1897 İstanbul doğumlu olan Tiyatro ve Sinema sanatçısı Bedia
Muvahhit, sanat yaşamı boyunca 200’ün üzerinde oyunda
ve sayısız filmde rol almış, devlet sanatçısı unvanına layık
görülmüş, Türkiye’nin ilk Müslüman sanatçısı olup, 1994 yılında
97 yaşında aramızdan ayrıldı. Türkiye postaları tarafından
anısına pulu basılan Bedia Muvahhit ülkenin yetiştirdiği ender
sanatçılardan biriydi. Şimdi sanatçı ile yaptığım bir fotoğraf
çekimi süresinde anılara uzanıyoruz.
Daha önce Vasfi Rıza Zobu’ya ziyarete gitmiştim. Nişantaşı’nda
bir apartmanın giriş katında bir dairede otururken çekmiştim
fotoğraflarını. Biraz hasta boğazı sarılı, biraz da sinirliydi,
zoraki de olsa fotoğraf çekme ricamı kırmamıştı. Hatta öylesine
ev kıyafetiyle ne çekeceksen çek hadi demişti. Yüz ifadesinde
onca başarılı sanat yaşamından sonra unutulmuşluğun ifadesi
seziliyordu. Artık alkış sesleri duyulmuyordu, eskisi gibi
sık hatırlanmıyordu, belki de ona kırgındı. İncitmemeye özen
göstererek, vefasızlığa yakınarak, teşekkür edip ayrılmıştım.
Benden önceki dönemin ünlü bir sanatçısını daha fotoğraflamış
olmanın mutluluğu vardı bende. Oysa gittiğim tüm açılışlarda
Vasfi Rıza Zobu, Mahmut Baler, Bedia Muvahhit davetlerin ayrılmaz
şeref konuklarıydı, Atatürk döneminin önemli insanlardı, saygım,
merakım, heyecanım sonsuzdu. Bir gün gazeteden Bedia Muvahhit’e
gitmem istendi yine heyecanlandım. Soyadını her seferinde
bir defada doğru telaffuz edemediğim ulu çınara sanat hayatının
sonlarında da olsa yetişmiş olmanın heyecanı vardı yine bende.
Büyüklerin büyük saygı gösterdiği, gerçek bir sanatçının fotoğraflarını
çekecektim. Mutluluğum heyecanım biraz da bu yüzdendi. Acaba
o da isteksiz mutsuz bir ruh halinde mi diye merak da ediyordum.
Yanılmışım. Nişantaşı’ndan Dolmabahçe’ye inen yokuşun tam
başında dört yol ağzında köşe başı yaşlı bir binanın dördüncü
katına çıktım ve kapıyı çaldım. Kapıyı kendisi açtı ve bir
tiyatro tarihi Bedia Muvahhit güzelce giyinmiş, saçları yapılı,
makyajıyla güler yüzle karşıladı, salona buyur etti.
Konuya
nerden girmeli, ilk ne söylemeliyim, nasıl hitap etmeliyim
diye aynı anda kafamda bin bir soru düşünüp “Efendim” diye
söze başlarken göz göze geldik ve ilk soruyu kendisi sordu!
Şu anda haber servisinde şef olarak kim duruyor” dedi “Hami
Alkaner, bugün o nöbetçi” dedim ve telefona yönelip telefonun
siyah ahizesini eline alarak numaraları çevirdi. Ayaktaydı,
kısa boyluydu, “Hami Merhaba, ben Bedia, bu genci bana niye
20 sene önce göndermedin” dedi. Utandım, kızardım, saygımdan
başımı öne eğip, gülümsedim. Hami Alkaner telefonun diğer
ucundan saygılı kahkahasını telefonda uzak olmama rağmen duymuştum.
Verdiği cevabı da karşı cevaptan anlamıştım Hami, “20 yıl
evvel Haluk bizde değildi” demişti. Bedia muvahhit ile karşılıklı
koltuklara oturduk, ilerde anlatacak bir şeylerim olsun diye
hem kendisini, hem evin döşenme şeklini tüm detaylarına kadar
inceliyor, konuşulanları can kulağı ile dinliyordum. İkramı
olan çayı içtim bir ara kalktı koca bir fotoğraf albümü getirdi.
Sayfaları çarpık parmakları ile bir bir çevirdi, “Bak işte,
zamanında ben böylesi güzel bir kadındım” dedi. Demesine gerek
yoktu, portre fotoğrafları muhteşem ötesiydi. Ben de deklanşör
sesiyle bu gösteriye refakat ettim. Sayfada gördüğünüz fotoğraflar
işte o anlatımlarda çekildi.
Sanatçı
Bedia Muvahhit’i sahnede seyretme imkânım hiç olmadı, vedalaşıp
ayrılırken beraber fotoğraf çektiremedim ama ne yapıp imzalı
bir fotoğrafını istedim. İçerden bir fotoğraf getirip adıma
imzaladı. Kalem önce yazmakta inat etti, sonra sıra soyadıma
geldiğinde itaat etti, fotoğrafta ismimin silik çıkması bu
yüzden. İmzalı fotoğrafla vedalaşıp ayrıldım.
Aynı caddeye, tam da dört yol ağzına, aynı evin önüne sonra
bir akşam yeniden görev
çıktı, alelacele gittim. Bu defa ki kötü bir görevdi. Kurşunlanmış
bir araba duruyordu yol ortasında ve o otomobilin içinde Abdi
İpekçi vurulmuştu. Olay yeri çekme görevi bana, yani 18.00-02.00
saatleri içinde çalıştığım döneme denk gelmişti…
Gazetecilik mesleği nedeniyle Nişantaşı’nda daha birçok kişiye,
birçok göreve gitmişliğim oldu.
Seher Şeniz, Bülent Ersoy, Sezen Cumhur Önal, Hümeyra, Vasfi
Rıza Zobu, Bedia Muvahhit, yazarlar, olaylar, Yıldırım Mayruk,
Cengiz Abazoğlu, Neslihan Yargıcı gibi modacılar, defileler,
butikler hep mazide yaşayan röportaj anıları olarak belleklere,
arşivlere yerleştiler.
|
|
|
|
|
|
|
|