Marmara Gemisi
  S/S İSKENDERUN Yolcu Gemisiyle 1972 AKDENİZ TURU
 
 
Hazırlayan: Haluk Özözlü
 
 

Yıl 1972 İstanbul, gençlik dönemi, kentin önemli yerlerini fotoğraflamış gözümü Akdeniz’de ki değerlere çevirmiştim, fotoğraf tutkusu ağır basıyor, karşı konulmaz bir hal alıyordu, kendimi yörüngeye fena kaptırmıştım öncelikle bütçe kısıtlı, harçlıkla adım adım Ege, Akdeniz nasıl olacaktı. Mevsim yaz, okullar kapanmıştı. Gazetede gördüğüm ilan aklımı çeldi, daha doğrusu baştan çıkardı, daha iyisi olamazdı. Durumu mahalle arkadaşlarıma anlattım, haydi hep beraber gidelim dedimse de binbir çeşit bahane ile vapurda bir hafta boyunca hep gitmekten sıkılacaklarını söyleyip yan çizmişlerdi.
Sadece kafa dengi arkadaşım İsmail “ben varım” dedi. Kafa dengi diyorsam ben Beatles o Rolling Stones dinler, ben uçak maketi, o tekne maketi yapar, ben fotoğraf çekerken o kitap okumayı tercih ederdi ama yine de kafa dengiydi.

Akdeniz Seferinin bilet fiyatları içinde öğrenci işi kesemize en uygunu 150 TL yemeksiz, kamarası olup mevkii adı Güverte Bileti olarak geçiyordu. Seyahatin uğrak noktaları ise İzmir, Bodrum, Marmaris, Fethiye, Kaş, Alanya, Mersin İskenderun’a kadar gidilecek, limanlardan bazılarına gidişte, bazılarına dönüşte uğranılacaktı.
Çok yer görecek Akdeniz’i baştan sona fethedecektik, bundan daha iyi daha ekonomik fiyatlı foto safari olamazdı. Kesin kararı verip, Karaköy Galata’da bulunan Denizcilik İşletmesinin yalı binasının bilet satış ofisine gittik. Bina tarih kokuyordu, tüm gemilerin biletleri buradan tedarik ediliyor, gemi yolcusu olacak özel insanları barındırıyordu. Topkapı Sarayı manzaralı, ferah, aydınlık, çok camlı zemin katında ki satış ofisinden iki bilet aldığımız zaman sanki geminin tapusunu almış gibiydik. Günü ve saati geldiğinde rıhtıma yanaşık İSKENDERUN adlı gemiye bindik.

Marmara Gemisi

Rıhtıma indirilmiş merdivenlerden basamakları çıkar çıkmaz gemi görevlisi bizi kapıda karşıladı, biletlerimizi alıp, "beni takip edin" diyerek o önde biz arkada yürümeye başladık. Gemi boyunca güverteden güverteye epeyce yol gittik. Dik demir yüksek basamaklı merdivenlerden çıktık, düz gittik, tekrar çıktık, güverteden geçtik, hala gittik, içimden daha ne kadar gideceğiz, hala aynı gemidemiyiz, diye düşünürken, üst güverte filikaların altından geçip sağa döndük, homurtuya benzer sesler duymaya başlamıştık ki çift çıpalı amblemli, devasa büyüklükte ki bacaya bitişik 10 no lu kamaranın kapısı önüne geldik. Kamaranın içinden adeta baca geçiyordu, bir başka deyişle yoksa kamara bacanın içinde miydi tam anlayamadan kamara iki duvarında dayalı iki ranzalıydı, başkaları da mı gelecekti, manzarası da lumbozu da yoktu.
Kamarot “buyurun gençler kamaranız burası” dediğinde bende şafak atmış, yüzüm düşmüştü. Hoppala burası cehennem gibi sıcaktı, “Aman beyfendi burada nasıl kalınır, fırın gibi, pişeriz, uyunmaz burada” diyecek oldum, görevli bu cümleyi çok defa duymuş olacak ki, “Zaten kimse kamarada kalmıyor, çantanızı kamaraya bırakırsınız, gece olunca battaniyeyi alır, güvertede sezlongta uyursunuz, herkes öyle yapıyor" dedi.
Bir nebze olsun rahatlamıştık. Moralman toparlandık, soluğu kıç tarafta bulunan havuz barda aldık. 70’lerinn favori içkisi Cinzano’yu bilir, Galata Köprüsü 5 numaralı vapur iskelesinden kalkan Büyükada sürat postası Fenerbahçe vapuru barında içtiğimiz bir içki olduğu için severdik, tereddütsüz siparişleri verip şezlonglara kurulduk. Akdeniz seferine çıkacak olan İskenderun yolcu vapuru yavaş yavaş bilette yazıldığı saatte, 14.00'de Galata rıhtımından ayrıldı, römorkör iskele sancak gemiyi rotasına çevirdi, Sarayburnu dönüldü, İstanbul gerilerde kalmaya başladı. Gidiyorduk.

Çanakkale'den çıkıncaya kadar yolcularda bir ciddiyet, bir resmiyet

Uzak yol yolcu gemilerinde ilk hareket saatleri bir başka oluyormuş, bunu yaşayana kadar bilmiyordum. Her yolcu gemiye, kamaraya yerleştikten sonra güvertede yerini seçiyor, tetkik ve incelemelere başlıyormuş.
Kim kimle, kim arkadaş arıyor, kim mazbut, kim kimin ailesi gibi durumlar gemi Çanakkale’ye kadar belli oluyor, herkes birbirini uzaktan tartar sonra tanışmalar sohbetler, samimiyetler kurulur, masa etrafında kâğıt oynanırmış.
Hatta öyle ki akşam yemek saatinde kim lüks, kim birinci mevkii, kim yemekli bileti almış yolcu, o bile belli olurmuş. Bunların tümü bizim umurumuzda değildi, amacımız belli, geminin durduğu yerde inip, çevrede ulaşabileceğimiz ne varsa fotoğraflarını çekip, son dakikada gemiye yetişmekti. Bu nedenle gece yol gidip sabah iskeleye yanaşan veya açıkta demirleyip yolcuyu karaya yolcu motoruyla çıkaran gemide yemekli bilet almamıştık. Kahvaltı, öğlen yemeğini çıktığımız limanda yiyor, gemi akşam geç kalkacaksa akşam yemeği de gemi dışında gideriliyordu. Sorun yoktu, güle oynaya, omzumda Kodak Retina 1A fotoğraf makinesi, elimizde belki de ikinci Cinzano Biyenko veya arasıra Bitter kadehleri içinde buz, limon dilimi, deniz havası eşliğinde yol alıyorduk. Keyfimize diyecek yoktu ama gemide sıkılanlar belirmeye başlamış, bunun ilk belirtileri gemi içi turlamaları olarak kendini gösteriyordu. Bazıları aynı yerden birkaç defa geçince gayri ihtiyari dikkat çekiyor, bakışmalar, gülümsemeler yakalanıyor, sonuçta selamlaşma ve tanışma faslına geçilerek sohbet ortamı doğuyordu. Hiç hesapta yokken kağıt oyunlarından pişti, pis yedili oynayıp, fotoğraf çektirip, sohbet edecek bazı arkadaşlarımız olmuştu.

Yemek saatinin geldiğini belirten melodili ve davetkar gong sesi
İskenderun Yolcu Gemisi Akdeniz seferinin ilk akşam yemeği gongu geminin her yerinden duyulacak şekilde melodik, iştah açıcı ve davetkar biçimde hoparlörlerden yankılandığında "yemekli" bileti alan yolcular, Birinci Mevkii yemek salonuna restoranın yolunu tutmuşlardı bile. Şezlonglar ahenkle boşaldı, bulunduğumuz havuz barda bir barmen bir de biz kalıverdik. Acı bir durum gibi görünse de, vardı yanımızda bir şeyler, tedbirli binmiştik, içeceklerin yanında da çerez, soğuk kanepe de veriyorlardı, bu nedenle çok da umursamamıştık, restoran yolcusu olmamayı takmıyordum, ta ki yemek bitene, yeni edindiğimiz kız arkadaşlar “Sizi restoranda göremedik, neredeydiniz diyene kadar. Onlara, yemeksiz yolcu bileti aldığımızı yemekleri dışarıda yemeyi düşündüğümüzü, gemiye yemek saatinde bağlanmak istemediğimizi anlattık ama aslında buna biz de inanmamıştık.
Sorun yoktu, neşemiz bol, keyfimiz gıcırdı. İzmir’e yanaştığımızda limanda kalış süresi azdı, 9 sene İzmir’de yaşadığım için bildiğim kadarıyla o süre içinde fotoğraf çekmeye uygun bir şey bulamam diye ben İzmir’e inmemiştim. Arkadaşım karaya çıkmış, dönüşünde bir de tavşan yavrusu elinde gemiye öyle dönmüştü. Önceleri sıkıldım, “bu bizi bağlar, neden aldın, nereye koyacağız şimdi bunu” diye söylensem de arkadaşım, “çok uslu nereye koyarsan orada duruyor, sen tavşanı takma kafaya” dedi. Nereden bilebilirdim ki, beyaz pamuk tüylü yavru tavşan hayatımıza renk kattı, geminin maskotu oldu, her gün hiç tanımadığımız, kadınlar geliyor, tavşanınızı biraz sevebilirmiyiz diye soruyor, ismini, neler yediğini soruyor, sohbet ediyor, gezdirip getiriyorlardı.

Tavşan sayesinde tüm kapılar açılıyordu

Methini duymuşsunuzdur, gemi yemekleri, mutfakları, tabakların çapı, porsiyonların bolluğu muhteşemdir. O yıllarda gemi aşçıları büyük otellerin aşçılarına taş çıkarır, gemi ismiyle zikredilir, referans sahibi olurlardı. Gemiden ayrılıp otellere transfer olsalar bile şu geminin aşıcıymış diye anılırdı.
Tavşanı kucağıma aldım mutfağın kapısına dayandım, içeri girmeden başımı uzatıp, tavşan için bir havuç veya marul yaprağı verebilir misiniz diye utana sıkıla sordum. Aşçı bir bonkör, bir candan, bir o kadar içten çıktı ki anlatılamaz, tavşana yesin diye verdikleriyle iki kişilik mevsim salatası yapılabilir, o derece bonkör, bir aşçıydı. Tabak ta börek uzattı, "şimdi yaptım bunu da sen ye" dedi. Tavşana ben bir şeyler ayırırım yine diye ekledi, tabağı verirken de saat üçte pasta çıkacak mutlaka gel tamam mı, gel ama diye söz alıp, tembihledi.
Şaşırmış vaziyette yiyeceklerle havuz bara çıktığımda tavşan da, biz de sevinmiştik. Söz verdiğim saatte mutfağa gittiğimde pastaları almış, havuz başında arkadaşımla yemeye başlamıştık ki. "Restoranda sizi göremedik" diyen kızlar bu defa önümüzden geçerken pastaları nerede satıyorlar diye sordular. Onlara pastaların henüz çıkmadığını akşam beş çayı için hazırlandığını restoranda pasta arabasına konulacağını çatalı bıçağı ucunda pasta lokmasıyla sallayarak anlatmıştım.

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi
Antalya Perge antik şehrinden kent kapıları, 1972 yılı haliyle içerden ve dışardan görünüşleri, Aspendos Tiyatrosu, Side antik kenti girişinde yer alan Şehir Kapısı

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi
Marmara Gemisi
1972 yılında siyah beyaz fotoğraf çekiyor, sabit objektifli Kodak Retina 1A kullanıyordum, Perge antik kenti ören yeri gezisinde o yıllarda açık havada girişte sağda bulunan lahit kabartmalarını çektiğimde define bulmuş gibi seviniyordum. Kısıtlı zaman içinde çevrede doğa ve ören yeri olarak fotoğrafı çekilecek o kadar çok şey vardı ki, yetişmek imkansızdı.

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi

Akdeniz sahilinde bazı limanlarda yanaşacak iskele yoktu
İzmir, Fethiye, Alanya, Mersin tamamdı da Kaş, Marmaris, Bodrum açıkta demirlediğimiz yerlerdi, yolcu motorları gemi merdivenine yanaşıyor, bir iki lira ücretle yolcuyu karaya çıkarıyor, dönüşte yine gemiye bindiriyordu.
Gemi içinde kapıya yakın yerde günlük tur programları asılır, gemi hoparlöründen minibüsle yapılacak gezi turuna katılacak olanlara ören yerleri, uğrak yerleri ve tur ücreti konusunda bilgi verilirdi. Bu organizasyonun baş müşterisi bizdik, tur cazipse hemen yerimizi ayırırdık. Mesela Alanya öyleydi. İskeleden minibüse binince Alanya, Manavgat, Aspendos, Perge, Side’yi zahmetsizce geziyor, fotoğraflıyor, belli ücretle her yeri görebiliyorduk.
Gemiye dönünce de havuz başında, üst güvertede herkes gün içinde yaptıklarını, gördüklerini birbirine, biz de ballandıra ballandıra gezdiğimiz yerleri anlatıyorduk.

Bodrum bambaşkaydı
Bodrum'da herkes birbiriyle dost, samimi, arkadaştı, hiç tanımadığınız sünger avcılarıyla koyu sohbetlere girebilirdiniz, teknesiyle balığa çıkanlar da öyle içten, candan kişilerdi, kafalar hep iyiydi, şarap şişeleri yanlarındaydı, kimse yan gözle bile bakmazdı. Çarşı dükkanlarının cepheleri sırayla asılmış iri, makbul, otomobil yıkamaya son derece elverişli süngerlerle doluydu.
Bodrumun bir özelliği de kahvaltıcılarıydı, merkezde çarşının arkasında üç beş masalı küçük dükkanlarda verdikleri kahvaltıda köy ürünleri ile tıka basa doyulurdu.
Sahanda tereyağlı köy yumurtası, hakiki petek bal, kızartılmış ekmek, has tereyağı ve kalın, koca bir cam bardakla köylerden getirilmiş, kaynamış buram buram kokusunu duyduğunuz sıcak süt olurdu.
Geç uyanıp geç saatte yapılan Bodrum kahvaltılarında çay içilmezdi, iki bardak gerçek kaymak tutan sıcak süt içince enerjik olunur, akşam yemeğine kadar acıkılmazdı.
Bodrum'da gemiden inince bizi figüratif Batik tarzda temalı resimler yapan İstanbul, Cadde'den, Moda'dan, Acıbaden'den arkadaşım ressam Selçuk Togul karşılamıştı.
Selcuk Halikarnasın yanında ki bir sokakta bir sezonluk ev tutmuş Bodrumda yaşama sanatını çok yıllar önce keşfetmiş çok sevdiğim bir arkadaşımdı, günün büyük kısmını sohbetle geçirmiştik ayrılırken motorcuları tanırdı, geminin merdivenine kadar gelmişti.

Yanlış hatırlamıyorsam Marmaris’e indiğimizde bu defa şehir turuna katılmadık, kendimiz gezecektik. Ben gövdelerini çizince yağ akan sığla ağaçlarını merak ediyordum, bu ağaçları görmek için gittiğimiz yere epeyce yürümüştük, yaz sıcağı haliyle sulu şakalar, acımasızca ıslatmacalar yapıyor, gülüp geçiyorduk. Bir yerde balık yanında da şarap söylemiştik. Yabancı olduğumuz hemen fark ediliyordu, zaten geminin geldiği zamanı esnaf biliyor, gelenlere gemi yolcusumusunuz diye sorduğu yıllardı, müşteri kıymeti vardı, hele gemi yolcusu olduğunuzu söylerseniz daha fazla ihtimam gösterilirdi.
Sanki lüks yemekli yolcusu gibi bize de öyle davranmışlardı.
Yemek bitti ben kalktım, arkadaşım yaptığım şakalara o zamana kadar tolerans göstermiş, sabretmiş olacak ki revanşı toptan almak için harekete geçmiş, şarap kovasında bulunan buzlarla suyu gömleğimin yakasını geri çekip ensemden aşağı sırtıma boca etmişti. Neye uğradığımı şaşırmıştım, fena halde hem ıslanmış hem buzlanmıştım.

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi

HASTALANIP GEMİDE KALMAK
70 li yıllarda tee-sort giyilmezdi, gömlek giyer eteklerini de palaska gibi kalın kemerli pantolonun içine sokardınız. Dolaysıyla terli sırtımdan buzları hemen çıkartmak zaman aldı, çok güldük, çok eğlendik, hemen kurur diye teselli bulduk, gemiye döndük ama ertesi gün Fethiye’ye yanaşığımızda ben hastalanmıştım, ateş 40 derece, yanıyordum, o halimi kimsenin görmesini, hele kız arkadaşların görmesini hiç istemiyordum, o büyük büyük konuştuğum girilmez buraya, fırın gibi kamara, göbek taşı daha serin dediğim kamaranın yolunu mecburen tuttum.

Karada ki gibi değil, gemidesin, herkes geziyor, mutlu, sen hastasın sana çorba yapacak annen, ateşine bakacak baban yok yanında. Arkadaşıma "ben ölüyorum" dedim, "yok ülen abartma ölmezsin, ben seni geminin doktoruna götürürüm geçer" diyordu. "Bırak dalgayı, geminin doktoru mu var" diye üsteliyordum, “koridorun önünden geçerken gördüm, kapıda doktor yazıyor” diyordu.
Sendeleyerek son bir gayret gittik, kapıyı açıp ayağımı eşikten yukarı kaldırıp içeri girdim. Demek ki koridora su dolarsa doktorun odasına su girmesin diye eşik iki karış yüksek yapılmış, engelli geçiş sağlanmış diye düşünürken doktor “Buyrun gençler” dedi ve bana hasta kabul sedyesine oturup sırtımı açmamı söyledi, sırtımı dinledi, "öksür, ağzını aç A de bir daha A de dedi. Gidip masasına oturdu. Arkasında ki lumbozdan açık denize doğru dalgalara bakarken, doktor reçete yazacak, ben de eczaneye gidip ilaçları alacağım herhalde, kimbilir ne zaman iyileşeceğim diye düşünürken, borcumuzun 14.50 TL olduğunu belirtti, bir de külaha koyduğu iki kapsülü verdi, dört saat arayla iç, kamarana git yat dedi.

Büyük konuşmamak lazımmış diyerekten bacanın içindeki duvarları fırın gibi sımsıcak kamaraya girdim. İlacı yuttum, arkadaşıma da sen benim yüzümden mahrum kalma, git Fethiye’yi gez, bana da gelirken bir saksı ful çiçeği al, anneme söz verdim dedim, arkadaş "peki o zaman" dedi ve gitti.
Ter üstüne ter, akşama dek gün boyunca boşalmış gemide tek başıma yattım.
Arkadaş hareket öncesi elinde üç, belki daha fazla kilo bakır bir bakraç yoğurtla geldi, "bunu yiyeceksin" diyerek verdi, "yok mok yiyemem" desem de kamarot görecek nereden aldınız bu bakracı diyecek, başımız derde girecek, çabuk ye" diyerek yarısını zorla yedirdi, "hadi gemi kalkmadan köylüye söz verdim bakracı geri vereceğim, bitir şu yoğurdu" dedi, en az iki kilo yoğurdu yememe sebep oldu, "inşallah kimseye yakalanmam diyip", bakracı aldı gitti.
Zaman geçti gelmedi, zorlukla doğrulup, filikanın altından geçip iskeleye bakmak istedim, heyhat nafile, açık denizde yol alıyorduk, acaba arkadaş gemidemiydi, yoksa köylüye bakracı vereceğim diye karada mı kalmıştı.
Döndüğünde “verdin mi köylünün bakracını” dedim, “ben haletlim” dedi, bir daha sormadım ama nasıl hallettiğini tahmin ettim. Tekrar gitti, bu defa geldiğinde “Oğlum kızlar havuz başında seni soruyorlar” deyince kalkmak zorunda kaldım, havuz başına geldim çaktırmadan sezlonga yarı yattım, yarı oturdum, hiç hasta değilmiş gibi Cinzanomu söyledim, o terlemeler iyi gelmiş olacak ki bir günde iyileşmiştim.

S/S İskenderun'un fethi
Yine gemi içinde her yerinde dolaşıyor, gemide görevli sayıları 140 civarında olan mürettebatla sohbetler yapıyor, hal hatır soruyorduk.
Gemi adamları da sıkılıyor tabi, hiçbir yolcu onlara gelip demiri nasıl atıyorsunuz, bundan sonra nerede hangi limanda atacaksınız, biz de demir atılışın görmek istiyoruz, buradan şuraya, güverteye çıkılır mı diye diye herkesle dost olmuşuz.
Kaptan köprüsüne çıkıyor, "geminin burnuna gitmek istiyoruz" diye kaptanla konuşuyor izin alıyoruz. Kaptanın hatırını soruyoruz, hatta kaptan, arkadaşlarıyla beraber Alanya’ya indiğimizde bizi de davet etmiş, "Bamyacı" diye limanda ki kavun dondurmasıyla ünlü bir dondurmacıya götürmüştü. Bir tencere tepeleme dolu kavun dondurmasını çorba kaşıklarıyla altı, yedi kişi yemiştik, damakta kokusuyla lezzetiyle kalıcı tat bırakan muhteşem bir dondurmaydı.

Akdeniz'in sert dalgaları
Gemide en unutamadığım an ise Mersin dönüşüydü, Kıbrıs adası açıklarından gemiye yandan yandan büyük dalgalar geliyordu, gemi beşik gibi sallanıyor karaya açık geçiyorduk. Ayakta durmak ne mümkündü ama biz geminin burnunda heyecan olsun diye demir zincirlerin sahasındaydık, dalgalar artmıştı, tutunacak bir yer yoktu, çömeldiğimi iyi hatırlıyorum, koca gemi burun vermiş hop oturup hop kalkıyordu. Dalgaların sırtında tırmandığı zaman kuleye çıkmış gibi, inerken, daha doğrusu gömülürken salıncakta içi boşalır gibi hislerle dalganın altına giriyor, kuyunun dibinde gibi oluyorduk, dalgalardan etrafımıza Çin seddi örülüyordu.
Daha fazla kalamadık, denize düşeriz diye gemiye döndüğümüzde birinci mevki yolcusu çoktan kamaralarına kapanmış, kapıları kapatmıştı, açık olanlar ise bir o tarafa bir bu tarafa şiddetle çarpıyor, büyük ses çıkarıyordu. Biz ise kestirme diye tercih ettiğimiz o daha önce hiç geçmediğimiz koridorda duvarlara omuz vura vura zorlukla yürümüştük. Yolculuğun son durağında arkadaşım tavşanı aldığı yere dönüşte geri verdi.
Ve ertesi gün Akdeniz turunu tamamladık, gemiden anons yapıldı, valiz hazırlamak için yolcular kamaralarına kapanmışken biz çoktan hazırdık yanımda bir çantam, bir de dekor olarak duvarıma asarım diye köy pazarlarından aldığım yaba vardı, küpeşteye dayandık, hareket ettiğimiz Galata Rıhtımına Liman Lokantası tarafına bir torba çekilmiş film, bir ton anıyla yavaşça yaklaşarak yanaştık....

İskenderun Gemisi'nin Özellikleri
İskenderun gemisinde filikadan başka bir de ahşap sürat teknesi vardı.
S/S İskenderun Gemisi İtalya Cenova'da bulunan Ansaldo Cantiari Navali Tersanesinde sipariş üzerine yapılmış.
6442 grostonluk gemi, Ansoldo Tersanesi yapımı ana makinelere sahipti. Yük taşıma amaçlı üç ambarı vardı.
Geminin 10 adet 25 yataklı lüks kamarası, 17 adet 17 yataklı birinci mevki kamara A ve 27 adet 54 yataklı birinci mevki B kamara, 29 adet 116 yataklı II. mevkii kamara, 43 adet 148 yataklı turistik mevkii A ve 8 adet 48 yataklı turistik B kamara bulunuyordu. Ayrıca yazın 132 güverte yolcusu alabiliyordu. Toplamda 134 kamarada 408 yatak kapasitesine sahipti. 1964 yılında Hollanda'da makinaları yenilenip onarılan gemi, 1970'lerin sonunda filodan çıkarılarak 1980 başında Aliağa'da söküldü....

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi

Marmara Gemisi
S/S İskenderun Yolcu Gemisi. 132 metre boy, 17.26 metre en. Çift pervane, 16.5 mil hıza sahip. Detaylar yakında..

Marmara Gemisi
Marmara Gemisi
Denizcilik İşletmesinin emektar uzak yol gemilerinden biri olan S/S İskenderun gemisini en son Haliç'in paslı bulanık sularında, Ankara Transatlantiği ile kafa kafaya vermiş halde gördüm, malum sona giderken yorgunluk atar gibiydiler, kameramı kaldırıp çekerken elim titredi, kader utansın diyerek uzunca bir süre baktım, öylece kala kaldım...

sihirlitur.com Ana Sayfasına dönmek için lütfen tıklayınız...

© 2021
, Sihirlitur'daki tüm yazılar ve fotoğraflar
Haluk Özözlü
'ye aittir, alıntı
yapılamaz, izinsiz kullanılamaz.
sorularınız için: hozozlu@sihirlitur.com