Beyoğlu'nun 60'lı yıllarda ki geçmişine uzanıyor o dönemin
modası, ruhu, yaşantısı ve lezzetleriyle Taksimden Galatasaray'a
doğru gezimize başlıyor, zaman zaman son 50 yılını da hatırlıyoruz...
Önce TAKSİM
Atatürk
Anıtının etrafında dönerek araçlar tam bir tur atabilirlerdi.
Bu turun İstiklal Caddesinden gelen araçlarla kesişme noktasında
trafik polisi yoğun görev yapardı. Aslında anıtın etrafında
dönmek öyle kolay bir iş değildi! Meydan dönüşü, troleybüsler,
Bussing markalı Belediye otobüsleri, taksi, dolmuş, kamyonet,
ve özel araçlar hep beraber dörtlü, beşli şerit halinde
kimsenin aracına dokunmadan dönen sürücüye ehliyet verilebilir
zorluktaydı. Bu dönüşte sular idaresinin önüne gelindiğinde
araçların bir kısmı Sıraselviler'e ayrılırken turu tamamlayanlar
Gümüşsuyu yönüne veya otobüs duraklarının önünden Harbiye
yönüne yönelirlerdi.
Duraklar basit borulardan yapılmış üç tarafı açık, arkası
küçük pencerelerden veya reklam panoları ile kapalı kırmızı,
krem boyalı, ilkel, dandik şeylerdi.
Otobüsler burada yolcu indirip bindirme anında iki sıra
olduklarında iki şerit iptal olur trafik sıkışırdı. (Bugünkü
Taksim Metro istasyonunun girişi önü).
Halen hizmet veren Taksim Postanesinin karşı sırasına isabet
eden yerde Kristal Büfe bulunur, çok iş yapardı.
Şu bildiğimiz yassı köftelerin yuvarlak ekmek arasına konulmasının
ilk yılları "Hamburger" adıyla anılıp günün her
saatinde yenilebilen bu tür yiyecek, Kristal'in kullandığı
özel salça sosu ile ayrı bir lezzet kazanırdı.
Hamburger alabilmek için uzun sıralar oluşurdu. Genellikle
gece saat 24 den sonra bile büyük kalabalıklar gözlenir,
bu kalabalık büfeye sığmaz kaldırımlara taşardı. Bilhassa
Elmadağ'da ki eğlence yerleri Club 33, Disko "Hydromel",
"Parizyen gibi lokallerden ve sinemaların suare seanslarından
çıkanlar otomobillerini Kristalin önüne çekerler, o saatte
"Uyuyan dev" İstanbul'un o bölümünde sabahın ilk
saatlerine kadar az da olsa hareketlilik yaşanırdı.
Kristal Büfe ye verilen siparişler sekiz, on hamburger,
altı ayran gibi olurdu!
Hamburgeri özel lezzetiyle güzeldi de, ayranı pek bir hoştu,
üzerinde bir parmak köpük olurdu. Gençler adam başı en az
başı beş altı tane birden yerlerdi, yani öylesi güzeldi.
Biraz ilerde cadde üstü Marmaris Büfe vardı, buranında dilli
sandviç'i tercih edilirdi. Şimdi birkaç yıl daha geriye
gidiyoruz.
Taksim
Meydanında şimdiki metro çıkışı ile AKM arasında tünelin
yerinde 27 Mayıs anısına dikilmiş üzerinde yapraklar sarılı
bir kama vardı. 27 Mayıs kutlanan bir bayram olmaktan çıkarılınca
o da yerinden kaldırıldı.
Bugünkü The Marmara Otelinin bulunduğu yerde bakkal gibi
kokan, yüksek tavanlı bir bakkal dükkanı vardı. İçinde patates,
şeker çuvalları olan, arap sabunu, takunya satan bir yerdi.
Yolun Gümüşsuyu'na doğru dönen kısmında "Mas"
otobüsleri şirketi ve terminali kafesi yapılmıştı. Mas Otobüsleri
Ankara - İstanbul arasında çalışan, Varan, İnanöz gibi en
popüler şirketlerden biriydi. Radyoda 10 dakikalık reklam
kuşağı bile bulunur bu süre de sinyal müziği The Shadows
grubunun Quarter masters stores melodisi ile tanınırdı.
Bakkalın sağ tarafında "Ankara Pazarı" vardı (Migros
gibi hizmet verirdi) girişte sepeti koluna takan ihtiyaçları
içine doldururdu.
O yılların en ünlü yoğurdu mumlu kartondan imal edilmiş
uzun bardaklarda satılan "Ömür" yoğurdu idi. Ankara
Pazarı'nın devamında Pamuk Eczanesi
onun yanında yabancı dergiler film, ithal 45 lik plak satan
bir mağaza yer alırdı.
60'lı yıllarda Maya Casabianca'dan "Guitare Tango"
dinlenirdi,
"Cuando Calienta El Sol", Elvis Presley, Enrico
Macias, Jonnhy Holiday, Pepino di Capri ünlüydü. "One
more chance", "Vita difficile", "Melonkoli"
liste parçalarıydı.
Artık Beyoğlu'na giriyoruz.
Yıl 1967-68, yüzyılın en tatlı zamanına damgasını vuran
"60'lı yıllar" da Beyoğlu'nda önceki yılların
"Pera"sına göre gözle görülür, elle tutulur bir
değişim yaşanıyor, müzik, moda, teknolojide ilk'lerle tanışılıyordu.
Bir defa TV yeniydi. O yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi
siyah beyaz deneme yayınları yapardı yarım gün sürerdi.
Bu yayınlarda ekrana Fecri Ebcioğlu çıkardı. TV öylesine
yeni, bir o kadarda ilginç karşılanmıştı ki, beyaz eşya
türü satış yapan dükkanlar vitrinlerine bir TV koyarlar,
dükkanın dışında biriken topluluk sesi duymasalar bile vitrin
önünde bekleşirler, merakla seyrederler, aralarında fikir
beyan edenler olurdu. Dükkanın önü aşırı kalabalıklaşınca
da mağaza ilgilisi TV yi kapatır, kalabalığın dağılmasını
sağlar, sonra yeniden açar, yeni kalabalıklar toplardı.
Beyoğlu Konserleri
Fitaş ve Dünya sinemaları yeni açılmıştı. Aynı binada
üst üste iki sinemaydı. Dünya sinemasının yerin yedi kat
dibinde olduğu dilden dile dolaşırdı. Fitaş sineması hafta
sonu sahnesinde konserlere de yer verirdi.
O yılların vazgeçilmez konserlerini Erkin Koray ve ön grubu
Bunalımlar yapardı. Underground yepyeni bir akımdı.
Bu tür 1962 de parlayan The Beatles grubu müziğine göre
daha sertti, underground'u daha isyankar, asi gençler tutardı.
Underground'cular sıradan görünümlü olmayıp aykırı görünüşleri
ile dikkat çekerlerdi.!
Topuklu çizmeler, vücudu saran deri pantolon, ceket ve montgomerler
giyerler, kalın geniş kemer takar, uzun saç baygın bakışlı
umursamaz görüntüler oluştururlardı. Arabesk illeti henüz
yoktu.
Gipson marka elekto gitarlı Erkin Koray upuzun saçları ile
gençleri peşinden sürükler Moddy Blues'un "Question"
ile başlayan konserlerinde Korkut Koray'ın davul, Alman
basçı Bernhard Weber'in bas gitarı eşliğinde sahnede hiç
dans etmeden "Cadillac", "Backdormen",
"Balla Balla" gibi parçalarla coşturup gençlerin
canhıraş çığlıklar atmalarına neden olurdu. Gençler Fitaş
sineması girişine asılan Siyah Beyaz Erkin Koray konser
afişlerini görünce doğruca bilet gişesine gider, hafta sonu
konser biletleri çok önceden sıraya girilip alınırdı.
Beyoğlu'nda yerli sanatçıların konserleri kadar yabancı
sanatçıların konserleri de olurdu. Organizatörlerin düzenlemeleri
ile"A place where no one goes" ile tanıdığımız
The Four Pennies ve "Black is black" ile ünlenen
Los Bravos grubunu da Fitaş sinemasında konser veren gruplar
kervanına katılmışlardı. (Not: Bu grup yurt dışından beraberlerinde
getirdikleri enstrümanlarını girişte o zaman ki ismiyle
Yeşilköy Hava Meydanı gümrüğünde deklere ettirmedikleri
için, çıkışta bu enstrümanlara bir süre el konmuştu).
Adamo, Dalida, Mark Aryan, Patricia Carli, Ann Mary David
sıkça gelir giderlerdi. Bir ara Cliff Richard'ın eşlik grubu
The Shadows da gelecekti ama konser için 50 bin TL isteğini
karşılanamadığı için vazgeçilmişti.
|
|
|
|
|
|
Taksim başta olmak üzere bir çok dergi mecmua satan dükkanlarda,
gazete bayilerinde Fransız müzik mecmuası Salut Les Copains,
Alman müzik ve gençlik dergisi poster parçalı ilaveli Bravo,
Pop, İtalyan müzik dergisi Giovani gençlerin çıkışını merakla
beklediği yabancı dergilerdi. Haftalık ve aylık dergiler
arasında Life, Time, Newsweek, Down Beat, Mad, Stern, Bunte,
Photoplay, Paris Match, Jours De France, Le Soir İllustre,
Cosmopolitan, Hayat, Ses, Hey, Modern Çağ, Diskotek, Pazar,
Adam dergileri dükkanların görünen yerlerine köşelerinden
tahta mandallarla asılırdı.
|
|
|
Bir
de erkek dergileri vardı Playboy, Penthouse, Lui gibi.
Bu tür dergiler her yerde bulunmazdı, tezgah altından çıkarılır
verilirdi, sonraları poşet içinde satılmaya başlamıştı.
Beyoğlu'na çıkıp da gazete, dergi satan bayi, dükkan vitrin
ve tezgahlarına bakanlar, mutlaka aynı hafta sinemalarda
filmlerini seyrettikleri tanıdık simaların kapaklarında
yer aldığı dergileri görür, bu aşina yüzler alıcıya dergiyi
sattırırdı.
Yerli yayın organlarından başka bir tane de yabancı yayın
satın almak alışkanlık olmuştu.
Cep fotoromanlarının yanı sıra en çok öğleden sonra piyasaya
çıkan içinde Killing fotoromanının ve bir de dörtte bir
sayfada çıplak artist resminin yer aldığı, satıcıların "Haydi
sonunuz geldi" diye bağırarak sattıkları "Son
Gazetesi" gençlik arasında büyük rağbet görürdü.
Bulunmayan bazı ders kitapları ise, tavana kadar kitaplarla
dolu, küçük ve loş bir dükkan olan "Madam'ın Kitapçısı"ndan
tedarik edilirdi.
Fitaş ve Dünya Pasajı
Fitaş Dünya sineması içi pasajı yabancı menşeli malların
satıldığı butiklerle dikkat çekerdi. Pasaj girişinde "Sabo"
ayakkabıcısı altı yüksek modelleri ve "Lord" tipi
modelleri ile hayran bırakırdı. Bu dükkandan ayakkabı almak
başlı başına bir zevkti. Bu ayakkabıları ayağınızda görenlerin
ilk sorusu "nerden aldın" olurdu. Aynı dükkan
sırasının sondan bir önceki dip dükkanı Mustafa Taviloğlu'na
ait olan "Mudo" idi.
Parfüm, after shave, gömlek, kravat, saat
ve kayışı, kol düğmesi, pantolon plak satardı. O yılların
en gözde kokuları arasında beyaz bir şişe içinde üzerinde
yelkenli resmi bulunan okyanus kokulu, Old spice, koyu yeşil
yassı şişeli olup, çam kokulu Aqua di Selva, tahta kapaklı
dört köşe şişeli English Leather, Alman kolonyası yeşil
etiketli renksiz şişeli 4711, birde Aramis vardı. Sadece
Aramis sürdüğü için o gençle çıkan, bu kokuya bayılan genç
kızlar da vardı.!
Yurt dışından getirilen Long Playleri burada bulmak mümkündü.
The Beatles'in "Help" albümü, veya Dave Dee, Dozy,
Beaky, Mick and Tich grubunun "İf müzik be the food
of love" albümü vitrine konulmasıyla satılması bir
olurdu. 110 Türk lirası fiyatlı bu LP gençlerin dikkatini
çekmeye yeterdi. Ne yapıp yapılır borç harç bu plaklar alınırdı.
İşin en ilginç yanı alınan bu LP ile Beyoğlu'nda yapılan
yürüyüşler, en büyük hava atma şekliydi.! Plak alınır fakat
kağıda sardırılmazdı, koltuğunuzun altına alıp Galatasaray'a
kadar yürüdünüz mü elinizde ki plağın kabına bakmayan, okumayan
kalmazdı. "Aaaa Help Albümü". Dediklerini duyardınız,
"Nerden aldığınız, başka var mı acaba" diye soranlar,
bir plakla tanıştığınız arkadaşlarınız olurdu.
Eve gelip bu plakları defalarca dinlemek ise
bir başka büyük mutluluktu.
Hamburger
yeniydi yeni olmasına, dönerli sandviç de yeniydi. O yıllara
kadar sadece kokusu 100 metreden duyulan özellikli, çift
kapaklı tahta kutular kollara asılıp gezilerek satılan incecik
lahmacunlar vardı. İçine, doğranmış soğan, maydanoz serpilip,
limon sıkılan lahmacunlar bilinirdi. Gezici lahmancunculara
özellikle de Dolmabahçe'de ki Mithatpaşa stat çevresinde
sıkça rastlanırdı.
Bir de sandviç ekmeğini yarım keserler, bu derin olmayan
kesim içine üstün yetenekleri ile jilet kadar incelikte
dilimledikleri kaşar peynirini koyarlar, bunu daha çok araba
vapurlarında satarlardı.
Haşlanmış yumurtalı sandviçleri ve büfelerde gün boyu kaynayan
salçalı sos içinde bulunan sosisler vardı. Sandviç ekmeği
arasına bir kaşık bu sostan gezdirilir, sonra da sosis maşa
ile tutulup yerleştirilir, bilet
kadar küçük bir kağıt arasında köşe büfelerde satılırdı.
İşte böyle bir ortamda bütün bu fast food furyasına dönerli
sandviç de eklenmişti. Beyoğlu girişi Fitaş sinemasının
bir köşesi ayakkabıcı "Şeref" (Şimdi "Ekmek
Arası Büfe") diğer köşesinde "Burç Kafeterya"
(Şimdi "Bereket Döner") kapıya yakın yoldan görünen
yerde döner keser, cımbız gibi maşa ile tutuğu küçük döner
yapraklarından pek azını sandviç ekmeği arasına ustaca yerleştirip
iki ince dilim turşu ilave ederdi.
Fitaş
sineması karşısında "Papağan Pasajı" yeni açılmıştı.
Köşesinde cadde üstü bir kuru yemiş dükkanı vardı kapıda
ise bir T tünek üzerinde kuyruğu yarım metreden fazla renkli
bir papağan bulunurdu. Papağanla ilgi çekip satış yapan
bu dükkan önünde meraklılar toplanır, papağanı konuşturmak
için tüm hünerlerini sergilerlerdi. Meraklı izleyiciler
papağanın çıkardığı sesleri kelimelere benzeterek eğlenceli
dakikalar geçirirken, aklına gelenler içeri girip çerez,
kuru kahve filan alırlardı. Bazı muzip gençler
sahibine çaktırmadan papağanın yüzüne tükürürler, papağanın
kanadıyla yüzünü silişine gülmekten katılırlardı!
Tam buradan içeri giren sokakta (Küçük Parmakkapı) Atatürk
Erkek Lisesi ve yan sokağında Havagazı İdaresi vardı. O
yıllarda Beyoğlu Bölgesinde oturanlar, merkezi Dolmabahçe
Küçük Çiftlik Parkında bulunan havagazı dolum deposundan
tevzi edilen gazla ocaklarını yakar, faturaları da Beyoğlu'nda
tahsil edilirdi. Aynı sokakta havagazı ocakları, Junkers
marka şofben
tamircileri de vardı.
Atatürk Erkek Lisesinin sokağının diğer köşesi muhallebiciydi.
İki katlı muhallebicinin keşkül, tavuk göğsü, muhallebisini
yemeye gelenlerle, okulu kıran talebe ve genç aşıklar, sevgililerle
dolardı. Muhallebiciye gitme geleneği vardı ve bu Beyoğlu'na
çıkanlarda günlük programın bir parçasıydı.
Sinema öncesi veya çıkışında muhallebiye mutlaka uğranır
hanımlara randevular burada verilirdi. Ünlü "Saray"
muhallebicisi 10 sene kapalı kalmış müdavimlerini üzmüştü.
Vakko, Tanca bitişiği "Karakedi Plak Evi" yakınında
Beyoğlu'na açılan daracık bir sokağın başında Galatasaraylı
defans oyuncusu Yılmaz'ın "Yılmaz Plak" isimli,
birkaç basamakla çıkılan bir küçük dükkanı vardı. Galatasaray'da
sık görülen futbolculardan biri de, Beyoğlu çocuğu olan
Beşiktaş futbol takımının unutulmaz ismi, daracık alanda
attığı müthiş çalımlarla tanınan Beşiktaşlı Yusuf Tuna'ydı.
Yeni Melek ve Emek Sinemaları
Aynı kaldırım üzerinde yürümeye devam edersek köşesinde
şekerci "Hacı Bekir" bulunan Yeni Melek Sinemasının
sokağına gelinirdi. Hacı Bekir'in yoldan biraz yüksek vitrininde
tahin helvaları dururdu. Antep fıstıklı, sade, kakaolu,
çeşitlerden yarım kilo, 250 gram filan alırdınız. Hindistan
cevizli, fındıklı, güllü, lokumları çekmeceden çıkartıp
önünüzde kutuya
hazırlarlardı. Paketi kağıda kitap, defter kaplar gibi itinalı
sarıp iple bağlarlar, kolay tutmak için avuç içine gelen
kısma bir tutacak takarlar, bağ yerine amblemlerinin bulunduğu
yapışkanlı markalarını da yapıştırırlardı.
Renk renk akidelerden tarçınlı, susamlı, limonlu, güllü
ya da peynir şekeri olanından da küçük bir kese kağıdına
almadan geçilmezdi.
Şekercinin sinemaya giden yan sokağına bakan vitrininde
renkli yaldız kağıdına sarılı çikolatalar tepsilere dizili
şekilde teşhir edilirdi. Bunun bir ismi de misafir çikolatası
olarak anılırdı.
Yan sokaktan biraz ilerleyince solda ikinci katta terzi
Alp vardı, ısmarlama iyi pantolon dikerdi. 1.20 cm den dikilen
pantolonlar, düşük belli, duble paçasız istenirse 1.10 cm
dan da çıkardı. Paçalarda moda İspanyol'du. 36 cm lik boyları
ile paçalar sokağın köşesini sizden önce dönerdi.! Altı
yüksek sabo tipi ayakkabıların üzerinde güzel dururdu. Tek
kusuru İstanbul'da yolların büyük bölümü balçık çamurdu,
bu çamurlar İspanyol paçalara yürürken sıçrar, Beyoğlu'ndan
başka yerde bu modaya uymak pek kolay olmazdı.
Sokağın
sonunda Beyoğlu'nun en ünlü birkaç sinemasından biri olan
yeni Melek sineması balkon ve koltuk bölümüyle nezih bir
seyirci kitlesine hitap eder, iyi film izlenir, genellikle
yabancı film gösterirdi. İstisna olarak bir defasında bir
Türk filmi olan ve baş rolünü Hülya Koçyiğit'in oynadığı
"Susuz Yaz" filmi de bu sinemada gösterime girmişti.
Yeni Melek Sineması da diğerlerinde olduğu gibi Frigo-buz,
Koko, Alaska söylemli satıcılar, antrakta tahta tepsiler
içinde gezdirdikleri buzlu dondurmalar büyük zevkle yenirdi.
Bağırmasalar da madeni bozuk parayla tepsi kenarına tıklatmaları
ile yerlerini belli ederlerdi.
Sıra ortasında oturanların siparişi dondurmacı uzanamıyorsa
elden ele verilerek sahibine ulaşması sağlanırdı.
Sinemalar ve Seanslar
Kadın modasında en fazla göze çarpan sivri burunlu, ince,
yüksek topuklu, bacağı çorap gibi sımsıkı saran siyah rugan
çorap çizmelerdi. Çizmelerin konçları diz kapağının biraz
üstünde kıvrılarak biterdi. Beyaz tenli bacakların görünen
bölümünde file veya siyah, füme çorap giyilir, beş parmak
eninde bir bant gibi görünür, hemen üstünde bele kadar uzanan
bir karış boyunda mini etek kalçaları sarardı.
Bu kıyafetle sinemaya gelenlerin üzerinde genellikle parlak
siyah deri pardösü olurdu.
Bu kıyafetle fuayede oturmazlar bir köşede ayakta dururlardı.
Zaten o kadarcık etek boyu ile koltuğa gömülmek neredeyse
imkânsız veya bir başka deyişle eteğin vücuttan sıyrılması
demekti.
Bu
nedenle meydan kulesi gibi dikilirlerdi. Gözleri süzerek
sigara içen, vamp bakışlı genç kadınlara arkadan bakınca,
deri pardösü tüm frikik açılarını kapatırdı da, cepheden
ve yandan bakışlarda her zaviyeden frikik verirlerdi. Hatta
frikik ne kelime görüntü direkt penaltıydı!
Bu kıyafette olanları çok sık görmeseniz de, her seansta
fuayede mutlaka bir iki tane bulunur, bilhassa öğrenci harçlığını
cebine koyup gelen pasolu öğrencilerin odak noktası olurlardı.
Kadınlar genç bakışlara aldırış etmeden sigara dumanı bol
fuayede sert makyajlı gözleriyle kalantorları süzerlerdi.
Filmin başlayacağını uyaran II. gonktan sonra salona girerler,
nasıl oturdukları görünmezdi. Koltuk numaraları sıra başı
değil de daha içerdeyse ve de sıra başında gençler oturuyorsa,
bu geçiş sırasında yol veriyormuşçasına, koltuğun gerisine
çekiliyormuş gibi yapsalar da dizlerini geçen genç bayanın
bacaklarına kısa süre değdirirlerdi.
İki koltuk sırası arasında kalan dar geçitten film başladıktan
sonra geçerken karanlık ve karanbolde
süper minili, çorap çizmeli, afet bayanlar arasında, bir
ara dengesini kaybedip kucağa oturup kalkan da olurdu. Bazıları
başlarına geleceği önceden sezinler, yüksek sesle "Müsaade
eder misiniz" der, çevredekilerin bakışlarını üzerinde
topladıktan sonra gençlerin taciz hareketlerine engel olarak
koltuklarına öyle otururlardı! Bu bir taktikti.
Cumartesi 14.30 öğrenci seyircisi bol, böyle bir seanstı.
Yukarda çorap çizmelerden bahsetmişken bir de Napolyon çizme
giyilirdi. Bazı hanımlar pantolon paçalarını dize yaklaşan
çizme konçlarının içine sokarlardı.
Pantolonun diz bölgesi buruşur, adım attıkça dışarı çıkar
körük yapardı. Bu hem bacağı kalın gösterir, hem de pek
estetik durmazdı. Bu stili uygulayanlara çoğu kez, çöpçülerin
pantolonu lastik iş çizmelerinin içine sokmalarına benzeterek
"Kadına bak çöpçü gibi pantolonu çizmenin içine sokmuş"
diye yüksek ses tonuyla yorum dile getirilirdi!
Sinema
salonunun sahne perdesine yakın koltuklarından 8-10 sırası
"Birinci" adıyla anılan ve en son satılan koltuklardı.
Salonda yer kalmayınca, gişe görevlisinin bilet almak isteyene
"Birinci de yer var" teklifine mecburen katlanılırdı.
Bu koltukları balkon ve salondan daha ucuz olduğu için tercih
edenlerde olurdu.
Filmi sahne dibinden başınızı epeyce yukarı kaldırarak seyrederdiniz.
Boynunuz, bilhassa enseniz ilk yarı sonrası ağrımaya başlardı.
Bu nedenle film ara verdiği zaman buradan kalkıp, gelmeyenlerin
veya filmden çıkanların salonda ki boş koltuklarına geçilirdi.
Film Kuryeleri
Filmlerin çoğu ithal, tek kopyalıydı. İlk defa Beyoğlu sinemalarında
vizyona giren filmin oynadığı diğer sinemalar Harbiye, Pangaltı,
Osmanbey, Şişli'de olurdu ve bu sinemaları seansları Beyoğlu
sinemalarından daha geç başlardı. Filmin ilk yarısı biter
bitmez sinema makinesinden çıkarılan bobin Osmanbey tarafında
ki sinemaya yetiştirilir, diğer seyredilen bölüm alındığı
gibi Java motosikletli kurye ile son sürat sinemaya yetiştirilirdi.
Kuryelerin kaybedecek zamanları yoktu. Sinema film kuryeleri
yol tıkanınca, kaldırımdan geçseler bile trafik polisleri
bir şey demezlerdi.
Beyoğlu filmleri daha sonra Kadıköy Yakasına sonrada Çemberlitaş-
Laleli sinemalarında gösterime girerdi.
Bazen
film kopar, dişler yırtılır, oradan keser, devamına yapıştırırlar,
bir kısmı kısalmış olarak gösterime devam edilirdi.
Yeni Melek sokağında değinmem gereken biri büfe, bir de
mağaza var. Büfenin adı "Pasifik Büfe" gençlerin
bir çoğunun ilk "Yengen"i, "Hamburgeri"
ilk yedikleri yer olarak da hatırlanabilir. Mağaza ise "Beatles
Pantolon". Sadece pantolon satan bu mağazanın vitrini
yanında yukardan aşağı doğru dizilmiş dört Beatles üyesinin
portreleri yer alır, dar kesimli,
yandan cepli pantolonları beğenilirdi. Yukarıdaki satırlarda
büfelerden söz ederken "Pam
Pam"Büfe, Anabala Pasajı girişinde "Şey Büfe"nin
de kendine has müşterileri vardı.
Sonraki yıllarda Anabala Pasajı sokağı girişine "Ye-Ye"
kuru yemişçisi ile, bir de yolun karşısına "Bacanak
Birahanesi" açıldı ama tutmadı.
Beyoğlu'nun ara sokaklarda üç tane "Müzisyenler Kahvesi"
bulunur, burada toplanan müzisyenler organizasyonları yapar,
iş beklerlerdi.
Bu bölge bitmedi ama yolun karşı kaldırımına geçiyoruz,
Ağa Cami tarafında yılların lostra salonu "Havai lostra".
Burada yüksek topuklu, fermuarlı veya mes gibi yandan lastikli
yarım bot Beatles çizmeler, Lord modeli bağlı ayakkabılar
boyatılıyor. Bir boya, bir cila ayakkabılar rugan gibi gıcır
gıcır oluyorlar, parıl parıl parlıyorlar. Duvarlarda reklamlar
var aynen şöyle yazıyor, "Ooo ayakkabılarını yeni mi
aldın? Hayır Havai Lostra Salonunda boyattım."!
60'lı yıllarda Beyoğlu'nda dolaşan ayakkabılar, çizmeler,
yüksek topuklu sabolar, Beatles modeli yarım botlardı.
Tilt Langırt Salonları
Bu
sokağın bir esprisi de tilt salonu! Bu konuda bir "Topal
Saim" var bir de "Tivoli". Salonlara 18 yaşından
küçükler giremiyor. Küçükler oyun makinelerine hasta ama,
görevli yakalayınca, "Zabıta basarsa ceza yazar"
diye yakaladıkları ufaklıkları dışarı çıkarıyor. Salonun
duvarlarına yakın yerlerde tilt makineleri orta kısımlarda
langırt masaları yer alıyor. Köşede küçük bir masada oturan
kişi para bozuyor, jeton satıyor. Gençler geçiyorlar langırt
masalarının her iki yanına kimi kolları sürekli çevirip
fırdöndü yapıyor, kimi son topta şapkasını kaleye tıkarak
topların gol olup, oyunun bitmesini önlüyor. Ustalıkla ayarlanmış
Tilt makineleri ise en ufak sallamada filipperlerin arasından
geçen toplara müdahale yapamadan kısa devre olup, ışıkları
sönüyor, oyunun bitmesi ile
yeni jetonlar yutmaya devam ediyor.
Bütün bu oyunlar oynanırken kısıtlı zaman içinde köşede
duran müzik dolabına da para atılır otomatik kalkan maşalı
robot tutma kolu 45 lik plakların yerleştirilmiş olduğu
dönen tambur üzerinden istediğiniz plağı alıp çalmaya başlardı.
Bu genellikle Rolling Stones'den "Satisfaction",The
Beatles'den "She loves you" olur salondaki her
kez bu şarkıyı bilmem kaç kez mecburen dinlerdi. Bazen yerine
yanlış yerleştirilmiş veya ters konmuş plaklar da olur,
alakasız plaklar veya çalmak istenilenin arka yüzü çalar,
melodiyi tanımayanlar, ilk kez duyanlar birbirlerinin yüzüne
garip garip, "Bu da çalınır mı" gibi bakarlardı.!
Para boşa giderdi.
Ağa Cami sokağında Hacı Salih lokantası çok meşhurdu, vitrine
iştah açan turfanda sebzeler, turşular koyar içersini merak
ettirirdi.
İstiklal Caddesi gezimize Galatasaray'a doğru devam ediyoruz.
|
© 2004, Bu sayfadaki tüm yazılar ve fotoğraflar
Haluk Özözlü'ye aittir, izinsiz kullanılamaz.
|
|