1977
sonrası Hürriyet Gazete binası o tarihlerde Cağaloğu’nda, (Bugünkü
Lapis’in yerinde) Günlerden bir gün istihbarat şefi “Haluk” dedi,
odasına girdim. Girdim ama kapıdan değilde camdan geçmiş gibi oldum.
Misafir koltuğunda bir hanım oturuyor, başımı kendisine doğru çevirip
bakmadığım halde gözümün beyazı ile görüyorum. Gözlerini üzerime ağır
ağır devirip bana bakarken, şef de hanımın Sultanahmet’te çeşitli
fotoğraflarını çekelim diyor. Buyrun o halde dedim hanıma. Ayağa kalktı,
kal kalk bitmiyor, ben 1. 83, yüksek topuklarla o benden uzun, Nikon
fotoğraf çantamı kaptım, çıktık binadan dışarı, üzerinde tüm vücudunu
saran, koyu kahverengi, parlak tüylü, topuklarına kadar uzanan ağır
bir kürk var. Pantolon üstüne giydiği, krem balıkçı kazak dışında,
bir tek yüzü ve elleri görünüyor. Kürkü verseniz bir mersedes otomobil
alırsınız, takıları saymıyorum.
Çekeceğim
fotoğraf belli ki İstanbul simgeli bir portre olacak. Sultanahmet
gazete arası 150 adımlık mesafe, çıktık yola, trafik aniden durdu,
caddeyi geçtik. Karşıdan gelenler, yanımdan geçenler beş defa hanıma,
bir defa da bana bakıyorlar, bakışlardaki İfade aynen şu, “Bu kadar
gösterişli zengin kadın bu sıska delikanlı da ne bulmuş olabilir”?
Tamam, Alain Delon değilim, bunu ben de kabul ediyorum ama aması var
işte, görevdeyim… Makineyi çıkartıp tarihi doku önünde tam fotoğraf
çekmeye başlıyorum, etraftan meraklılar toplanıp seyretmeye başlıyorlar,
sıkılıyorum şimdi biri laf atacak, yumak olacağız sonra, olacak gibi
değil. Kadına koluma gir diyemiyorum, elinden tutamıyorum aramızda
elli cm mesafe ile en asık suratıma takındığım en sert bakışlarımla
yürüyoruz. Kadını yanımda taşımak bile çok zor.
Ver elini Topkapı Sarayı dedim, girdik içeri, mekân zengin, rahatsız
eden yok, bölümleri geziyoruz, kendime dedim ki, bu güçlü portreyi
ben tablolar seksiyonuna sokayım güçlü bir padişah tablosu önünde
çekeyim. Hem dengelensin İstanbul’da olduğu belli olsun, hem de resme
bakan dergiden almış gazeteye basmış diyemesin.
Kanuni mi, Selim mi derken Fatih Sultan Mehmet tablosu önünde istediğim
portreyi çektim.
Tarzanca da biraz da anlattım, dolaştık, mola sırasında ağır hareketlerle
kadın çantasından bir paket sigara çıkardı, içinden usulca bir tane
seçip dudaklarına götürdü ve içmeye başladı. Her estantenesi bir fotoğraf
karesi, her biri kapak olacak nitelikli.
Gözlerinizi ayıramıyorsunuz , film seyreder gibi baktırıyor, takip
ettiriyor kendini!!!
Sigara içerken yedi kere yutkunup sordum “eeee What’s your name” diye,
sigarasından çektiği nefesi etrafa beyaz beyaz yayarken dağılan dumanların
arkasından “Marisa” dedi, “Marisa Mell” !!
Ben bir kez daha camdan geçmiş, duvara toslamış gibi oldum. Bu yanımda
ki Marisa Mell, İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin arkadaşı
olan film aktristi olan M.M idi. Çekimler bitti, yürümekle yuvarlanmak
arası adımlarla gazeteye dönüp mücevher görünümlü emaneti bıraktım.
Gazete de ki mesaim bitti.
Akşam 18.00-02.00 İntercontinental’de muhasebe görevlisi olarak çalışıyorum,
otel güvenlik görevlisi bir ara yanıma geldi, “ Haluk buralarda bir
fotoğrafçı gördün mü” dedi “hayrola ne oldu” dedim. “Yaa biri Marisa’nın
fotoğraflarını çekmek için ısrar ediyormuş, biz başbakan fotoğrafı
çekmek için bile bu kadar yalvarmıyoruz demiş, kadın da odasında rahatsız
olmuş güvenliği aradı. Haa öyle biri vardı gitti” dedim (ünlü bir
ustaydı). Sonradan bir Playboy mecmuasında gördüm kadına sekiz sayfa
ayırmışlar, nasıl fotoğraflar olduğunu yazmayayım, siz dergi isminden
anlayın...
Marisa
Mell’den hayata erken veda
1992 yılının Mayıs ayında Avusturya asıllı, kedi bakışlı, sinemanın
vamp kadını, 52 yaşında yakalandığı amansız hastalık kurtulamayarak
aramızdan ayrılmıştı. 60 lı yıllarda tanınıp, kendinden söz ettiren
sanatçı sanat yaşamı kadar özel yaşamında yaşadığı aşk ilişkileri
de dillerden düşmedi. Ünlü yönetmen Roman Polanski, ünlü Fransız aktör
Alain Delon ile sık sık gündeme gelen Marisa Mell, İran şahı Rıza
Pehlevi ile olan dostluğunu, şahın saray davetlerini, hediye mücevherler
verdiğini itiraf etmişti. Ölümünden beş ay önce kanser olduğunu öğrenen
ve son günlerini ağrı kesiciler iğneler ve çok sevdiği YSL parfüm
şişesi ile beraber hastane odasında geçiren sanatçı, ölmeden önce
yaptığı son röportajında 13 yıl boyunca sadık kaldığı kocasını unutamadığını
belirtmiş.
Marisa Mell ile fotoğraf çalışmam sırasında kıyafeti olduğu kadar
takılara olan merakı da dikkatimi çekmişti. Krem rengi dik ve geniş
yakalı dökümlü balıkçı kazağı üzerine taktığı altın kolyenin yanı
sıra, bileğinde bulunan ve iç içe geçmiş iki kalptan oluşan altın
bilezikte, adının baş harfleri yer alıyordu. Pırlanta yüzüklü zarif
parmakları, ten rengi sürdüğü ojelerle sonlanıyordu.
|
|