Ağaçların
dünyasına yolculuk...
Ağaçlar
var, öteki yarısına hasret çeker gibi sabırsız ve uzanmış
bir gövdeye benzer... Ağaçlar var en geniş açılı objektiflere
bile sığmayan bulunduğu yeri fil mezarlığına çeviren...
Ağaçlar var bir anıt gibi görkemli...
Hazırsanız ağaçların dünyasına yolculuğa çıkıyoruz... Fakat
bilinen türden yalnızca koca gövdeli, yaşlı mı yaşlı; anıtlaşmış
ağaçlardan değil bizim ağaçlarımız...
Yapı itibariyle; normalin dışında gelişme göstermiş, garip
şekillere bürünmüş, biraz tuhaf biraz şaşırtıcı, bir o kadar
da düşündürücü örnekleriyle bulunuyorlar...
Türkiye'nin çeşitli yerlerinde pek de gözönünde olmayan;
fakat dikkat edildiğinde
ilginç özellikler taşıyan bu ağaçlar bulundukları ortamlardan
hayli etkilenmiş görünüyorlar. Bir çoğunun birbirleriyle
olan
mücadelesi ömürleri boyunca devam etmiş. Kimi toprağa daha
iyice sarılmış ve daha iyi beslenebilmek için gövdesini
yatırıp kökünü uzaklara göndermiş, kimi de ışığı daha iyi
alabilmek, güneşten daha fazla yararlanmak uğruna bir diğerinin
üstüne çıkıp, onu sarıp sarmalayarak yemiş bitirmiş. İçlerinde
insan ve hayvan tasvirlerini anımsatanlar da var. Bir çoğu
topraktan çıkışıyla beraber hayat içinde çeşitli problemlerle
karşılaşıp bunalıma girmiş. Kimisi estetik biçimleriyle
bir şeyler anlatmak ister gibi, görenleri felsefi konulara
sürüklüyor.
İlk
durak: Heybeliada
Genellikle ormancılar, orman sağlığının bozulmaması için
hastalıklı ve çevreye zarar verecek durumda olan ağaçları
temizliyorlar. Etrafa yanlış tohum saçan bu ağaçları bulup
kesmek ormancılar adına da hep zor oluyor. Zararsız olupta
hayatta kalabilmiş ilginç şekilli ağaçlar gezimize, İstanbul'dan
başlıyoruz. İlk ağacımız Prens Adaları'ndan biri olan Heybeliada'nın
Marmara Denizi açıklarına bakan yüzünde yer alıyor. Çamlık
Limanı sahilinde Çam Limanı Sokak'da top sahası yanındaki
korulukta görülebiliyor.
Bu ağacın gövdesi, topraktan çıktıktan bir kaç yıl sonra
tıpkı yolları ayrılan çiftler gibi ikiye ayrılmış. Belki
20 belki 30 yıl sürmüş sonra da gövdeler dayanamayıp tekrar
beraber olmayı denemişler sanki. Sonrada yaşamın sorunları
gibi dallanıp budaklanmışlar.
Heybeliada'da, Halki Palas Oteli önünde yeralan iki ilginç
ağaç daha var. Uzaktan birbirini seyreden ağaçlardan biri
kollarını havaya kaldırıp balerin edasıyla dans ediyor.
Hisarönü'nde muzip
bir çocuk
Bir başka örneği Datça-Bozburun yolu Hisarönü yakınında
rastlamak mümkün. Çam cinsi bir ağaç, göbeği hizasındaki
yatay dalıyla muzip çocukları anımsatıyor. Datça yoluna
koyulduğunuzda solunuzda kamp ve çadırcıların çok sevdiği
"İnbükü Koyu Kamp Alanı"na iniyorsunuz. Tahta köprüden geçip
sahile paralel ilerleyince U dönüşü yapan bir başka çam
ağacıyla karşılaşıyorsunuz. Yılanvari bir görünüşte soru
işaretine benzer bir şekil arzeden düşündürücü gövde yapısı
"Acaba ne olmuş da ani dönüşe karar vermiş?" dedirtiyor.
Önceleri denize doğru büyümeye kararlı olup, ne olmuşsa
ters tarafa yönelen ağacın altı, her yıl yaz boyunca çadır
kurup kamp yapanlarla doluyor.
Reşadiye Yarımadası'nın Gökova'ya bakan yüzüne doğru gidenler
Löngöz adıyla anılan bir haliçle karşılaşırlar. Löngöz-Okluk
Koyu arasında Afrika kabilelerindeki gibi küçük bir kaç
kulubenin bulunduğu sahada, at eyeri veya deve hörgücü biçimiyle
ilgi çeken çam ağacı; aynı zamanda dört rakamına da benzerlik
gösteriyor.
Toprağa Sarılış
Gelin, Ege'ye inmişken
Köyceğiz'e uzanalım ve oradan Sandras
Dağları'na doğru çıkalım. Bozuk yol ve toprak zemin, tam
"jeep" türü ağaçlara
göre. Ağla Köyü'ne gelince her şey değişiyor. Yayladaki
korkutucu görünüşe sahip
çınarlar arasında nerede olduğunuzu unutuyorsunuz. Dile
kolay en genci 300 yaşında, belki daha yaşlı... Belli ki
yılların yıpratıcı etkisinden nasibini almışlar. Gövdeler
çatlamış, açılmış, boşalmış, çarpılmış, kökler patlamış
ve toprağa son bir gayret sarılmış ayakta zor duruyor ama
gene de yıllara meydan okuyorlar. Aralarında birbirine sarılıp
destek olanlar da var...
Biri ikisi değil, hepsi öyle inanılmaz biçimdeler ki; burası
tam bir fil mezarları. Aralarında dolaşıp yörüngelerine
de girince de kolay ayrılamıyorsunuz. İçinizden saygı duymak
geliyor. En geniş açılı objektiflere bile tamamı sığmayan,
geyik boynuzu dalları incelediğinizde, bazı sürprizlerle
karşılaşıyorsunuz. Orman görevlilerine ayrılmış olan tesislerden
20-30 adım ileride, müthiş lezzetli suyu olan pınara giderken;
yaşlı çınarlar bölgesi girişindeki bir çınar öyle bir biçime
sahip ki, dalları adeta kalbe giden damarları andırıyor.
Tek gövde belli ki bir süre sonra ikiyre ayrılıp devam etmiş,
iki ayrı dal birleşip üçüncü kolu oluşturmuş... Her biri
dallanıp budaklanmış, ilerlemiş yaşlarına rağmen hayatttalar.
Tabii, ilginç olup hayatta kalamayanlar da var. Altınoluk'ta
ki Orman Bölge Müdürlüğü bahçesinde, kuruduğu için Kaz Dağı'ndan
kesilip getirdikten sonra temizlenip verniklenen ve seyre
sunulan bir ağaç gövdesi de adeta bir anıt görünüşünde.
|
|
Ahtapot Çınarı
İstanbul
Boğazının Rumeli Yakası orta yerinden Çayırbaşı’ndan içeri
giriyoruz. Yolun sağında Orman Fakültesi arkasında
bulunan ve Bilezik Çiftliği içinde yer alan orman denizine
dalıyoruz. Özel izinle girilen Çiftlik girişinden itibaren
bir kilometre sonra sağ tarafınızda yol kenarında, dallanmış
budaklanmış görülmemiş anatomisiyle ilginç bir ağaç çıkıyor.
Öylesine uzun kolları alabildiğine uzanmış ki ister istemez
ahtapotu anımsatıyor. İsmi de zaten “Ahtapot Çınarı” olarak
anılıyor. Ağacın yaşı tespiti yapılmamış olmamasına rağmen
800-1200 yaşında olduğu sanılıyor. İri gövdesi dikine doğru
yükselirken en az ana gövde kadar, yana ayrılan ve yerde
sürünerek giden dal daha sonra başını kaldırıp yukarı kaldırıp
toprağa paralel yoluna öyle devam ediyor. Dalın doğuya uzanan
istikametinde yaklaşık 70-80 metre kadar ilerliyor ve ağaç
dalının ısrarla yatay gidiş nedenini aramaya başlıyorsunuz.
Ahtapot Çınarının etrafında ağaç çok, ama hiç biri bu derece
görkemli değil. Dibi küçük bir gölet, su sıkıntısı yok,
zaman zaman gelip dış gövdesine kesici aletlerle isimlerini
kazıyanlar olmuş, gövdede açılan boşlukta yağışlarla su
birikip çürümeye yol açmaması için fakülte göerevlilerince
doldurularak tedavi edilmiş. Kuzey cephesi yosunlu, etrafında
kuş korosu küçük çağlayanların su sesi bir de battal su
yalağı bulunuyor. Sonbaharda yaprakların dalları terk etmesiyle
Ahtapot Çınarın güzelliği tüm çıplaklığı ortaya çıkıyor,
seyrine doyum olmuyor. Bölgede bulunan bir başka anıt ağaç
çiftlik girişinden itibaren ilk sola ayrılan yolda bulunuyor.
Ağaç ise etrafını epeyce yürüyerek dolaşabileceğiniz yaşlı
bir çınar. Ormanın korunma odası misali, doğadan bir lütuf
gibi yolun 20 metre iç kısmında yer alıyor. Ulu çınarın
gövde içi bir otomobilin enine boyuna rahatlıkla sığabileceği
büyüklükte. Gövde tamamen boşalmış, kararmış birkaç pencere
açılmış. Çınar gövde çeperi ile toprakla ortak hayatına
devam ederken iç gövde tavan yüksekliği 15 konik olarak
ulaşmış.
|
|
Bir ağaç, bin öykü olabilirdi...
Avuç içi havaya bakan
bir elin, garip şekilli parmaklarını andıran ve dallarını
bu hale getiren şartlar neydi acaba? Kapıdağ Yarımadası'nda
Çayağzı Köyü sonrası, Kalem Deresi'nde iri göğüslü bir kadın
edasıyla duran bir ağaç, İstanbul Kandıra, Ağva
Yolu'nda iki büklüm eğilip, tüyleri diken diken olmuş, topraktan
zıplarcasına çıkan ağaç... Onların sorunları neydi acaba?
Örnekler bitecek gibi değil ama yolumuza bir kaç ağaçla
daha devam ediyor ve tekrar İstanbul'a dönüyoruz. Sultanahmet
Meydanı'ndaki ünlü caminin bahçesinden çevreye baktınız
mı hiç? Alman Çeşmesi yakınındaki yaşlı gövdeye sıkı sıkı
sarılan ince gövdeler, ortak yaşamı ve dayanışmayı çağrıştırmıyor
mu?
Şimdi de Akdeniz'in uzak köşesi, İskenderun yolunda Payaş'a
uzanıyoruz. Nadir örneklerinden biri olan Köprülü Kervansarayı
içinde yer alan ve saç örgüsü gibi sarılmış üçlü gövdesiyle
görenleri şaşırtan zeytin ağacı, oralara kadar gitmeye değer
güzellikler sergiliyor.
Garip gövdeli ağaçlar bitecek gibi değil. Bir çoğu çeşitli
istekler adına; bezler, yünler, ipler, poşetler, hatta ne
bulunduysa bulunup bağlanan dilek ağacı olmuş... Mersin
Erdemli, Cennet Cehennem, Bergama Akropol, Altınoluk, Milas
Yolu, Erdek'te örnekleri görüldüğü gibi bir çoğu nefes alamamış
sıkılıp kurumaya bile başlamış...
Fakat bir çift ağacımız var ki, "aşk ağaçları" adıyla tanınıp
anılıyor. Bolu Dağı Gerede Kavşağı, Esentepe Mevkii, mesire
alanında yer alan; yıllarca kesilmemiş, hiç yangın görmemiş
yaşlı ağaçlar arasındaki bu bir çift ağaç, sarmaş-dolaş
halleriyle, "aşk ağaçları" isminin takılmasına neden olmuş...
Öte yandan, Eğridir yakınları Kovada Gölü çevresinde ise
tam anlamıyla ağaçlardan oluşan bir tür açık hava müzesi
gibi gezilebiliyor. İlgili, istekli ve meraklı bir grup
oluşturup, mesela "Orman Haftası"nda anıt ağaçlara veya
garip görünüşlü olanlara; kısacası ağaçların dünyasına yolculuğa
ne dersiniz?... |