|
Ahu
Tuğba İle bir akşam güneşi'nde
Sanat yaşamı boyunca film ve sahne çalışmaları, özel hayatı, zekâsı
ile sürekli olarak gündemde kalmayı başarabilmiş, yaptıkları ile
kendinden söz ettirebilmeyi bilmiş, yazılı basında hemen hemen her
gün boy boy fotoğrafları, sayısız haberleri çıkan ender sanatçılarımızdandır
Ahu Tuğba. Sahne çalışmalarına uzunca bir süre vermesine rağmen
2004 yılı sonunda atv TV kanalında yayınlanan "Ünlüler Çiftliği"
nde yer almasıyla seyirci karşısına çıkarak yeniden gündeme gelen
yeşil gözlü, sarı saçlı sevilen yıldızla önceki yıllarda geçen bir
anıyı nakledeceğim sizlere.
Gazeteye
yakın bir semtte oturmak bazen avantaj bazen de dezavantaj olur.
Bir öğlen saat 13.00 servis şefi odasından çıkıp foto muhabirlerinin
olduğu tarafa yönelerek görevi bana şöyle vermişti. Hemen eve gidip
takım elbiseni giyiyor, seni bekleyen ve saat 15.00 de kalkacak
uçağa yetişiyor, Antalya Film Festivalini takip ediyorsun.
Hava Limanına geldiğimde THY den kiralanan özel uçakta festivale
İstanbul'dan gidecek film yıldızları bir de sadece bizim gazete
vardı. 40 dakikalık bir yolculukla Antalya hava alanına inecek,
Tayla Otelinde verilecek olan kokteyl ve açık büfe yemeğe, Antalya
Şehir stadında düzenlenecek olan ödül törenine katılacak bitiminde
gece aynı uçakla İstanbul'a geri dönecektik.
1984
yılı Eylül ayı sonu Antalya festivali 21. Altın Portakal film Yarışması.
Uçakta kimler yok ki. Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın, Tarık Akan,
İzzet Günay, Meral Orhonsoy, Perran Kutman, Müjdat Gezen, Gülşen
Bubikoğlu, Meral Zeren, Nuri Alço, İzzet Öz, Perihan Savaş, Çiğdem
Tunç, Hulusi Kentmen, Ahu Tuğba ve daha birçok sanatçı, neşeli bir
yolculuk sonrası hava alanına inişte davullu zurnalı, önceden hazırlanmış
çiçeklerle bezenmiş çelenkler boyunlara takılarak karşılandı. Antalya'nın
en güzel otellerinden biri olan Tayla Otel'e gelindi ve grubu bekleyen
gazeteci ordusu durmaksızın bu gelişi fotoğrafladılar. Ortalık duruldu.
Ahu Tuğba ile özel bir çekim yapma teklifi için yanına gitmiştim.
Cüneyt Arkın, Erol Taş, İzzet Günay ile henüz sohbet başlamış ki,
Cüneyt Arkın'a yaklaşıp Ahu Tuğba ile çalışmak müsaade istedim.
Bu nazik jestime elleriyle izini ondan al dercesine Ahu Tuğbaya
uzatmıştı. Ahu hanım da aynı nezaketle Cüneyt beyden izin isteyip
alınca ayağı kalktı.
Fotoğrafları bahçede akşam ışıklarında çekmek istediğimi söyledim.
Güneş Antalya'nın Kemer İlçesi üzerinden batıyor, bu batış sırasında
yatay gelen
asil ışıklarla yer gök sararıyor, kızarıyor Ahu Tuğba'nın yüzünde
sanki renk efektlerin dansı gözleniyordu. Bahçedeki bodur bir ağacın
yanında durdu çantasından göz kalemi ve küçük bir ayna çıkardı ve
tutmam için bana uzattı. Niyeti uzun sarı saçlarının çevrelediği
yüzüne renk veren açık yeşil gözlerinin daha belirginleşmesi için
göz kapağı altına kalem çekmekti. Bu şekilde fotoğraflar daha etkileyici
olacaktı. Tamam dedim fakat bu iş hiç de öyle kadar kolay bir şey
değildi. Avuç içi kadar aynayı ne kadar sıkı tutarsam tutayım elim
sallanıyor (titriyor) küçük aynada gözünü görmesi zorlaşıyordu.
Olacak gibi değildi. Elimi bir yere dayamam lazım dedim ve bodur
ağaç gövdesinden destek almak üzere çömeldik. Aramızda sadece 30-
40 cm bir mesafe vardı. İsmi ve cismi ile kışkırtıcı bir güzelliğe,
imaja sahip olan Ahu Tuğbayı ister istemez yakından inceleme imkânı
doğmuştu. Bir yandan aynayı tutuyor bir yandan mecburen bakıyordum.
Sessizlik uzun sürmedi. Henüz bir göz kapağına kalem çekmişti ki,
"Bu erkekler benim neyimi beğeniyorlar, anlamıyorum
dedi. (Kendisini beğenmeyen bir bayana centilmen bir erkek olarak
kayıtsız kalamıyorsunuz). Yutkundum. Devam etti. "Ben güzel bir
kadın değilim ki". Diye ekledi. Daha fazla duramadım Ahu Hanım kendinize
haksızlık ediyorsunuz. Computur'a en güzel objeleri verip, bir model
yaratmasını isteseniz, ancak sizi çizebilir deyiverdim. Belki de
duymak istediği cevap buydu hafifçe gülümsedi. Yine bir sessizlik
oldu ve tam bu sırada "Yanında mayon var mı" dedi. Şaşırmıştım "hayır
ama olsa da zaten sana uymaz ki, benim mayomun üstü yok ki" dedim.
Bu defa "Senden üstünü isteyen oldu mu" dedi. Beyinsel olarak terlemeye
başladım. Olsaydı acaba giyecekmiy di? Makyaj devam ediyordu. Tayla
Otelinin denize bakan üst katlarında ki odaların birinin balkonundan
yarı beline kadar sarkmış birinin sesi ile aynı anda başımızı yukarı
kaldırdık. Bu sırada Ahuuuu, Ahuuuu diye bağıran Müjdat Gezen di
ve elinde salladığı oda anahtarını
göstererek "İşin bitince odama gel, oda numaram 1428" Diye bağırıyordu.
Ahu espritüel, şaka kaldıran, bir o kadar da pişkin bir kadındı,
hiç istifini bozmadan ileri uzattığı başparmağı ile işaret parmağını
hareket ettirerek ulu orta "Para peşin, para peşin" diye cümlesini
yukarı gönderdi. Yerli yabancı herkesin dikkatini çekmiş, başımdan
aşağı sanki kaynar sular dökülmüştü. Çok geçmeden İzmir Gazetelerinden
bir muhabir etrafımızda dolaşmaya başlamış, Ahu ile beni yüzümüz
görünür biçimde aynı kareye sığdırmaya çalıştığını fark etmiştim
ve seslendim. "Hayırdır arkadaş ne oluyoruz" Diye sordum. "Ağabey,
hiç haber çıkmıyor, sen de böyle takım elbiseli filansın, ben de
Ahu yeni bir sevgili buldu diye resmini çekip haber yapacağım".
Dedi.
"Aman sakın a meslektaş meslektaş'a böyle yapar mı, hem sonra beni
tanırlar, gazeteci olduğumu bilirler, asparagas haberinden mahcup
olursun. Şimdi bize müsaade et, ben siz
çalışırken bekledim, şimdi sen de beni bekle" Diyip Ahu Tuğba ile
bahçenin bir başka uzak köşesine gittik. Ahu Tuğba güzel pozlar
verdi, ben de çektiklerimin en güzellerini daha o an kafamda gazeteye
ayırdım.
Önce kokteyl, sonra açık büfe başladı. Tayla Oteli usta aşçılarının
süslü yemekleri ile Türk sinemasının güzelleri açık büfede buluştu.
Yemek sonrası Antalya Belediyesinin tahsis ettiği Belediye otobüsleri
ile otelin hemen arkasında bulunan Antalya Şehir Stadına geldik.
Seyircinin çılgınca tezaruhatları arasında ödülleri dağıtıldı. Sevinenler,
üzülenler küçük çaplı tartışmalar yaşandı, festivalin ardından hava
meydanına gelip bizi getiren uçağa binildi. Havalandık…
Oturduğum koltuğun tam karşı hizasında Sadri Alışık, Çolpan İlhan
vardı. Sadri Alışık uçaktan müthiş derecede korkuyor, bu korkusunu
yüksek
sesle dile getirince çevresinde tedirginlik yaratıyor, korkmasını
bilmiyorsanız da ister istemez öğrenmeye başlıyordunuz. Özellikle
uçakta meydana gelen en ufak seste, hava boşluğu geçişlerinde veya
yolcunun hostesi çağırmak için kullandığı düğmeye basma ile çıkan
"çın" sesinde, Sadri Alışık "Bu uçakta bir şey var, bu uçak düşecek,
hepimiz öleceğiz, Yeşilçam tarihe gömülecek, Türk sineması bitecek"
Diyordu. Çolpan İlhan "Sus Sadri, Yavaş Sadri, Yapma Sadri dese
de Sadri Alışık'ı teskin etmek ne mümkün dü. Gece 00.02 mi, yoksa
00.03 mü uçak piste tekerlek koyduğu zaman derin bir ohhh çektik.
İstanbul'a dönmüştük. Sabah filmler yıkandı, en güzel fotoğraflarla
en ilginç notlar seçilip yazı işlerine verildi. Haber biz de girmedi,
ama olsundu. Aklım mayodaydı Antalya'ya giderken keşke yanımda olsaydı.
|
|