|
Onun
için çok şey söylendi, kimi hayran oldu, kimi gıcık kaptı,
kimi sinir oldu, kimi kıskandı. Seversiniz veya tenkit, hatta
nefret edebilirsiniz. Her şey bir yana Asım Can Gündüz birçok
şeyi ilk kez kabul ettirdi, tanıttı, birçok engelle karşılaştı,
limitleri ilk o zorladı, yalnız kaldı, çoğunu başardı, zaman
zaman küstü, tekrar denedi, ama hiç yılmadı.
Bu yazıda Haluk Özözlü'nün gözüyle, duygularıyla, objektifiyle
izlenimlerini bulacak, Asım Can Gündüz'ün hayat hikâyesinde
sihirlitur.com farkıyla sihirli bir tur yapacaksınız.
Asım'ı
yazmak için tanıştığım günden bu yana bu kadar uzun süre geçeceğini
hiç tahmin etmemiştim, istemezdim de. Kafamda başka bir fikir
vardı, proje öyle doğmuştu, ya da öyle esinlenmiştim, iyi
de başlamıştım, ama sonra koptu.
Aşağıda anlatacaklarım tamamen özel olup, başka yerlerde rastlayamayacağınız
türdendir. Kiminden örnek alabilir, kiminde "vay be" diyebilirsiniz.
Sabır, azim, başarı, küskünlük, hakaret, sevgi, duygusallık,
güven, inanç, insanlık uğruna hayatta karşılaştığımız ne varsa
örnekler bulacaksınız.
1960 lı yılların başı The Beatles'ın ilk doğum yılları, grup
elemanları tam oturmamış, Ringo daha gruba dâhil olmamış ve
grupta Pete Best isimli bir eleman var. Grupta ki en yakışıklı
eleman o olduğu için çalışmalarda, konserlerde kızlar en büyük
ilgiyi ona gösteriyor. Pete Best'in bir kız arkadaşı var ve
fotoğrafçı. Grup nereye giderse oda beraber gidiyor ve Beatles'ın
her yaptığını, her adımını çekiyor. Grubun doğuşu, ilk yıllarının
fotoğrafları, kulisler, özel yaşantı hepsi onda, kısacası
iyi arşiv. İyi arşive imrendim doğrusu. Kafamın bir kenarına
yazdım. Gelecek vaat eden birini bulmalı, başından sonuna
takip edip, belgesel bir kitap yapmalı, dedim kendi kendime.
Zira konser fotoğrafçılığını, rock gruplarının resimlerini
çekmeyi seviyordum. Konser fotoğrafçılığı zevkli olduğu kadar,
zordur da. Devamlı ışıklar, spotlar yanar söner, renk değişir,
güç değişir, fotoğraf makinesinin diyaframını bir açar bir
kaparsınız. Sahne elektriğini en iyi yansıtan anı yakalamaya
çalışırsınız. Bazen yetişemez estanteneyi kaçırırsınız. İşte
tam o zaman ağzıma geleni söylerim kendime "Bırak oğlum bu
işi, yine geç kaldın, zamanında basamadın, senden bi bok olmaz,
diye kendimle alay ederim, kızdırırım, hırslanırım, cesaretlenirim,
o sinirle iyi bir şeyler de çıktığı olur bazen. Günler haftaları,
ayları kovaladı günün birinde (Muhtemelen Ocak 1982 olabilir)
yolda yürürken, duvarda bir afiş ilişti gözüme, üzerinde kulağında
küpe, elinde elektrogitar muhtemelen Fender Stratocaster resmiyle
Asım Can Gündüz konseri Aksaray Lunapark Gazinosunda yazıyor.
Allahallah. Kim bu? Ne çalar? Nerden gelmiş? Tek başına bu
salonu nasıl almış? Dememe rağmen eskiden Erkin Koray konserlerinden
kalma alışkanlıkla en ön sıradan biletimi alıp yerleşmiştim.
O yıllar seyirciye Asım Can Gündüz türü müzik çok yeniydi!
Sahnede sadece gitar çalan biri değil, çok garip sesler çıkaran,
tabiri caizse gitarı hayvan gibi anırtan, ağlatan, güldüren,
kâh ensesinde, kâh, ağzında dişiyle, koluyla, parmak ucuyla,
vurarak çalan hiç görülmemişti. Seyirci de konserde ne yapacağını
bilmezdi. Herkes biletini alır, koltuğa oturur, sinema seyreder
gibi sahneye bakar, parça bitince alkışlanırdı. Heyecanlanıp
ayağa kalkan olursa oturanların ikazı ile hemen oturtulur,
öyle sahne önüne gelmek filan olmazdı. Bazen kendinden geçip
akupuntor misali uyuşmuş
hislere iğne gibi batan bir solo ile kendimizden geçip canhıraş
tiz bir çığlık atarsak bütün salon dönüp bakar, güler, madara
olurduk. Bu usul o güne kadar öyleydi de, Asım Can Konserinin
sonuna doğru sahne önüne kendini atıp dans eden bir birlerine
çarparak, omuz vurarak, elektrik boşaltan gençler gelecek
konserler için ilk sinyalleri vermeye başlamışlardı.
Evet, ne yalan söyleyeyim Asım Can Gündüz sahnede iyi bir
performans sergilemiş, seyirciyi etkilemiş, hatta afallamasına
neden olmuştu. Gazeteye döner dönmez büyük heyecanla konser
haberini yapıp, çektiğim fotoğraflarla beraber verdim. Haber
çıkmadı tabii, yani yazı işleri kullanmadı, en doğrusu İstihbarat
Servisi şefim Mehmet Türker haberi
toplantıya bile sokmadı. Sonraki konserlerden yaptığım haberleri
ya çöpten, ya arşivden geri alırdım. Gerçekten de gazetenin
yazı işleri kadrosunda rock müziğinden anlayacak kimse yoktu.
Seçkin Türesay, Erol Türegün, Hüseyin Güneş, Ergin İnanç hepsi
İbrahim Tatlıses dinlerdi. Böyle rock türü konsere gazetede
yer vermeleri beklenemezdi. Ben de yılmazdım gazetenin kullanmadığı
konser resimlerimi, haberlerimi dışardan telif çalıştığım
bazı dergilerde yayınlardım. Ve nihayet tamam dedim. Bu adam
yürür, kendini ispatlar, bir gün kıymetini anlarlar, ben kafamdaki
projeye başlayayım Asım Can Gündüz belgeselini fotoğraflayayım.
Konserler birbirini takip etti. İkinci konser Tepebaşı Gazinosundaydı
(Şimdiki Pera Palas Otelinin yakınında ünlü ve bir büyük müzik
holü vardı). Salon hınca hınç dolu Asım Can Gündüz konseri
çığlıklar arasında sürdürüyor, seyirci taşkınlık öncesi bir
durumda, konser sonuna doğru, Asım Can aniden sahneden çekildi.
Millet sahneye dönmesi için bağırıyor, Asım ortalarda yok.
Sahne arkasına geçiyorum. Asım yok. Teyzesi seyircilerin arasından
çıkıp kulise giriyor, konuşuyor, dönüyor. Soruyorum konuştunuz
mu çıkacak mı diye. Hayır, gitarım bozuldu, çıkamam diyor.
Bak Asım seyirci seni istiyor dön sahneye dedimse de ikna
edemedim diye ekliyor. Asım çıkmıyor. Seyirci öfkeli, homurtularla
salon boşalıyor. Belki üçüncü, belki dördüncü konser kulisinde
Asımla tanışıyoruz, konuşuyoruz. Kendisine inandığım ve destek
verdiğim için teşekkür ediyor. Geniş bir röportaj için eve
davetimi geri çevirmiyor.
Asımla
ilk röportaj
Kırmayıp eve kadar geldiği için bir gönül bağı oluşuyor, hem
iyi gitarcı, hem, samimi, hem alçak gönüllü, komplekssiz,
müzik ortak noktamız. Evde ağabeyimin üç manyetikli Hofner
ve el yapımı gül ağacı saplı ilk Fenderlerden biri olan Stratocaster
var birlikte The Shadows, The Ventures'den bazı parçaları
gitarlarla çalıyorlar, ben de dizimde tempo tutuyorum. (Röportaj
Asım Can Gündüz konulu olduğu için kendimden bahsetmeyeceğim
ama şunu yazayım, bateri çalmaya 13 yaşında başlamıştım).
İlerleyen saatlerde Asım bu işe nasıl başladığını ve hayatını
anlatıyor. İşte şimdi Asım Can röportajı başlıyor.
15 Ağustos 1955 İstanbul doğumlu
Ailesi o yıllarda Paşabahçe'de oturuyorlarmış, Asım'da Paşabahçe
hastanesinde doğmuş. Doğumunda parmakları bitişikmiş, yani
yapışık, perdeli 3-4 yaşına kadar böyle devam etmiş, arkadaşları
ördek
gibisin demişler, ördek Asım diye kızdırmışlar, üzmüşler.
Bu etkiyle, çocuk aklıyla odaya kapanıp cam ve bıçakla parmaklarını
ayırmaya çalışmış. Sonra da annesine "Bak anneciğim normal
oldum" demiş! Annesi Asım'ın kanlar içinde ki durumunu görünce
fenalık geçirmiş, hastaneye zor yetiştirmişler. Asım bunları
anlatırken teypte çalan müzik (Larry Carlton) için eski "Crusaders"
lead gitarcısı ABD den mahalle arkadaşım, stresten kurtaran
beyin temizleyen türden müzik yapar diyor. Ve devam ediyor.
Okula başlayana kadar parmaklarımdan bir dizi ameliyat oldum.
14 tane ameliyat geçirdim diye ekliyor. Tam o yıllarda Amerika'ya
gittik, babam tüccardı, her şeyi yapardı Büyük Ankara Otelini
yapmıştı. Türkiye'de radyatörü ilk imal eden biriydi. Sonra
hediyelik eşya fuarı için yola çıkan gemi sigortasızdı battı
ve beş parasız kaldı, iflas ettik. Babam aşçılık yapmaya başladı.
Waldorf Astora, Statler, Hilton, Sardees, Blue Ribbon buralarda
baş aşçılık yaptı. ABD'nin en iyi aşçısıydı. Annemde terziydi.
Elizabeth Taylor, Jacklin Kennedy, Onassis'e tanesi 20 bin
dolardan elbise dikerdi. (1978-1979). Babam Kazan Tatarı prensinin
torunudur ama biz aile olarak şartlar gereği batakhanede büyüdük.
İlk Gitar, ilk parçalar
İlk gitarımı 11 yaşındayken teyzem kadar sevdiğim bir kadın
(Asuman Polat) New York'da hediye etti. Kent marka çift manyetikli
yarım kasa bir gitardı. İlk çaldığım parçalar enstrümantal
bir grup olan Ventures'den di. Sonra The Moonkeys parçalarını
toplu konutta pencerede çalardım, semtimizin kızları çığlıklar
atarak bizi dinliyorlardı. Çok güzel acayip kızlar vardı,
seksiydiler, ABD adetlerine göre 11 yaşında öpüşmek, flörtlük
normaldi. Müziğe geçmemde ilgisi de etkendi. Maria isimli
bir İtalyan sevgilim vardı 11'inde ben 14'ünde… Şimdi gitarımın
biri onun ismini taşıyor, diğeri Robin o da bir kız. (Asım
gitarlarına kız arkadaşlarının isimlerini takıyor)
Gruplar, Konserler
"Kilovat"
ismiyle ilk grubumu kurmuştum. "Çimento Gökyüzü" ile devam
ettim. O günden sonra 527 tane grup kurdum. En son grup "Affetmez"
"Grup Ambulans"tan sonra kuruldu. İlk konseri bir okulun konferans
salonunda vermiştim. Semtimizden her kez gelmişti. Konserde
11-15 yaşlarında yaptığım dört bestemi çaldım. O yaşlarda
çok beste yapmıştım, hala ağırlığını taşıyan parçalardı, saf
ve özlü parçalardı, kaptırmalar. Bir parçamız 20 dakika falan
sürüyordu, konserde gitarın giriş fişi bozulunca gitar devre
dışı kaldı, grup durdu, seyirci kızdı ve ilk yumurtayı alnıma
yedim, atılanlar meyveler, süt kutuları ile devam etti. Sahneye
çıkan seyirciler beni sahneden ittiler, 20 kişinin altında
kalıp dayak yedim. Yuhlar, tükürükler arasında gitarımı alıp
kaçtım. Eve gelip yatağımın altına girdim ve ağladım, bir
daha asla çalmayacağım dedim.
Biri Kapıya Geldi
Mahallemizin en usta en büyük gitarcısıydı gelen, isminin
"Stevey Freidman" olduğunu söyledi. Annem, biz bu adamı dinleyebilmek,
görebilmek için kilometrelerce amplilerini taşıdık ilahtı…
Beni yatağın altından annem çıkardı. Stevey'i görünce dondum
kaldım. "En iyi sen olacaksın, korkunç çalıyorsun" dedi. "Bir
daha oraya git ve dağıt" diye ekledi. Bende bu laf dönüm noktası
oldu. 21 yaşında tekrar gittim. Grubumun ismi "Concrete Sky"
Çimento Gökyüzü ile çıktık sahneye. İnerken omuzlarda taşıdılar…
Bir yandan gitar çalıyor, bir yandan çalışıyorum
17 sene benzincide pompada çalıştım. Bir gün benzin pompalarken
sabahın 4-5'i iş yok istasyonu kilitleyip Manhattan da ki
kulüplerden birine gidip orkestram için iş arıyor kaset bırakıyordum.
Bir başka gün de "Hurralis" kulübüne elimde gitarla gitmiştim.
Her tarafım benzin içinde, beni punk sandılar. Oraya manyakça
kıyafetlerle gelenler var. Üzerinde zincirler, elinde balık
oltası, elinin üstünde bonfile, saçlar mavi, bir elinde beyzboll
eldiveni giyen tip insanlar ve şık giyimlilerde var. Yırtık
teesort ve yağlı benzinli blucinle zıpkın gibiydim. 4-5 cm
lik çivileri vücudumda bükerdim, body çiydim. Vücut, ağırlık
çalışıyordum. Kulüpten içeri girince bara gittim menajeri
sordum.
Barın
ortasında 5-6 tane yakışıklı herif, köşede oturan kız için,
eşcinsel galiba, hiç kimseye pas vermiyor diyerek yüksek sesle
konuşuyor, bende kulak misafiri olmuştum. Şampanya, çiçek
göndermişler geri gelmiş, dansa hayır demiş ve kısacası kaldıramamışlar.
Gençliğin verdiği delikanlılıkla onlara doğru dönüp "Bir karıyı
kaldıramadınız mı? Yuhhh size dedim. Şaşırmışlardı, onlar
da madem öyle sen kaldır, görelim dediler.
Ben bedavaya çalışmam dedim, 500 dolara varmısınız diye ekledim.
Heriflerden biri elini cebine atıp bara 500 Doları koydu!
Şok oldum birden. Bende sadece Fender Staratocaster marka
gitarım var. Koydum bar tezgâhının üzerine, yağlı benzin kokan
halimle yöneldim kızın bulunduğu köşeye. Kız göbeğine kadar
yırtmaçlı beyaz iplerle bağlı elbisesinin içinde iç çamaşırı
olmadığı belli, buz gibi tek başına oturuyor. Saçları Barbie
bebeği gibiydi, önünde içki yoktu. Masaya pat diye oturdum,
yağlı ellerimle elini tuttum. Şiişssst bişey deme, sizi kaldırmaya
çalışan bardaki hıyarlar var ya, onlarla 500 Dolara bahse
girdim, kaybedersem gitarımı kaybedeceğim, benzincide çalışıyorum,
500 dolar iki haftalığım, gel anlaşalım, beni öp kalkalım,
250 dolar paylaşalım. Başladı gülmeye, bu akşamın en ilginç
tanışma yöntemini sen kullandın. Dedi. Benim benzincide çalıştığıma
inanmadı. Birlikte ayağa kalktık, herifler bakıyor. Bi öp
beni dedim, kısa bir öpücük oldu ve bir sihir başladı. Beline
sarılıyorum yağlı ellerim, beyaz elbisesinin üzerinde iz bırakıyor,
bara yürüdük, hikâye 30 saniye sürdü, parayı kaptım, gitarı
aldım, kızla çıktık. Alkışlar, çığlıklar, şaşkınlıklar içinde
kapı önüne geldik, 250 doları sayıp kıza uzattım, suratı asıldı,
ciddileşti, sen gerçekten benzincide çalışıyormuşsun, ben
zannettim ki, beyaz atın üzerinde ki prensim geldi sanmıştım,
hayal kırıklığına uğradım. Dedi. Madem parayı almıyorsun gel
bu parayı birlikte yiyelim dedim. İsmini sordum "Cini" dedi.
Benzinciyi sabah açmam lazım, iki saatte kulüplere gidip şampanyalar
içtik, bol bahşiş verdik paraları yedik. Arkadaşlığımız 6
ay sürdü, puro reklâmı yapmıştı, yeni meşhur oluyordu. Kız
F.F. Daha sonraları yine kendi gibi bir ünlüyle evlenmiş.
Artık daha fazla afişe etmenin âlemi de, gereği de yok, zaten
her kez tanıyor.
Jimi Hendrix Show ve "Cici"
Asım Can Gündüz'ün kendi ağzından anlatımına devam ediyorum.
1979 Jimi Hendrix Show başladı. Her akşam gitar çalıyorum
ya, ismim duyuldu. "Zacherya" (zenci bir grup) Ben de Jimi
Hendrix makyajıyla çıkıp, onun hayatını
oynuyorum. Bu arada bir konser sonrası bir davulcu arkadaş
Tony Smith ile parti için plak stüdyosuna gitmiştik. Orada
bulunan bütün ünlülerle tanışıyordum. Birden Frank Zappa'yı
gördüm. Bahsedilen, Jimi'yi çalan sen miş sin. Dedi. Gitarı
verdiler çal diye, beğenildim, arkadaş olduk. Frank Zappa
Annem İtalyan, babam Ermeni asıllı dedi. Ben de Türk olduğumu
söyledim. Sarıldık, o akşam ona içimden geldi ortamın sıcaklığıyla
kendi gitarım olan Fender gitarımı hediye ettim. Ertesi günkü
Show için çıkacak gitarım kalmamıştı. Ayrıldık. Biraz sonra
kapı çalındı "Al bir kıyak da benden sana" dedi ve Jimi Hendrix'in
kullandığı ve kendisinde olan gitarını hediye etti. Hendrix
alevini devam ettirmemi istedi. Benim "Cici" ismini taktığım
gitarım bana böyle gelmiş oldu. O gitarın üstüne 20.bin dolar
daha harcadım, altın kaplattım, hala yaşatıyorum, çok huzurluyum.
35 bin kişiye Shea Stat'ta konser verip Türkiye'ye geldim.
(Konser alkışlarla biterken göğsümüzden Türk Bayrağı çıkartıp
sallardım).
Türkiye Macerası Başlıyor
ABD de sosyoloji okudum. İkinci branşım Beslenme Uzmanlığıydı.
Allah'ı seviyordum, Türkiye, vatan özlemi ağır basıyordu.
Milliyetçiydim, halkçıydım, Türk gençliğine bir şeyler vermek
istiyordum, konum sevgiydi.
13 defa reddedildim, sonra bir emirle 10 Kasım'da Atatürk'ün
ölüm yıldönümünde "Paşam" isimli Atatürk'e yaptığım bestemi
TV de ağlayarak okudum. Şivem biraz bozuktu belki ama "Kim
bu gâvur dönmesi" dediler ve 8 sene bir daha TV ye çıkamadım.
1991 de yasak kalktı. 1983 - 84 yıllarında 18 ay boyunca 150
konser verdim.
İstanbul Spor Sergi Sarayı, İzmir Atatürk Spor Salonu, Ankara
Selim Sırrı Tarcan Salonu, Adana Atatürk Kapalı Spor Salonu,
Şan Tiyatrosu, İstanbul Fitaş Sinema salonu, Lunapark Müzik
holü, Tepebaşı, Ankara Arı Sineması, İzmir Açık Hava Tiyatrosu
vs konserleri hep bu zamana rastlar.
Bu bölüme ben bir ilave yapayım, gerçektende o senelerde 10
Kasım hep üzüntü ile geçer, sinemalarda Kurtuluş Savaşı filmleri,
Atatürk konulu konuşmalar dışında bir başka etkinlik yapılmazdı.
Asım Can Gündüz'ün 10 Kasım 83 de TV de gitar çalıp bestesini
seslendirmesi ilkti, çok garip karşılanmıştı. Oysa TV ye çıkabilmek
için Ankara'ya gitmiş, bir yetkili ile görüşebilmek için günlerce
bakanlıklarda, kapılarda yağmur altında takım elbiseyle beklemiş,
sonunda başa çıkamayıp en yetkiliyle görüştürmüşler, izni
de vermişlerdi. Aslında izin almak için kimlerle görüştüğü,
neler yaptığı parçasını kimlere çaldığı konusunun da ayrı
bir hikâyesi vardır.
Şimdi bu bölümde Asım Can Konserlerini yazmak var ama önce
kendi anlatımını bitireyim sonra benim izlenimlerimi yazarım.
|
|