60
lara doğru gelindiğinde modada ki değişim hızlandı
Kıyafetine dikkat eden beylerde önden tek veya çift düğme balıksırtı
gri jaket, lacivert pantolon, bağcıklı siyah lord ayakkabı modası
gelişirken, sportif hatlar ön plana çıktı. Yine bu yıllarda jaketin
en çabuk aşınan dirsek kısmına deri yamalar dikilmeye başladı,
bu moda deri veya yün deri kombine montlarda, kazaklarda kullanıldı.
Orta yaşlı beylerin vazgeçilmezi kaşmir paltolar varlık timsali
pahalı ve ağırlık kazandıran patron işiydi.
Ne var ki İstanbul’un kışı zaten kısaydı, çok da sert geçmezdi,
yağış kardan ziyade yağmur olarak düştüğü için kaşmir palto çok
tutulmadı.
Palto yerine imperteksin gelişmişi diyebileceğimiz pardesü tercih
edilmeye başladı. Altınyıldız, Baranko birinci marka oluvermişti,
siyah, füme veya lacivert bir pardesü, giyene ciddiyet, resmiyet,
sportif, dinamik hava kazandırırdı. Mutlaka siyah şifre kilitli,
James Bond türü bir çanta ile tipik iş adamı görüntüsüne bürünülürdü.
Pantolonlarda imrenilen Amerikan malı blucin markası Levis, bizde
de yerli Kot marka vardı. Bu pantolonlar bir tür iş pantolonuydu,
dayanıklıydı, ütü istemezdi, yıka yıka giy türündendi, sonuçta
amele pantolonu gözüyle bakılırdı. Blucinlerle beraber iri tokalı
geniş palaska gibi enli kemerler yaygınlaştı. Pantolon köprüleri
ön plana çıkmaya başladı. Eğer sipariş üzerine ısmarlama pantolon
dikiliyorsa terziler pantolon ölçüsü alırken paça boyunu, düz
mü, duble paçamı diye sorar gibi kemer köprü boyunu da sorarlardı.
Bir erkek ne kadar çok anahtar taşıyorsa o kadar varlıklıydı imajı
yayılmaya başlamıştı. Bu bir bakıma dış kapı, iç kapı anahtarı,
dolap anahtarı, kontak anahtarı onun ne çok şeye sahip olduğunun
göstergesiydi, kendi başına açıp girdiği evi var demekti. Anahtarlar
demet halinde pantolonun ön köprüsüne takılırdı, biraz da cepte
şişkinlik yapmaması için bu yol benimsenmişti, bir tür hava atış
şekliydi.
60’lara gelmeden önce de pantolonun arka cebinde ayna tarak seti
taşınırdı. Asker aynası denilen avuç içi aynaları 7-8 cm çapında
yuvarlak arkası teneke bir aynaydı, çoğu kez arka teneke yüzünde
horoz resmi olurdu, sokaklarda işporta çek çek arabalarında bile
satılırdı, alıcısı çoktu, tarak ise plastik ve küçüktü. Delikanlı
saçına Necip Bey briyantini sürüp çıkmışsa, gün boyunca arka cebinden
çıkardığı ayna tarak seti yardımıyla saçlarını tavuk kanadı gibi
iki yana tarardı. James Dean, Elvis Presley, Dean Martin saç modası
almış yürümüştü. Sonraki yıllarda tarak ayna seti kullanımı yerini
parmakla tarama şekline bıraktı. Amerikan askerlerinin saç tıraşı
benimsendi, berbere giden gençler saçlar Amerikan modeli olsun
demeye başladılar. Bu modelde önler yukarı doğru dik, makasla
kısa, yanlar kulak üstü iyice açılıp makine ile dipten kesiliyordu.
Alaburus, asker traşı denilen 1-2-3 numara saç modelleri veya
garson boy tip saç kesimi kullanılmaz olmuştu.
Kösele
deri ayakkabılar
Ayakkabılar ya tek renk ya da Borsalino modası diye adlandırılan
burun ucu ve topuk bölümü kahverengi beyaz veya siyah beyaz gibi
iki renkti ve herkes kösele deri ayakkabı giyerdi, ayakkabı boyacıları,
lostra salonları bu yüzden iyi iş yapardı, ayakkabılar rugan gibi
boyanır, parıl parıl parlardı. Ayakkabıların burunlarına ve ökçelerine
demir çakılırdı, her adım atışta demir ses yapardı, sonraları
kabara, daha sonraları sadece iri başlı çivi çakılır oldu, vazgeçildi
topukta sert lastik kapağa dönüldü.
Kösele deri ayakkabı modasından başka sadece lastik iş çizmesi
vardı, bir de beden derslerinde giyilen kes lastik ayakkabılar.
Kundura tamircileri ayakkabının yüzü, deri kısmı temiz ve kullanılabilir
durumdaysa, aşınıp, incelmiş, delinmiş alt kösele kısmına yarım
pençe, tam pençe, gizli pençe yaparak tabanı değiştirir, ayakkabılara
ömür katardı. Kösele deri ayakkabılara alternatif süet, suni deri
potinler görülmeye başladı, onları körüklü çizmeler, onları da
mes’in topuklusuna benzer, konçları lastikli, ayağı çorap gibi
tek parça saran, yarım bot Beatles modelleri takip etti.
62
den itibaren The Beatles grubunun doğuşuyla beraber modada yeni
bir çığır açıldı
Mini etek, kadın modasında bir devrim, moda da bir kilometre taşıydı.
Mini etek dediysem ilk çıkışında etek boyu henüz diz kapağının
iki parmak üstüydü. Mini giyen bir kadın oturunca zaten o etek
boyu tüm çekiştirmelere rağmen diz kapağının bir karış üstüne
çıkardı, frikik vermek kaçınılmaz olurdu.
Otomobil içleri, sinema fuayeleri, bar, kafe gibi haftasonu kalabalık
olan yerler, merdivenler en çok frikik rastlanan yerlerdi.
Saçlar uzun tutulmaya başladı
Mini, maksi, midi olarak anılan etek boylarıyla beraber bacağı
sıkıca saran buruşuk deri çorap çizmeler, diz kapağını aşan boyda
Napolyon çizmeler ayaktan yukarı çıktıkça, etekler iyiden iyiye
kısalmaya başlamıştı. İnce ve yüksek topuklar, sivri burunlar,
siyah renkli file çorapları giyenlere defalarca bakılır da bakılırdı.
Miniyi bacağı uzun olan da, şişman olan da giyiyordu.
Yerler, yollar, kaldırımlar çamur içindeydi, asfalt yol azdı,
yan yollardan ana yola çıkana dek araçların çamurlukları içine
sıvanan çamurlar, ana yola taşınır,
yağışın etkisiyle çözülür, araçların altından su yerine çamur
akardı, çamur kaldırımlara kadar yayılır, kent içinde otomobillerin
cam silecekleri sağa sola gidip geldikçe çamur silerdi.
Böylesi çamurlu zeminlere rağmen İspanyol paça modası başladı.
İspanyol paça dediğimiz geniş paçalara, kadınların ayak bileklerinden
yükselen üst kısımlarına çoraplarına, çizmelerinin konçlarına
kadar çamur damlaları sıçrar yapışırdı.
Hızlı yürümek imkânsızdı. İspanyol paçalar kuruduktan sonra fırçayla
paça çamurları temizlenir, ütülenir tekrar giyilirdi, bir Beyoğlu
turu sonrası yine aynısı tekrarlanırdı. Paçalar 36- 42 cm ye kadar
olurdu, espri bile yapılmıştı “Paçası öyle geniş ki adım atınca
sokağın köşesini ondan önce dönüyor” denirdi. İspanyol paça modası
yıllarca sürdü, bunun bir nedeni de altı yüksek sabo ayakkabıların
kadın erkek herkes tarafından kullanılmasıydı. Özellikle kısa
boylu olanlar altı mantar tabanlı, apartman topuk denilen bu saboları
giydiklerinde paçanın altında görünmese de kişiye en az 15 cm
uzun boy kazandırıyordu.
Sahne
sanatçıları görünümlerine artı boy kazandırdığı için kullanımda
örnek teşkil ediyorlardı. Zeki Müren lame sabo çizmeleri giymesi
gazetelerde tek başına haberdi.
Bülent, Fevzi, Goya, Far, Maymunlu, ayakkabı, çizme modasının
öncüleriydiler. Beykoz kundura ise evladiyelik ayakkabılar yapardı,
Sirkeci Sümerbank mağazasında küt burun az model vardı ama sağlamlıkta
üstüne yoktu.
Sümerbank çizgili pijamada da adeta patent sahibiydi. Jaket, pantolon,
okul üniforması Beyoğlu Tünel GS arasında bulunan Mayer ve Lion
mağazalarından alınırdı. Balo, iş yemeği kıyafeti, Smokin kiralamada
Horozlu Konfeksiyon yıllarca Tünel Mağazasında hizmet verdi. Bez
mendiller, iç çamaşırları Lazzaro Frankodan, gömlekler Beyoğlu
Balık Pazarı girişinde ki Martino’dan, kumaşlar Beyoğlu İliyada
Kumaş Mağazasından, Elmadağ’da Altınyıldız Mağazasından, Eminönü’nde
günümüzde şemsiyeci olarak halen faaliyetine devam eden dükkânın
yanında ki Suraski’den, KBK kumaş mağazasından alınırdı. Sultanhamam
Kurşunlu Kumaş Mağazası ve Kula Mensucat da tanınmış kumaş markalarıydı.
Düz paça pantolon için 1.10 cm yeterli olurken, paça duble, yüksek
bel isteniyorsa 1.20 ve biraz fazlası pantolonluk kumaş kestirilirdi.
Kaşe kumaşlar sonrası terilen kumaş türü popüler olmuştu, çok
oturunca kumaş parlama yapardı. Orta halli ailelerde yaygındı,
“o zaman kumaş daha taş gibi” diyerek pantolon sökülür ters yüz
yapılıp, yeniden dikilirdi bu işleme “Tornistan” denirdi.
Rock Modası
Rock müzik fırtınası sadece müzikte değil, modada, güzel sanatlarda
her yerde esiyordu. Moda bu yeni tür müzik akımından çok etkilenmişti,
Beyoğlu’nda Londra’nın Carnaby Streeat , Piccadily havası sezinleniyordu,
renklenmişti, pop art belirtileri vardı. Uzun saçlı gençlere daha
sık rastlanıyor, konserlerde moda daha belirgin görülüyordu. Küfeli
Pazar hamalından, evlere tüp gaz getiren görevliye dek zengin
fakir, yaşlı genç uzun saç benimsenmişti. Fitaş Dünya Sinemaları
Pasajı içindeki Mudo, Erdoğan, Ayakkabıcı Sabo, Şeref Kundura,
Beyoğlu Galeri Edip, Vakko, Çift Geyik Karaca triko mağazaları
vitrinlerine ne koymuş diye daha sık bakılır olmuştu.
1967-68 yıllarıydı, Ye Ye Kuruyemiş karşısında GS ya yakın beş
altı katlı bir bina ismini yanlış hatırlamıyorsam ABC butik ismiyle
çok görkemli bir açılış yapmıştı. Bina baştan aşağı içi dışı Londra
butikleri gibi çarpıcı renklerle pop art desenli boyanmıştı. Her
kattan dışarı taşan müzik duyuluyordu, pencerelerden broşürler
atılıyordu, tezgâhtarlar arkadaş gibi samimiydi, butik duvarlarında
starların afişleri, bir hareket, bir renk cümbüşü, müthiş kıyafetler,
baş döndüren bir telaş vardı.
Müzikle alışveriş harikaydı, ne var ki ömrü uzun soluklu olamadı,
kısa süre sonra kapandı.
Klasik fikirler, alışkanlıklar aşılmaya başladı, giyim tarzı kalıplara
başkaldırı olarak da tanımlanabilirdi, kravatlı takım elbisenin
altına lastik beden ayakkabısı conversler giyiliyordu, akım Beatles’in
beyni John Lennon la başlamıştı. TV yayını olmamasına rağmen Beyoğlu’nda
bir yürüyüşte modanın çizgileri belli olur, akım çok çabuk yayılırdı.
Dergi, magazin okuru çoktu, öğrencilerin çoğu aylık müzik mecmuası
Bravo, Pop, Salut les Copeins, Giovani, Melody Maker gibi müzik
magazinleri takip eder, starların giydiklerini sıcağı sıcağına
uygulardı. John Lennon’un tel çerçeve yuvarlak gözlüklerini Beyoğlu
Emgen de bulabilir, takıp kullananlara rastlardınız.
Moda
renklendi
Dave
Dee, Dozy Beaky, Mich &Tich grubunun başlattığı renkli kumaş gömlekler,
önü arkası başka renk parçalı pantolonlar bir ilkti. Gömlekte beyaz
hâkimiyetiyle gelinen o yıllara, yani 1966-67 lere kadar, hiç kimse
sapsarı, turuncu, mavi, yeşil, mor, kırmızı düz renk kumaş gömlek
giymemişti.
Hiç kimsenin gömlek yakaları uzun değildi, gömleklerin kol ağzında
üç dört düğme, omzunda apolet olmazdı. Sümerbank’tan alınan düz
ve koyu renk poplin
kumaşlardan gömlekçiler ısmarlama gömlek dikmeye başladılar. Pantolonlarda
paçada düğme, toka, yırtmaç, fermuar, kapaklı cepler değişik tasarımlar
dikkat çekti. Gençler lastikli pantolon askıları kullanır oldular.
Kravatlar etek gibi geniş, düğümler börek gibi olurdu. Papyon kravat
modası da vardı. Galeri Edip ve Vakko mağazasında birbirine benzemeyen
desenlerde kelebek kanadı gibi geniş kulaklı papyonlar kadife bir
jaket içinde bambaşka görünürdü. Zengin çeşit içeren Vakko ipek
kravatları da bir başkaydı. Kol düğmesi, rozet takan neredeyse kalmamıştı,
kravat iğnesi yerine ip kravat kullanılır olmuştu. Şemsiyeler daha
zarifti henüz katlanır olmasa da kabzaları bambuydu, taşımak zevkti,
en pahalısı Dupont marka olanıydı. Bileklere iri taneli 900 ayar
gümüşten Kapalıçarşı da yapılma künyeler takıldı, parmaklar ise
bol yüzüklüydü, en çok da Barış Manço uygulardı.
Blucin iyice yaygınlaşmış gençler cin pantolondan başka pantolon
giymez olmuşlardı.
Bir
aralar eskimesi, ağarması için taşlanan, fırçalanan, deniz suyunda
bile yıkanan, hipo çamaşır suyu sürülen blucinlerin ütü yerlerine
önden arkadan, yukardan aşağıya dikiş atıldı, sürekli bıçak gibi
ütülü görünüm sağlandı!
60’lı yılların ikinci yarısından sonra Beyoğlu Vakko’nun karşı sırasında
açılan Galeri Edip erkek modasında butikten ötede bir yerdeydi.
Erkek modası rock çizgilerini çok yakından takip eder, yansıtırdı.
Satın alacağınız redingot benzeri tasarım bir jaketle veya bele
kadar penslerle dar gelip sonra etekleri genişleyenderin fakat düğmeli
yırmaçlı dik ve bebe yakalı bir pardesü ile sahneye bile çıkılabilirdi.
Vitrine konulanlar biraz fiyatlıydı ama numune gibiydi, satılınca
aynısından ikincisini bulma imkanı yoktu. Galeri Edip’de her reyon
ayrı güzeldi, hiçbir şey almasanız bile mağazada dolaşmak, müzik
dinlemek, fotoğraf çektirmek, plaklara bakmak gençlerde tutkuya
dönüşmüştü.
Gençler
tek marka Levis ile yetinmediler, cinlerin daha açık renkli olan
Lee, Wrangler marka ve modellerini aradılar, Tophane de bulunan
Amerikan Pazarı dükkânları cin yetiştiremez oldular.
Cinler ilk alındığında kazık gibi kaskatı sert olurdu, yeni cini
giymek pek hoş olmazdı, makbul olanı eskimiş olanıydı.
Yurt dışından yolcu beraberinde binbir zorlukla getirilmiş yeni
blucinlerin fiyatlarıyla yarışamayanlar ikinci ele yöneldi, bu tip
pantolonların bulunduğu yer ise Kapalıçarşı’ydı.
İstanbul Sultanahmet çevresi hippilerin merkezi, Sultanahmet Meydanı
ise Nepal, Katmandu’ya otobüs kalktığı yıllardı, şaka gibi gelirdi
otobüsün üzerinde Sultanahmet-Nepal yazan tabela asılırdı. Turistlerin
baba dedikleri beline kadar uzun saçlı Yener Baba, Pudding Shop’un
yan sokağında zeminde ki lokantasında parasız kalanlara bedava yemek
verir, lokantanın yeri turistlerin mektuplarına adres olurdu. Yolsuz
kalan turistler çoğu zaman çiçekli postlarını, blucinlerini Sultanahmet
ve Kapalıçarşı’da satarlardı. Kapalıçarşı’da istenilen beden cin
bulunuyordu. Kız erkek ayırt etmeksizin blucin gibi askeri renkte
parkalar, kabanlar, asker postalları, haki renkli çantalar inanılmaz
sayıda alıcı buluyordu, parka, postal adeta gençliğin üniforması
durumuna gelmişti. İstisnasız herkes ya kabanlı ya parkalıydı.
Uzay modası, uniseks kıyafetler derken komu fule arazi kıyafetleri
benimsendi. Bunlara önce kalın, sonra ince fitilli kadifeden yapılmış
pantolon ve jaketler eklendi. Balıkçı denilen baklava desenli boğazlı
kazak modası tavan yapmıştı.
Önce maksi ardından midi
Kış
mevsimiyle beraber kadınların benimsediği mini etek yine giyiliyordu
ama yollarda çok sık görünmez olmuştu. Etek hizasının üzerinde olan
kabanlar bu defa uzamış etek boyu paltolarda maksi adı altında mininin
tam tersi topuklara kadar sarkmıştı. Sokaklarda maksi giyenler bu
kapalı maksilerin içine daha da cüretkâr miniler giyip diskolalara,
kafelere, sinemalara bu kıyafetlerle giderek erkeklerin başlarını
döndürüp dikkat çekmeye başladılar. Birçok genç gördüklerine inanamaz
olmuştu, tenis eteği boyunda ki etekler dilden dile anlatılır oldu,
bu boy etek giyen bir kadının bar taburesine, koltuğa oturması imkânsızdı.
Çok geçmeden 76’tı defilelerinde görülmeye başlayan mini şort çılgınlığı
bizde de yayıldı, mini etek kadar tutmadı, bermuda modeli de denendi
olmadı, mini maksi arası ikisinin ortası bulundu midi etek mini
ve maksinin pabucunu dama atıp, hitap kitlesini genişleterek yerini
sağlamlaştırdı. Eteklerin boyu gibi yapılan kumaşları da, modelleri
de değişti. Pilili olan da vardı, esnek olan jarse kumaşından da
yapılan da. Hatları belirgin şekilde ortaya çıkaran dar bir etek,
vücudu sımsıkı sarınca daracık bir pantolondan beter tahrik edici
görünürdü. Çok geçmeden kadınlarda pantolon eteğin yerini aldı,
neredeyse etek giyen kadına rastlanmaz oldu. Bütün anlattıklarım
günlük hayatta sokakta gençler tarafından giyilen benimsenen modaydı.
Fularlı beyler, şal, kaşkol takanlar hanımlar kıyafetlerini değiştirmediler.
Neyir, Karaca trikoları, tunikleri giyenler, kloş evaze etekler,
reglân kollar, bebe yakalar, güllü, dallı, çiçekli emprime desenler,
Şile bezi bluzlar, yaz aylarında Espadrills bez ayakkabılar kullanılmaya
devam etti.
Birçok eve alınan triko makinesinde dokunan çorap, triko imali başlamıştı.
Buna rağmen çile çile satın alınan yünlerle el yapımı şallar, balıkçı
kazaklar, yelekler, etekler, hırkalar örülüp sokaklarda giyildi.
Akıllar hep Shetland kazaklarda, lastik örgülü bol moher kazaklarda
kaldı.
Vatkalar virüs gibi yayıldı
70'li yılların sonlarına doğru birden bire vatka modası başladı,
çığ gibi yayıldı, vatkalar alınıyor, tüm giyeceklere bluzlar, gömlekler,
kazaklar dahil, jaketlere, pardesülere varıncaya dek her kıyafetin
her iki omuzlarına ya dikildi ya yapıştırıldı. Düşük omuzlu hanımlar
beyler artık cetfel gibi dimdik omuzlara sahip görünüyordu. Boy
uzatan sabo ayakkabılar sonrasında omuzların da dümdüz olması ile
hemen hemen herkes atletik vücutlu görünmeye başladı.
Kısa süre sonra vatkalı bir gömlek üzerine jaket veya vatkalı jaket
üzerine vatkalı pardesüler giyilince omuzlar aşırı yükseldi, kambur
kuş kanadı gibi sakil görüntüler oluşturanlar da oldu. Vatka modası
iyiydi de sağa sola kaymaması için sabitlemek gerekiyordu, bu sefer
de yıkama kuru temizle sırasında vatkaların çıkarılması mecburiyeti
doğdu. Çok geçmeden vatka rüzgarı da dindi abartılı omuzlar normale
döndü.
80’li yıllarla beraber Beyoğlu’na yeni bir rakip oluşmaya başladı,
Vakko, Beymen gibi ünlü moda markaları yeni şubelerini Nişantaşı,
Osmanbey gibi semtlerde açmaya başladılar. Nişantaşı Rumeli Caddesi’ne
paralel sokaklardaki apartmanların üst katlarına kadar kumaş depoları,
dikim evleri, dikiş atölyeleri yerleşti. Beyoğlu banka şubeleriyle
dolarken, Rumeli Caddesi yabancı markaların da ilgisiyle butik ağırlıklı
yeni bir moda merkezine dönüşmeye başladı, Kadıköy Bağdat Caddesi
marka olmuş modayı takip eden butikleriyle, “Moda da bende varım”
sinyalleri vermeye başlamıştı.
Defileler
mankenler
70’li
yıllara gelindiğinde defile sayısı da artmıştı neredeyse her hafta
bir otelin salonunda, Hidiv Kasrında, Beylerbeyi Pembe Köşk’te,
Fuarlarda, özel mekanlarda, dahası ülkeye gelen turistlere yemek
sonrası lokallerde bile mutlaka bir defileye rastlanırdı.
Dönemin ünlü mankenleri arasında ilk sıralarda Figen Erman, Sema
German, Füsun Ayanoğlu, siyahi manken Füsun Özmen gibi isimler vardı.
Ünlü mankenler ya mankenlik ve zerafet hocası Madam Olga’dan, ya
Mesut Üstünel’in Nişantaşı’nda ki LCC Mankenlik Güzellik kursundan,
Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsünden ya da Vakko’dan yetişir çıkardı.
Nesrin, Sibel Akıncı, Nedret Kızılçalı (Taciroğlu) gibi mankenler
basında en çok fotoğrafı çıkanlardı. Defilelerde sadece yürüyüp
duruş poz verme yerine, dans katmaya başlamışlardı, kreografa önem
verilmenin ilk yıllarıydı, ciddi, disiplinli çalışılıyor, prova
bitiminde yorgunluktan bitap düşen mankenleri defilelere yabancı
hocalar hazırlamaya başlamışlardı. Mankenler provalarda, defile
sunuşlarında podyum yürüyüşlerini Michel Fugain Aattention Mesdomes
Et Messieurs ve Une Belle Histoire adlı 1973 yılı parçalarında yapıyorlardı.
Parçalar defile bitene dek tekrar tekrar çaldığı için kulaklarda
yer ediyordu, çok sevilmişti, defileye Paris havası katıyordu.
1974
yılı Şubat ayı Uluslar arası Moda Festivali tanınmış moda markaları,
yerli ve yabancı mankenlerin katılımı ile Hilton Oteli Balo Salonunda
yapıldı.
Günde
iki kez tekrarlanan defilelere katılan mankenlerin müzik ve show
eşliğinde sundukları kreasyonlar, taş işli gelinlikler büyük beğeni
toplamıştı.
Uluslar
Arası Moda Festivali
1974
yılına gelindiğinde Türkiye’de bir ilk olarak 1974 yılı Şubat ayında
Mesut Üstünel'in sahibi olduğu LCC’nin organizasyonu, Erkan Yolaç’ın
sunumuyla, Uluslar Arası Moda Festivali gerçekleşti. Hilton Oteli
Balo Salonunda sergilenen defile için özel podyum kuruldu, yurt
dışından getirilen yabancı mankenlerin boy gösterdiği defilede,
defileyi seyredenler ilk kez böyle bir show la karşılaştılar.
Hilton Oteli’nin dört katına yerleşen Cacharel, Cardin, Venet, Louis,
Rosier gibi modacıların kreasyonlarını izleyip, günde iki kez tekrarlanan
show ağırlıklı defileleri doyasıya yaşadılar. Magazin muhabirleri
mankenlerin poz poz fotoğraflarını günlerce yayınladılar. Uluslar
Arası Moda Festivalini Fransız bir kreatör Rene Goliard yönetiminde
günlerce yürüyüş provası yapan mankenler, Zouzou, Shirley, Claudine,
Kristine, Anne, Elizabeth, Muroill, Nataly başarılı, hayranlık uyandıran
podyum sınavı verdiler.
Hey Müzik Dergisi sayfasında sağ alt köşede görüldüğü gibi 1974
yılında gazetecilik yapmaya başlamadığım halde defileleri bende
podyumun dibinden yanından takip etmiş, defileyi baştan sona fotoğraflamıştım.
Sayfada görülenler 50 mm objektif, Nikon F2 kamera, Kodak Tri-X
film ile çekmiş olduğum, D 76 banyoda yıkanıp, siyah beyaz İlfort
marka karta basılmış artık renklerde bozulma başlayan kareler, işte
o defileden kalan fotoğraflardır.
Sema German, Fusun Ayanoğlu, Fusun Özben, Manolya Onur, Nedret Kızılçalı,
Sema Tamer, Merih Akalın podyumların ilk ünlü mankenlerindendiler.
Rumeli
Caddesinde ki Cevza Alankuş’a ait Roman Butik, 77-80 yıllarında
Divan Oteli salonlarında düzenlediği defilesinde manken Sema Tamer
ve Manolya Onur’un, giydiği kıyafetleriyle kendinden söz ettiren
bir butik konumundaydı.
Fatoş Altınkum, Merih Akalın, Sema German, Füsun Ayanoğlu, Başak
Gürsoy, Neşe Erberk aranan kıdemli ajans mankenleriydi aralarında
müthiş bir rekabet söz konusuydu. Podyuma çıkacak kadroyu çok
önemserlerdi, defileler birbirini kovalardı, bir günde iki defileye
çıkan mankenler oldu.
Araları açık olan meslektaşlarıyla "O
varsa ben yokum" diyerek kadar asla aynı podyumu paylaşmak
istemezlerdi.
Bu dönemde yurt dışında ABD’li Cindy Crawford, Alman Claudia Schiffer
dünya basınında öne çıkarken bizde de en ünlü manken, top model,
kapak kızı Merve İldeniz olmuştu.
Podyuma çıkışı heyecanla beklenen, giydiklerini iyi taşıyan, kendisi
için “Bizler elbise askısıyız” diyen, özel hayatında Etiler pazarından
giyinen podyumların aranan mankeni, göğüslerine taktırdığı silikonlarıyla
ayrıca konu olmuştu. Cesur kıyafetleri o giyerdi, finalde sunulan
ve defilenin en çok konuşulan gelinlikle rüya gibi görünürdü,
basın mensupları Merve İldeniz’den çok haber yaparlardı. Şöhretini,
rakipsizliğini 90’lı yıllarda da sürdürmeyi başardı.
Mankenler dünyasında da yelpaze genişledi. Hanım hanımcık yapılan
defile mankenlerinin kreasyon sunumları dışında konu mankenliği,
kapak modeli, otomobil fuarları, bot fuarları, ürün tanıtımları,
sokak defileleri gibi değişik çalışmalar da eklendi.
90’lı yılların başlarında vitrinlerin cansız mankenlerinde de
değişim başlamıştı.
Manken yapım atölyelerinde klasik dümdüz duran, kabak kafalı cansız
vitrin mankenlerinin yerine farklı figürlü kompozisyonlarda, makyajlı,
saçları yapılı, kusursuz ölçülerde kalıp bedenleri imal ediliyor,
Cindy, Claudia isimleriyle satılıyor, alıcı mağaza sahiplerince
yapılan siparişler de yine iki Cindy, üç Claudia biri oturan,
ikisi ayakta şeklinde veriliyordu.
İstanbul
Arkeoloji Müzesi bahçesinde Temmuz 1988'de düzenlenen Türk Japon
kıyafetleri sergisinde el emeği göz nuru folklorik işlemelerle bezenmiş,
geleneksel takılarla kombine edilmiş unutulmaz bir defile yaşanmıştı.
İz
bırakan unutulmaz defile ve mankenler
Moda dünyasının, defilelerin ayrılmaz parçası mankenler arasında,
Türk moda tarihinde podyumlarda derin iz bırakanlarda oldu, çeşitli
dedikodulara karışıp sesi soluğu kesilip kaybolanlarda oldu. Mankenliği
basamak olarak kullanıp başka branşlara
yelken açanların yanı sıra, şansını şarkıcılıkta, sunuculukta, TV’de,
sinemada, manken ajansı açarak deneyenler de oldu.
En cesur en transparan elbiseyi manken Şenay Akay giydi, magazin
basınını günlerce kendisiyle meşgul etti. Bazısı bikini, iç çamaşırı
defilelerinde hiç görev almak istemedi.
Bir manken podyumda düştüyse veya iş kazası sayılan elbisesinin
düğmesi, askısı kopması sonucu göğüs ucu göründüyse, bu haber defilenin
hep önüne geçmiş, defileden çok konuşulan konu olmuştu.
Mankenlik de fedakârlık isteyen, beden ölçülerini korumayı gerektiren,
beslenmeden, uykuya kadar dikkat edilen kısa ömürlü bir meslek dalıydı.
Başarılı olanlar özel hayatlarına çeki düzen verenler milli manken
kisvesiyle ülkemizi yurt dışında temsil ettiler, unutulmaz defilelere
katkıda bulundular. Sınır ötesi ülkelere gidip defileye çıkıldığı
gibi diğer ülkelere de davetler yapıldı. Bunlardan birisi de İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin görkemli kapısın da seçkin davetli kitlesine
düzenlenen Türk-Japon ortak defilesiydi. 1988 yılı Temmuz ayında
Kimonoların, Bindallıların yanısıra yılın en güzel tasarımlarının,
kakıların, aksesuarların da sergilendiği defilede, kreasyon kadar
mekan ve mankenleriyle de hafızalarda derin iz bırakmıştı.
Podyumlardan
kimler geçti
Moda dünyasıyla birlikte anılan mankenlere, geriye dönüp bakıldığı
zaman podyumların gözde isimleri arasında Arzum
Onan, Didem Erol, Gizem Özdilli, Selin Toktay, Çiğdem İşbilir,
Tuğba Ünsal, Aysu Bacıoğlu, Çağla Şikel, Aysun Kayacı, Güngör Bayrak,
Deniz Pulaş, Begüm Özbek, Demet Şener, Sibel Savacı, Sema Şimşek,
Maide Çelebi, Aylin Arasıl, Canan Mutluer, Meral Orhonsay, Füsun
Ayanoğlu, Başak Gürsoy, Aydan Adan, Hülya Yiğitalp, Harika Değirmenci,
Ceylan Saner, Nergiz Kumbasar, Ayşe Hatun Önal, Tuğba Özay, Eyşan
Özhim, Güzide Duran, Asuman Krause, Ebru Şallı, Emine Ün, Ebru Destan,
Demet Akalın, Petek Dinçöz, Tuğçe Kazas, Ece Sükan, Çağla Kubat,
Yeşim Palandüz, Yasemin Koşal, Deniz Akkaya ilk akla gelenler oluyor.
Uzun bir liste oldu ama hepsi bu kadar da değil tabii, erkek mankenleri
de unutmak olmazdı.
Erkek manken Haldun Güvan Avrupa’da da tanınan, podyuma çıkan, ender
görülen çok zayıf ölçülere sahipti, bu yüzden lakabı "Twiggy
Haldun" olarak ünlenmişti. 36-38 beden manken, kahverengi saçlı,
yeşil gözlü olup, yedi lisan bilirdi.
En çok sözü edilen erkek mankenlerden Engin Koç, Tolga Savacı, Tarık
Tarcan, İsmet Özhan, Atilla Saral, Yusuf Azuz her defilede görünürlerdi....
Ülkemizde
yerli mankenlerle Avrupalı mankenler arasındaki uçurum artık kapanmaya
başlamıştı. Avrupada çok moda olan ve adımların birbiri önüne atılarak
yapılan, adına da Cat Walk denilen kedi yürüyüşü biz de de yapılıyordu.
Adımlarını bisiklet pedalı gibi çevirenler bile vardı.
Mankenlik zor işti, podyumda tüm gözlerin üzerinizde olduğunu bilmek,
hata yapmadan elbiseyi taşımak, podyumun sonuna gelindiğinde foto
muhabirlerine istedikleri pozu verip, etrafa gülücükler dağıtmak,
alkışı alıp dönüşü tamamlamak, öz güven istiyordu. Foto muhabirleriyle
iyi geçin toleranslı mankenlerin ertesi gün gazetelerde fotoğrafları
kesin çıkardı, durup poz vermeyen gıcık mankenlere kimse flaş patlatmazdı.
Zamanla mankenlerin podyumda yürürken salona dağıttıkları gülümsemeler,
yerini ciddiyete, asık suratlara, soluk bakışlara bıraktı.
Elbiseleri sunan mankenler ellerinde veya elbise üzerinde siparişi
kolaylaştırmak için numara da taşımaz oldular.
Defileler modacıların yaratıcılıklarını sergiledikleri prestij defilesi
oldu. Modanın uç çizgilerine gelindi, kim daha fazla abartacak,
kim daha fazla dekolte sunucak derken, defileyi izleyenler bunu
nerede nasıl giyersin diye birbirlerinin yüzlerine bakmaya başladılar.
Moda rüzgarları estikçe herkes Dalmaçyalı, puanlı, çizgili veya
ekose desenli giyinir oldu.
Ünlü
modacılar terziler
Ünlü
terziler arasında ilk sırada yer alanlar Yıldırım Mayruk, Zuhal
Yorgancıoğlu, Faize&Sevim, Ayla Eryüksel, siyahların kadını Neslihan
Yargıcı, Thçerina, Cengiz Abazoğlu’ydu. Her yıl olmasa da sık
sık defileler düzenlerler, en ünlü mankenlerle çalışırlardı. Onlar
için Modacı olarak anılmak için butiklerde kreasyonlarının satılıyor
olması gerekir denirdi, oysa bir çoğunun imzalı kreasyonu satılmazdı.
Onlar da toplumda göz önünde olanlara, sahne sanatçılarına, basında
fotoğrafı çıkanlara dolaysıyla diktiği elbisenin umuma görüneceği
kişilere dikmeye ancak yetişebilirlerdi. Yeni meşhur olmaya çalışan
sahne sanatçıları piyasada var olabilmek için Hülya Avşar’ın,
Sibel Can’ın, Emel Sayın’ın terzilerine elbise diktirmeye gayret
ederlerdi.
Modanın
baş döndüren hızı
2014
yılını bitirdiğimiz, ucu bucağı görünmeyen, sonu olmayan moda
ve çizgilerine her gün yeni trendler ekleniyor, kimi kısa ömürlü
kimi kalıcı oluyor. Kimi modayı yakından takip edip harfiyen uyuyor,
kimi kendine göre adapte ediyor, yorumluyor.
Modacılar yazdan kışı, kıştan yazı düşünerek her sezon bir yenilik
çıkartmaya da devam ediyorlar.
Kah zaman pencere modası, kah zaman düşük bel modası hızla yayıldı.
Pantolon paçaları bir yıl genişledi, bir sonra ki yıl daraldı,
kısaldı. Kumaşlara simler, pullar, boncuklar, motif işlendi.
Çuval deseni de moda oldu, şeker çuvalı gibi bol, buruşuk görünümlü
bez pantolonlarda.
Etek gibi bol pantalonları kadınlar, dıştan cepli belden düşecekmişcesine
duran şalvar pantolonları delikanlılar giydi.
Asimetrik verev kesimli etekler veya yürek hoplatan derin yırtmaçlılar,
balon etekler, pelerinler, golf pantolonların dönemi hızla akıp
geçti. Askılılar tam tutulmuşken, ertesi yıl yerlerini tek omuzu
açıkta bırakan t-shirtlere bırakıverdi.
Sokakların hakimi blucinlerin başına gelmedik kalmadı paçalara
fermuar takıldı, dikine saçaklandı, kesilip şort yapıldı, yine
saçaklandı, önü arkası başka renk yamalar eklendi, en son olarak
da sapasağlam cinler lime lime kesilip yırtık blucin modasına
uyuldu.
Kırmızı, mavi, yeşil saç renkleri, asimetrik kesilmiş saç modelleri,
her tırnağın başka renge boyandığı parmaklı kızlar, saçları samuray
tipi kesilmiş veya bol jöleli taranmış delikanlılar boy gösterir
oldular.
Modanın ilerleyen zamanda neler getireceğini, nelerin benimseneceğini,
nelerin sabun köpüğü misali uçup gideceğini zaman gösterecek.
Alınanların bir kısmı modası geçince ömrünü sandıklarda geçirecek,
bir kısmı toz bezi olacak.
Buna rağmen moda sınır tanımaksızın limitleri zorlamaya tüm çılgınlığı
ile devam edecek.
Her ne olursa olsun bazı basmakalıp sözler değerinden hiçbir dönem
kaybetmiyor.
"Moda kendine yakışanı giymektir", "Moda kendi
tarzını yaratmaktır", "Moda eskiye dönüştür".
|