Kazım Albayrak Kaptan ile deniz üstü anılara yolculuk

Denizlerin gizli kahramanları, Barbaros’un torunları, anıt çınarlar uzak yol kaptanları.
Onları günlük hayatta pek görmeyiz, gazetelerde, dergilerde TV kanallarında öyle sık sık boy göstermez, ahkâm kesmezler. Kendilerini, ömürlerini denize vakfetmiş, gemilerde yabancı sularda Türk Bayrağını dalgalandırmış, bıkmadan usanmadan bir seferden bir başka sefere yol almış, sevdiklerini, aile hasretini içlerine gömmüş kır saçlı delikanlılardır. Bu yazıda onlardan birisi olan 1927 İzmir Basmane semti doğumlu, 1951 mezunu uzak yol kaptanı Kazım Albayrak ile 2018 Kasım ayı başında yaptığım anılarla dolu bir sohbeti bulacaksınız.


91 yaşıyla Türkiye’nin en yaşlı kaptanlarının önde gelen birkaç isminden biri olan kaptan aileden denizci olup babası buhar kazanı tamircisi dedesi ise denizci olması sebebiyle genlerinde bu ruhu taşımış, denize sevdalanmış, Yüksek Denizcilik Okulunu bitirip, kömür yakan istimli gemilerde çalışmaya başlamış.
İlk gemisi 1000 tonluk, Ahmet Kalkavan gemisine kaptan olmuş.
Akdeniz havzasında uzak yol kaptanı olarak şileplerde kaptanlık görevi üstlenmiş, Deniz Yollarında gv zabit 3. Kaptanlık yapmış.

Her seferinden anılarla yüklü gelmiş olan Kazım kaptandan birkaç anı dinleyelim.
20 bin tonluk Turgut Reis gemisine Mersin rafineriden ham petrol yükledim, İstanbul’a gelecek Haramidere gibi çeşitli limanlara ihtiyaç ve siparişlere göre boşaltıyordum. Eşim de gemiye gelmişti, Gemiye çift demir attım, sonra birini çektim.
Gece oldu uyuduk, sabah eşim lumbozdan baktı ve Kazım sahil görünmüyor dedi, sis vardır görememişsindir dememe kalmadı bir baktım adaları geçmiş Yalova’ya doğru sürükleniyoruz.
Şans mı desem, yoksa mucize mi çıpa ters taramış, dibi tutması gereken sivri kısımlar avuç içi gibi yukarı bakar şekilde yol almış ve bu sayede adalara elektrik taşıyan kabloları koparmadan geçmişiz. Adalara baktım ışıklar yanıyor kgerilim hattını koparmamışız dedim, derin bir de ohhh çektim...
Geminin nöbetçisini de gece nöbetinde uyuduğu için gönderdik, yani işine son vermiştik dedi.

Anlattığı her hatırayı tekrar yaşıyor gibiydi, hassas davranıyor, kimsenin arkasından konuşmamaya, incitmemeye özen gösteriyor, her detayı hatırlıyor, kimine gülüyor, kimine değişik reaksiyonlar gösteriyordu. Ağzından şurup, recel, bal kıvamında tadında kelimeler dökülüyor, hepsini anlatsın istiyordum. Gerçekten de Kazım kaptanı dinlerken aynı gemide mürettebat gibi hislere kapılıyordum.
Bir tane bir tane daha daha anlatmasını istiyordum, hepsini ağzım kulaklarımda dinliyordum.
Kırmıyor bir yenisine geçiyordu, hepsi bir tecrübe olup, yaşananlar ender rastlanan olaylardı, kıymetini bile bile dinledim, başka nerede bulacak kimden dinleyecektim.

Beş Dakika Gecikme Felaketi Önledi!...
Çabuk düşünen, beklemeden konuşan abidevi duruşuyla, bakışıyla sevginizi, saygınızı kazanan Kazım Kaptan bir başka anısını anlatırken bu defa yüzü asılıyor, belli ki kendisi de pek hatırlamak istemiyor anlatacağı anıyı. Armatör Hayri Baran’a ait Turgut Reis gemisindeyim Çanakkale Boğazı’ndan girdim, hızımı kestim ağır seyrediyorum. Bizim sularda boğaza girince sahil sağlık teknesi yanaşır gemide salgın hastalık var mı kontrolü yapar, imzayı alır ben de tekneyi bekliyorum gecikti beş, on dakika oldu, nihayet geldi.
Yola rotanın gösterdiği çizgide devam ettim, Nara Burnu'nu 90 derece döndüm ki Rus gemisiyle karşılaştım, bir bakışta anormallik olduğunu anladım ama yapacak şeyler sınırlı, karşı gemiyle konuşacak ise vakit yok.
Rus gemisinin dümeni kitlenmiş olanca hızıyla üzerime çıkacak. Son anda sancakta düzeltme yaptım, önümüzden teğet geçti.
Gemi de 20 bin ton infilak etmeye müsait yanıcı madde taşıyordum, Çanakkale uçardı derken, omuzlarımı kaldırmış, kaslarım kasılmış halde dinlediğimi fark ettim.

O yıllarda gemiler çift cidarlı ara boşlukta yangın önleyici gazlar dolu değildi, ön tanklar boş tutulmazdı, gemilere refakat eden römorkörler de yoktu. Asıl önemli olan bizim de bu yaşananlardan, olaylar öncesinden zerre kadar haberimiz olmazdı. Boğaz bir tane değildi, İstanbul kadar Çanakkale de önemliydi, canla kanla dolu kutsal vatan toprağıydı. Bütün iş kaptandaydı, ustalıktaydı, tecrübedeydi, kararlılıkla uygulamadaydı, kalitede, yetiştirilmede, bilgide eğitimdeydi.

Atlantik'de Gemi de batırdım!
Aman hocam nasıl oldu bu yani dedim oldu işte dedi. Aslına bakarsan denize hazır, düzgün yüklü gemi, dalgada olsa, fırtınaya da yakalansa öyle kolay kolay batmaz. Kazalar, arızalar gibi batmaya maruz kalan istisnalar var tabii.
Yıl 1972, adlı Sönmez Denizcilik’e ait 130 bin tonluk "Karadeniz S" adlı OBO türü gemiye (OBO, petrol türü, maden türü, buğday türü yükleri taşıyabilen gemiler. Artık günümüzde obo yapılmıyor. Yakıtı tankerler, madeni, buğdayı dökmeci dediğimiz bu tip gemiler taşıyor) Brezilya’dan 90 bin ton demir cevheri yükledik, Atlantik Okyanusu geçiyorum, rotamızda İspanya var. Seyir sırasında bir deniz bir gök kubbe yalnızlık buram buram Anvers’e gidiyorum, telsizden “buralarda Barbaros’un torunlarından kimse yok mudur” diye bir anons geçtim. Kısa süre sonra Ağahanoğlu’ndan cevap geldi, kısmet işte o da yeğenim çıktı oralardaymış, konuştuk bir süre sonra gemimiz su almaya başladı. SOS istedim, durum vahim Atlantik Okyanusu ortasındayız, gemi 5-10 bin ton daha su alırsa kesin batacağız.
Bir Yunan gemisi anonsu duyup yardıma geliyorum dedi. Böyle durumlarda mahkemeler gemi kurtaran diğer gemiye teşvik amaçlı maddi mükâfatlar öder, geminin taşıdığı yükten yardım eden gemi pay alır, biraz da bu nedenlerle her gemi yakınlardaysa sos veren gemiye koşar gelir.
38 gemi mürettebatını ip merdivenle bota bindirdim, en son kamarot kaldı, yanıma gelip siz gemide kaldınız ben de sizinle kalacağım dedi. Kâh kızarak kâh ikna ederek güç bela onu da bota gönderdim, gemiyi en son kaptan terk eder sözünü yerine getirip hiç yer kalmayan bota ben de bindim. Deniz var, bot bir inip bir çıkıyor, Yunan gemisi bizi kaybetti, bütün geceyi mürettebatla botta karanlıkta geçirdik, sabaha karşı Yunan gemisi bizi gördü ve gelip zorda olsa yanaşıp aldı. Tahliye ettiğim gemi isminin yazısı suların hizasına gelmişti.
Yunan gemisiyle etrafında bir iki tur daha attık.
Çalışırken sağa sola takılmasın diye parmağımdan çıkardığım yüzüğüm ile birlikte her şeyimizi geride bıraktığımız "Karadeniz S" demir cevheriyle birlikte Atlantik Okyanusu’nun 4000 metre derinliğine gömüldü.

Deniz Beyaz Gece Olmuyor!
Avustralya, Alaska, Kore birçok ülkeye seyahatler, seferler yaptık tabii ama en ilginç bir olayı Kızıl Deniz üzerinden Güney Afrika seferinde yaşadım.
O sefere eşim de gelmişti, hatta espriyle karışık, gayet safiyane Kazım ekvatoru geçerken bana haber ver dedi. Olur, kırmızı çizgi var tam orada haber veririm dedim gülüştük, akşam saatlerine doğru vakit geçiyor ama hava bir türlü kararmıyor, gece yarısı oldu garip bir durum, daha önce karşılaşmadığım bir konu, merak ettim, kaptan köşkünde kütüphanede ki kitapları indirip karıştırmaya başladım, denizden bir kova numune su aldırdım, inceledim, aynı su bir değişiklik yoktu ama denizin üstü bembeyaz bir türlü gece olmuyor.
Nihayet bir kitapta bir paragraf yazıya rastladım.
Arabistan kıyılarında rastlanan bir iki saat süren bir tabiat olayı, denizin aydınlanması olduğu yazıyordu.
Saatler gece yarısını geçmiş hanım da hala kitaplarda ne aradığımı soruyordu, orada hesaplaştık durumu derken gülerek maziye gidiyordu.
Faal gemicilik hayatında yanında staj gören, birlikte aynı gemide görev yapan gemiciler sevgi saygı ile hayranlıklarını, bağlıklarını günümüzde de dile getiriyorlar.

 
 
Yazı ve Fotoğraflar: Haluk Özözlü.

KASIM © 2018, Sihirlitur'daki tüm yazılar ve fotoğraflar
Haluk Özözlü
'ye aittir, alıntı
yapılamaz, izinsiz kullanılamaz.
sorularınız için: hozozlu@sihirlitur.com
.
 
....