anasayfagezisergiolaylarunlulernostaljifotosakasihirligazetebiyaografi


2

Ağa Cami sokağından çıkıyor aynı sırada ona paralel Emek Sinemasının sokağına giriyoruz.
Az kaldı unutuyordum önce tam karşıda aynı civarda bir uğrak noktamız daha "Atlantik Büfe" var. Atlantik Büfenin özelliği tabakta sosis veriyor olması. Frankfurter gibi uzun bir sosis tabağa konuluyor. Yanına patates tava veya pilav, bir de makineden hardal, keççap basılıyor. Bu sos işi o yıllarda çok yeni, hardal bildiğimiz hardal ama bir tek orası yapıyor bu makinede basma işini. Üst katı da nezih, yer bulunmaz bir restoran, sinema öncesi vakit geçsin diye ilk önce Atlantik büfede bir sosisli yeme modası var, yanında da Arjantin yani kocaman bir bardakta soğuk fıçı bira.!
Değme keyiflere diyecek yok.
Büyütmek için tıklayınız
Şimdi yeniden Emek sineması sokağındayız. Köşede çorapçı bugünkü gibi. Emek sinemasında film seyretmek, sinemaya gitmek ise şölen gibi. Salonun altın gibi sapsarı, parlak, pilili, büzgülü bir perdesi var, katlana katlana, nazlı nazlı yukarı kalkıyor, tavanda toplanıyor. Perdenin açılışını görmek için bir çok kimse her kez den önce giriyor salona. Çok kaliteli filmler geliyor, ilk kez bu sinemada vizyona giriyor. İşte biri. 26 hafta boyunca her seansta full salona oynayan bir film 1961 yapımı "Batı Yakasının Hikayesi" yani orijinal adıyla "West Side Story" film öyle etkileyici ki, müziği de güzel, defalarca gören var. Film' den söz edilince ben 3, ben 5 kere gördüm diyenlerle karşılaşabiliyorsunuz. Hatta öyle ki filmden çıkan gençler, filmdeki gençlik gruplarının yaptığı gibi ellerini öne doğru uzatıp parmaklarını şıklatarak Taksim'e doğru yürüyorlar.! Tamam diyordunuz bunlar West Side Story filminden çıkmışlar, havaya da girmişler, kendilerini baş rol oyuncusu George Chakiris sanıyorlar..! ( Burada bir parantez açmam gerek 70'li yıllarda "Lak Lak" modası yayılmıştı, lak lak denilen şey iki tane tornadan çıkmış langırt topu düşünün, bunlar birbirlerine iple bağlı, topları elinizin her iki yanında tutuyor, yukarı aşağı el hareketinizle bir yukarda bir aşağıda buluşturuyorsunuz topları. Bu buluşmada toplardan "lak" diye bir ses çıkıyor, seri olarak yapınca sesler lak lak lak diye devam ediyor. Eğer beceremeseniz elinize çarpan toplar parmak kemiğinizi morartıp canınızı yakıyor.
Gençlik arasında çığ gibi yayılan bu el oyununu ustalar bakmadan yapıyorlar. Bunlar arasında "Lak Lak" ları ile Beyoğlu'nda yürüyenlere de rastlanıyor)!

Büyütmek için tıklayınız
Emek Sineması müthiş filmler gösteriyor
Dedim ya, Michelangelo Antonioni'nun ünlü filmi "Blow Up" İlk kez bu sinemada oynamıştı. Kadroya bir bakalım isterseniz yönetmen Carlo Büyütmek için tıklayınızPonti başrolde 2003 yılı sonunda 62 yaşındayken kaybettiğimiz David Hammigs, Venessa Redgrave, Sarah Miles, Jane Birkin, Rus foto model manken Verushka, müzik Herbie Hancock içerde bir de parça var "Stroll On" Jimi Page'li Yardbirds'den . Tanrım olamaz böyle bir şey! Film bitince kimse bir şey anlamıyor çıkışta her kez bir birinin yüzüne garip garip "Sen bişey anladın mı" gibisinden bakıyor! Ben bu ifadelere bayılıyorum dört kez gidiyorum. Bugüne dek çeşitli şehirler, tekrar gösterimler, Sinema ve Film Enstitüsünde ders olarak Akademi öğrencilerine de gösterimi sayarsak (TV hariç) belki sekiz kez belki on kez seyrettiğimi hatırlıyorum. Pandomim ile başlayıp aydınlatılamayan bir macera ile gelişen çok fazla mesaj içerikli film pandomim ile sürrealist olarak bitiyor.
(Son bir not ekleyim, benim gazeteci olmama neden olan film diyebilirim). Filmden Kareler için tıklayınız

Blow-Up Filminden Fragman ve Videolar

Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız

Emek sineması "İrlandalı Kız" filmini de göstermişti. İlk kez guardofonik ses düzeninin uygulandığı filmdi. Film sahnelerinden birinde barın sol kapısından içeri giren adamın ahşap zeminde ki ayak sesleri sol hoparlörden duyulmaya başlıyor, seyircilerin kafaları sola dönüyor, adam yürüyüp sağ kapıdan çıkacak, bu defa kafalar aynı anda salonun sağ duvarındaki hoparlörler yönüne dönüyor, yani seyirci şaşkınlık içinde.!
Büyütmek için tıklayınızThe Who topluluğunun "Toomy Opereti", "Hair" isimli müzikali, Dustin Hofman, Jacklin Bisset'in "Sınıf", müziğini Simon and Garfunkel'in yaptığı "Sound of Silence", Omar Şerif'in "Doktor Jivago" Emek sinemasında seyredilen ve hafızalarda iz bırakan unutulmaz filmlerden bazılarıydı.
Filmi çok beğenenler bir seanstan çıkar, öteki seansa tekrar bir bilet alır, filmi bir daha görürlerdi. O yıllarda sinemaların fuayelerinde film başlamadan ve antrakta oturulur, pasta yenir, limonata içilirdi.
Tiryakilerin sabırsızlıkla bekledikleri bu antraklarda hele film bir Alain Delon filmiyse illaki Gitane veya Gauloise gibi sigaralar yakılırdı. Bu markalar kadar Pall Mall, Kent sigaraları da ünlüydü.
Beyaz Kom gömlekler giyilir, ön cebe bu sigara paketleri konarak yarı şeffaf gömlek cebinden Türkiye de karaborsada bulunan, yurt dışına giden bir dosta sipariş edilerek edinilen sigara paketleri ile bir tür aksesuar gibi hava yaratılırdı.
Zaten Alain Delon filmlerinde antrak olmadan kısa süre önce aktör filmin en heyecanlı ve gerilim noktasında, ki bu çoğu zaman cinayetin düğüm anı olurdu, işte tam o anda bir Gitane çıkarıp yakardı. Bu çağrışımdan etkilenen gençler aynısını yapmak ister, film arası ışıkların yanmasıyla, sigarasını yaktığı an biraz olsun kendini Alain Delon zannederdi.
Mireille Darc, Brigitte Bardot, Catherine Deneuve, Ursula Andres, Reguel Welc, Elke Sommer, Sophia Loren, Liz Taylor, Claudia Cardinale, Virna Lisi, Kim Novak, Sente Baker, Sharon Tate, Rosemary Dexter dönemin ünlüleriydi, sadece onları görmek için konuya bakmaksızın filme gidilirdi, çabuk geçen alt yazılar bile okunmaz aktrisler seyredilirdi..
.
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
  Büyütmek için tıklayınız

1967-68 yıllarında olgun ve kendine güvenen bazı bayanlar siyah renkli file örgü desenli "Öğretmen" markalı çorapları giyerlerdi ve antrakta hafif frikik vererek oturdukları bekleme salonunda şuh bakışlarla mentollü "Çamlıca" sigarası içerek etrafı süzerlerdi. Bayanların bir çoğu Beyoğlu sinemalarına uzun tüylü kürkle gelir, salondan çıkarken kürklerini giymeden omuzlarına alırlar ya da fuayede oturuyorlarsa kucakları üstüne koyar sanki bilmiyormuş gibi açılan eteklerinin altından bacaklarını bonkörce sergilerlerdi. Birde film sırasında uzun manikürlü tırnaklarıyla bacağını naylon çorabı üzerinden kaşıyanlar vardı ki, tırnak ucuyla naylon çorap arasında oluşan bu ürpertici ses delikanlıların içini bir hoş yapardı!.
Büyütmek için tıklayınızBüyütmek için tıklayınız
Beyoğlu sinemaları Alkazar, Atlas, Elhamra, Yeni Ar, Rüya
Beyoğlu sinemaları film başlamadan önce fragmanda haftanın maçını film perdesinde, biraz da hızlandırılarak gösterir, bu çekim maçın üstünden bir hafta geçmesine rağmen heyecan yaratır, bazılarının tezahüratına, alkışlamasına bile neden olurdu!
Gelecek program, pek yakında derken film başlar ve bitime yakın kalabalık arasında kalmadan salonu terk etmek isteyenler, filmin sonunu kapıya yakın ayakta izler, son yazısını beklemeden koşar adım salondan çıkardı.
Beyoğlu'nda 21.15 suare seansı daha elit bir kitle tarafından izlenirdi, 23.30 gibi film çıkışı güvenle, emniyetle Galatasaray'dan Taksim'e ailece yürünür, yollarda eşçinselere, tinercilere, bally koklayanlara rastlanmazdı.
Sinemalar arasında bazıları locaları ile ünlüydü.
Okulu kıran gençler, matine seanslarında kız arkadaşlarını bu localara götürüp, kaçamak öpücüklerle film süresini geçirirlerdi, locadan çok öpücük sesi gelirse yer gösteren görevli elektrik fenerini tutar, locayı bir tür kontrol ederdi.

Kapı girişinde sağlı sollu iki heykel bulunan Alkazar Sineması sürekli matineleri ile her daim dolu olurdu.
Atlas, Elhamra,Yeni Ar, Rüya gibi bir çok sinemanın girişlerinde bulunan camlı panolara konan film afişlerine, filmden sahneler gösteren fotoğraflara uzun uzun bakılırdı.
Bir süre sonra 70 li yıllarda seks filmleri furyası başladı.
Matineler devamlı olup, hangi saate giderseniz gidin, ne kadar kalırsanız kalın, sürekli aynı biletle filmi seyredebilir, zaman geçirebilirdiniz. Bir çoğunda filmlerin senaryosu, konusu falan hiç olmazdı!.
Seks avantür, komedi türü bir film başlar, bir anda yatak sahnesine geçilir, ya da film komik ama sevişme sahneleri ile devam ederdi.
Film isimleri de ilginçti
Mesela Behçet Nacar, Gülgün Erdem'in başrolü paylaştıkları "Parçala Behçet" iyi gişe hasılatı yapmıştı.
Düzgün bacaklara sahip olan "Bayan Bacak" lakaplı Serpil Örümcer'in rol aldığı "Bayan Bacak, Tabanca Bıçak", Ali Poyrazoğlu, Aydemir Akbaş'ın çoğu zaman beraber rol aldıkları "Çuf Çuf Kayıkçı", "Civ Civ Çıkacak Kuş Çıkacak", Mine Mutlu'nun "Kadınım", Seher Şeniz'in rol aldığı "Kurt Kanı" hafızalardan silinmeyecek türden filmlerdendi. Sanat filimlerinden çok seks film furyası almış başını gidiyordu, film isimleri tahrik edici, merak uyandıran, güldüren, gençliğin ilgisini çekecek olmasına dikkat ediliyordu.
Ah deme oh de, Zımbala Bilal, Tak fişi bitir işi, Çikolata sevgilim, Rejisörün yatak odası, Seks fırtınası, Beş atış yirmibeş, Sokak Kadını, Satılık kadın, Alemin keyfi yerinde, İki yosmaya bir kurşun, Beyoğlunda vuruşanlar, Kartal Pendik gittik geldik bunlardan bazılarıydı.
Özcan Tekkül, Figen Han, Melek Görgün, Arzu Okay,
Feri Cansel, Aysel Tanju, Elif Pektaş, Yeşim Yükselen, Zerrin Egeliler, Birsen Ayda, Dilber Ay, Sevinç Pekin, Oya Peri, Mualla Omay, Mine Soley, Piraye Uzun, Gülgün Erdem, Ceyda Karahan bir içim suydu...
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
.
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
 
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
Büyütmek için tıklayınız
 
Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız   Büyütmek için tıklayınız
Beyoğlu'nda gece kulüpleri de vardı bir tanesinde Yorgo Pavuridis çıkardı. Galatasaray da "Şanzelize'de adı beyaz neonlarla yazılı Neptün Sabah sahne alırdı. 30 metrelik mikrofon kablosuyla, ellerine taktığı zillerle çalmaya, oynamaya daha kuliste başlar kendi görünmeden sahneye önce sesi gelirdi. Konsimatrisler teker teker sahne alırlar orkestra eşliğinde şarkılarını söylerler, sonra da davet aldıkları masalara konsimasyona giderek oturur, sohbet ederler, dansa kalkarlar, mümkün olduğunca müşteriye masraf yaptırmaya, masaya, visky siparişi verdirmeye çalışırlardı.
Çoğu kez kendilerine garsonun getirdiği alkolsüz içecekleri içerler, şişeden içmeye mecbur kalırlarsa bir ara kalkıp gider boğazlarına parmak sokup içtiklerini alkolü çıkartır, tekrar masaya dönerlerdi.
Beyoğlu'nun önemli uğrak noktalarından biri de İnci Pastanesiydi, aynı ününü günümüzde de koruyan İnci Pastanesi çikolata sosu rakipsiz olan profitrol'ü meşhurdu.
Emek sineması sokağının içinde Sinepop sineması, sonunda ise Türkiye'nin ilk self servis uygulanan lokantası Barutcuoğlu+Arda+Bora Beylerin işlettiği "BAB Kafeterya" vardı.
Beğendiğiniz yemekleri tepsinize alır, kasaya ödemesini yapar, beğendiğiniz koltuklu masalara otururdunuz. Bu tarz uygulama ilk'ti. Sahibi Aslan Barutçu aynı zamanda Türkiye'ye tilt ve langırt makinelerini ilk getiren kişi olarak bilinirdi.
Atlas Sineması yanında Yılların Tiyatro oyuncusu Mücap Ofluoğlu'nun, (Daha sonraları kanto söyleyen) Nurhan Damcıoğlu ile birlikte oynadıkları "Pepsi" adlı tiyatro oyunu aylarca sahnelenirdi.


Beyoğlu Konserleri
Beyoğlu konserleri genellikle Fitaş Sinemasında olurdu, şehrin en yeni ve en modern sinema salonu olan Fitaş Sineması girişinde film fragmanlarının bulunduğu vitrinlere konser afişleri asılırdı. Konser günü gelip çattığı zaman o seans film gösterimi yerine konser hazırlıkları başlardı.
Seyirci konser için biraz daha değişik giyinir, biraz daha marjinal tipler ortaya çıkardı, ayaklarında botlar, merdivenlerin basamaklarına oturanlar, ağır hareket eden baygın bakışlı, uçuk tipler, renkli pantolonlu, değişik saç kesimli gençler sayıları az da olsa dikkat çekerlerdi.
Salonun konser fotoğrafçısı vardı Ömer Keskin Foto TEK, seyirciler arasında konser izlerken coşkulu anlarda fotoğraflarını çekerdi, konser sonrası hem sahneye çıkanların, hem de kendi fotoğraflarınızı Yeni Melek Sineması Yanı Güneş Han no: 19’a gidip satın alabilirdiniz.
Fitaş konserlerinde genellikle bir çok grup sahne alır ikişer parça söyler sahneden inerlerdi. 14.Ocak 1968 verilen bir Cumartesi konserinde Selçuk Alagöz, Ertan Anapa, Mavi Işıklar, Orhan Gündoğdu, Apaşlar, Erkin Koray konsere çıkmışlardı. Bazen de Erkin Koray tek başına solo konserler verirdi. Ön grubu o yıllarda undergraund müzik yapan "Bunalımlar" olurdu.
Seyirciyi konsere hazırlayıp sahneyi ısıttıktan sonra sunucunun üç dört kez karşınızda Erkin Koray demesine rağmen, Erkin Koray hemen görünmez, sabırlar zorlanır, ıslıklar, alkışlar, çığlıklar artar ve nihayet sahne perdesinin arkasında davulun atakları, gitarın ses ayarı duyulur, konser birdenbire bomba gibi başlardı.
Konser sinema salonunda film izlenir gibi oturarak takip edilir, coşkunun artıp ayağa kalkıldığı zaman ayaktakiler arka sıradakiler tarafından uyarılır oturtulurdu. Konser bitiminde son parçada oturan kalmaz herkes ayaklanırdı, sahne önüne yığılmalar başlardı. Taşkınlık yapanlara müdahale etmek üzere salonda iki tane de güvenlik görevlisi bekçi olurdu.


Beyoğlu'nda Moda
60'lı yıllarda değişim sadece Beatles müziği ile gelmemişti. Yüksek volümlü, desarj tipi müziğin yanında modada da büyük devrim yaşanıyordu. Yeni bir elbise alınınca giyilip çıkılacak ender yerlerden biriydi Beyoğlu. Beatles üyelerinin başlattığı uzun saç modası çok geçmeden benimsenmişti. Sonraları moda öylesine tutmuştu ki her kez saç uzatıyordu, uzun saç modasını iş adamlarında, gazetecilerde de, Beşiktaş semt pazarında küfe hamalında da görebiliyordunuz. Modanın ilk yıllarında okul idareleri öğrencilere uzun saçı men ettikleri için okula gelirken saçlar limon suyu ile yapıştırılıp kaskatı yapılır, inek yalamış gibi kısa bir görüntü sağlanmaya çalışılırdı. Hafta sonu yıkanan saçlar enseleri kapatır, uçuşa uçuşa giden uzun saçlı gençlere çevreden hep laf atılırdı. Modanın ilk öncüleri, uzun saçlarından dolayı çok laf yemişlerdi. Bilhassa yaşlı kadınlar uzun saçlı bir delikanlı görünce "Aaa kız mı erkek mi anlayamadım", "Ayol kız zannettim, erkekmiş" "Arkadan aynı kız gibi" veya "Annen gibi saç uzatacağına, baban gibi bıyık bırak" gibi laflar atılırdı!
Elbiseler de farklıydı, modanın öncü mağazalarından biri ve kaliteli bir butik olan "Galeri Edip"di.

Galeri Edip
Sık düğmeli göğsü saran, dar kesimli, beden sonra genişleyen, derin yırtmaçlı etekleri kloş redingot tarzı uzun, dik ve bebe yakalı pardösüler, börek gibi düğümlenen geniş kravatlar, uzun dik yakalı gömlekler, şık kol düğmeleri
lastikli pantalon askıları koydukları güzel vitrinleri dekore ederlerdi. Dört düğme veya balıksırtı bir ceket, ispanyol paça bir pantalon kendinden söz ettirirdi.
Geniş kulaklı kelebek misali papyon kravatlar öylesi cazipti ki hangisini alıp takacağınızı şaşırırdınız.
Tutma yeri bambu, siyah uzun şemsiyeleri taşımanın verdiği bir zevk vardı, isterseniz sapından tutardınız, isterseniz bambu saplı şemsiyenizi kolunuza takar akenkle yürürdünüz.
Tek düze beyaz naylon gömleklerden, manşetleri bol düğmeli, renkli gömleklere geçen geçenler, önü başka, arkası başka renkli pantolonlarla daha o yıllarda tanışmışlardı. Bileklerde isim yazan kalın zincir gümüş künye takmak vazgeçilmezlerdendi.

Bayanlarda ise durum çok farklıydı. Mini etek modası hızla yayılmaya başlamıştı. Bacakları güzel olsun olmasın bir çok kız dizin dört parmak üstünde giydikleri etekleriyle Beyoğlu'na çıktıkları zaman gençlerin akıllarını başlarından alırlardı.

60'lı yıllara kadar döpiyes, tayyör, mantoların içinde dolaşan kızların bu bonkör davranışları, dizkapaklarının dört beş parmak üstündeki etek boyları ile yeni tanışan gençleri çıldırtmaya yetmişti. Karşıdan mini etekli bir bayanın gelişini gören beyler, bayan yanlarından geçtikten sonra bile kendilerine mani olamaz, bir de dönüp arkasından bakarlardı.
Mini etekli kızı gözüne kestiren ve ilk kez karşılaştığı aşırı tahrikten etkilenen bazı gençler, yakın geçişlerde el atma, (pandik) omuz atma, gibi avuç içi temaslarda bulunurlar eylem sonrası kalabalık kaldırımda sıvışırlardı! Bayanın geriye dönüp söylenmesiyle de böyle bir sarkıntılığa maruz kaldığı hemen anlaşılırdı.

Vakko Beyoğlu'nun en ünlü moda markasıydı. Hafta başı yeni vitrin yapardı. Vitrine koyduğu takım elbiseler, gömlek, kravat, etek, buluz konuşulurdu. Aynen şöyle denirdi " Vakko bir gömlek koymuş, bittim azizim". Zaten çok az sayıda yapılan bir Vakko gömleği, kravatı, fuları, ipek eşarbı bir başkasının üzerinde göremezdiniz. Vakko ne vitrin yapmış, ne koymuş bakalım Beyoğlu'na çıkış bahanesi olur, vitrin değişimi merak ve heyecan yaratırdı.

Çiçek Pasajı, Balık Pazarı
Beyoğlu gezimize Balık Pazarı çevresinde devam ediyoruz. Cadde üstü Çiçek Pasajı girişinde "Degustasyon" lokantası var. Unda pane edilmiş yanında limon ile servis edilen sinitsel'i, mezeleri pek güzel. Eskiden yazarlar, edebiyatçılar, şairler daha sık gelirlermiş. Ben çiçek pasajını seyreden penceresini, yaşlı, ağırbaşlı garsonları, kahverengi ahşap hakimiyetindeki salonu, beyaz örtülü masaları yaşlı müşterileri ile daha çok anımsıyorum. Çiçek Pasajı daha cazip gelirdi.
Pasajın üstü açıktı, şimdiki gibi mavi kubbe yoktu, dairesel biçimli gökyüzü görünürdü.
Girişte sağlı sollu, tahta, eski mi eski yıllanmış fıçılar dizilir, bu fıçılar masa olarak kullanılırdı. Arjantin olarak anılan büyük bardak veya küçük bardak biranızı alıp ilişiyorsunuz fıçının çevresine yanına bir patates tava, bir,iki çöp midye tava, paranız varsa bir de karides aldınız mı zevkine doyum olmuyordu. Aydınger kağıdını köşelerinden büküp içini havuz gibi yapıyorlar, karidesleri koyup üzerine limon, zeytinyağı boca edip, bir avuç da maydanoz atıyorlar, 7,5 TL ödüyorsunuz, birayla harika gidiyor. Kalabalık, her kez omuz omuza ama, kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Fıçının üzerine koyduğunuz bardağınızı alırken olur ya tesadüfen kolunuz yanınızdaki aynı amaçla orada duran ama hiç tanımadığınız birine değmişse pardon'unuza "Aman ben pardon" diyen karşı tarafın defalarca özürlerine mashar oluyorsunuz.!
Seyrettiğiniz tablo ise sürekli bira dolduran ve köpüklerini silerek soğuk Arjantin bardaklarını bir biri peşi sıra sunan biracı oluyor. Pasaj girişinin sağında zemin katta tabelasında "Kim Kime Diz Dize Biz bize Kime ne" türünden yazı yazan bir meyhane bulunuyor.
Dışarıda vitrinli buz dolabı, çeşitler, mezeler dolabın üstü bile dolu. Orada da fıçılar var oturup sohbet ederek yiyip içiyorsunuz.
Çiçek Pazarının yan tarafı şimdiki gibi Balık Pazarı. Bir tarafı "Martino" diğer tarafı ayakkabı mağazası "Dore"yi dönüp çiçekçilerle başlayan çarşı, odun ekmeği çıkaran fırını, balıkçıları, canlı tavuk ördek satan dükkanları, ciğercileri, midye tavacıları, manavları, ile üstü açık pazar gibi devam ediyor.
Çarşının bir başka özelliği, hamile kadınların aşerenlerin canlarının çekeceği her bir şey mevsimsiz de olsa bulunuyor, kış günü fileye asılı kavun bile satılıyor olması.
Bu durum o yıllar için olağanüstü, zira erik, çala badem, çilek çıkınca gazeteler birinci sayfalarında fotoğraflı haberlerini yapıyorlar, turfanda denilen ilginç bir kavram var. Yeni yıl yaklaşırken bir adam eline bir hindi alıyor çarşı esnafı arasında dolaşıyor, tombala misali katılanlar katılım parası ödüyor, kura numaralarını alıyorlar. Çekiliş sonrası talihli hindiyi kazanıyor. Adam bir başka sefer çekilişe bir şişe visky, istakoz, bir teneke zeytinyağı koyuyor.
Çiçek pazarında yemek yiyenlerin masalarına başka tombalacılar da geliyor, bunlarda bir kart üç taş karşılığı parayı aldıktan sonra, numara yazılı kartları seçtirip, ellerindeki torbalardan içinde bulunan numaralı taşlardan çektiriyor, karttaki numarayla aynı taşı çekene yabancı sigara veriyorlar.
Galatasaray'ın bölümünde ve Balık Pazarına açılan ara sokaklarda hiç de lüks olmayan, ayak üstü alkol müdavimlerini ağırlayan, ucuz "tek tek" çi meyhanelere rastlanıyor. Büyütmek için TIKLAYIN
Büyütmek için TIKLAYINPazarın içinden geçerek ulaşılan pasaj geçit Avrupa Pasajı veya Aynalı Pasaj olarak da anılıyor. En çok kiliseye yakın kapı tarafında yer alan, geçmişte bile nostaljik özelliği olan bir dükkan ayrı ilgi çekiyor. Ayakkabı boyası, cila, pabuç fırçası, leke çıkarıcı, gümüş parlatıcı, tahta askılar, elbise fırçası satan bu dükkanın kokusu, para kasası, aldığınız şeyi paket yapışı film gibi, sizi yıllar öncesine götüren özellikler yansıtıyor.
Balık Pazarından çıkıyor geliyoruz İngiliz Konsolosluğunun önüne."Levent Büfe" küçücük bir dükkan, salona uygun masalar falan, sosisli yumurta söylüyorsunuz, küçük küçük enine kesilmiş sosisler sahanda geliyor. Balık Pazarı içindeki odun fırını çıtır ekmeği ile bir leziz yeniyor ki sormayın gitsin.


2
"Galatasaray'dan Tünel'e Doğru" bölümü için lütfen üçüncü sayfayı tıklayınız.

© 2004, Bu sayfadaki tüm yazılar ve fotoğraflar Haluk Özözlü'ye aittir, izinsiz kullanılamaz.