Üst
başlıkta yer alan 180 derece bakış açısına sahip panoramik
fotoğraf makinesinden maziye bakıyor 1975 – 1995 yılları
arasında ki zaman diliminde İstanbul’un çeşitli yerlerinde
neler değişmiş, neler sabit kalabilmiş zaman yolculuğuna
çıkıyoruz.
Kamera bilgileri:
“roPN30HT” panoramik kamera ile fotoğraf çekerken
ufuk hattı paralelliği, içinde hava kabarcığı bulunan
su düzecinin ortalanması ile sağlanıyor. Hava kabarcığının
merkezin dışında kalması durumunda deformasyon kaçınılmaz
olurken her çekilen film 35 mm lik filmin karesinin
bir buçuk katı ebadında oluyor.
Vizör önünde ki gezici perde deklanşöre basınca soldan
başlayıp sağa doğru dolaşıyor, bu şekilde kesintisiz
180 derecelik bakış açısı filme yansıtılıyor.
Fiks net panoramik kamerada netlik ayarı yapılmıyor,
asa ayarı, 2.8–4-5.6-8-11-16 değerlerinde diyafram ve
30-60-125 enstantane ayarları bulunuyor.
Çekim sırasında kamera altına ilave edilen saptan tutmak
gerekiyor, aksi durumlarda objektifin önüne girecek
kamerayı tutan parmakların fotoğraf karesine girmesi
kaçınılmaz oluyor.
Eminönü'nden Galata
Eminönü’nden Galata’ya bakış başlıklı fotoğrafın çekim
yeri Eminönü Sirkeci tarafına yakın olan üst geçidinin
arkasında yer alan Taciroğlu Peynirlerinin bulunduğu
binanın çatısıydı.
Fotoğrafın sol tarafında asırlık geçmişe sahip Galata
Köprüsü, sağ tarafta Boğazın derinliklerine uzanan 1973
doğumlu Boğaz Köprüsü sınırları teşkil ediyor.
175. Yılını kutlayan PTT idaresinin henüz bir anı pulunu
basmadığı asırlık emektar Galata Köprüsü yerine yenisi
yapıldı. Karaköy Kadıköy Haydarpaşa arası çalışan şehir
hatlarının yanaştığı yüzer yolcu iskelesi battıktan
sonra yenisi ise henüz yapılmadı. Bunun dışında Eminönü
sahilinde bulunan Sirkeci Harem Araba Vapuru iskelesi,
Kadıköy İskelesi, Boğaz Hattı iskeleleri yenilendi.
Eminönü balık ekmek satan tekneler bu kıyıdan kaldırıldı,
onlara mecburen Galata Köprüsü’nün Haliç tarafında daha
geniş yer tahsis edildi. Yaya üst geçitleri söküldü,
geçişler alt geçitten sağlandı. Bunun dışında ilk bakışta
göze çarpan değişiklik şimdilerde Haliç tarafında bulunan
otobüs duraklarının fotoğrafta ki yerlerinde olmayışıydı.
Basit demir borudan yapılan üstü ondülin kaplı, yan
rüzgârlara direnci olmayan, kırmızı boyalı basit otobüs
durakları Eminönü’nün can damarıydı. Bu duraklarda mesai
çıkışı uzun kuyruklar oluşur, ayakta otobüs beklenirdi,
ilk durak olması sebebiyle tıklım tıklım kalkan otobüs
yolcularının çoğunun ellerinde mutlaka alış veriş yaptığı
fileler olurdu. Sabah saatlerinde ise vapurdan inenler
iki adımda otobüslerine binebilirdi. Leyland Marka otobüsler
satın alınmamıştı, otobüslerin hâkim kırmızı rengi ayan
beyan görünür, ilanlarla, reklam panolarla çok fazla
kaplanmazdı.
Durak ismi yazan sarı tabelalar, aydınlatma direklerinde
ki lambalarla uyumluydu.
Otobüs duraklarından bahsetmişken İstanbul’da beton
duvarla çevrili sadece bir durak vardı ki o durak ta
Sultanahmet Adliye durağı idi. Bu durağın içinde bir
oda büfe hizmeti verir, camı önünde devamlı salçalı
sos içinde kaynayan sosis kabı bulunurdu. Sandviç içine
maşa ile bir sosis konur, sos istenirse bir kaşık da
kaynayan sos dökülür, kağıt arasında müşteriye uzatılırdı.
Eminönü Meydanı’nın su giderleri yoktu belki vardı da
yetersizdi veya mazgalları tıkanırdı, sağanak yağmurda
yayaların karşıya geçebilmek için dize kadar suyu adımlamaları
şarttı. Gazete’ye yağmur, perişan olan İstanbullu resmi
istenince güçlü kompozisyonlar burada çekilirdi, yıl
2015 olsa da hala bu tip fotoğrafları denize 5 - 10
metre mesafede çekebilirsiniz!. 80 li yıllarda ufuk
hattı 2000’li yıllardaki kadar yüksek binalarla henüz
delinmemişti.
Bir Tepebaşı’n da ki Odakule, bir de İntercontinental
Taksim Oteli görünürdü. Galata Rıhtımının sahili, su
derinliği sınırlıydı. Camberra, France, Queen Elizabeth
gibi büyük gemiler Galata Rıhtımı’na yanaşamaz, açıkta
demirlerdi.
AKM ve Taksim'den Boğaz
Fotoğraf Taksim Meydanı'nda bugün The Marmara, 75-76
yılında İntercontinental Oteli adıyla hizmete giren
otelin roof barından aynı yıllarda çekildi. Taksim Meydanında
AKM sanat etkinliklerine ev sahipliği yapardı. Gişe
sürekli açık olur Bale gösterileri, Deli Dumrul gibi
oyunlar, klasik konserler, operalar, resitaller, anma
günleri, sanatsal gösteri biletlerini günler öncesinden
alabilmek, bir sergiyi gezebilmek ve provalar, çalışmalar
için gelen gidenlerle sürekli bir hareket yaşanırdı.
Etkinlik günü konuklar en şık elbiselerle, en pahalı
parfümleriyle fuayeyi, salonu kaplar, vestiyer kürklerle
dolardı. AKM’de bir sanatsal etkinliği takip etmek,
ruhen doygunluk sağlardı. Görkemli AKM’nin her yerinde
sanat kültür izleri vardı…
Taksim’den aşağı’ya Dolmabahçe’ye doğru inerken Gümüşsuyu’ndan
itibaren maç olmadığı günler bile İstanbul’un yegâne
stadı olan Mithatpaşa Statyumu’nun heyecanı sarardı
içinizi. Stat vadiye yapıldığı için tribünler görüntüyü
bakış açınızı kesmez, Maçka’ya uzanan yeşili, denizi,
Dolmabahçe saat kulesini yoldan görebilirdiniz.
Çevrede ki konutlara hava gazı sağlayan gaz dolum tesisi
gazhane stat arkasında faaliyetini sürdürürdü.
Maç anlatımlarında dinleyicinin hayalinde canlanması
için akınlar gazhane tarafına yapılıyorsa gazhane mihenk
taşıydı. Diğer kale deniz tarafı diye ifade edilirdi.
Mithatpaşa Stadının santra yuvarlağı, ceza yayına kadar
çukurdu, yağmurlu havalarda balçık çamur olur, çamur
kuruyunca tarladan farksız hal alırdı.
Stat arkasına her yaz İtalyan Sirki gelir sirk çadırını,
trapez direklerini kurar, gösteri yapacak hayvanların
kafeslerini buraya yerleştirirdi. Sirk bir taraftan
İtalyan Luna Parkı diğer taraftan İstanbullulara Küçük
Çiftlik’te eğlenceli akşamlar yaşatırlardı.
Yamaçın üst tarafına ise Bayıldım Yokuşu ile çıkılır,
nezih aile çay bahçesi olan Taşlık Çay bahçesi, Taşlık
Gazinosu, tenis kortları bulunurdu. Günümüzde aynı alanda
swiss otel yer alıyor. Taksim’den aşağı inen yolun sağında
ki koca bina bugünde var olan Alman Konsolosluğu, karşı
köşesinde Park Otel bulunurdu. Park Otel yıkılmadan
önce uzun süre otel girişi yanında Park Pastahanesi
kafesi hizmet verdi. Alman Konsolosluğu yokuşunda ise
Hamidiye Suyu adlı bir çeşme vardı. Kabataş, Ayazpaşa,
Gümüşsuyu semtlerine içme suyu buradan merkep ve atların
her iki yanına bağlanan damacana ve metal kaplara buradan
doldurulur ev girişlerinde ki küplere boşaltılırdı.
Çeşme günümüzde dış duvardan kaldırıldı, duvarın iç
kısmına akan sesi ise hala duyuluyor.
Fotoğrafın sağ tarafında Alman Konsolosluğu altında
bulunan cami önünden devam edip sağa dönenler, Cennet
Bahçesi adlı zemini kademeli, boğaza bakan muazzam manzaralı,
ağaçlı bir bahçeye ulaşırlardı. Romantik sevgililerin
vazgeçilmez mekânıydı. AKM’nin yanında Bosfor Turizm,
Varan otobüs işletmelerinin ofisleri, devamında Gezi
Oteli vardı. AKM’nin karşı köşesinde, Vakıf yağlarının
satıldığı binanın yerinde ise ilk hostesli otobüs acentesi
olan ve Mas Otobüslerinden sonra kurulan SE-TA otobüs
terminali, kafesi vardı.
Beyazıt Kulesinden Haliç (1987 Mart Kışı)
Şubat sonu başlayan kötü hava Mart ayının ilk haftası
bitmiş olmasına rağmen hala etkisini sürdürüyordu.
Öylesine aralıksız ve yoğun kar yağışı başlamıştı ki,
ne zaman duracağı belli değildi, böylesi miktarda yağış
ilk kez yaşanıyordu, raporlara "1987 Mart Kışı"
olarak geçmişti. İstanbullulara bıkkınlık gelmiş, içlerini
kasvet bürümüş, günlerce gri renk görmekten ruhsal bunalıma
girmiş, piyasa, ekonomi, eğitim, hizmetler her şey durmuş,
denizde, karada, havada trafik tabiri caizse felç olmuştu.
THY pist kenarına yığılı kar kümelerine kanat altında
ki motorları vururum endişesi uçmamış, birçok sefer
iptal edilmişti. İstanbul'dan Tekirdağ istikameti, Avcılar
sonrasında bağlantısı kesilmişti. Kente giriş çıkış
imkânsızdı.
Avcılar’a tırlarla greyder, kepçe, kar küreme araçları
taşınmış, tuz dökülemez halde yollar kar tepeleriyle
kaplıydı. Gazete foto muhabirleri olarak kar fotoğrafı
çekmekten, İstanbulluların perişan halini fotoğraflamaktan
çok üşümüş, çok yorulmuştuk, zaten yollarda da az sayıda
canlı görülüyordu. Kuşlar, diğer hayvanlar açtı, sığırcık
sürüleri kentin içinde yiyecek arıyordu. Kente yeteri
kadar sebze meyve gelmiyor, bir küçük kıvırcık marul,
gül çiçek demeti gibi fiyatlanıyordu. Normal şartlarda
iki ekmek alan, dört ekmek alabilmek için bakkalda,
fırınlarlarda sıraya giriliyordu.
Ağır vasıtalar, otobüsler, kepçeler, diğer kar araçları
Avcılar'da kilitlenmiş, birikmişti.
İşte böyle bir durumda sadece İstanbul Belediye Başkanı
Bedreddin Dalan şöförü ile o kötü hava şartlarında 4x4
ile Büyükçekmece’ye gidebilmiş, hatta ekmek götürmüş
haberi gelmişti. Kar günlerce kalkmadı, ara sokaklarda
çöp tepeleri oluştu, çöpler toplanamadı. Sağda solda
kara saplanan araçlar, İETT otobüsleri yollarda kaldı,
sürücüler, yolcular perişan oldular. Çocuklar her zaman
ki gibi okulların kapanmasını fırsat bilip, mahsur kalmış,
adeta donmuş İETT otobüsleri çevresini oyun bahçesine
çevirip kardan adam yaparak, günlerce kartopu oynamışlardı.
Kentin çeşitli yerlerinden telefonlar geliyor, evlerinin
önünde biriken karlarla iki üç adam boyunda dev kardan
adamlar yaptıklarını söylüyorlardı. Hepsini fotoğraflamıştım,
istekler, ihbarlar bitmiyordu.
İki haftanın sonunda yazı işleri müdürleri tarafından
İstanbul'da hayatın durduğunu anlatan bir fotoğraf istenince
soluğu Beyaz Kulesinde almıştım. Kulenin en zirvesine
flüoresans lambalarının bulunduğu çatı kısmına çıkıp
dışarıya doğru panoramik kameramla Haliç ve Boğaz'a
doğru baktığımda yaprak kımıldamıyordu, kirli beyaz,
füme, gri, mat soluk mavi tonlarından başka renk görünmüyordu.
Bu fotoğraf meşhur 1987 kışında Beyazıt Kulesinden çekildi.
Kanchen Junga'nın Boğaz Geçişi
Dünyanın en büyük tankerlerinden biri olan Hindistan
Bandıralı Kanchen Junga 1990 yılı Ocak ayı sabah saatlerinde
İstanbul Boğazı’ndan 265 bin ton ham petrol ile geçerken
deniz trafiği ve transit geçişler iki yönlü durdurulmuş,
adeta nefesler tutulmuştu...
Çanakkale Boğazı’ndan giriş yapan tankerin haberini
aldıktan sonra İstanbul Boğazı’ndan geçişini fotoğraflamak
için uygun noktaları planlamış, beklemeye başlamıştım.
Amacım tankerin büyüklüğünü, gözler önüne sererken hem
İstanbul simgelerinden birini kullanmak hem de geminin
görkemini anlatabilmek için herkesin bildiği bir obje
ile mikyas mukayesesi yapabilmek gerekliydi. Bu nedenlerle
şehir hatları gibi büyüklüğünü herkesin bileceği, tahmin
edebileceği, oranlayabileceği bir gemi ile beraber Boğaz
Köprüsü altından geçerken fotoğraflamak en idealiydi.
Önce TRT Ortaköy stüdyolarına çıkan yokuştan, sonra
Hisarüstü Fatih Köprüsü altından geçerken, gerekirse
bir de Garipçe Köyü yoluna boğaz çıkışına kadar geminin
paralelinde takip edecektim.
Tanker Kılavuz kaptanların tabiriyle aşağıdan gelip
yukarı çıkacaktı. Marmara’dan Karadeniz’e süren bir
saati aşkın sürede sağlı sollu iki römorkörün yedeğinde
yavaş seyrediyor, boğazın da tam ortasını yani kanalın
en derin yerini kullanıyordu. Birinci nokta olan Ortaköy
sırtlarında bordasında INDIA yazılı koca gövdeyi Boğaz
köprüsü altında fotoğraflamış, ikinci nokta olan Fatih
Köprüsü altından geçişini de fotoğraflamak üzere hastaneye
yaralı yetiştiren ambulans hızında, zamana karşı kullandığım
VW ile telaşla gidiyordum.
Boğaziçi Üniversitesi sırtlarına gemiden önce gelmiş,
göz takibine başlamıştım. Bulunduğum mevkiden Boğazın
iki yakası da net olarak görülebiliyordu, üstelik kanalda
deniz nadir rastlanan akıntı sakinliği ve göl gibi durgun
olduğu sularında 139820 gros tonluk gemi, gövdesinin
büyük kısmı (27 m) suyun altında kalmış vaziyette kıpırdamadan
mum gibi gidiyordu.
Dehşet bir gemiydi, kelimeler azametini anlatmakta yetersiz
kalıyordu, deniz kenarında durup bakanların gözüne sığmıyordu.
180 derecelik panoramik fotoğraf makinesi ile fotoğrafladığım
Kanchen Junga’nin boyunu hayalinizde canlandırmak için
şöyle bir benzetme yapayım. Bir futbol sahası bir kaleden
diğer kaleye 110 metre uzunluğunda, şimdi bu futbol
sahasından üç tanesini uç uca ekleyin, bir de bu mesafeye
üç metre daha ilave edin, yan yana çift bacalı Kanchen
Junga adlı gemi, tam tamına 333 metreydi! Geçişi bundan
tam 25 yıl önce bir yılbaşı dönemiydidi.
Maçka
Maçka'dan vadiye bakış. Soldan sağa İntercontinental
Oteli, Sharaton Oteli, Hilton Oteli, İstanbul Radyosu,
Harbiye Askeri Ordu Evi, Spor Sergi Sarayı, Açıkhava
Tiyatrosu ve önünde ki araçların fenni muayene yaptırdıkları
yol.
Galata Kulesinden Haliç
Fotoğraf Galata Kulesi seyir balkonundan çekildi. Galata
Köprüsü ile Unkapanı Atatürk Köprüsü arası yağ iskelesi,
İstanbul Sebze Meyve Hali'nin Azapkapı'da ki balık Halinin,
tersanelerin faaliyet gösterdiği yıllardan.
Beyazıt Kulesinden Tarihi Yarımada Kapalıçarşı
Beyazıt Kulesi'nden Boğaz girişi ve Tarihi Yarımada'ya
doğru çekilen bu panoramik fotoğrafta özellikle Kapalıçarşı
kubbeleriyle sağ tarafta dikkat çekiyor. Topkapı Sarayı
Harem Kule, Ayasofya, Nuruosmaniye ve Sultanahmet Camii.
Eminönü Mısır Çarşısı
İstanbul'un kalbinin attığı Eminönü Meydanı. Yeni Camii,
Çiçek Pazarı, Mısır Çarşısı, peynirciler, balıkçılar
çarşısı, Gima, Migros satış mağazaları, otopark, Eyüp
Dolmuş durakları. Rüstempaşa ve geri planda Süleymaniye
Camileri. Yeni Galata Köprüsü yapımına başlanmış, meydan
şantiye haline bürünmüş.
Veliefendi Hipodromu
Haftasonu olunca yarış sever İstanbulluların toplandığı
hipodrom. Yarış tüm heyecanıyla devam ediyor, gözler
finiş çizgisinde ikili oynayanlar, altılı oynayanlar
nefes almaksızın heyecan ve endişeli gözlerle takipteler,
kimi üzgün kimi sevinçli yarışa dileklerle eşlik ediyorlar,
"yürü be oğlum, hadi aslanım", ahlar vahlar
arasında bir yarış daha bitiyor, yerlerde tutturulamayan
buruşturulup atılan ikili kuponlarıyla dolu, TV ekranında
yarışın tekrarını seyredenler bir sonraki yarış için
padokta gezdirilen atları yeniden görmeye gidiyorlar,
son kalan paralarla "bu son" diye kupon alınıyor,
tribündeki yerlerine dönüyorlar, sonra yine aynı dilekler
"yürü be oğlum, hadi be oğlum, kim tutar seni".
Topkapı Meydanı
Topkapı girişi kentin en curcunalı yeriydi. Şehirler
arası otobüs terminali oradaydı, bit pazarı da oradaydı,
İETT otobüsleri, minibüsler, seyyar satıcılar, surların
eteklerinde, yayalar alış veriş yapanlar trafik Arap
saçı benzetmesini çoktan geçmiş zep zenci saçı gibiydi.
Bu trafiğe bir giren çıkıncaya dek bir kaç saat beklemek
zorundaydı.
Dolmabahçe Kabataş
Park Otel binası yıkılmış, yerine yeni Park Otel kaba
inşaatının sonuna gelinmişti. Alman Konsolosluğunun
kot seviyesini aşan bu yapıda inşaat durdurulmuş mimari
doku Avrupa yakası silueti değişmişti. Gök kafes yoktu,
Mithatpaşa Stadı eski halini koruyordu. Üsküdar Kabataş
arası yolcu taşımacılığı vapur seferleri ile yapılıyordu
motor taşımacılığı yoktu. Haliyle motor iskelesi de
akaryakıt istasyonu kıyısında değildi. İskele bulamayan
ve diğer zamanlarda Sarayburnu'ndan kalkıp Bandırma
seferi yapan bazı vapurlar, Kabataş İskelesinde bekleme
yaparlardı.
Taksim
Fotoğraf İntercontinental Oteli Roof Barın'dan 1980
öncesi çekildi. Kent merkezi Taksim Atatürk Anıtı çevresi
sürücüler için belki de dünyanın en zor araç kullanılan
yerlerinden biriydi. Zira dört şerit trafikte yol alan
araçlar birbirlerine dokunmadan anıt etrafında 360 derece
dönebillirdi. Otobüsler, treleybüsler, Taksim-Sirkeci
dolmuşları, özel araçlar, törenler, yayalar, poloroid
fotoraf çekip satanlar, kumbara şeklinde bir meydan
saati, çiçek satanlar meydanda ne ararsanız vardı, güvercinler
henüz yoktu.
Davutpaşa
Kışlası ve Hafif Raylı Sistem Yapımı
İstanbul'da yıllarca tramvaylar çalışmış, daha sonra
taşıma treleybüsler, otobüslerle yapılmaya çalışılmış,
artan nüfus ile trafik içinden çıkılmaz hal almıştı.
İstanbul'un kararlı, cesaretli, iş bitirici Belediye
Başkanı Bedreddin Dalan hafif raylı sistemle trafik
sorununa care bulmaya azimliydi. Projeyi Yapı Merkezi
hayata geçiriyordu, raylar döşenmeye başladı, tünellerin
açılması, istasyonların yapılması dahil yapılan her
aşamayı ben de fotoğraflıyordum. Bu fotoğrafta onlardan
biri solda terkedilmiş durumda olup cephesinde armasını
taşıyan Davutpaşa Kışlası.
Eminönü Üst Geçitten Galata Köprüsü
Eminönü tam bir şantiye haline gelmişti, tarihi Galata
Köprüsü'nün Haliç tarafına doğru on beş metre yanına
ilk kazıklar çakılmaya başlamıştı Şahmerdanın kazığın
tepesine her vurusunda yer sarsılıyor, denize doğru
eğilmeye başladığı konuşulan ve darbelerden olumsuz
etkileneceğinden korkulan Yeni Camii ve avlusunda ki
güvercinler çıkan bu seslerden korkup öteye beriye şuursuzca
uçuşuyordu. Eminönü'nde deniz tarafından cami tarafına
geçmek için iki tane, altında ki dükkanda Halk Ekmek
satılan, üstünde Türk Ticaret Bankası reklamı bulunan
örümcek ayaklı üst geçit yapılmıştı. Aynı dönemde meydanda
bir de Boğaz hattı vapur iskelesi yapımı, alt geçit
çalışmaları sürüyordu.
Yenikapı Balık Hali
İstanbul
Sebze Meyve Hali, Yağ İskelesi'nde ki yerinden taşındıktan
hemen sonra hal binası yıkılmış, taşınma sırası Azapkapı
Sokullu Camisi yanında ki İstanbul Balık Haline gelmiş
takvimler 1977 yılı sonrasını gösteriyordu.
Çok geçmeden 80'li yıllarda Balık Hali de Yenikapı'ya
taşındı. Yeni Balık Hali daha geniş, daha modern deniz
kenarında Haliç'e girmeden gır gır motorlarının balık
getirebildiği bir yerdi. Halde gece yarısından hemen
sonra hareketlenme başlar, gece tutulan yani makbul
olan günün balığını alıp, tezgahlarına dizebilmek için
saat üç gibi mezat balıkçılarla dolmaya başlar sabahın
ilk saatlerine kadar satış sürerdi.
Kasalarla satılmış balıklar sahiplerine taşınırken tek
tük yere düşenleri toplayan garibanlar görürdünüz, onlara
kimse bir şey demez, düşen balığı almak için taşınmakta
olan kasa elden bırakılmaz yola aynen devam edilirdi.
Düşen balık toplayanın rıskıydı, elinde ki naylon torbasına
çaktırmadan baktığınızda yerden topladığı iki tane çinekop,
beş altı tane istavrit, hamsi birazdan onun yemeği olacaktı.
Balık taşıyanlara öyle bir bakardı ki kasa taşıyanlar
bazen parmaklarıyla bir iki balığın yere düşmesine hareket
verirlerdi. Bunu anlatmakta ki amacım balık halinde
başka yerde göremiyeceğiniz yorgun balıkçılar, uykusuz
denizciler, sert mizaçlı portreler, güçlü kompozisyonlar,
sabahın ayazı yüzüne yapışmış işçiler, telaş, mücadele,
nasırlı ellerle zamana karşı teknede temizlik, ağ onarma,
martı çığlıkları, ev hasreti, doğan güneş her şey vardı,
dahası balık vardı, orkinoslar, tezgahlarda çok sık
göremediğimiz kılıç, akya, trança gibi büyük balıklar,
fiyatlarına göre kasalanmış iri barbunlar, kofanalar,
toriklerve tüm denizlerin bereketi...
Ağva Gelin Kayası
Rotanızı Ağva Feneri'nden Karadeniz'in Kerpe tarafına
çevirip yol alırken daha ilk dakikalarda gördükleriniz
karşısında "'Acaba ben İrlanda sahillerinde, Norveç
fiyordlarında mıyım?" diye düşünebilirsiniz. Bir nevi
açıkhava müzesi olan kıyılarda rüzgarla elele verip
sabırla uğraşan, kayaları dantel gibi oyarak mağaralar,
adalar, anıtlar yaratan dalgalar, yıllar sonra ortaya
çıkan bu oluşumları acımasızca bozarak içine çekip hazmediyor.
Bu bakımdan sahil şeridi üzerinde zamanla değişimlere
de rastlanıyor. Fakat dalgalara ve yıllara göğüs geren
öyle bir anıt kaya vardı ki, denizden olsun, karadan
olsun her açıdan bambaşka bir güzelliğe sahipdi. Beyaz
renkli kaya "Gelin Kayası" adıyla anılıp, denizden bakınca
bembeyaz duvaklı bir geline benziyordu. Ne yazık ki
Karadeniz'in hırçın dalgalarına dayanamayan Gelin Kayası'nın
baş kısmı geçtiğimiz yıllarda koparak denize karıştı.
Kayanın Gelin Kayası ismiyle anılmasının hikayesi ise
şöyle. Gelinlik çağında bir genç kız müstakbel balıkçı
eşinin fırtınalı denizden dönmesini beklerken gelen
kara haberle yıkılmış, öylesine kahrolup üzülmüş ki,
taş kesilmiş.
Ortaköy Boğaziçi Köprüsü
Bu fotoğrafı niye çektiğimin uzun bir öyküsü var. 1980
sonrasıydı. Sirkeci Harem hattı araba vapurları seferleri
Sirkeci'de trafiğini kilitliyor denilerek iptal edilmişti.
Sefer yapan araba vapurları Harem İskelesine yan yana
bağlanmış çalıştırılmıyordu. Buna karşılık Köprü trafiği
daha da yoğunlaşmış, feribot geçişi yapanların yükünüde
yüklenmişti.
Bir foto muhabiri olarak durumdan hoşnut olmadım. Önce
Harem İskelesinde boşu boşuna yan yana bağlı bekleyen
feribotları çektim sonra da gelip Boğaz Köprüsünde ki
yoğun araç trafiğini Ortaköy sırtlarından fotoğrafladım.
Gazetede bir sonraki gün yan yana iki fotoğrafım yayınlandı,
"Feribotlar boş beklerken, köprü trafiğe cevap
veremez hale geldi" diye. Vali Nevzat Ayaz Belediye
Başkanı ve trafikten sorumlu emniyet müdürünü makamında
toplamış, ertesi gün Sirkeci Harem feribot seferleri
yeniden başlamıştı!.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü (İkinci Köprü)
İstanbul Boğazı’nı Boğaziçi Köprüsü’nden sonra ikinci
kez bağlayan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, halk arasında
ki ismiyle “İkinci Köprü” olarak anılıyor. Kavacık ile
Hisarüstü arasında 4 Ocak 1986 yılında inşa edilmeye
başlanan, 22 Mayıs 1988 tamamlanıp, 4 Temmuz 1988 yılında
hizmete açılan asma köprü, 1510 metre uzunluğunda, 39.4
metre genişliğinde denizden 64 metre yükseklikte bulunuyor.
Fatih Köprüsünü Boğaziçi köprüsü’nden farklı kılan özelliklerin
başında köprü ayakları Boğaziçi Köprüsü gibi sahilde
değil, iki yakanın yamaçlarına açılan 14x18 metrelik
temeller ve bu temeller üzerine inşa edilen kaideler
üzerinde olması geliyor. Köprünün ayaklar arası açıklığı
ise 1090 metreyi bulurken içinde bakım asansörü bulunan
kulelerin yüksekliği de 102,1 metreye erişiyor.
Sirkeci Cağaloğlu Yokuşu
Gazete Matbaaları Cağaloğlu'nda iken trafik çok ağır
ilerler, yokuş tıkanırdı. Sirkeci garında trenden inenler
Doğu Bank işhanı tarafına geçmek için mücadele verirlerdi.
Sonunda Eminönü geçitlerinden sonra bir üst geçit de
Sirkeci'ye yaptılar ama vatandaş merdiven çıkmak yerine
araçların arasından geçmeyi daha pratik bulmuş, yol
kenarına konan engeller dahil işe yaramamıştı.
Yeni Camii Minaresinin Üçüncü Şerefesinden Haliç'e
Eminönü Yeni Cami minaresi'nin üçüncü şerefesinden çevreye
hakim süper fotoğraf çekilirdi.
Belki beş belki yedi defa deniz tarafında ki minarelere
çıkmışımdır. Pek kimse çıkmadığı için merdivenler karanlık,
güvercin pislikleri ile dolu, örümcek ağları, kurumların
yapıştığı, islenmiş tozlu duvarlar yüzünden, her çıkışımda
kirlenerek inerdim, buna rağmen yeni köprünün yapımını
fotoğraflamak, panoramik fotoğraf çekmek aşkına yılmadan
bir daha bir daha çıkardım. Bu da onlardan biri sırasında
1986 yılı sonrasında çekildi.
Ragıp Gümüşpala Caddesi'nden gelen araçlar 1970'li,
80'li yıllarda Migros ve Gima satış mağazaları önünden
ve Yeni Cami ile Mısır Çarşısı arasında kalan yoldan
ilerleyip Sirkeci'ye ulaşabilirdi.
İsteyenler Mısır Çarşısı'nın duvarına bitişik olarak
konumlanmış çiçekcilerden fide, çiçek, toprak, saksı
alabilmek için hemen önüne park edebilirlerdi, vatandaşın
işinin eziyetsiz görülmesi bakımından bu yol ve park
imkanı kullanışlıydı.
Değişmeyen Panorama Süleymaniye Camii
Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli eserlerinden olan
ve yapımından itibaren İstanbul'da yüzü aşkın deprem
geçirmiş olmasına rağmen, caminin duvarlarında hasara
rastlanmamış. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin
kubbesi 53 metre yüksekliğinde ve 27,5 metre çapında.
Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunuyor.
Minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli
olup yüksekliği 76 metreye erişiyor. Süleymaniye Camii,
Mimar Sinan'ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen
medreseler, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam,
imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin
bir parçası olarak inşa edilmiş. Süleymaniye Camii,
Fatih İlçesine bağlı Süleymaniye Mahallesinde yer alıyor.
Cami kadar etrafında bulunan Osmanlı ailesine ait türbeler
de ziyaret ediliyor.
Seyyar Kartpostalcılar
Senede üç kez kartpostal satıcıları İstanbul'un işlek
meydanlarına, tren istasyonu, üniversite önleri, alış
veriş caddelerine tezgah kurabilirlerdi. Zabıta görevlileri
bu geçici satış tezgahları için bir şey demezdi. Eminönü,
Sirkeci, Beyazıt, Bakırköy, Galatasaray, Taksim kartpostal
satıcılarının tellerini kurup, kart dizdikleri ve bir
nevi sergi açtıkları yerlerdi. Kartları toptancı kartpostalcılarından
veresiye alırlar, zarflarıyla beraber ekonomik fiyatlarla
satarlar, kartların sergilendiği askı telleri ile birlikte
kalanları, Bayramlar veya Yılbaşı geçtikten sonra iade
ederken ödemeleri yaparlardı.
Bu satış en çok üniversite öğrencileri için ekstra bir
gelir kaynağıydı, bir haftada kazanılan küçümsenmeyecek
miktarda temiz paraydı. Genç kızların ve delikanlıların
kartpostal satmaları ayıplanmazdı. Her gelen beş altı
karttan az almazdı. Örneğin İstanbul Üniversitesi kapısının
Türk Bayraklı kartpostalı en çok satılandı. Her öğrenci
memleketinde ki yakınlarına "işte ben bu okulda
okuyorum" diye aynı kartı gönderirdi. Sultanahmet
Camisi, diğer en çok satan kartpostal çeşidiydi. Müzikli
kartlar, simli, yaldızlı kartlar, esprili olanlar, yerli
yabancı artist kartları, askerli kartlar, futbol takım
kadroları gönderilmese bile anket defterleri yapıştırılır,
iş yerinde masa üstü cam altına konurdu.
Siyah
Önlüklü İlkokul Yılları
Okul önlükleri siyah, yakalar kolalı beyazdı. O gün
dersi olmamasına rağmen kitaplar her gün taşınırdı.
Kitapların yanısıra defterler, karalama, alıştırma defterleri,
yardımcı kitaplarla okul çantaları ağırlıktan taşınmaz
olurdu, taşınsa bile genç bünyelerde spastik yürüyüşlere
neden olurdu. Çocuklar okul çıkışlarında çantalarını
birbirlerine olanca güçleri ile vurarak çanta savası
yaparlardı. O yılların çantaları sırtta değil elde taşınırdı.
Üstteki
fotoğraf yakın geçmişten muhtemelen 1987 yılında çekilmiş,
Fındıklı'da ki Namık Kemal İlk Okulu bahçesinden.
Çocukların 23 Nisan Bayramı
Yer İstanbul Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadı, 23 Nisan
törenleri stadın zeminini özel kıyafetler giymiş bıcır
bıcır çocuklar, tribünleri anneler babalar doldurmuş.
Herkeste bir heyecan, bir mutluluk, bir telaş. Ulu Önder
Mustafa Kemal'in çocuklara armağanı 23 Nisan Bayramı
kutlanıyor. Çocuk bunlar kimi ateş böceği olmuş kimi
tavşan postuna bürünmüş, kimi balerin, kimi aslan. Hepsi
sabırsız, acıkanlar, susayanlar da var içlerinde, kendini
stadın zeminine, çimlerin üstüne bırakan da. Dedim ya
çocuk bunlar çar çabuk sıkılıveriyorlar, öğretmenler
başlarında gösteriler başlıyor, hareketlere belli ki
uzun süre çalışılmış, provalar yapılmış, yepyeni cici
kıyafetler giyinilmiş, poz poz fotoğraflar çektirilmiş,
bir 23 Nisan Çocuk Bayramı daha neşe içinde kutlanmış.
23 Nisan Çocuk Bayramı Törenleri ve Çocukların Gurur
Tablosu
Bir zamanlar Mecidiyeköy'de bulunan Ali Sami Yen Stadyumu
futbol maçlarının yanısıra birçok etkinliği de ev sahipliği
yapmış, tarihi değeri olan bir arenaydı. Bunların içinde
Dünyanın önde gelen ekonomistlerinden olan Malcom Forbes
Kanuni Sultan Balonuyla geldiği zaman İstanbul denemesini
bu statda yapmıştı.
19 Eylül 1998 Tarihinde İstanbul'a gelen yarım asırlık
grup The Rolling Stones'da unutulmaz konserini bu statda
vermişti.
Fotoğrafta 23 Nisan'da düzenlenen kutlama törenlerinde
seyirciler, veliler ve selam duran askerin önünden geçiş
çocukların gurur tablosuydu. Ali Sami Yen Stadı da yıkılarak
anılarıyla birlikte tarihe gömüldü.
Karagümrük
Karagümrük iç mahalle ara sokaklardan biri, şimdi gitsem
bulamam, 30 yıl önce bakkalların önünde PTT'nin sarı
boyalı ayaklı metal posta kutuları vardı, mektubunuzu
bu kutuya atardınız, postacı haftada bir iki gelip kilidi
açar, kutuda bekleyenleri çantasına koyar Büyük Postahane'ye
götürürdü. Renault 11 yeni çıkmıştı, 124 Murat ile rekabet
halinde sokaklarda dolaşırlar, onları sonradan çıkan
131, Şahin, Kartal modelleri takip etti, bunlar lüks
havalı araçlar sınıfındaydılar. Sokaklarda at arabaları
dolaşır, soğan patates satarlardı. At arabası önemli
bir yük arabasıydı, ana caddelerde bile görünürdü, odun,
portakal, kavun, karpuz, eşya dahil her taşır, her şeyin
satışında kullanılırdı.
Eyüp Sultan Türbesi
Eyüp Sultan Türbesi Cuma günleri, günümüzde ki kadar
olmasa da biraz daha hareketli olurdu, çocuklar aileleri
tarafından sünnet olmadan önce mutlaka Maşallah yazılı
bantlı sünnet kıyafetleri ile birlikte türbeye ziyarete
getirilirdi. Günümüzde butiklerle, fast-food türü yiyecek
satan dükkanlarla dolu olan Eyüp Çarşısında ki dükkanlardan
trampet, tef, üzerinde Eyüp yazılı toprak testi şeklinde
düdüklerden, halka fırınından sade halka alınırdı.
Eyüp Sultan Türbesini ziyaret eden çocukların sünnetinin
daha acısız ve problemsiz geçeceği söylenirdi.
Evlenme çağına gelip, henüz koca bulamayan gelin adayları,
modern insanlar, araba, ev almayı düşleyenler, türbenin
ziyaretçileriydi. Girişler camiye bakan cepheden yapılırdı,
çıkışlar anıt Çınar ağacının ve Çifte Gelinlerin türbesine
doğru olurdu, günümüzde girişler yan taraftan yapılıyor.
Hürriyet Yasta
Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç ve şoförü suikast sonucu
hayatını kaybetmişti. Cenaze Nuruosmaniye Camisi'nde
kılınan namaz sonrası alınmış, Milliyet Gazetesi önünden
omuzlarda taşınarak Çağaloğlu Yokuşuna dek uzanan mahşeri
kalabalığın katılımıyla Hürriyet Gazetesi önüne getirilmişti.
Çevredeki tüm binalardan dışarı sarkanlar gözyaşları
ve derin üzüntü içinde töreni izliyorlardı. Gazete binası
yanında bulunan Büyük Reşitpaşa İlkokulu öğrencileri,
öğretmenleri bile törenin tanıklarıydı. Hem gazete binasını
hem caddeyi dolduran kalabalığı bir fotoğraf karesine
sığdırmak 180 derecelik objektifle bile mümkün olamamıştı.
Tüm Gazete çalışanları binanın pencerelerinden ve önünde
ellerinde ki karanfilleri atarak gözyaşlarıyla uğurlama
yapılmıştı.
Galata Köprüsü Haliç
Asırlık Galata Köprüsü altında hizmet veren Deniz Polisi,
Köprüler Müdürlüğü Bürosu, köprüye yanaşmış Haliç seferi
yapan vapurları, haftasonunu bekleyen maç motorları,
birahaneler, balık tutanlar, kahveler, nargileciler,
emekliler, mavnalar, köprünün yedek dubaları önünden
gelip geçen Eminönü-Karaköy arası çalışıp, yolcu taşıyan
motorlu, kürekli kayıklarla çok özel ressamların, edebiyatçıların
esin kaynağı bütünüyle ruhuyla tablo gibi bir yerdi.
Bilhassa akşam mesai çıkışı telaşlı koşuşturmaların
yoğunlaştığı saatlerde hareket öncesi islim basan kömürlü
gemilerden çıkan kömür dumanları genizleri yakar, beyaz
gömleklerin yakalarını kirletecek derece de etrafa kurum
zerrecikleri uçuşarak yayılırdı. İstanbul akşamları
bir başka olurdu güneş batarken köprü çevresine hüzün
çökerdi. Ağızlardan çıkan laflar hep aynıydı "Kaldıramadılar
gitti şu kömürlü gemileri, nefes alamıyoruz" kelimeleri
olurdu...
Hidiv Köşkünden Boğaz
Hidiv Kasrı İstanbul'un müstesna yerlerinden biri olma
özelliğini günümüzde de sürdürüyor. 80'li yıllarda çevresinde
böylesi hızlı bir yapılaşma yoktu, ufku açıktı, karşı
yaka da boştu, bakirdi, siluet bugünkü gibi delinmemişti.
Gökdelenlerin metrelerce toprak altında kalan temelleri
İstanbul'un su havzası olarak bilinen kaynak sularının,
pınarların beşiği Kemerburgaz'dan Taksim Maksemine kadar
gelen yeraltı sularının yönlerini değiştirmemişti!
Galata Köprüsüne çıkış
Galata Köprüsü yanına yapılmakta olan yeni köprünün
inşaatı sırasında tek yönlü kullanılmaya başlamıştı.
Unkapanı Atatürk Köprüsü Perşembe Pazarı ve Şişhaneden
gelenlerce Eminönü, Aksaray yönüne yol alan araçlara
tek yön gidiş, galata Köprüsü Eminönü Sirkeci, Ragıp
Gümüşpala Caddesi boyunca gelenlerce dönüş olarak tek
yönlü kullanılmaya başlamıştı. Yine panoramik kamera
ile çektiğim fotoğraf gazetede durumu gözler önüne serercesine
yayınlanmış Vali, Belediye Başkanı, trafikten sorumlu
emniyet müdürü ile yaptığı toplantı sonunda ertesi gün
tek yön uygulamasına son verilmişti!
Sirkeci'den kalkan Taksim-Sirkeci dolmuşları ile Sirkeci-Teşvikiye
dolmuşlarına binmek için dolmuş durağında araç olmamasına
rağmen uzun kuyruklar oluşurdu. Fotoğrafın önünde onlardan
biri strepenteli yani şasisi kesilip ek kaynaklanarak
aracın boyu uzatılmış, iki koltuk arasına düşük sırtlıklı
ara koltuk sıra ilaveli, üç yolcu daha fazla alabilmesi
sağlanmış bir dolmuş Galata Köprüsüne çıkmaya çalışıyor.
Bu nokta treleybüslerin de en çok boynuzlarının tellerden
ayrıldığı yerdi. Her akşam ya şoför ya biletçi araçtan
inip kıvılcımlar çıkartarak boynuzların treleybüsün
elektrik aldığı tellerle kavuşmasını sağlardı.
İntercontinental Otel Lobisinden Taksim Meydanı
Kent Merkezi Taksim Meydanı İntercontinental Oteli Lobisinden
1979 - 80 yıllarında çekilmiş bu panoramik fotoğrafta
kent merkezinin göbeğine çıkış yapan finiküler sistem
çıkışı henüz yok, yerinde çiçek havuzları yeşil alanlar
bulunuyor. Sağ tarafta daha önceleri taşlar arasında
dikine duran zeytin dalı sarılı bir kama, 27 Mayıs Anıtı
yer alıyordu, Tasim'den Divan Kavşağı'na uzanan bulvarın
gidiş geliş yolları arasında kalan bölümde ağaçlar sıralıydı.
Arka planda otobüs durakları, yayalaştırılmamış olsa
da yayaların kullanabileceği, oturacağı banklar, kent
mobilyaları ile donatılmış ağaçlarla bezeli bölümler
yer alırdı.
Sultanahmet (Hipodrom) Meydanı
Sultanahmet Meydanı öyle sine dopdolu bir tarih hazinesidir
ki burada ki değerleri meydanın hangi köşesine giderseniz
gidin, hangi açıdan bakarsanız bakın bir defada hepsini
görmek mümkün olamaz. İstanbul'un diğer yerlere olan
uzaklığını tespit etmek için dikilmiş mil taşı, yerebatan
Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, III.Ahmet Çeşmesi,
Topkapı Sarayı, Aya İrini Kilisesi, Haseki Hamamı, Örme
Dikilitaş, Burmalı Sütun, Dikilitaş, Alman Çeşmesi,
Binbirdirek Sarnıcı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Alay
Köşkü, İbrahim Paşa Sarayı, İslam Eserleri Müzesi ve
günümüzde Tapu Kadostro dairesi olarak kullanılan tarihi
binasıyla hepsi 200 metre çapında bir alan içinde yer
alır.
Durum böyle olunca doğal olarak bir fotoğraf karesine
birkaçını birden sığdırmak bile mesele haline gelebiliyor
ve ortaya böyle karpuz kabuğu benzeri fotoğraf çıkıyor.
Böylesine tarihi Hipodromu önceki yıllarda araç ve otobüs
parkı olarak kullanıyorduk, şimdi de İbrahimpaşa Sarayı
bitişiği binayı, Tapu Kadostro Müdürlüğü olarak kullanıyoruz!
Sultanahmet Meydanı
Hipodrom bir kaç sene öncesine kadar toprağı, çimeni
bol park havasındaydı, 2012 yılına dek Dikilitaş, Alman
Çeşmesi, Burmalı Sütun'un çevresini saran asfalt yolu
turist getiren otobüslere, otomobillere oto park olarak
kullanıldı. Ancak son bir iki yıldır, tüm meydan taş
kaplandı ve araç parkına da imkan bırakılmadı!
Meydanın tramvay yoluna yakın yerinde, Alman Çeşmesi
yanında günümüzde de varlığını sürdüren koca bir anıt
çınar ağacı var fakat yere yakın paralel, banklara kanat
gerercesine uzanmış olan koca bir dalı kesilmiş olarak
duruyor.
Turistler de değişti
Her konuda olduğu gibi İstanbul'u ziyaret eden turist
profili de değişti. Mesela 2000'li yıllara kadar gelen
turistlerin yanında çocuklarını, bebeklerini görebilirdiniz.
Bir çoğu karavanla, özel araçlarıyla gelirler, araç
plakalarından kıyafetlerinden hal ve davranışlarından
grup yolcusu olmadığı anlaşılırdı, kafile ile gezmek
böylesine yaygın değildi. Kıyafetler bu kadar dekolte
olmaz ciltlerde dövmelere bu denli rastlanmazdı.
Yabancı turist velinimet gibiydi, itibar görürdü, yardımcı
olunur, kazık atanlara mani olunmaya çalışılırdı.
Turist sadece fotoğraf, pek azı 8 mm lik kameraya film
çekerdi. Turist kıymetliydi, ayrıcalıklıydı, müzelerde
flaş patlatırsa görevliler göz yumar, aynı flaşı Türk
turistler kullanırlarsa yasak diye hemen müdahale edilirdi.
Cep telefonu olmadığı için yerli yabancı turistlerde
selfie çekme hastalığı yoktu, her gördüğünü sosyal medyaya
çekip paylaşmazdı, yaptığı işe, olduğu yere, gördüğünü
sindirmeye, yediğinden zevk almaya odaklanırdı.
Ayasofya Sultanahmet Camii Arası
Meydan öyle bir konumlanmış ki Ayasofya'yı Sultanahmet
Camisini arkasına alıp fiskiyeli havuz ile beraber fotoğraflamak
isteyenler, resmini yapanlar Ayasofya'yı hep üç minareli
görürler. Dikkat edilirse Ayasofya bir çok kartpostalda
bile hep üç minareli çıkar. Oysa mimari eserlerde var
olan bir bölümü fotoğrafta gösterememek kusur sayılır.
Bu nedenle peysaj mimarlarının yürüyüş yollarını, seyir
noktalarını, şehir mobilyalarının yerlerini, bitki örtüsünü,
nokta ağaçları, süs havuzlarını konumlarken bu konulara
önem vermeli, turizmin davetiyesi olan fotoğrafların
dünyayı dolaşacağını hesaba katmalı, meydanlarda, neyi
nereye koyacaklarını ona göre düşünüp projelendirmelidirler.
Galata Kulesinden Tarihi Yarımada'ya bakış
Manzara muhteşem, her şey ayaklar altında İstanbul'a
gelen turistlerin mutlaka çıktıkları kule tarihi ile
de büyük ilgi uyandırıyor. Ne var ki yıllarca İstanbul
diye Galata Kulesi seyir balkonuna çıkanlara işte bu
kirli çatıları, kiremitleri gösterdik. Oysa bu tip seyir
terasları daha estetik, daha onarılmış, boyanmış bakımlı
olmalıydı. Seksenli yıllarda Galata Kulesi'nin balkonuna
çıkış ücretsizdi, buna rağmen çıkış için hiç sıra beklenmezdi.
Genellikle restorana gelen turist grupları küçük asansör
kabiniyle görevli eşliğinde yukarı çıkarlar, arzu edenler
yürüyerek inerlerdi.
Galata Kulesi geceleyin restoran klup olarak konuk ağırlardı.
Yemekler orkestranın müziği eşliğinde yenirken Tülay
Karaca'nın oryantal showu izlenir, salonda ki turist
gruplarının hangi ülkelerden geldiğine ve lisanlarına
göre Ercü'nün söylediği aynı dilde şarkılarla, yapılan
esprilerle, animasyonlarla renkli eğlenceler yaşanırdı.
Şile
İstanbul'un ilçesi Şile kendine has Şile Bezi dokuması
ile ünlü. Aslında bezin dokuması Şile'nin köylerinde
yapılıyor, pazar Şile'de kurulduğu için köylüler dokudukları
bezleri bu pazara getirip sattıkları ve bezin tanınma
yeri Şile olduğundan bezin ismi de bu isimle anılır
olmuş. Şile'nin İstanbul'un yanı başında olduğuna bakmayın,
öylesine virajlı bir yolu vardı ki otomobile sağlam
binseniz, birinden çıkıp dierine girdiğiniz sayısız
virajlarda mideniz bozulur, hasta inerdiniz. Şile'de
otelcilik, pansiyonculuk Polonezköy gibi gelişmemişti.
Konaklama ufak çapta birkaç konaklama tesisi, pansiyondan
ibaretti, boğulmalara sık rastlanan plajları ise denize
girenlerin korkulu rüyasıydı, deniz dalgalıydı, yol
boyunca mısır kazanlarından haşlama mısır satın alınırdı.
Bu durum 50'li yıllardan 70'li yılların sonuna dek böylece
sürüp giderken 80lerden sonra gelişmeler başladı, virajlar
azaldı, daha daha sonraları yeni geniş otoban kalitesinde
yollar yapılarak 2000'lere gelindi. Yol artık kamyonların
hegemonyasından çıkmıştı. Tatil köyleri, restoranlar,
festivaller, villalar birbirini kovaladı Şile bugünkü
hale geldi.
Heybeliada
1970'li yıllara kadar Eminönü tarafına yakın Galata
Köprüsüne bitişik 5 No'lu iskeleden kalkardı ada vapurları.
İşletmenin en yollu vapurları olan Fenerbahçe ve Paşabahçe
adlı olanlarla Yalova aktarmalı ekspres seferleri de
yapılırdı. Bu vapurlar Heybeliada, Büyükada uğraklı
olurlar Kınalı, Burgaz'a uğramazlardı. Özellikle Yalova'dan
gelen pazarcılar, ürünlerini taze taze Heybeliada'nın
pazar çarşısına getirdikleri sabahlar vapur bir başka
türlü olurdu. Adaların yasemin çiçekleri meşhurdu, iri
yapraklı yasemin çiçekleri çam ağacının iğne yapraklarına
takılır demet halinde adadan ayrılanlara iskelede satılırdı.
Küçük torbalarda keskin nane şekeri satılan ada vapurlarında
bar vardı, ikinci kat çıkış kapısı hizasında dizili
hasır koltuklara oturanlar bar önünde içkilerini içerek
yolculuk yapabilirlerdi. Dahası vapurun kıç tarafı lüks
mevkii idi, bilet ücretine ilaveten artı bir miktar
daha mevkii farkı para ödenirdi, ikinci mevkii de vardı
yolcu bankları yastıksız tahta idi. 70'li yılların başında
vapurların kalkışları Galata Köprüsünün kazıklarına
zarar veriyor diye iskeleler köprüden Sirkeci'ye taşındı.
Vapurda içki satışına son verildi, vapurlara Bahçekapı,
Korutürk adlı olan benzerleri katıldı, Fenerbahçe ve
Paşabahçe emekli oldular, şimdilerde Sütlüce'de Rahmi
Koç Sanayi Müzesinde dinleniyorlar. Fotoğrafta Heybeliada
iskelesine usul usul yanaşan Paşabahçe birazdan yolcu
transferini tamamlayacak, adanın martı çığlıkları arasında
tornistan çıkıp, tam yol köprüye, belki de Kabataş iskelesine
dalgaları yara yara yol alacak.
Heybeliada Çam Limanı Koyu
İlk kez bu fotoğrafı görenler Ege'de Akdeniz'de bir
cennet koy sanabilir. Bu güzel koy Heybeliada'nın arka
yüzünde yani Yassıadaya bakan kıyısında bulunuyor. Çevresi
çam ağaçları ile kaplı haliyle adı belki de bu yüzden
Çam Limanı. Kış aylarında kar yağışı altında kalan görüntüsü
ise müthiş, Uludağ'ın güzelliklerini aratmıyacak nitelikte.
90'lı yıllara kadar sadece bir kayıkhane vardı, şimdiki
gibi plaj işletmeciliği yoktu. Geçmiş yıllarda Heybeliada
Senatoryumu hizmet verirken günümüzden sekiz on yıl
önce hastanenin faaliyetine son verilmişti.
Çam Limanı
Balıkları
Dalgalara korunaklı koyun özelliği balıklara ev sahipliği
yapması. Başta mezgit, kırlangıç, istavrit olmak üzere
bir çok balık türünün uğrak noktası üzerinde olan koyda,
yavru köpek balıkları ile Marmara Denizi'nin en tehlikeli
çarpan balıkları olan trakonya ve iskorpit balıkları
da balıkçıların avladığı balıklar arasındaydı.
Balık bolluğu nedeniyle dalyan yapılan koy aynı zamanda
yatların demirlediği sakin koylardan biri.
Boğaziçi Rumelihisarı Mevkii
Boğaziçi Şen Gönüller Yatağımısraları ile başlayan Zeki
Müren şarkısını duyar gibi olursunuz. Hisardan görüntüler
bir çok ressamın tuvaline, fotoğrafçıların, fotoğraflarına,
kartpostallara konu olmuş bir yer. Buradan görünen manzaların
en ünlüsü iki burç arasında görünen Denizcilik İşletmesinin
uzun yol gemileri ile kömürlü gemilerin boğaz seferlerinin
görüntüsüdür. Boğaz'a hakim panorama'nın yeri Rumelihisarı
burçlarının tepesi Fatih Köprüsü yeni yapıldığı yıllar,
kara trafiği de, deniz trafiği de bugünkü yani 2015'de
ki gibi değildi 1980'li yıllarda.
Rumelihisarı Fatih Kule'de bale gösterilerini izleyebilirdiniz.
Rumelihisarı girişinde otoparkta her daim yer sorunsuz
bulunurdu, aynı mevkide yer alan dünün çay bahçeleri,
bugünkü gibi kahvaltı veren restoranlara dönüşmemişti.
İki kıtanın birlikte görüldüğü, Türk filmlerinin çekim
platosu erguvan çiçekli mekanlar, Aşiyan'la bütünleşmişti.
Beyoğlu Emek Han
Bu fotoğraf basit bir Beyoğlu fotoğrafı gibi görünse
de Beyoğlu'nu yaşamış biri için kitap yazacak kadar
çok şey ifade edebilir. Çünkü büyük bina günümüzde tiyatro
dekoru gibi görünse de bir kaç yıl öncesine kadar içinde
Emek Sinamasını barındıran, Beyoğlu'nun simgelerinden
biri olup yıllarca damakları tatlandıran profitrolüyle
ünlü İnci Pastahanesini ve daha bir çok mağazaya ev
sahipliği yapmış bir handı, bir kaç yıl önce ön duvarı
bırakılıp içi yıkıldı.Yeniden yapılan hanın içine yine
Emek sineması yapıldı fakat aynı yere değil bir kat
üstüne taşınaraktan.
Beyoğlu'na çıkanlar artık, pam pam, İnci, Martino, Lazzaro
Franko, zaharyadis, gibi daha bir çok marka olmuş dükkanı,
eski sinemaları göremiyorlar. Yağmur yağdığı zaman caddeye
boşalan sularla nehire dönen ve zemini yap boz tahtasına
çevrilmiş, Beyoğlu İstiklal Caddesinde hala tramvay
geçiyor, insanlar yürüyor ama, aması var işte!
Eminönü'ne Minareden Bakış
Kentin arenası Tarihi Yarımada'yı Pera'ya bağlayan asırlık
Galata Köprüsü geçmişi boyunca büyük önem taşımış, taşımaya
da devam ediyor. Eski köprünün aynı yerine olmasada
biraz yanına yapılan yeni Galata Köprüsü bu görevi devir
almış. Eskisi gibi yine boğaz hattı ve Haliç yönüne
sefer yapan gemilerin terminali, Kadıköy yolcu hattı
ile Boğaz gezisi yapan turist motorlarının ev sahibi
konumunda. Peki eskiye göre, yani fotoğrafın çekildiği
30-40 yıl öncesine göre fark nedir diye sorarsanız,
evet artık Heybeliada, Yalova, Ülev, Suvat yok, adalara,Yalova'ya
ekspres sefer yapan Fenerbahçe, Paşabahçe'de yok. Kıyıda
ki sürekli sallanan küçücük teknede, tüp gaz üzerinde
sürekli kaynayan yağ içinde kızartıp satılan balık ekmek
satıcıları da yok. "Nasıl yok" dediğinizi
duyar gibiyim, onlar artık yeni Köprünün Haliç tarafında
dev teknelerde yağsız, kızgın saç üzerinde Norveç'den
ithal Uskumru balık pişiriyorlar.
Sayım Günü Evlere Kapanılırdı.
Eğer sayım yılı geldiyse pazar günü evlere kapanır sayım
görevlisinin gelip hane nüfusunu saymasını, istatistikler
için gerekli sorular sormasını çaresiz beklerdik. Görevli
elinde koca bir anket defteri ile gelir ayakkabıları
çıkartıp pazar kahvaltısı masasının bir köşesinde yazmaya
başlardı. Evde kaç kişi çalışıyor, ev kira mı sizin
mi, çocuklar okuyor mu, lisan biliyormusunuz gibisinden
sorular sorarlardı. Evde oturmaktan sıkılanlar sokağa
çıkma yasağının bitiş saatini beklemeden kapı önüne,
sokaklara çıkmaya başlardı. Çocuklar bu konuda öncüydü
cevapları hazırdı "biz sayıldık" derlerdi.
Sayım günü kent bomboş olur, yollar, meydanlar, iskeleler
görmeye alışık olmadığımız hallere bürünürdü, kentin
homurtusu, araç kornası, vapur düdüğü, inşaat, motor
sesleri yerine şaşırtıcı çeşitte kuş sesleri duyardınız.
Beyoğlu Balık Pazarı
Çiçek Pasajına paralel renk ahenk dükkanlarla Beyoğlu'nun
mutlak uğranılan lezzet pazarıydı. Hala öyle mi evet,
gerçi bir sokağı son bir kaç yıldır tamamen meyhanelere
bırakılmış olsa da faaliyetine devam eden yedi balıkçısı,
iki lakerdacı, midye tavacısı, kokoretcisi, şarküteri
dükkanları az sayıda manavı, paçacı, tavukçu, baharatçısı,
bir şekerci, bir fırını ile nümunelik sayıda kalmış
haliyle adını yaşatmaya çalışıyor.
Adı üstünde Balık Pazarı 14 tane balıkçı vardı, dekor
gibi tezgah düzenlerler, kırmızı boyalı ahşap yuvarlak
tepsilerde balıklar al beni diye bağırır gibi dururlardı.
Akşam mesai dönüşü balık pazarına uğrayıp biraz tarama,
biraz lakerda, çiroz, enginar, alıp tezgahları seyretmek
mutluluktu. Sokak tentelerle yarı kapalı gibiydi, yağmur
damlaları bile hoştu, çarşının ziyaretçileri, kedileri,
sembol olmuş kişileri ile bohem bir havası vardı. Çiçek
Pasajı ise çiçek satılan bir yerdi, Beyoğlu tarafında
Gömlekçi Martino da gidince, balık pazarında sayım günü
çekilmiş eski halini gösteren bir bu kaldı.
İstanbul'un Göbeğinde Kamp Hayatı Londra Kamping
Çok değil 2015'den yakın zaman öncesine kadar 2000'li
yılların başında İstanbul'un Ataköy sahili, kent merkezi
adeta sayfiye yeri gibiydi. Ataköy A B Moteller, Londra
Kamping alanları içinde kendinizi kentin dışınta Ege'de
Akdeniz'de tatil merkezinde bir yerde hissedebilirdiniz.
Baruthane Kulesinin bulunduğu yerde, ağaçlıklı alan
içinde çadır kurup kamp yapanlar, karavanda konaklayan
yerli yabancı turistler, bunlara ilaveten kalp ameliyatı
geçirip doktor tavsiyesi üzerine villalardan, apartman
dairelerinden çıkıp stresten uzak yaşamak isteyenler
bile vardı. Çadırların önünde duran limozin marka araçlar
bunlara en güzel örnekti. Hafta sonları karavan otoparkında
karavanı olan aileler kamp alanında toplanır, kuzu çevirip,
gitar çalarak kamp hayatının hakkını verirlerdi, etkinliklerini
de gazetelere yaptıkları davetlerle daha geniş kitlelere
duyururlardı.
Kabataş İskelesi
Yaz aylarında yaz tarifesi ile birlikte Sirkeci'den
kalkan ada vapurları Kabataş'tan da kalkış yaparlar,
yolcularını yine bu iskeleye getirirlerdi. Gökkafes
henüz yapılmamış ve İnönü Stadı yıkılmamış, Park Otel
mimari dokuyu parçalarcasına dev gibi yükselmiş, fazla
katları yüzünden inşaatı durdurulmuş, kaderini beklemeye
başlamıştı.
|