunmuşlardı! (Şevki sahanın içinde
herkesin önünde nasıl çişini yapsın)?
Bir maçta Kemal Sunal numaralı tribün önünden sadece yürüyerek
hiçbir şey yapmadan takım elbiseyle geçmişti, stadı dolduran
tüm seyircinin kahkahaları görülecek şeydi.
Hakem Erkan Göksel futbol hakemliğinin yanı sıra Hürriyet Gazetesinin
de Müessese ve Personel Müdürümüzdü. İlk FİFA kokardının göğsüne
takılışını, yine bu statta Basın Tribünü önünde fotoğraflamıştım.
Sloganlar
Taksim, Maçka, Beşiktaş, Fındıklı'dan Duyulurdu
Ya-Ya-Ya, Şa-Şa-Şa Fener Fener çok yaşa... Fener, Fener dünyayı
yener, Galatasaray'a gelince fısss diye söner, Döner döner onu
da yener, "Bir baba hindi, heyyy Allah, Fenere de bindi heyyy
Allah, yallah yallah heyyy Allah", "ver Lefter'e yazsın
deftere", Şenol Birol Gol", "1 2 3 4 5 6 7 8 9 10, Osman'ın
pabucuna kon", sloganlarının tribünleri çınlattığı yıllarda
sloganlar farklıydı, günümüze göre masumdu, sonraları daha manalı
bir hal aldı, "Tabelaya bakalım göbek atalım", "1-2-3 olsun
çıkarması güç olsun", "Fincanı taştan oyarlar, karşı takıma
böyle koyarlar", "Sahaya ineriz ….", "Çarşafı topla", "Haydi
bastır", "Ormandan kestim çamı …." Bunlardan sadece bir kaçıydı.
Maç çok sıkıcıysa foto muhabirleri kale arkasında aralarında
golü kaç numaralı oyuncu atacak iddiasına girerlerdi. Bunun
adı "forvet" oyunu olarak geçerdi.
Takımlar sahaya çıkınca önce bir araya gelip o maçın takım kadrosu
fotoğrafı, sonra tek tek futbolcu portrelerini çekilirdi.
Genellikle taraftarlar takım kadrolarının kartpostallarına rağbet
ederlerdi, bayramlarda bu kartlar gönderilir, iş yerinde masanın
cam altına konurdu. Bu takım kadrosu fotoğraflarının şehirlerarası
otobüslerin arkasında büyük boy afişleri de asılırdı. Bu kadro
fotoğraflarını herkes çekemezdi.
Stat çevresini çevreleyen reklam tabelaları arasında Etibank,
Şekerbank, Banker Kastelli, Efes Pilsen, Altın Mekik, Gibs tıraş
köpüğü, Arko kremleri Tipi Tip sakızları, Gürsoy Boya gazetelerin
reklam tabelaları yer alırdı.
Milli Maçların amigosu elinde davuluyla taraftarı coşturan Amigo
Birol'dü, onun komutlarına harfiyen riayet edilirdi.
Hafta sonu her maçta takviye güç olarak gelen Mavi Bereli askerler
de hazır bulunurdu.
İnönü
Stadında Yaşananlar
Stadın dışında ve her yerinden görünen tarihi ve çok süslü çok
güzel bir saati vardı. Dolmabahçe Saat Kulesi eşsiz bir güzellik
sergiler, statla bütünleşirdi, gece maçlarında dolunay zamanı
ise saat kulesinin hemen arkasından doğan mehtap, canlı yayında
kameramanlar tarafından zumlanır, TV başındakiler bu keyifli
manzaradan mahrum bırakılmazdı.
Gece maçlarında ışıklandırma önceki yıllarda yetersizdi, bazı
spotlar yanmaz sahanın bazı yerlerinde kör noktalar oluşurdu.
Maç devam ederken elektrik kesildiği de gözlenirdi.
Stat
60'lı yıllarda tam kapasite 52.500 seyirci alırdı, dip dibe,
omuz omuza oturulurdu, hatta maçlar ayakta seyredilirdi, bir
milli maçta duhuliye denilen atletizm pistinin etrafına da ayakta
sekiz bin seyirci alınmıştı.
Futbolcuların sahaya çıkışı, gazhane tarafında kapalı ile yeni
açık tribün köşesine denk gelen yerden, oyun alanının altından
basamakları çıkarak yapılırdı. Çıkış tünelinin ağzında görünen
kaptan "Haydi beyler" der sahaya koşarak adım attıkları an tribünler
kendinden geçerdi. Bir keresinde Beşiktaş seyircisi kapalı tribünde
takımı protesto etmek için takım sahaya çıkarken sırtını dönmüş,
sessiz kalmış, bir ilk imza atmıştı. Biz foto muhabirleri bile
saha içinde bu ilki şaşkınlıkla izlemiştik.
60'lı yıllarda maça kaynana zırıltısı denilen burgulu metal
bir tel üzerinde aşağı yukarı hareket ettirdikçe zırıltı sesi
çıkaran bir tür oyuncaklarla gidilirdi. Bir de bu amaçla ekseni
etrafında döndürülen ahşap bir "L" vardı dili dişliden kurtuldukça
sert şekilde karşılığına vuran ve "Lak" sesleri çıkaran türü
vardı, tribünün tamamı bu mekanizmayı çevirince makineli tüfek
atışı gibi taka taka taka bir ses yayılırdı. Bilet almak için
bekleyen seyircilere kuyrukta tribünlerin beton basamaklarına
oturmak için Pazar dergisinin geçmiş sayıları ucuz fiyattan
satılırdı. Dergi şöyle bir sayfaları çevrilip bakıldıktan sonra
hava güneşliyse sayfalarından badanacı şapkası yapılır, sonra
da pantolon kirlenmesin diye üstüne oturulurdu. Stat içinde
yastıkçı vardı o da Kapalı tribünlerde kiralık yastık satardı,
bu yastıkların hakemi, takımı protesto maksatlı sahaya atıldığı
da olurdu.
Sahaya başka şeyler de atılırdı, maç seyircisine stat dışında
ayva satılırdı, ayva hem tok tutar, hem akmaz, bulaşmaz bir
meyveydi, seyirci ayvacının küfesinden iri sulu iri bir ayva
seçer, birkaç diş atar, yer sonra da eğer kızmışsa sahaya, hakeme,
futbolculara, kaleciye atarlardı.
Kale arkasına yağmur gibi bozuk metal para da atılırdı "milyonluk
eşekler", "en büyük taraftar futbolcular sahtekâr" veya "Satılmış
hakem", "Hakeme gözlük" diye bağırılırdı.
Gol
Sevinci
Her şey iyi hoştu da stat bulutsuz günlerde maç öğle sonrası
ise sert güneşin numaralı tribünün çatışında yansıyan ışıklarının
gölgesi, sahanın içine düşer, görünüm yarısı güneşli, yarısı
gölgeli bir hal alırdı. Bu iki farklı ışık kameramanlarının
çekim ayarlarını zorlar, fotoğraf ve çekilen filmlere yansırdı.
Tek
kanallı dönemlerde TRT muhabiri basın tribününde oturur, top
ceza çizgisine yaklaşınca çekim yapmaya başlardı, aniden uzaktan
atılan beklenmedik gollerde çoğu zaman golü çekemezlerdi.
Bu nedenle akşam haberlerinde bazı gollerin görüntüsü verilemezdi.
Maç anlatan spikerler futbolcuların sadece isimlerini söylerdi,
hiçbir anlatımda futbolcuların soyadları söylenmezdi. Top Basri
Dirimli'de, Candemir Berkman'da, Kadri Aytaç'da, Nazmi Bilge'de,
Ogün Altıparmak ilerliyor, Şeref Has şut çekti, Necmi Mutlu
uçtu kurtardı, Ercan Aktuna Alpaslan Eratlı ile paslaştı, Abdullah
Çevrim soldan ortaladı denilmezdi. Bir takımda aynı isimde iki
futbolcu varsa onların ismi Fenerbahçe takımında olduğu gibi
Küçük Fikret, Büyük Fikret diye ayrılır, aynı isimde iki den
çok futbolcu varsa Bursaspor'da olduğu gibi Sedat Bir, Sedat
İki, Sedat Üç gibiyakıştırmalarla veya lakaplarıyla anılırdı.
Can Bartu Can'dı, Lefter Küçükandonyadis Lefter'di, Turgay Şeren
Turgay'dı, Sabri Dino Sabri'ydi, Metin Ali Feyyaz'dı dahasına
gerek de yoktu, isimleri duyan kimden bahsedildiğini hemen anlardı.
Futbolcuların ayakkabıları, toplar meşin, köseleydi, suyu emince
ağırlaşırdı, formalar da suyu emer ıslanırdı. Her şeye rağmen
maçlar bir tür gösteriydi. Estetik ön plana çıkardı. Öncelikle
şortlar kısaydı, formalar vücuda yapışırdı. Futbolcunun deparı
sırasında vücut yay gibi gerilir oyuncunun fulelerini, volesini,
röveşatasını, şut çekişinde kas ve bacak hareketlerini, sportif
biçimde görürdünüz, şortlar şimdiki gibi diz kapağının altında
Arap ligi futbolcuların giydikleri türden şalvar gibi değildi.
Bazı futbolcular 60'lı, 70'li yıllarda uzun saç modasına uymuştu,
hiç biri bant takmazdı, Gökmen Özdenak ceza çizgisi içinde yükselip
hava topuna çıkınca dağılan saçları fotoğrafa, pozisyona, gole
heyecan katardı. Ali Kemal Denizci, Selçuk Yula öyle tanınıp
sevilmişti. Gazete yazarlarının, muhabirlerinin o yıllarda tuttuğu
takımı belli etmeleri ayıp sayılırdı, bir gazeteci tarafsız
olmalıydı, rengini belli etmemeliydi, yoksa yazıları okunmazdı.
Kulüp Başkanları sık sık demeç vermezler, takım ve haftanın
maçlar hakkında konuşmazlardı. Radyo mikrofonlarına takım kaptanı
lideri birkaç cümle ile görüş belirtirdi. Politikacılar ise
asla ve asla bu konulara girmez, maçlarda görünmezlerdi.
Kalplerin
Hızlı Attığı Yerdi
İstanbulluların yarıdan fazlasının bu statta anıları vardı.
Genç yaşlı, kadın erkek, anne baba, öğrenci, işçi, esnaf, sanatçı,
asker, polis bir vesile ile mutlaka bu stada gelmiş, bir etkinlik,
bir tören izlemişti. Sadece İstanbullular değil deplasman takımlarının
seyircileri, konserler için başka şehirlerden, ülkelerden gelenler
de o anları fotoğraflarla belgelerlerdi.
Resmi Bayram prova ve gösterilerde deniz tarafında ki büyük
kapı açılır, Kuleli Askeri Lisesi, Deniz Lisesi gibi okullar,
bando takımı eşliğinde belli bir intizam içinde Kabataş'ta vapurdan
inince tören adımıyla yürür, stada bu kapıdan girerlerdi. Resmigeçit
törenlerine katılan diğer liselerin öğrenci anne babaları başta
olmak üzere törenlerde alkışlar, gözyaşlarına karışır, gurur
tablosu fotoğraflanırdı.
Bir hafta sonu sahilden gelip stat önünden Taksim'e 6. Filonun
gelişini protesto amaçlı yürüyüş yapan binlerce kişi maçın oynandığı
İnönü Stadı önünden geçmişti. Kritik bir gündü kitleler birbirine
karışabilir, kontrolü zorlaşabilirdi, bu geçiş sırasında ne
maç seyircisi yürüyenlere, ne yürüyenler statta maç seyredenlere
dönüp bakmamıştı.
İnönü Stadının Maçka'ya bakan kaldırımı üzerinde yeni açık ile
kapalı tribün köşesine denk gelen yerde değişik bir ağaç vardı.
Bu yaşlı çınar ağacı gövdesi bir iki metre düz çıkmış sonra
yere paralel ilerlemiş, ileriye bir şeylere uzanır biçimdeydi.
Ortaköy'den Beşiktaş'tan gelişte dikine çıkan yüzlerce yaşlı
çınarların aksine o farklıydı. Yıkıma kadar yerindeydi, sağlıklıydı,
yaşıyordu. Ne mi oldu, yıkım başladığı sırada stat çevresi perdelendi,
perdeleme kalktığında o karakteristik ağaç ve diğerleri artık
yoktu.! Ne zaman, nasıl yok oldu, fark edemedik bile!
Kaptan Fatih'ten Teknik Direktör Turgay Seren'e "KARIŞMA HOCAM
SEN"
1980-81 yılları İstanbul'da sıkıyönetim var, Ömer Albay zamanı.
Haftasonu İnönü stadında bir lig maçı Galatasaray, Eskişehirsporu
konuk ediyor. Stad dolu, seyircide endişeli ve gergin bir bekleyiş,
çıkış tüneli ağızında takım göründü. Saha kenarında kurban kesildi,
oyuncular kurbanın üzerinden atladılar, alınlarına kan sürüldü...
Çok kritik bir hafta ligin sonu görünmüş Galatasaray futbol
takımı puan cetveli sıralamasında sondan dördüncü!. Bu maçıda
kaybederse küme düşme potasına girecek. Tüm fotomuhabirleri
Gs'nin atacağı golü fotoğraflamak için Eskişehir kalesi arkasında
bende ters kalede idim. İlk devre skoru Eskişehir 2, Galatasaray
0, devre arasına bu skorla başlar önde gidildi. Seyirci şokta,
suspus olmuş, kimsenin ağzını bıçak açmıyor, hava soğuk tembel
bir kış güneşi var ve ikinci devre başladı. Antrönör sorunu
yaşayan Galatasaray'ı son olarak Turgay Şeren çalıştırıyor.
Fatih Terim takım kaptanı, defansın bel kemiği, ABD'nin Cosmos
takımından transfer edilen yumruk show ile ünlü sarışın defans
elemanı Güngör'ü ileri gönderiyor, forvete yardım etsin diye.
Turgay Şeren çıldırıyor sacını başını yoluyor, taç çizgisi kenarına
kadar gelip avazı çıktığı kadar bağırıyor "Güngör geri gellll"
diye.
Güngör şaşkın geri mi gelsin ileride mi kalsın, takımla son
35 dakikaya 2-0 mağlup girilmiş. Gol fotoğrafı çekmeyi bir yana
bırakıp geldim GS kulübesi önüne. Fatih, Güngör'ü ileri gönderdikçe,
Turgay 3. Golü yeme korkusu ile geri çağırıyor, sürtüşme var.
Fatih, Turgay hocaya en sonun da bağırmaya başlıyor " KARIŞMA
HOCAM SEN " dönüyor Güngör'e git ileri diyor. Önce 2-1 bir korner
bir kafa 2-2 Turgay Şeren ağlıyor gözler kıpkırmızı.
(Çocukken onu Ankara 19 Mayıs Stadyumunda seyretmiştim. Kaleciyken
çok uçmazdı ama, iyi yer tutardı, Turgay Şeren, Özcan Arkoç,
Necmi Mutlu, Varol Ürkmez iyi kalecilerdi. Koca dev milli kaleci
Turgay'ı dolu dolu gözlerle görmek tabiki dokundu bana).
Maçın sonuna doğru Güngör'den bir kafa topu daha Galatasaray
3-2 öne geçiyor, Turgay yumruklarını sıkıp bağırıyor "İŞTE
CİMBOM BU" göz yaşları yeniden akıyor, seyirci rahat bir
nefes alıyor ve maç böyle bitiyor. GS tehlikeli bölgeden uzaklaşıyor,
Fatih Terim ilk sinyalleri 20 yıl önce veriyor, Piontek'ten
öğrendikleriylede Avrupa da kendine kariyer sağlıyor.
Unutulmaz
Konserler, Unutulmaz Starlar
Gunz and Rozes, Scorpions, Bon Jovi, Metallica gibi nice grupların
konserleri anılarda kaldı. 07. Ekim 93 yılında Madonna konser
verdi, o güne kadar hiç görmediğimiz insanları stat çevresinde
dolaştığını gördük.
25 Eylül 93 yılında Michael Jackson 56 bin kişiyi yine bu stada
topladı, konser için nerelerden gelip bu statta konsere tanıklık
ettiler.
Deniz tarafına kurulan sahnelerin birinde Scorpions "Wind Of
Chains"'i seslendirirken saha içinde binlerce çakmak yakılıp
sağa sola sallanırken herkes kendinden geçmişti.
Bir başka konserde sahneyi bir türlü ateşleyemeyen grup, gitarist
Richie Sambora'lı Joan Bon Jovi, son çare seyirciyi etkilemek
için Türk bayrağını sırtına pelerin gibi bağlayıp bir baştan
öbür başa koşturduğunu konseri de izleyenler mutlaka hatırlayacaklardır.
Ön grubu Cenk Durmazer'in solistliğini yaptığı Badluck ve The
Cult'un da sahne aldığı Guns and Rozes için erken saatlerde
sıraya giren gençler yine kendilerinden geçmişti.
11 Mayıs 2013 te Kapandı
Son düdük çalmış maçlar bitmişti. Yıkım için start verilmiş,
çalışmalar başlamıştı, yıkımda kullanılan dozerler, vinçler,
yıkım için kepçeler hizmete girmişti ki, akabinde GEZİ olarak
tarihe geçecek olan olaylar patlak vermişti, tüm olaylar, yürüyüşler
stada yakın yerlerde gerçekleşiyor, barikatlar buralarda kuruluyordu,
çatışmalar burada görülüyordu. Bir gece stat yıkımında çalışan
kepçelerden biri kaçırılmış ve önüne kattığı TOMA'yı takip etmişti.
Statta yıkım bir süre durdu, iş makineleri koruma altına alındı.
Gezi olayları durulur gibi oldu, Statta yıkım yeniden başladı
ilk olarak yeni açık tribün yıkıldı, stadın görevi henüz bitmemişti
ve bu defa dev bir konsere ev sahipliği yapacaktı.
Sahne gazhane tarafına yıkılan yeni tribün önüne, kalenin yerine
kuruldu ve Heavy Metal grup İRON MAİDEN unutulmaz bir konser
verdi. Bu tarihi statta ki son etkinlik oldu. Akabinde yıkım
hızlandı, tribünler çökertildi, deniz tarafı kulelerin bulunduğu
Beşiktaş Müzesi ve ofisler kısmında bir ara yangın başlangıcı
yaşandı, saha içi kazıldı, derinleştirildi, deniz seviyesinin
altına inildi, su çıktı, temeller atıldı, hafriyat kamyonların
maçı günlerce devam etti.
Yeni stat geçmişteki anıları günümüze taşıyabilir mi, geçmişin
ruhunu devam ettirebilir mi, yaşanmışlıkları anımsatabilir mi
bilinmez ama "İnönü rakip takıma mezar olacak" sloganı stat
için gerçekleşti.
İnönü Stadı'nın benim için bambaşka bir yeri var
1950
li yıllarda bugünkü stat kapısı önünden Gümüşsuyu'na çıkan merdivenlerin
başında bir doğum kliniği bulunurdu. 26 Ekim 1950 de gözümü
dünyaya açtığım kliniğin stada bakan odası benim İnönü Stadını
ilk gördüğüm yerdi. O günden bu güne doğum kliniği yıkıldı,
yerine yeni binalar yapıldı, o günden kalan yegâne şey kliniğin
bahçede ki çürümüş demir kapısıydı. Kabataş'ta oturuyordum,
çocukluğum boyunca parkın içinden defalarca inip çıkıp Beşiktaş'a
giderken hep bu statla karşılaştım, gün boyunca stadın arkasında
beton alanda mahalle maçlarında oynadım, aynı yerde kurulan
sirkleri de izledim. Yaptığım maket uçakları, planörleri bu
boş stat arkası alanda uçurdum. Futbol maçlarına, takımlarının
antrenmanlarına gittim, törenleri seyrettim, gazeteci olduktan
sonra bu sahada defalarca foto muhabirliği de yaptım, rock konserleri
de izledim. Kabataş'ta stada 500 metre mesafede oturmam nedeniyle,
her gole yapılan tezahüratları, kaçan gollere çekilen ah'ları
vah'ları maça gitmesem bile her hafta hepsinin sesini evden
duydum, trafiğini yaşadım, yıkımda bile ortaya çıkan İnönü Stadının
havaya karışan tozu rüzgârla taşınıp odama doldu.
İşte onun için İnönü Stadı bir başkadır benim için.
Bütün bunlara rağmen ilk maçı Ankara 19 Mayıs stadyumunda seyretmiştim,
Fenerbahçe-Hacettepe maçıydı, Fenerbahçe kalesini Özcan Arkoç
koruyordu, Hacettepeli Küçük Suphi yarı sahadan sürdüğü topla
ceza yayına kadar çıkan kaleciyle karşı karşıya kalıp golü atamamış,
sonrada sahaya yüzükoyun balık gibi uzanmış uzun süre mahcubiyetinden
kalkamamıştı. Takımın en iyisi Birol Pekel'di ve ben yıllar
sonra Hürriyet Gazetesi'nde Birol Pekel ile beraber çalışmış,
Şeref Stadında bir maçta beraber görev yapmıştım. Eşfak Aytaç,
Gündüz Kılıç, Doğan Koloğlu, Rıdvan Yelekçi, Sanlı Sarıalioğlu,
Ziya Şengül, Birol Pekel spor servisinin ağabeyleri çektiğimiz
fotoğrafları yazılarıyla bütünleştirdiler.
O dönemlerden hiç mi fotoğrafın yok diyebilirsiniz, inanın foto
muhabirleri herkesin fotoğrafını çekerler de kendi fotoğrafları
yoktur. Tesadüfler dışında foto muhabirinin yıllarca görev yaptığı
stat kapısı önünde çekilmiş kendi fotoğrafına rastlamazsınız.
Şimdilik bu kadar, başka anılar hatırladıkça, arşivimde çektiğim
fotoğraflara rastladıkça sayfaya eklemek üzere hoşçakalınız.
|