Jethro Tull Temmuz 1991 İstanbul Harbiye Açık Hava Tiyatrosu Konseri
Yazı ve Fotoğraflar: Haluk ÖZÖZLÜ



Avrupa turnesine çıkmışlar, Yunanistan'da verdikleri konser sonrası İstanbul'a da iki konser vermek üzere gelmişlerdi. İlk konserin biletleri tükenmiş ikinci konsere ancak bilet bulabilmiştik. İlk konserde sahne ışıklarının düzeni karayoluyla getirilip tamamı sahneye kurulamamış, ışıklar ancak İkinci konsere yetişmişti.
Bu nedenle ikinci konser ilk konserden daha muhteşemdi.
Konserin başladığı ana kadar müziği ile büyüdüğümüz Jethro Tull grubunu daha önce hiç görmemiştik, ancak İngiliz müzik dergisi Melody Maker ve diğer müzik mecmualarından takip ediyor, LP kaplarında ki fotoğrafları inceliyor sihirli flütünün peşine takılıp gidiyorduk.
Konser saati gelip çattı, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar dolu olan Harbiye açık hava tiyatrosuna girdim.
Konser başladı, bir ayağını diğer ayağının dizi üstüne koyar vaziyette flüt çalan Ian Anderson'u bekliyoruz, kendine has meşhur sahne duruşunu göreceğiz. Grup elemanları yerlerini almışlar bile.
Aman tanrım o da ne!
Beyazlar giymiş kepli bir hemşirenin ittiği tekerlekli sandalye ile birlikte sol kulağı tıkaçla kapalı Ian Anderson sahne de göründü.
Bu da ne demek oluyordu şimdi, diye tam düşünmeye başlamışken birden yerinden kalktı ve performansını sergilemeye başladı, hayalimizde canlandırdığımız Jethro Tull artık karşımızdaydı, her şeyi unutturdu.
Yerim çok arkalarda, en tepelerde, tiyatronun hakim yerinde sesin en stereofonik yerindeydi. Kız arkadaşı ile birlikte konsere gelen bir arkadaşım merdivenlerden yukarı doğru çıkarken karşılaştık.
"Hayrola nereye gidiyorsun, bu konserden çıkılır mı" dedim. "Yoook çıkmıyoruz, yukarıdan uzaklardan seyredeceğiz, yerimiz en öndeydi ama durulmuyor, sağır olacağız, istersen yerimize geçebilirsin" dedi.
Dururmuyum hiç, artık en ön sırada ki yerimi almış, beraberimde getirmiş olduğum fotoğraf sehpamı kurmuştum.
Bunca yıldır fotoğraf çekerim, konser fotoğrafçılığı kadar kendimle dalga geçip, savaştığım başka konu olmamıştı. Zira sahne ışıkları devamlı değişir, renkli spotlar bir yanar bir söner, ayarladığım diyafram değeri sürekli şaşırır, sahnede yerinde duramayan birini istediğim pozda yakalamam zor olurdu. Bu yüzden kendime yine kaçırdın diğ mi, tüh yazıklar olsun, bırak oğlum bu işi git limon sat dedikçe hırsımdan ağlamaklı olurdum. Bir süre sonra birkaç istediğime yakın pozlar yakaladım ve rahatladım.
Sahneyi gözlerimle scener gibi tarıyor, hiçbir şey kaçırmamaya dikkat ediyor, müziği de can kulağı ile dinliyordum. Bir süre sonra kulaklarım tamamen sağır oldu. Gerçekten konser sesinden başka yakın konuşmaların bile hiçbirini duymuyordum. İnanılmaz yüksek volümde ses çıkıyor, sahneden gelen sesi tam çakışma noktasında karşılıyordum. Geçici sağırlık normaldi de, kalıcı olursa hapı yutacaktım.
Açık Hava Tiyatrosu tamamen doldu, doldukça daha da doldu, merdiven basamakları dahi full oldu, ayakta duranlar arka sıralardan öne doğru omuzuma basınç yapmaya başlayınca ön sırada da oturamaz oldum.
Gazeteye haber de yapacağım ya, sıra dışı bir şeyler yakalayım istiyorum çok geçmeden yerimi terk edip sahne ile seyirci tribünü arasında hendek bölümüne indim. İyiki de öyle yapmışım Jeuro Tull müziğinde, konserinde kafa sallanmaz ama gençliği durdurabilene aşk olsun.
Konserde genelde orta yaş dinleyicisi çok olanların yanında ön sıralar metalcilerin istilasına uğramıştı, oysa ilk bölümler ne kadar iyiydi, kısmen de olsa müzik dinlenebiliyordu.

Ian Anderson deli, hem de tesçilli deli olmalıydı, bu adamın yaptığı nasıl bir flüt çalmaydı, elleri ayakları, faltaşı gibi açtığı gözleri ayrı ayrı flütüne eşlik ediyordu, onun yaptığı sahneleme, konser gibi değil aseta tiyatro gibiydi.
Topa vurur gibi ayağını önce ileri sallıyor sonra diğer dizinde sabitleyip, mum gibi durabiliyordu.
Flüte yutacakmış gibi üflüyor, aslan gibi kükrüyor, flütün içine konuşuyor, flütte boğulurken aklımızı başımızdan alıyordu. "Thick is a brick", "Budapest", "Fatman" adlı parçalarla bizi bitirmişti, konserin finaline bir parça kala ise "Locomotive Breath"e girdiğinde ok yaydan çıkmıştı...

 
     


Konserin Finali
Resmen uçmuştuk, hiç bitmesini istemedim konser bitmiş, seyirciye dev balonlar atılmaya başlamıştı.
Alkışlar, ıslıklar, çığlıklar kıyamet günü gibi bir final, vedalaşma sırasında hendek tabir ettiğim yerde avaz sesi üst limitinde bir genç "Ağbi ağbiiii" diye defalarca bana doğru bağırdığını duymadım ama hareketlerini gördüm. Ellerimle ne var diye sordum, bana ısrarla yeri gösteriyordu. Ne var göremiyorum, yerde ne var diye elimi gözümü göstererek tekrar sordum, ayakkabımı gösteriyordu, birden fark ettim ki tam ayakkabımın ucunda Martin Barre'nin gitar sololarında kullanıp, sahneden seyirciye fırlattığı, fakat önüme düşen Fender marka gitar penası duruyordu.
Eğilip aldım, hala ılıktı...
Gence doğru başımı kaldırıp, bu bende kalsın işareti yaptım, oğlan dellendi, çıldırdı. Ben gösterdim, benim o, bana vereceksin, asla, dünyada olmaz diye tepindi, bu defa cebimden 50 TL çıkardım, bunu sana vereyim pena bende kalsın hareketiyle teklifimi yineledim. Üzerime doğru atlamaya hazırlandı, tamam atlama al diyerek penayı uzattım kaptı, havalara zıpladı, zafer kazanmışçasına ellerini kaldırdı, kendinden geçti...
Konser bitmiş seyirci merdivenlerden iki basamak yukarı çıkıyor, ikide bir geri dönüp sahneye bakıyordu.
Bu minval üzerine ben de kapıdan çıktım, içmeden şarhoş gibiydik, bazı gençler yer tezgahlarında Jeutro Tull resimli te-sortlarını, bazıları kasetlerini satıyorlardı.
Bir takım sesler duymaya başlamıştım, bunlar Kadıköy... Kadıköy... haydi Kadıköy...beklemeden diye bağırarak yolcu toplamaya çalışan dolmuşçulardı...
İşte o zaman hayal dünyamdan, konser rüyamdan uyanıp, hayatın gerçeğini, konser boyunca unuttuğum her şeyi hatırlayıp, gerçek dünyaya geri döndüm.
Kulağımın biri hiç ama hiç duymuyordu, bana ders olmayacak bu sağırlık bir buçuk gün boyunca sürmüştü.
Ertesi gün 28 Temmuz 1991 Temmuz tarihli bir milyona yakın tirajlı Hürriyet Pazar Magazin dergisi için İstanbul Sharaton otelinde İan Anderson'un gazetecilere verdiği basın toplantısını takip eden arkadaşım Kanat Akkaya ile haberleri birleştirip yayına hazırlamıştık.








 
   

   
   
 
 
 
© 2000-2016, Sihirlitur'daki tüm yazılar ve fotoğraflar
Haluk Özözlü'ye aittir, alıntı yapılamaz, izinsiz kullanılamaz.
 
     
Fotoğraf Galerisine gitmek için TIKLAYIN