Hazırlayan: Haluk Özözlü |
Aracınızı
seversiniz onu düşünürsünüz. Fakat bu araç Fiat Albea 1.4 ise, bu sevginizi karşılıksız
bırakmıyor, o da sizi düşünüyor, unutkanlıklarınızda, hatalarınızda hep uyarıyor,
iyiliğinizi istiyor, işinizi kolaylaştırıyor! Öncelikle zarif, rüzgârı yaran aerodinamik bir yapısı var. Sürücü koltuğuna oturduğunuz anda havayı delecek gibi bakıyor, öyle de yapıyor. Ucu, burnu konik değil ama yarattığı duygu bu. Direksiyonun üstünden ilk bakışta ön camın alt çizgisinden itibaren asfaltı, yolu görüyorsunuz. Ön kaput yok gibi. Bu panoramik bir görüş kazandırıyor. İkinci belirgin özellik koltuk yapısının ortopedik oluşu. Ana kucağı veya avuç içi gibi sırtınızı kavrıyor. Saatlerce araç kullansanız bile yorgunluk, sırt ağrısı hissetmiyorsunuz, uzun yol sonrası araçtan dinç iniyorsunuz. Direksiyon yapısı, duruşu, sürücüyü iki elle tutmaya istekli hale getiriyor. Yola çıktıktan hemen sonra sessiz çalışan motor sesi içinde şak diye otomatik kilitlenen kapı kilit sesi duyuluyor. Siz emniyetle yola devam ederken aracın ses yalıtım sisteminin başarılı bir uygulamayla. Dış gürültülerden etkilenmediğinizi fark ediyorsunuz. Ön tablo içinde yer alan km saati, ısı, devir göstergeli kadranlar arasında bulunan dijital ekran penceresi, dinlemekte olduğunuz radyo istasyonunu frekans boyunu, ismini yazılı gösteriyor. Siz hızınızı artırıp 120 km nin üstüne çıktığınız anda bir küçük üçgen lamba yanıp sönerek gerek ses, gerekse yazı ile hız sınırını aştığınızı duyurup yazıyor. Yapmanız gerekeni hızı düşürmenizi yavaşlayın yazarak dile getiriyor. İşte o anda aracınızla gönül bağınız kuvvetleniyor. En azından sizi düşünen biri gibi düşünüyor. İçinizden sevgi duyuyorsunuz. Her iki yanda bulunan içten ayarlanabilir yan aynalar ve dikiz aynası ile çevrenize hâkim oluyorsunuz. Elektrikli camlar tek dokunuşta açılıp kapanabiliyor. Araç kendine baktırıyor, lüks görünümü ile sürücüsüne saygınlık, itibar kazandırıyor. Her viteste hamle yapabilen Albea 1.4 yüksek hızlarda bile yapılan frenlerde kapaklanmıyor, yolda gezmiyor. Virajlara girişi, çıkışı sırasında yolu iyi kavrıyor, dışarı veya içeri savrulmuyor. Yolla bütünleşmesi, hâkimiyeti istenilen düzeyde. Cam silecekleri geniş bir yüzeyi temizlerken, periyodik hızlarda çalışabiliyor. Ses düzeni güçlü, kaliteli bas sesler coşku verici, ses dağılımı hoparlör yerlerinin seçimi sayesinde dinlenir güzellikte. Amortisör sistemi asla mide bulandırmıyor. Asfalt yolda olduğu gibi, toprak yolda da Fiat Albea 1.4 zemindeki bir çok satıhsal bozukluğu sürücüye hissettirmiyor. Vites topuzu, yüksekliği kullanım kolaylığına sahip. Pedallar yumuşak. Ön torpido gözü sürücü için uzanması zor ama geniş, kapı cepleri var, buna rağmen ön tarafta öteberi koyacak göz, raf ihtiyacı hissediliyor. Ayarlanabilir ön koltuk altında bulunan kollar sayesinde pratik olarak yakıt deposu ve bagaj kapağı kilitlerini devre dışı bırakabiliyorsunuz. Bagajın derin ve yüksek oluşu ile büyük hacım kazanıldığı fark ediliyor, uzun yolda bagaj ısınmıyor. Ford Focus, Renault Scenic, Opel Meriva gibi modellerden eksiği olmadığını düşünürken, tozlu yollarda onlarda görülen kapı içine toz birikme problemi Albea da yaşanıyor. Araç boyutları ideal ölçülerde, kullanım, manevra ve park kolaylığı sağlıyor. Tahammülkar, dayanıklı, bıktırmadan kullanım imkânı veriyor, monotonlaşmıyor. Konforlu gidiş sağlıyor, sürekli gitme arzusu uyandırıyor. Üstüne üstlük size arkadaş gibi davranıyor. Uzaktan kilit sistemiyle ayrılırken açıp kapayabiliyorsunuz. Munis görünüşlü, kuğu gibi alımlı duruşuyla, sakin, huzurlu, mizaçlı huylarıyla kedi sever gibi sevesiniz geliyor. Safari bej'i Albea ile foto safari Hazırlamakta olduğum "Kapıların Dünyası, Türkiye Kapı Tokmakları" kitabının eksik fotoğraflarını tamamlamak amacıyla Sivas - Divriği, Erzincan - Kemaliye duraklı kısa, hızlı biraz da mevsimsiz bir tur yapmak üzere yola koyuldum. Etaplar zorlu, zaman az, mevsimin yağışlı geçeceğini tahmin etmiştim. Ama günlerin, yaz aylarına oranla kısalması, saat 19.00 havanın karmasıyla far ihtiyacının artması, sağanak geçişlerinin anormal yağışlara dönmesi, kullanılmakta olan yolların büyük bölümünde genişletme ve yapım çalışmalarının devam etmesi veya etapları ihmal edilmiş yollarda araç kullanmayı gerektirmesi, yolculuğu daha da zorlamasına ne kadar neden olacaktı. Öyle de oldu olmasına fakat tüm zorlukları aşmada Fiat Albea 1.4 sınıfını geçti, tam not aldı, hiçbir endişe yaratmadığı gibi, yormadı, yorulmadı, üzmedi. Sabah 08.00 de İstanbul'dan çıktığım yolun daha ilk kilometreleri birbirimizi tanımak ve denemekle Sakarya hatta Bolu Dağı tırmanışına kadar sürdü. Yola yağmurla çıkmış, 100 km üzerinde ki hızda araçla yol arasında ki uyumu, dönemeçlerde yola yatkınlığı, her sürücü gibi benim için de önemliydi. Bana sorarsanız Fiat Albea 1.4 daha sürücü koltuğuna oturur oturmaz "Bu araba alınır" dedirtmişti. Karar için erken, diye kendimi zoraki frenlemiş, "Görelim bakalım" diye geçiştirmiştim. Otoyoldan Gerede kavşağında ayrılmış Samsun yoluna bağlanmıştım. Artık otoyol konforundan uzaklaşmış, daha dar ve yüzeysel bombeli bir etapta seyretmeye başlamıştım. Amortisörlerin yumuşattığı engebeleri araç içinde hissetmeden ya da en aza indirgenmiş şekliyle yaşayarak Çankırı, Sungurlu, Çorum'da konaklamış, ikinci etap olan Zile, Tokat, Sivas'ı başarılı bir test sürüşü ile geçtim. Gün batımıyla lacivertleşen gece yolculuğu inişli çıkışlı ve oldukça dönemeçli, boş bir yol olan Divriği ilçesinde sonlandı. Üçüncü etap olan Kemaliye belki de yolun en meşakkatli bölümüydü. Divriği Timisi Köy yolu haritalarda asfalt görünmesine rağmen ezik toprak, adeta tarladan farksız bir güzergâhtı. Albea bu zeminde de çekişi, yol sürüsü keyfinden kaybetmedi. Asfaltta gösterdiği performansa yakın yol aldı. Arapkir yoluyla Kemaliye yoluna girdiğimde Dağların tepesinden Karasu nehir yatağına yoğun yağış altında indi. Yollarda yaptığım frenlerde heyecan yaşatmadı, yoldan kaçmadı, sağa sola çekmedi, hep durmak istediğim noktada durdu. Dördüncü güne başlarken deniz seviyesinden bin metre yükseklikte Kemaliye çıkışı Taş Yolu tarafından asma köprülerden geçerek Keban su toplama havzası, Fırat kıyısı boyunca devam eden seyir sonrası Sivas, Kangal, Malatya, Darende Gürün üzeri Kayseri'ye girdik. Aslında Kayseri'ye yüzerek girdim desem yalan olmaz. Zira sağanak yağışlar Kayseri'yi ve yolları göle çevirmişti. Öbek öbek gölcükler içinden sürat motoru gibi geçmeme neden olmuştu. Sıra turun beşinci gününe gelmiş, Ürgüp, Göreme, Uçhisar üçgeninde, Mars gezegeni yüzeyini andıran peri bacaları arasında yol alıp çalışmalarıma devam etmiştim. Aynı günün öğlen saatleri Toros Dağlarını aşıp yoğun kamyon trafiğinin yaşandığı Ulukışla, Pozantı rampasından otoyol ile Mersin'e gökyüzünde çakan şimşekler altında ulaştım. Salı günü çıktığım haftanın Pazar gününe gelmiştim. Mersin de kontak açıp, Ayaş'da öğleye kadar verdiğim Eylül sonu yüzme molası sonrası keklik heykelli Silifke meydanından dönüp Mut, Konya, Ankara güzergâhıyla İstanbul'a günün son dakikalarında girebildim. Denize sıfır seviyelerinden bin küsur metrelerden, Bolu Dağı rampasına kadar çekişler, beşinci viteste yaptığı ataklar, hamlelerle Fiat Albea 1.4 kendisini sevdirdi. Turun bilânçosu, 6 günde, 3850 km yol, 20 makara film, mutlu vedalaştığım, ekonomik, dayanıklı, zarif ve iyi bir yol arkadaşı. Özellikler İlk bakımı 20 bin km de yapılan Fiat Albea 1.4 özellikleri sırasıyla şöyle sıralanıyor. Yönlendirilebilir ve ayarlanabilir hava yöneticileri Yan cam hava yöneticileri Dış lambalar kumanda kolu Gösterge tablosu ve uyarı tabloları Korna Yönlendirilebilir ve ayarlanabilir orta hava yönelticileri Dörtlü flâşör düğmesi Ön cam yıkama / silecek kumanda kolu Dijital saat ve çok fonksiyonlu ekran Kumanda düğmeleri ve uyarı lambaları Radyo yuvası Torpido gözü Klima / havalandırma sistemi Çakmak Eşya gözü Kontak Direksiyon yüksekliği ayar kolu Sigorta kutusu kapağının koruyucusu Motor kaputu açma kolu Çok fonksiyonlu ekran kumandaları
| ||||||||||||||||
1.3
16V MULTIJET Sihirlitur'da bulunan gezi yerlerini, bilgi ve fotoğrafları güncellemek, yeni alternatifler bulmak için yine yola çıkmak gerekti. 2007 yılının belki de en sıcak haftası Haziran sonu çöl veya cehennem sıcakları başlığıyla medyada ter alırken, kliması kuvvetli, yola ve bana dayanıklı bir araç gerekliydi. Fiat Albea'dan memnun kalmıştım, bu defa dizelini almıştım. Gözüm pompa sayacında Bio Dizel yakıtı doldururken, daha önce kullandığım tüm model ve marka araçlara göre çok ekonomik fiyatla deponun full olduğunu görünce hayretle ilk şaşkınlığı yaşadım. Neredeyse yarı yarıya bir fark vardı! Bunca yıl, bunca kilometreyi benzin yakarak yaparken akaryakıt istasyonlarını zengin ettiğime yandım. Yine de açık kapı bırakıp, acaba uzun yolda performans nasıl olacak, yakıt farkını hissedecek miyim diye kendime fazla yüklenmedim. Sabah Tekirdağ, Çanakkale güzergâhını kullanırken dik bir rampa, zorlu bir etap olmadığı için araçta yakıt farkını hissetmedim. Zaten Albea'yı tanıyordum yollarda yağ gibi akan bir otomobildi. Tek farkı hava anormal sıcak, rüzgâr yerine alev esiyor olması ve motor 1.3 16V multijet'ti. Otoyolda zaten fark edilmezdi,120-140 km hızda çekiş mükemmel dedirtirken, ne bir ses, ne bir mazot kokusu zerre kadar yoktu. Hay Allah dedim içimden, kendi kendime. Yılda binlerce km yol yapıyorsun, sen artık benzinli araç kullanmalısın diye söyleniyor, yine cevabımı kendime kendim veriyorum. 5-6 yüz km de karar verilmez, ön yargılı olmamalısın Haluk diyorum. Albea Sole, sınıfının en düşük yakıt tüketimiyle göz kamaştırırken 1.4 Fire benzinli motoru şehir dışında 5.0litre yakıt tüketirken, 1.3 Multijet dizel motoru aynı koşullarda sadece 3.9 litre yakıt harcıyor.
Hiç abartmıyorum yere temas ettiğimi hissetmedim. Hiç motor sesi, duymadım, hiç sert kasiste zıplamadım, hiç tekerlek dönüşü hissetmedim, hiç terlemedim. Sadece süzüldüm ve kondum. Araç FİAT Albea Sole 1,4 Fire motor ismini taşıyor ve sıfır km sayabileceğim fabrika kokusu üzerinde, içinde tek toz olmayan gümüşi bir martı gibiydi. Bir nefeste Gelibolu’ya gelmiş, Eceabat-Çanakkale boğaz geçişi sonrasında İstanbul’dan sonra akaryakıt takviyesi için Dardanos Kavşağında mola verdim. İstasyona uğrayan tüm konukların araçlarını yıkadıkları gibi benim yol arkadaşımı da şampuan ve tazyikli sularla bir güzel yıkadılar ve buradan hareketle Ege turumda ki ilk konaklamalı durak olan Altınoluk çevresi çalışmamı yaptım. Etap devamında Ören, Cunda Adası, Ayvalık, Altınova, Dikili’ye gelip Bademli üzerinden Çandarlı’ya sahil yoluyla konaklama maksatlı Foça’ya ulaştım. Sırada İzmir vardı, Karşıyaka girişini kullandıktan hemen sonra bu defa Kordon’dan geçmeden olmazdı. Araçların hızlı geçmemesi için Arnavut kaldırıma benzeyen, İzmir kordon boyunun zıplatıcı parke taşları üzerinden yumuşak geçişle ilerleyip Çeşme yoluna geldim. Otoyola paralel ilerlediğim Urla istikametinde manzaralı koyları, sert dönemeçleri, inişli çıkışlı yokuşları aşıp Karaburun’a ulaştığım sırada, hedeflerim arasında bulunan ve Çeşme Yarımadasının en uç noktasında yer alan Sarpıncık Deniz Fenerine önce tepeleri çıkarak, sonra daracık patikalardan geçerek ulaştım. Asfalt yol konforunu toprak yolda da devam ettiren "Fiat 1.4 Fire" isimli yol arkadaşım, her denememde fren emniyetini, depar ataklarını fazlasıyla cevapladı. Karaburun sahil yolunu dönüş yönünde tamamlayıp Seferihisar sapağıyla Sığacık uğraklı, Kuşadası üzeri Bodrum Mumcular’a doğru yöneldim. Mazı da Fiat 1,4 Fire’ı servi çamları gölgesinde bırakıp kendime bir gün deniz molası verdim. Ertesi gün Bodrum Yarımadasını turlamak üzere Torba Kavşağından girip, Göltürkbükü, Yalıkavak, Gümüşlük, Turgutreis, Ortakent, Yahşi, Bağla, Bardakçı, Bitez, Gümbet’i fotoğraflayıp Bodrum Marinaya döndüm. Tüm etap boyunca nasıl ki deniz fenerleri gemicilere yön gösteriyorsa yol arkadaşım Fiat’da bana fenerleri kâh Gelibolu, kâh Foça Değirmenburnu, kâh Bodrum Turgutreis Hüseyin burnunda poz verip yol gösterdi. Kale gibi sağlamlığını ispatlarcasına Milas Beçin Kaleye de birlikte çıktık. Ege'nin Haziran sıcağında klima eşliğinde 2500 km yolu, bir haftalık sürede tamamlayıp süzülerek mutlu ve memnun döndük. Bazen fark detaylarda gizlidir derler ya Fiat Albea 1,4 Fire Aktive 8 valf ve 77 beygir gücünde, maksimum güç 6000 devirli, ateş gibi bir araç. Fiat, 2002 yılından bu yana yakıt beslemesini elektronik çok nokta enjeksiyon bir sistemle yapıyor. Daha açık bir ifadeyle tek noktadan akan yakıt yerine çok nokta püskürtmeli bu sistemde, yakıttan azami ekonomi sağlanırken egzoz çıkışı orta bağlantı bölümünde bulunan katalize konvektör sayesinde, egzoz yolunda yanmamış ham yakıt kalmışsa motora geri vererek, kayıp enerji sarfiyatını sıfıra indirilip çevreye zarar verecek gazlarda yakılmış oluyor. Fiat Albea Sole 1,4 Fire sürücüsüyle bütünleşebilen, itibarlı, kullanımı zevk verirken yormayan, 48 litrelik yakıt deposu, kurşunsuz benzin ile dolan, klimalı, ışıl ışıl görkemli kontrol tablosu olan, estetik bir araç olarak tanımlayabilirim. Son bir not daha ekleyeyim, yolculuk bitiminde bir taksiye bindim. Tesadüf bu ya, bu araç da Fiat Albea 1,4 modeliydi. Sürücü arkadaşa aracı nasıl bulduğunu sordum. Öyle ya profesyonel taksiciydi, tüm gün Fiat’ıyla çalışıyor, dur, kalk her yola girip çıkıyordu, düşüncesi bakalım neydi. “Memnunum” dedi. “Şu anda piyasada satın alınabilecek en iyi araç bu, servisi her yerde var, parçası beklemeden bulunabiliyor ve ekonomik ben daha ne isteyeyim” diye de ekledi.
Yıl boyunca çalışanlar sözleşmiş gibi Temmuz – Ağustos ayı gelince genellikle yıllık izne çıkarlar ve bu aylarda yollar trafik bakımından kalabalık olur. Ben de yılın en yoğun döneminde Fiat Albea safari beji aracıyla yola çıktım. Aslında bu aynı tür aracın dördüncüsüydü. Yeni yol arkadaşım için sadece kulvar ve mevsim farkı vardı. Temmuz sıcaklığında performans testinin yanı sıra belirli sürede ne kadar yolu sürekli yapacağı benim için merak konusuydu. İstanbul çıkışını Tekirdağ’a kadar süren korkunç bir sağanak yağmur altında geçtik. 2010 kültür başkenti İstanbul’un nehir görünüşlü yollarında hız yapılamayacak kadar yoğun trafik vardı ve Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan Avrupa yolu bile kilometrelerce kapalıydı! Tekirdağ sonrası Keşan’da açan hava ile birlikte İlk etap Erikli oldu. Buraya gelene dek Albea yoğun yağışta yol hâkimiyetinden hiç sapmadı, yolu kavraması, frenlerde sabit doğrultuda kalması hanesine artı puan olarak geçti. Erikli sonrası Gelibolu etabı başladı, bu yollarda rampa yokuş, iniş yoktu ama yarımadanın uç kısmına doğru bilhassa Seddülbahir, Arı Burnu bölümü oldukça virajlı, iki şerit gidiş geliş dar bir güzergâhtı. Yavaş seyredenler için oldukça elverişli yolda güneş batmadan bir güne çok şey sıkıştırmayı hedeflediyseniz haliyle virajların arası yaklaşıyor, birinden çıkıp bir diğerine daha çabuk giriyorsunuz. İşte bu dönüşlerde gerek meyillere aracın intibakı, uyumu, gerekse viraja giriş ve çıkıştaki manevra kabiliyeti, hamle ve deparı, yola oturması sürücü isteğini cevaplayacak türdendi. Seyit Onbaşı heykeli, Mehmetçik Feneri, Ertuğrul Tabyası ve birçok ziyaret yeri Fiat Albea ile anı fotoğrafları olarak tarafımdan belgelendi. Artık Avrupa yakasından Asya Yakasına geçme zamanı gün batımıyla başlayabilirdi. Ertesi sabah yine Çanakkale'den yakıt ikmali ve aracın banyosu ile başladı, bu arada istasyonda bulunan hayvanat bahçesi gezildi. Oyunbaz maymunun bakım için kafesine giren bakıcısına yaptıkların kahkahalarla seyredilip moralle yola koyuldum. Kepez feneri ile selamlaşıp, güzergâhta hedefte koyduğum Assos ve Sokakağzı koyları vardı. Her ikisi içinde zirveden iniş çıkış oldukça dik rampalardan yapıldı. Edremit Körfezi sonrası Ayvalık Cunda uğraklı Altınova, akabinde Çandarlı çalışması tamamlanıp Şakran, İzmir üzerinden önce Bafa-Milas, sonra Beçin-Gökova Ören sahiline inildi.
Araçta ki Sızdırmazlık FİAT ALBEA Sole Aynı aileden bu beşincisiydi. Fiat'ın Albea sınıfı Sole modelinden bahsedeceğim yine. Miller oto'nun titiz ailesi bu defa sipariş üzerine bir otomobil hazırladılar. Sipariş deyince şöyle oluyor. Kliması güçlü olsun hiç terlemeyeyim, rengi açık olsun ışığı yansıtsın, yolda göze batmasın, servetimi istasyonlara bırakmayayım az yakıt harcasın, sağlam olsun güven versin, hızlı olsun gideceğim yere zamanında varayım, biraz da uçayım. Dilim varmıyor ama bib bib de bib bib diye kemer uyarı sinyalleriyle yaygara yapmasın, huzurlu gidip geleyim bana yardımcı, arkadaş olsun dedim. Ha bide motor kapağını hiç açmayayım dileğimi de içimden ekledim. Laf aramızda kalsın. Miller otoya yolda kalmayayım diye bişey söylenmez. Ben bir kere ağzımdan kaçırmıştım. Nurcan Hanım da güler yüzüyle "Bizden araç alıp ta hiç yolda kaldığınız oldu mu" diye sorduğunda ağzımın payını iyice almıştım. Filoda ki tüm araçların bakımları hem bilgisayar, hem göz kontrolünde yapılıyor. Gerçekten de bu kaçıncı test ve görev aracı sayısını bilmiyorum sadece kapı ve bagaj kapağını açıyorum. Araçta konforuna düşkün V.I.P. sürücü yolcu gibiyim. | ||||||||||||||||
Sabah
sözleştiğimiz gibi araç kapıda hazırdı. 2009 model süt beyaz, kar beyaz, pasta
kreması rengini neye benzetirseniz benzetin Albea Sole "hazır mısın" der gibi
duruyordu. Bu tam isteklerime sahip bir araçtı. Kısa süre etrafa çaktırmadan bakıştık, ben hazırım dedim, yola koyulduk. Belki de benim gittiğim yerlere o ilk kez gidecekti, bu yılın aracıydı ve ömrünün ilk kilometrelerindeydi, ama rotamı yadırgayacağından, yabancılık çekeceğinden zerre kadar şüphem yoktu. Denedim de biliyorum. Dizel araç yol boyunca klimayı da çalıştırdığım halde, yerine göre 140-150 km hız yaptığım halde, son derece ekonomik miktarda yakıt harcadı. Asaleti belli, itibarlı duruşu ile işinde ciddi, saygılı, sürücüyle uyumlu bir yapısı vardı, isteklerime istediğim anda refleks gösterdi. Frense fren, deparsa depar. Pazartesi'den Cuma'ya 1500 km nin üzerinde bir yol katlettim. Erimiş asfaltın sıcağında, ormanın toprağında, tozunda yol aldım. Aracın camları kapalıyken eser miktarda zift kokusu, zerre kadar toz duymadım. Hiç problem çıkarmadı… Kusur mu arıyorsunuz? Peki, o halde. Yukardan aşağıdan Temmuz sıcağı vuruyor, bagajı ılıktı, haliyle valizim ve içindeki filmlerimi ısıttı. Ne yalan söyleyeyim radyosu da Fiat Linea kadar güçlü değildi ama beni müziksiz de bırakmadı. Yola sürekli gitmeye programlanmış haliyle devamlı gitmeyi ister gibi yol alıyordu. Bu gidiş sanki deniz üstünde burnu havada son sürat giden Zodyak botları hatırlatır gibi hissettirse de aslında martı gibi süzülen, titretmeyen, sarsmayan planör gibi bir yapısı vardı. Yokuşta bile devirden düşmedi, hızından kaybetmedi. Virajlara, değişik zeminlere intibak sağlarken, beni de hiç üzmedi. Birkaç fotoğraflı örnek verdikten sonra bir de güzergâhı listelemek gerekirse İstanbul'dan başlayan maratonda Yalova, Gemlik, Kurşunlu, Güzelyalı, Mudanya, Trilye, Karabiga, Lâpseki Çanakkale'den devam edip Güzelyalı, Küçükkuyu, Altınoluk ilk etap oldu. Sabah ikinci etap Edremit, Akçay, Ören, Ayvalık, Cunda Adası gecelemesiyle istirahata çekilen Albea ertesi sabah yolun üçüncü etabı Foça, İzmir Kordon'dan, Söke, Mazı da tamamladı. Bembeyaz Albea Sole, beyaza boyalı yel değirmenlerin bulunduğu tepeden Bodrum'a günaydın derken, dördüncü etabı tamamlamak üzere Yatağan, Marmaris, Hisarönü'nü geçip, Bördübet'te yattı. Bu noktada Datça yoluna çıkıp dönüşe geçen Albea bir nefeste Marmaris'i turlayıp 670 rakımlı Sakar Geçidi eteğinde yer alan Ula tipi evleriyle ünlü Akyaka Köyü, Çınar plajını turlayıp İstanbul'a 850 km kala ayrıldı. Saat 17.00'yi gösterdiğinde İzmir'den Manisa yönüne dönmüş, Akhisar da 20 dakika köfteci Ramiz molası sonrası saat 21.00'de Topçular iskelesinde feribota binmişti. Sonrası İstanbullular için malumdu. Yoğun trafikte Albea'nın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bir buçuk saati boğaz köprü geçişi olmak üzere 3 saat süren bir yolculukla saatler 24.00'ü geçerken Taksim'e gelebildi. Gece yarısından sonra Asya'dan Avrupa'ya geçmek, gecelere akmak için sıra bekleyen ne çok otomobil, ne çok Albea vardı! Ben yorulup yaşlandım, o dinç ve genç kaldı. YIL
2010 MART, YİNE FIAT ALBEA, YİNE MULTİJET | ||||||||||||||||