Çocuklar,
okul önlüklerinin bir cebinde iç içe katlanır plastik bardak
kupa, ki çocuk bardak kupayı satın alırken tuttuğu takımın
renklerinden olmasına dikkat ederdi, diğer cepte içi talaş
dolu lastikli yo yo, silgi, kalemtraş
olurdu.
Hacı yatmazı yatık tutacağız diye az uğraşılmamıştı.
Parmaklara takılan iple elden ele geçirilerek oynanan ip
oyunu, Düğme deliklerinden ip geçirilip gerilerek çevrilen
ip oyunu, Üçtaş oyunu, Domino, Kızmabirader, Monopolü, Amiral
battı, İsim Şehir, Kutu Kutu, İp Atlama, Mendil Kapmaca,
Körebe, Uzuneşek, Birdirbir, Seksek, Yağ satarım bal satarım,
Ebelemece, İstop, Kulaktan Kulağa, Yakar Top, Saklambaç,
Kukalı Saklambaç, Deksman, Tıp, Çelik Çomak, Köşe Kapmaca,
mermer parçalarını üst üste dizerek kule yapıp, uzaktan
taş atarak devirme oyunu, Misket ya da cam bilyelerle oynan
kaptan çukuru, ceviz oyunu, aç kapıyı bezirgân başı oyunu,
Adyömersi
oyunu, Çember Çevirme, Telden yapma araba sürme, daha ziyade
kız çocukların kol kola girip ilerlerken söyledikleri "Önümüze
gelene bir tekme" oyunu, çikletten ve gofretten çıkan
resimli kartlarla oynanan Alt mı üst mü oynayıp bir deste
artist veya futbolcu resimlerinden biriktirme meraklı, çocukların
iç dünyasını yansıtırdı.
Her
oyunda mutlaka oyunculardan birisi hakkının yendiğini söyler
veya işine gelmediği durumda mızıkçılık yapardı. Bilhassa
saklanbaç oyununda oyunun bir yerinde "Kazan Çömlek
Patladı" avazları yayılır, yani oyun bozuldu herkes
saklandığı yerden çıksın manasına bu söz duyurulurdu.
Kız, erkek çocuklarının olmazsa olmaz ortak oyuncaklarının
başında ise önceleri teneke sonraları plastik yapım kum
kovası gelirdi. Her çocuğa
mutlaka bir kum kovası alınırdı.
Özellikle plaja giderken ördek başlı simit kadar önemli
olan kum kovası da alınır, kova içinde deniz suyu ile karıştırılan
kum kalıplarından kaleler yapılarak mutlu olunurdu.
Her oyun adımlama ile veya "aya maya kumpanya"
diyerek çember haline gelip, avuç açma girişi sonucunda
adam almacayla başlar, takım oluşturulur, sonra oyun kuralları
uygulanırdı.
Oyunların tekerlemesi, ezbere bilinirdi, mızıkcılık kaçınılmazdı.
O tekerlemeleri hatırlıyor musunuz?
''Açıl susam açıl, açılmaz... Anahtar nerede? Suya düştü...
Su nerede? İnek içti... İnek nerede? Dağa kaçtı... Dağ nerede?
Yandı bitti kül oldu...Külü nerede? Savruldu...
Çocuklara daha küçük yaşta sabır, azim gibi mevhumları öğreten
oyunların başında iskambil kağıtlarından kule yapmak gelirdi.
Son kağıdı kulenin tepesine koyana kadar, nefes bile alınmaz,
pür dikkat kule tamamlanır, bitince de alkış kıyamet ve
büyük zevkle yıkılır yeniden yapılırdı.
|
|
|
|
Yaldız
kağıtlı çikolata, içinden niyet (fal) çıkan karamela, kaşıkla
konulan altı kesik dondurma külahı, pamuk helva, macun çok
sevilirdi. Beyoğlu "Japon Mağazası" adlı oyuncakçıda
küçücük kurşun askerlere, bebeklere, namlusundan kıvılcım
çıkan oyuncak tanklara, kurgulu otomobillere, tahta kamyonlara,
sallanan atlara, trampetlere, tüfeklere, kovboy tabancalarına,
yelkenli kotralara, göz alıcı renkli renkahenk cam bilyelere
çocukken burunlar vitrin camına dayanır da dakikalarca bakılırdı.
Topaç çevirmek zevkliydi. Avuç kadar konik ağacın sivri
ucuna kabara takılmış topaç etrafına kaytan sıkıca sarılır,
sert zemine bir hışımla atılıp, hızla kaytan çekilirdi.
Kaytanın ucuna bir düğüm atılır, düğümün diğer ucundan ortası
delik iki bucuk kuruş geçirilir ortası delik bu para yüzük
parmağı arasında kalır, kaytanın sonunun elden çıkmasını
önlerdi. İki buçuk kuruşla 1955-56 tı da yarım gevrek alınabilirdi..
Ucuna ortası delik para takılı, kaytan sarılıp döndürülen
topaçlar kadar, içi talaş dolu, kağıda sarılı, ucunda lastik
bulunan top şeklinde yo-yo larda çocukların vazgeçilmez
oyuncaklarıydı.
|
|
|
|
|
Oyuncak Bebekler
Bebeklere burada ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Kız
çocukları her tür oyuncak bebeklerden mutlaka bir kaç tane
edinirler, günün büyük kısmında oynar, onlarla konuşup,
dertleşirler, annelerini şikayet ederler, yemeklerini
yine beraber yerler, gece olunca da bebeklere sarılıp yatma
huyları vardı.
Bebekleri hakikisinden ayırmak çok da zor olurdu.
Saçları,
elbiseleri çocukları cezbederken yatırınca göz kapaklarını
kapatıp uyuyan bebekler, çiş yapanlar, yürüyenler, ağlayanlar,
konuşanlar ayrı ayrı çocukların bebek koleksiyonlara girmişti.
Kaliteli bebeklerin yanısıra ekonomik fiyatlı pazardan alınmış
plastik bebekler, evde yapılmış bez bebekler, peluş bebekler,
yün bebekler, ithal malı Barbie oyuncak bebeklere varıncaya
kadar
sonu olmayan çeşitlerle çocukluk anılarını, evcilik oyunlarını
süslerdi.
Erkek çocuklarının oyuncakları kovboy tabancaları, cama
yapışan lastik vantuzlu ok atan tüfekler olmakla beraber,
sınıf geçme hediyesi olarak alınan üç veya bisiklete binmeyi
iyice öğrenilene kadar kullanılan iki küçük yardımcı ilave
tekerlekli bisikletler, çocukları sanki otomobil alınmış
gibi çok sevindirirdi.
Çocuklar bisiklet alırken gidonda bulunan öte beri koymak
için kullanılan sepet ve zile ayrı bir önem verirler, ilk
önce zilin çalışını kontrol ederler, sık sık çalarlar, tekerleklerin
telleri arasına renk renk krapon kağıdı şeritler takarlar,
teker döndükçe ayrı bir haz duyarlardı. Ucuna plama takılan
anten, pedalı geri geri çevirip zincir sesi çıkarmak, pantalon
paçasına bileğe yakın çamaşır mandalı takıp zincire sıkışmasını
önlemek modaydı.
Basit
ama zevkli ahşap yapım oyuncaklardan birisi de akrobattı.
Avuç içine iki kolu sıkıştırılan çubuk arasında sıktıkça
takla atan bir akrobat bebek fırıl fırıl döndürülür, taklalar
üstüne taklalar attırılırdı, eğlenceliydi, satıcısının yolu
gözlenirdi.
Tahtadan yapılmış basit arabalar, kırmızı boyalı kamyonlar
bambaşkaydı.
Zamanın
en çok sevilen, çocuğun kafasını çalıştırıp, gelişimine
yardım eden oyuncaklardan birisi tahtadan yapılma bir tür
Legolardı. Mimar oyuncakları adıyla piyasaya sunulan bu
oyuncaklar kutudan çıkan örneğine bakılarak önce aynısı
yapılır, sonra değişik modeller geliştirilirdi.
Yap boz olan bu tahta oyuncaktan yapılmış ev cephelerinin
seyri çocuğa büyük zevk verir, onu izleyen ebeveynler konu
komşuya çocuğun çok hevesli olduğunu söylerler, ileride
mimar olacağı hayalini kurarlardı.
Bayramlarda bayram yerinde, resmi geçit törenlerinde veya
mahalle mahalle dolaşan seyyar satıcılardan eline renk ahenk
kağıttan yapılmış bir fırıldak alan, önce sık sık üfleyen
sonra hızlı dönmesi için yokuş aşağı nefes nefese koşturup
ter içinde kalan çocuğun yüzündeki mutluluk, gözlerinde
ki sevinç pırıltıları görülecek şeydi.
Çok sevilen oyuncaklardan birisi de uzunca bir sopanın ucuna
takılmış at veya eşek kafasıydı. Bunun üzerine binen çocuk,
o sopa üzerinde ata binmiş gibi gün boyunca yorulmaksızın
atına, eşeğine komutlar vererek koşturup dururdu. Öğretmenlerin
ise sorduğu sorulara cevap veremeyen talebelerine hep eşek
kafalı diye kızarlardı.
|
|
|
|
|
|
|
|
Teneke
oyuncaklar
Oyuncakların hem renkli, gösterişli, hem de basit ve kolay
imal edilir olanları vardı. Teneke
oyuncakların nispeten dayanıklı tarafının yanısıra, fiyatları
düşük olur, herkes tarafından alınabilirliği vardı.
Kalıpta kesilip bombesi verilmiş, boyalı dış yüzeylerin
kenarlarında küçük tırnaklar sayesinde iki profil tutturulur,
lehim, vida yada benzeri yapıştırma tercih edilmezdi.
Motosiklet, tank, otomobil, lokomotif, kamyon, uçan daire,
polis arabası, itfaiye aracı en çok satılan çeşitlerdi.
Merak yüzünden içi açılıp kapanan profilin tırnakları kırılınca
oyuncak bozulurdu. Alttan
kurulan zemberekli köpek en çok satılan hayvan figürüydü.
Oyuncaklarla
oynamaya doyum olmazdı, kırılsa da, bozulsa da trenin, tankın
parçaları hep saklanırdı.
Sessiz oyuncaklar da vardı.
Bunlar arasında günümüzde de var olan kar küresi en sevileniydi.
Cam bir fanus içinde bir ev, Noel Baba, geyikler, Kardan
adam ya da bir maket olur, ters çevrilince sıvı içinde bulunan
tanecikler havadan kar yağıyormuş hissi uyandırırdı, romantikti,
hoştu, sürekli bir aşağı bir yukarı çevrilirdi.
Bu sistemle çalışan fakat kar yağmayan bir tükenmez kalem
çıkmıştı. Bu kalemin gövdesinde kadın resmi bulunuyor, kalemi
ters çevirince
içindeki mürekkep bir haznede toplanıyor, kadın vücudu bir
mayolu,
bir çıplak görünüyordu.
Kalem "Soyunan Kalem" olarak gençlerde, yetişkinlerin
ceplerinden gizlice çıkarılıp gösterildikçe çok ilgi çekiyordu.
(Kalem videosu fotoğraf galerisinde görülebilir).
Oyuncak alamayan babalar çocuklarına kâğıttan horoz, kâğıttan
kayık, rüzgârgülü fırıldak yaparlardı.
Tahta kamyonlar boyalı oluşları ile cazip göründülerse de
sonraları plastik oyuncaklar meydanın hâkimi oldu. Şarpiler,
kotralar, geçme direkli yelkenlileri yüzdürmeye kimse doyamadı.
|
|
|
Su
tabancaları, Mantar Tabancaları ve Mantar Kapsüller
Bakkallar, oyuncakcılar renk renk su tabancası satardı.
Tommiks tabancası şeklinde ki bu tabancalarından alan
çocuklar plastik kabzayı avuç içinde sıkarak, namludan çıkan
suyla birbirlerini ıslatmaktan büyük zevk alırlar, tabancalara
sürekli su takviyesi yapılırdı, tabancada ki su bitince
kaçış kaçınılmazdı.
Bakkalların,
oyuncakçı dükkanlarının sattığı bir de mantar tabancaları
vardı.
Bunlar teneke siyah renkli olur, iki profil yüzeyin kenetlenmesi
ve arada bulunan tetiğin çekilmesiyle namlu içinden sivri
uçlu bir çivinin çıkıp ortası barutlu mantarın göbeğine
girerek patlaması ile çalışırdı.
Mantar tabancaları namlusuna terzilerin yüksüğü kadar boyda,
etrafı mantar ortası barut, patlayınca dağılan, ses çıkarır,
zararsız kapsüller sokulurdu.
En çok bayramlarda harçlıkların harcandığı bu tür mantar
tabancalarıydı.
Bir de çata patlar vardı, ucundan tutup yere duvara sürtünce
kendi kendine çata pata patlardı.
Sapan
50'li 60'lı yıllarda sekiz 10 yaşlarında ki haylaz çocukların
yan ceplerinde cam bilyeler, gazoz kapakları, çikletten
çıkma sporcu resimleri, arka ceplerinde taşıdıkları sapan
eksik olmazdı.
Gövdesi ağacın çatallaşan dalından yapılmış, otomobil iç
lastiğinden şerit kesilerek çatalın iki ucuna iple sıkıca
bağlanmış, fırlatılacak taşı tutan yeri meşinden olma lastikli
sapan çocukların bir tür silahları gibiydi. Görünüşte kuşlara
atmaya meyilli olsalar da güvercinler cami önleri dışında
bugünkü gibi yaygın değildi, sığırcıklar yerleşim yerlerine
kışın sert kar yağarsa gelirler, serçeler ise sapandan daha
seri kaçarlar öyle hemen vurulmazlardı. Çocuklar sapanla
ya cam kırarlar, ya birbirlerine taş atarlardı. Sapanlı
haylaz sokak çocuklarına kuş vurmaya temayüllü diye sempatiyle
bakılmazdı.
Haydut
Maskeleri, erkek çocukları beş altı yaşında kovboyculuk
oynarken mendilden yapılan bu maskeleri takardı. Maskeler
mendil üçgen katlanarak yapılır, enseden düğüm atılarak
bağlanırdı, sonra "Dekman" oynarlar silahı ilk
doğrultan Dekman diyerek karşı tarafı saf dışı bırakmış
olurdu. İki tip sihah vardı ya mantar tabancası ya da şerit
kapsül patlatan tabancalar kullanılırdı. Çocuklar genellikle
haydut olurdu zira, Kovboy böyle maske takmazdı, bu tanınmak
istemeyen haydut maskesiydi. Mendilden bir de paraşüt yapılırdı.
Memdilin dört köşesine ip bağlanır, bir de ağırlık merkezine
bir taş bağlanır sonra olanca güçle mendil paraşüt havaya
fırlatılır, açılan paraşütün inişi zevkle seyredilir sonra
bir daha bir daha atılırdı. Aslında paraşüt en güzel şemsiye
bezinden yapılırdı, çocuklar ters dönmüş, kullanılmaz halde
ki şemsiye kumaşlarını kullanırlardı.
|
|
|
|
|
Kağıttan
yapılma oyuncaklar
Kâğıttan
kayık, kağıttan horoz, gibi dört gözlü tuzluk ta yapılır,
tuzluğun ters çevrilip parmaklar içine sokularak açıp kapama
sayesinde içine yazılı kelimelerle niyet çektirilirdi.
Şeytan uçutması, kağıttan uçak çok populer olup bütün bu
işler için bir defter sayfası yeterliydi. Gazete kağıdından
yapılan şapkaları inşaatta çalışanlar, badanacılar yapar,
başlarına takarlardı.
Çocuk yaştakilerin bir zevki de kibrit kutusundan telefon,
renkli kablolardan telden adam, telden araba yapmaktı, bir
defter sayfası kağıttan yapılan şeytan uçurtmasını uçurtmak,
kağıttan yapılan uçak, mendilden yapılan paraşütü yukarıya
atıp inişini seyretmek mutluluk verirdi.
|
|
|
Bakkal
Oyuncakları
Bakkallarda çocukların kolayca görüp ulaşabileceği herkesin
alabileceği harçlık fiyatına oyuncaklar olurdu bunların
başında topaç ve çeşitli isimleri olan cicoz, misket, meşe
gelirdi.
Bu tür cam bilyelerle oynanan kaptan çukuru gibi oyunlar
nedeniyle pantolon cebi hep cam bilyelerle, gazoz kapaklarıyla,
artist, sporcu kartlarıyla dolu olurdu. İki elin arasında
ileri geri yaparak hız kazandırılan pervaneler vardı, basitti
ama havada uçtuktan sonra düştüğü yere kadar peşinden koştururdu.
En çok rağbet gören çocukların elinden düşürmediği bir de
çeşitli renklerde fakat hepsi bir boyda mızıkalar vardı,
bilinen bir melodi çalınmazdı, üfledikçe düdük gibi ses
çıkarması yeterde artardı bile.
Resmi bayramların gecesinde karpuzun içini kaşıkla boşaltıp,
bıçakla ağız burun, göz delikleri açtıktan sonra bir mum
yakarak fener alayına çıkan çocuklar vardı. Bakkalın satışa
sundfuğu çeşitler arasında hiç hareket etmeyen sabit ekranlı
plastik saatler, plastik çerçeve, mika camlı göz bozan güneş
gözlükleri, bir anda tüm çocukların bileklerinde veya gözlerindeydi.
Çocuk Dürbünü, Kaleiodoskop, Seyyar Sinema
Tek gözle bakılan prizmalı çocuk dürbünleri vardı, salladıkça
her defasında başka başka resimler, geometrik
şekiller görülür, bitmek bilmez bir merakla
her defasında nasıl bir şekil ve renk oluşacak diye sallar
sallar bakılırdı.
Çocuk dürbünleri tek gözlü olup içinde bir prizma ve bol
miktarda renkli plastik parçacıkları olurdu. Dürbünü sallayıp
her bakışta farklı renkte şekiller oluşurdu, dürbünden hiç
sıkılmaz sürekli sallayarak bakar bu defa ne çıkacak diye
merak eder, çok güzelse hiç kıpırdatmamaya çalışarak yanımızda
ki arkadaşın da bu şekli görmesi arzu edilirdi.
Oyuncakçılarda satılan Kaleiodoskop’ların Avrupa da daha
gösterişli olanları vardı.
Okul çıkışlarında ve mahalle mahalle dolaşan seyyar sinemacılar
vardı. Bunlara 5-10 kuruş verince ellerindeki film makinesinden
parmakla tane tane çevrilerek gösterilen bir takım manzara
resimlerini görme imkânınız olurdu. "Dünyayı seyrediyor"
diye bağırarak dolaşırlardı. Çocuk film karelerini seyrederken
bakarken satıcı görüntüyü anlatan açıklamayla bir tür film
karesine dublaj yapardı.
İlkokula başlayan çocuklara bir iki sınıf atlayınca mandolin
alınırdı ve müzik dersi mandolinle yapılırdı. İlkokulu
bitiren veya sınıf geçme hediyesi ise melodika olurdu.
Melodika mızıka gibi üflenerek çalınır ama notalar tuşlara
basarak çıkarılırdı.
Bir
süre sonra sınıf geçenler akustik İspanyol gitar aldılar,
okullar ise mandolinden blok flüte geçtilerse de Türkiye
flütçü çıkaramadı.
Çocuklar eski, bilyeli rulmanlardan tornet yaparlardı. Tornetlerin
oturularak gidilen yere yakın seviyede dört tekerlikleri
veya ayakta kullanılan iki tekerli olanları vardı. Her iki
türünü de kullananlar rulmanla asfalt arasında oluşan kulakları
sağır eden bir gürültü çıkarırlardı.
Dönem dönem moda oyuncaklar çıktı hepsinin ömrü kısa oldu.
Misinalı kuklalar, ördekler, kurgulu, otomobiller, kuşlar,
uçaklar, yüzen bebekler işporta tezgahlarını süsledi.
|
|
|
Okul
Dönemi Kırtasiyeleri
Kırtasiye malzemeleri öğrencilerin en çok kullandıkları
çantalarda her gün okula gider gelirlerdi. Daha okula başlamadan
veya Ana Okulu öğrencilerin sayıları, toplama çıkarma, saymayı
öğrenmekte en büyük yardımcıları "Sayı Boncuğu"
idi.
Sürgülü Kalem Kutusu, suluboya takımı, 24 renk kuru boya
kalemi takımı, pastel boya takımı, mum boya takımı, iletki,
gönye, kalemtıraş, boyama kitabı çocuklara alınabilecek
en güzel hediyeliklerdendi.
Kuru boyaların yedi renk olanları da vardı ama çok renkli
kuru boyalar kapağında ki resimler ve ara tonlara sahip
renkleriyle çok cazipti, boya kalemleri kurşun kalemle açmaktan
kazanılan alışkanlıkla sivri uçlu olana kadar kalemtıraşla
açılır renk tonlarına göre tasnif edilerek açıklı koyulu
sıraya dizilirdi.
|
|
|
Sulu boya takımları 12, 24, 54 renk olur, teneke kutu içinde
satılırdı. özellikle bu tip boya kutuları üzerinde son derece
cazip resimler olur suluboya takımı alınan öğrenci ilk önce
kapaktaki resmi yapmaya heveslenirdi.
Pergel takımının ayrı bir yeri değeri vardı, bir nevi sınıf
geçme hediyesi pergel takımı alınınca mutluluktan havalara
uçulurdu, kadife kaplı kutu
içinde iki üç pergel bulunur pergelin ayakları içeri doğru
kırılır daireler kırık
ayaklı pergelle çizilince çok havalı gelirdi.
Oysa pergel takımına sahip öğrenciler yıl boyunca toplasan
toplasan 20-30 daire bile çizmezlerdi, buna rağmen hocalar
aldırırdı, ithal olduğu için epeyce pahalıydı.
Çok daha ucuz olan teneke pergel de aynı işi pekala görürdü.
Boru kısmına bitmiş bir kurşun kalemi takar vidayı da sıkıştırınca
bloke olur, istediğimiz daireyi istediğimiz çapta çizerdik.
Mürekkep hokkaları, kamış kalemler zor taşınırdı, Parker
mürekkep koyulan hokka devrilir ya da boşaltılsa bile içinde
kalan miktar, çantada diğer defter kitapları boyardı.
İşbilgisi derslerinde el işi kâğıtlarından küçük küçük kalem
ucuyla yırtıp mozaik resim yapmak, karton maket evler, krepon
kâğıtlarıyla resmi bayramlarda sınıf süslemek, yerli malı
haftalarında meyve yemek zevk ve önemli kutlamalardı. Kırtasiyenin
önemli kalemi kurşun kalemlerdi, silgiler gibi kokulu kalemler
de vardı, kokusu uçmasın diye kapağını da kapatır, kullanacağımız
zaman açar, arkasına takardık, diğer kurşun kalemlere göre
daha ince yapılıydı.
|
|
|
El becerilerini geliştirmek için iş bilgisi dersine öğretmenler
çok önem verirdi, İş bilgisi
dersinin en önemli unsuru
karton, mukavva, renkli elişi kağıtları,
krepon kağıtları bir de zamklardı ki her renk kağıttan kedi
merdiveni yapmak, bu kedi merdivenleriyle Yerli Malı Haftası,
23 Nisan Çocuk Bayramı'nda bütün öğrencilerin sınıf süslemesi
zevkli görevlerdendi.
İş Bilgisi dersi çok faydalı olup ev maketleri, yapıların
ön cephelerinde kullanılan mozaik lerden yapılan resimler,
el işi kağıtlarının kalem veya pergel ucuyla küçük küçük
koparılarak yapıştırılmasıyla oluşturulan resimler çok zevkli
uğraşlardı. Bu tip zevk veren uğraşar arasında bir çeşit
daha vardı ki yapmaya doyulmaz yaratıcılıkta sonu yoktu,
konu Telden Adam diye geçerdi, sadece kabloları kıvırmakla
çeşitli renklerde adamlar, çiçekler, arabalar, bisikletler
yapılırdı.
Öğretmen telden adam yapacağız dediği zaman herkes arkadaşının
ne yaptığı, nasıl bir model ürettiği ile ilgilenir, aynısını
yapmaya çalışırdı.
Sihirlitur.com "Unutulanlar" bölümünde görülen
fotoğrafların hepsi eski olmakla beraber, o dönemin telden
adamı bulunamadığı için sadece fotoğraf çekmek amacıyla
yeni yapılmış bir model sunuyorum.
Çivili
Maç Tahtası
Hemen hemen her erkek çocuğun bir tane maç tahtası vardı.
Kendi yapamasa da ya mahallenin yardımsever abisi ya da
babalar bu maç tahtasını yaparlar, çocuklar da koltuğunun
altına alıp sokağa çıkar, genellikle annenin pencereden
bakınca görebileceği evin önünde veya o yıllarda her mahallede
bolca bulunan boş arsaların bir köşesinde maç tahtasında
saatler geçirilirdi.
Maç tahtası için biraz enli bir tahtadan seçilir, üzerine
bolca başsız çivi gelişigüzel çakılırdı.
50'li hatta 60'lı yıllarda hiçbir çocuk 4-4-2 veya 4-3-3,
ya da 3-5-2 gibi saha da takım dizilişi bilmezdi. Takım
sahaya bir kaleci önünde 2 veya 3 defans elemanı ile çıkar,
orta saha üçlenir iki tane de ileri üçlü ya olur ya olmazdı.
Rakip takım kuvvetliyse o diziliş bir anda 1- 9 -1'e dönerdi.
Milli takım maçlarında bu taktiğe sıkça rastlardınız, maçlara
yenilmemek için beraberlik hedeflenerek çıkılırdı. Milli
takımı yine bahsettiğim yıllarda Sabri Kiraz çalıştırırdı
bu savunma anlayışına "Çanakkale Geçilmez" denirdi, duvar
gibi savunma yapılır, tesadüfî bir akınla gol atma şansı
için ileride tek kişi beleş beklerdi. Antrenörün adı yüzden
"Duvarcı Ustası"na çıkmıştı.
Buna rağmen Milli Takımın maçlarının aksine Türk Silahlı
Kuvvetlerinde askerlik görevini yapan futbolcu askerlerden
kurulu Ordu Milli Futbol Takımı çok başarılıydı, dünyada
yenmediği takım kalmamıştı, şampiyon bile olmuştu.
Çocuklar
çivili maç tahtasında oynarken başarılı futbolcuların isimlerini
bu çivilere verirler Fenerbahçeli olanlar genelde kaleci
görevi gören çivi Özcan Arkoç olur, ileride Basri Dirimli,
Şeref Has, Avni, Mikro Mustafa, Can, Lefter gibi isimler
maç sırasında çok duyulurdu.
Çivili tahtada çivi aralıkları sık çakılmış ise iki tane
oyuncunun topa vurduğu metal para biraz büyük seçilir top
da onlardan biraz küçük olurdu.
Ya 10 kuruş ya 25 kuruş oyuncu, beş kuruş ta top yerine
geçerdi, 1957 basım 1 lira ile de oynayan çocuklar vardı.
Oyun sırasında her oyuncunun kaleye ulaşıp gol atmak için
üç atış imkânı vardı, bu vuruş sayısında kaleye gidememiş
ise üç vuruş sırası rakip oyuncuya geçerdi.
Bir de ölüm vuruşu vardı ki parmağın kemiği neredeyse kırılacak
hale gelirdi. Top orta yuvarlığına konur sol elin iki parmağı
yana açılır top paranın önünde ki parmağın kemiğin eklem
yerine diğer el yumruk yapılarak öyle bir vurulurdu ki yaylanarak
esneyen parmağın tepkisiyle tek vuruşta gol bile olurdu.
Ama parmak kemikleri sızım sızım sızlardı, bu vuruşu her
çocuk yapamazdı.
Telden Araba
Özellikle
erkek çocukların en çok sevdikleri oyuncaklardan biriydi.
Bir büyük tarafından kalınca bir telden yapılıp çocuğa verilen
bu basit ama sahibini gerçek araba gibi sevindiren, dört
tane dönen tel tekerlekli arabanın peşinden kilometrelerce
gidilirdi.
Beş altı yaş çocukların oyuncağıydı, bazılarının direksiyondan
vitesi de olurdu. Direksiyon ön dingile bağlı olduğu için
sağa sola dönüş yapabilirdi.
Çocuk bunu sürmekten öylesine zevk alırdı ki, geri geri
gidişi, park edişi, korna çalışı, ağızından motor sesi çıkarışı
ile kendisini tamamiyle yola kaptırırdı. Gelişmiş olanları
tel karkastan otomobil kamyon şeklinde bile olurdu. Basitti,
maliyeti sıfırdı, buna rağmen en basitini sürmek bile çok
ama çok zevkliydi.
İş Bilgisi derslerinin, el işi çalışmalarının vazgeçilmezi
yapıştırıcılar
Zamk
deyince ilk akla gelenler maketçilerin kullandığı tüpte
olup çabuk kuruyan "Erk", ki daha sonra yerini
uzunca süregelen "Uhu", Peligom" markaları
aldı ama kağıt yapıştırmada tek marka Kolmanol olmuştu.
Sol tarafta fotoğrafı görülen 60 yıllık Kolmanol kutusunda
olduğu gibi mika silindir kap içinde beyaz renkli, nişaşta
kokulu, sadece kağıt yapıştırmada kullanılan kola zamk kutusunun
içinde küçük bir cep hazne, bu haznenin içinde de kolayı
kağıda yaymak için plastik bir kürekçik bulunurdu. Kullandıktan
sonra küreği hazneye koyar, kapağı da kapadınız mı aylarca
kullanabilirdiniz. Elinize bulaşsa bile Uhu gibi değildi,
yıkayınca önlük çebinde ki mendile silince iz, miz kalmazdı.
Mozaik
resmi
Yapıştırıcıların her çeşidi bir başka el işi yapmaya yarardı,
bunların başında mozaik resmi yapmak için UHU gelirdi. Mukavvadan
evler, telden adamlar, krapon kağıdından türlü çeşit kedi
merdivenleri, defter sayfasından şeytan uçurtması iş bilgisi
dersi uğraşlarıydı fakat mozaik resim öyle hemen bitecek
gibi değildi, sabır isterdi. Genellikle pergelin ucu, bitmiş
bir tükenmez kalem, kağıdı kirletmesine karşın kurşun kalem
ucu ve makas ucu renk ahenk el işi kağıtlarından küçük küçük
bastırılarak kopartılır zeminine UHU sürülmüş fona yapıştırılarak
resim tamamlanırdı. Çocuklar birbirlerine kendilerinde olmayan
farklı renkteki elişi kağıtları değiş tokuş yaparak her
birinde çok renkli resimlerin oluşmasını sağlarlardı.
Önceleri tahta, sonraları plastikten yapılma kalem kutuları
içine kırmızı ve kurşun kalemler özenle dizilir, kutu gözüne
sığarsa kurşun kalem takılan teneke tek pergel, silgi, yerleştirilirdi.
Faber marka kurşun kalem başlı başına olaydı, teneke kutuda
satılırdı, koyu yazar, tahtası kalemtraşla güzel açılır,
ucu da kolay kırılmazdı. Kırtasiyeciden tane tane satılsa
da kutuyla alınırsa ilk okul öğrenci için bayramdı.
Silgi çok kaybolurdu, bazı öğrenciler silginin ortasını
kalemin ucuyla deler ip bağlarlardı.
İpin
diğer ucu pantolonun kemer köprüsüne bağlanır, silgi kullanılmadığı
zaman önlük cebine taşınırdı. Silgilerin
kokuku olanları da vardı. Kalemtraşların da oyuncaklı olanları
adeta masa süsüydü. Otomobil, köpek, timsah, dünya bibloları
içinde olanlar çok sevilirdi, kollu olan kalemtraslar da
vardı.
Sınıfta
tahtanın yanına geçip, çöp kutusuna kalem açmak bir meşguliyetti,
aç aç hiç bitmezdi.
İletki, cetvel, gönye hep dışarıda çanta gözünde kalırdı.
Dolma kalem ucunu kamış kalemlere takar veya divit uçlu
kalemlerle mürekkep hokkasına batırıp batırıp, yazılar yazılır,
ödevler yapılırdı. Hokka, sözüm ona devrilirse içindeki
mürekkebin dökülmesine mani olacak iç çeperli şekilde yapılmıştı
ama çantada taşınırsa
tüm defter, kitapları berbat etmeye yeterdi.
Dolma
kalem her zaman kullanılmazdı, imza kalemi gibi itibarlı
yere yazılan, önem verilen yazılarda, dilekçelerde yer alırdı.
Yazı yazıldıktan hemen sonra evlerde, okullarda yaprak olarak,
iş yerleri devlet dairelerinde mürekkebin fazlasını emmesi
için üzerine bir de papya bastırılırdı. Papyalar genellikle
pembe renkli olurdu.
Mürekkep denince markası Quing Parker olmalıydı.
|
|
|
1960'ların Defterleri
Çok çeşitli defterler vardı, lise defteri, müzik defteri,
resim defteri, alıştırma defteri, ödev
defteri, Harita ve Metot defteri diğer defterlerden, kitaplardan
daha büyük ebatlıydı, yani atlas veya resim defteri gibi
çantaya sığması bile başlı başına dertti.
Kitap
ve defterler yetmez gibi bir de öğrenciyle beraber okula
gidip gelirken problem olan büyük ebatlı telli dosya vardı
ki o telli dosyanın içine yıl boyunca sekiz, on tane dosya
kâğıdı koymak için öğrenciler bir de delgeç satın almak
zorunda kalırdı.
Ayrıca bir de telsiz dosya taşınırdı, onun içine de yazılı
için çizgili, ödev için çizgisiz dosya kağıdı konurdu.
İşte
bizleri ilk okula geri götürecek tek ortalı çizgili okul
defteri. Kapakta Skoda bir otobüs arka tarafında Kerrat
Çetfeli ya da bir başka deyişle Çarpım Tablosu, 7 kere 8
56 tıydı da 8 kere 7 diye sorulunca bir tutukluk gelirdi.
Çok gerekliymiş gibi defterlerin üstünde DEFTER, dosyaların
üstünde DOSYA yazardı!
Bununla da kalmaz defterler de kitaplar gibi yarı saydam
kırmızı ve mavi renkli kaplama kağıdı ile kaplanır, üzerine
de etiket yapıştırılır, etikete öğrencinin ismi soyadı,
okulun ismi, okul nnumarası, sınıfı ve hangi dersin defteri
olduğuda özenle büyük harflerle yazılırdı. Bundaki amaç
defterler, kitaplar diğer öğrencininkileriyle karışmasın
dı.
|
|
|
|
|
Kalemtıraşla, Delgeç, Zımba, İstampa
Delgeç, zımba derken en zevkli uğraşlardan olan kurşun kalem
açmak için basit türde kalemtıraşlar, kullanılır, öğrenci
ilk okulda kalemtraşı ucundaki kulbundan ya boynuna asar
ya cebinde taşırdı.
Dünya,
kedi, köpek, timsah, fil, otomobil, film şeridi kaseti gibi
çeşitli figürlü olan kalemtıraşların
yanısıra bir de ofislerde kullanılan masaya mengeneyle monte
edilen değişik çapta kurşun kalem açmak için kollu imrendirici
kalemtıraşlar vardı.
Kalemi açarken içi sık sık kırılır, bazen aça aça kalem
kısacık kalır, atılırdı. derste sınıfın köşesinde duran
çöp sepetine gidilir, kalem açılırdı ve o kalem açma işlemi
hiç bitmez, öğretmenin otur yerine uyarısına dek devam ederdi.
Üst satırda Dünya demişken bütün bunlar yetmezmiş gibi öğrenciler
Biyoloji dersi için mikroskop, Çoğrafya dersi için Dünya
da satın alır dersi
olan günler okula giderken taşırlardı.
Delgeç ve tel zımbası gibi aynı kırtasiye çeşitleri arasında
yer alan ıstampa daha ziyade
devlet dairelerinde, noterlerde, damga basanların kullandığı
mürekkepli bir tabakaydı.
Istampa demişken, bir de bir tür ıstampa olup para sayan
kasiyerlerin, maaş ödemesi yapanların kasaları yanında bulunan
ıslak sünger vardı. Veznedarlar kağıt banknotları birbirinden
ayırmada kolaylık olsun diye parmaklarını arada bir ıslak
süngere
değdirip ıslatırlardı.
Masa başında çalışan beyaz gömleklilerin kullandığı iki
siyah kolluk vardı. Bileklerden itibaren kollarına bu siyah
önlük kumaşından yapılma koruyucularla çalışırlardı.
Kol ağızları kirlenmesin diye bilekten dirseğe kadar lastik
büzgülü siyah kolluk takanlar, sürekli kalemle yazarak,
kayıt yaparak defter tutanlar, para sayanlar, mesai boyunca
bu kollukları çıkmazdı.
Su
Kupaları
Su içmek için kullanılan plastik kupalar vardı. İç içe geçen
dairesel halkalardan oluşan bu kupalar gözde takımların
renklerinden yapılırdı. Kullanılacağı zaman yukarı çekilir
bardak olur, itince yassı bir kutuya dönüşürdü.
Kapak bölümünde metal para koyacak küçük yassı bir hazne
olurdu.
Karatahtalar, Tebeşirler, Keçeli tahta silgileri, Cetfeller
Kara
tahtaya, beyaz kolalı yakalı kara önlükle kalkar, beyaz
ve renkli kireç tebeşirle yazılırdı.
Tahta silinince öğrencilerin üzerine tebeşir tozu kar gibi
yağar ve tebeşirin kireç kokusu sinerdi.
Öğretmen sınıfa arkası dönük kara tahtaya bir şey yazarken
sınıfta öğrenciler konuşursa bundan rahatsız olur aniden
dönerek elindeki tebeşiri konuşan öğrenciye olanca gücüyle
fırlatırken kendi aranda konuşma çocuğum diye bağırırdı.
Konuşmalara çok sinirlenmiş ise keçe kaplı tahta silgiyi
de attığı olurdu.
Öğretmenler bir daha ki derse kadar istedikleri sekiz ortalı
kareli harita metot defteri zamanında alınmamışsa
öğrencinin kulağını ikiye katlayıp çeker, hızını alamasa
sırada duran öğrencinin kalem kutusunun kapağı ile o yoksa
öğrencinin cetfelini ister eğer o da yoksa arkadaşının 50
cm lik cetveli ile öğrencinin avuçlarına defalarca vururdu.
Öğrenci elini ilk vuruştan sonra kaçırır, öğretmenin ıska
geçmesine neden olursa, bu defa elin tersini çevirtir, cetvelin
ince kısmıyla parmakların kemikli kısmına vururdu. Vuruşun
şiddetinden tatmin olmayan bazı öğretmenler cetfeli omuza,
kafaya da eklerdi.
Bu
arada cetfel kırılmışsa sıranın üzerine atar kürsüye giderken
dayak yiyen öğrenciye arkadaşına bir cetfel alırsın diye
tembih ederdi.
Beden dersine eşofmansız veya beden ayakkabısız gelen öğrencinin
kalçasına ve baldırına bateri sopasıyla vurup morartan şişiren
öğretmenler olurdu.
Hava
yağışlıysa bedene çıkılmaz, bir sonraki dersin yazılısına
çalışılırdı.
Kapalı spor salonu olan okullarda böyle sorun yoktu, Beden
Dersi mutlaka büyük ehemmiyetle yapılırdı.
Öğretmen öğrencileri salona toplar, üç tur koşu sonrası
yer minderleri serilir yanına atlama kasası taşınır, numara
sırasına göre kasadan takla ile atlanırdı. Sınıfın en cüsseli
öğrencisi ile kasa yanında duran öğretmen atlamakta zorluk
çekenleri bellerinden tutar, taklayı tamamlamasına yardım
ederdi.
Istarcı olurlar atlayamayan kilolu öğrencileri bile mutlaka
üç dört sefer deneme sonunda veya kasanın bir katını azaltarak
atlatırlardı.
Öğretmenler derste arkası kara tahtaya dönük bir şey yazıp
çizerken, ders anlatırken sınıfta konuşan birisi olursa
elindeki tebeşiri hışımla öğrenciye fırlatır, bazen attığı
keçesi tebeşir tozlu tahta silgisi de olurdu!
Süt Tozu-Gravyer Peynirli Marşall yardımı Okullarda
süt saati vardı. 10-11.00 arası derse ara verilir okul idaresi
tarafından sınıflara dağıtılan turuncu renkli Amerikan peyniri
ve süt tozundan yapılma sıcak süt dağıtılırdı.
Paketlerin üzerinde Marşall yardımı amblemi yumruklu eller
vardı. İkisinin de tadı iğrençti.
Öğretmen korkusuna mecburen yenir içilirdi. Üstelik her
gün bir öğrenci süt kolu seçilir, süt ısıtılması, süt dağıtımı
gibi işlerde görevlendirilirdi.
Kopya çekmenin tatlı heyecanı
Orta okula geçince kırmızı ve mavi olmak üzere iki renk,
yarı saydam kaplama kâğıtları ile kaplanan defter ve kitaplardan
kap kağıdı altına konan okunaklı yazılmış kâğıttan kopya
çekmek, palamut kopyası yapmak ustalık
isterdi.
Palamut kopya başlı başına bir efsaneydi.
Öncelikle şerit halinde kağıt kesilir, üzerine oya gibi
kopya yazılır, sonra şerit boşluk bırakmadan bobin halinde
iki taraftan sıkıca sarılır, iki bobini saracak şekilde
bir halka lastik geçirilir, tek elin üç parmağı yardımıyla
bobinler başa ve sona sarılarak sorunun cevabı bulunur,
yavaşça bobin çevrilerek kopya çekilirdi.
Palamut kopya dışında, çeket astarının içine veya eteklerin
iç yüzüne kopya kâğıtları iğnelenir,etek dize yatırılır,
hoca gelinde hafifçe dikleşip çeket eteğinin düzelmesi sağlanırdı.
Kız öğrenciler kopyaları bacaklarına yazar veya eteğin içine
kopyaçekeceği kağıdı iğneler eteği tersine çevirip kopyayı
okur, hoca gelirse eteği düzeltirdi.
Yıl sonuna doğru yaklaşırken, okul çıkışlarında öğrenciler
birbirlerine anket defteri verirler, kendileri için bir
şeyler yazmalarını isterlerdi. Anket defterlerine ev ödevlerinden
daha fazla özenilir, şiirler yazılır, kartpostallar yapıştırılır,
resimler çizilir, arkadaşın hoş anılarla hatırlaması için
gerekenler yapılırdı.
Kızılay
Kumbarası
Yılın bir gününde Kızılay kumbarası sınıfa getirilir, kürsüye
veya ön sıraya konurdu. Öğretmen öğrencilere Kızılay konulu
kısa bir konuşma yaptıktan sonra her öğrenciden gönünden
kopanı kumbaraya atmasını isterdi.
Tenefüste kantinden açma, çatal, belki okul çıkışı Şam tatlısı,
pamuk helva alacak kadar harçlığı olan öğrenciler, fedakârlık
yapar, harçlıklarından bir kısmını kumbaraya artlardı. Bu
kumbaraya halk arasında kalabalık yerlerde boynuna asıp
dolaşarak para atılmasını isteyenlere de rastlayabilirdiniz.
Okullarda yeterli görülmeyen bozuk paralı yardım toplama
işi daha sonra boş zarf dağıtılıp evde velilerce içine kağıt
para konarak getirilmesi istenirdi.
Aşı Günleri, Aşı Şırıngaları
60'lı yılların sonuna kadar okullar Cumartesi günleri yarım
gündü, dört ders yapar öğlen 13.00 de çıkardık. Aşıcılar
ise çoğu zaman Cuma günü gelir, hocalar tatil olur, ders
müfredatını yetiştiremez, çocuklar derslerden geri kalmasın
diye aşı mikrobunu tatil arifesinde kolumuzdan verirlerdi.
Ateşlenirdik,
evden dışarı çıkamaz hafta sonu tatilini hasta yatakta geçirirdik.
Çok kızardık çok, hatta o zamanlar çok ağır olan "pisoğlu
pisler", "eşek herifler" filan gibi ağza alınmayacak, şimdi
okkalı zaplarken kullandıklarımıza nazaran naif kalacak
sözler sarf ederdik.
Pazartesi günü birbirimize aşı yerlerini gösterir, nasıl
şiştiğini anlatırdık.
Çocukluk Anısı
Sizin okullarda da öyle mi olurdu bilmiyorum ama benim okuduklarımda
yarın aşı var herkes gelsin diye bazen söylerler bazen haber
bile vermeden sınıflara aniden aşıcılar girerdi, sırf aşı
var diye o gün okulu kıranlar da yok değildi.
Sınıfın ön sırasında oturanlar bir arkaya geçer, sıra kürsüye,
kara tahtaya yakın çekilir, gözümüzün önünde ispirto ocağı
üzerinde şırıngalar kaynatılır, sırayla aşılı şırınga ve
alkollü pamukla kolumuza girerlerdi. Sarılık, Hepatit B,
AİDS neydi bilmezdik, varlığından bir haber 52 kişilik sınıfta
maşallah hepimiz aynı iğneyle aşılanırdık, sıra yan sınıfa
gelirdi. Teneffüste arkadaşlarımıza, biz olduk hiç acımıyor
derdik. Aşı gecesi ateşler içinde kıvranır, aşı yeri kızarır,
kaşınır, kabarır, uyku filan uyuyamazdık
Çocuklar
sigara paketlerinin resimli yüzlerini kesip biriktirirler
oyunların da fiş gibi kullanırlardı.
En değerli olanları ender bulunan Sipahi, Yeni Harman, Yenice
idi.
Aynı
durum gazoz, maden suyu, biraların madeni tırtıllı kapakları
için de geçerliydi.
Bu kapakların bir işlevi de askerlik rütbesi, şerif kokardı,
yıldızı gibi göğüs tarafına kapak içlerindeki mantar parçayı
çıkarıp gömlek altından kapağın içine sokarak (bir nevi
perçinleyerek) sabitlemekle oluşan bir gurur tablosu sergilemekti.
Pantolon ceplerinin biri meşe, cicoz, misket, bilyelerle
dolarsa diğerinde gazoz kapakları olurdu.
Bu koleksiyon ve oyun merakı şekerlemelerin kâğıtlarına
basılan futbolcu, artist vs. resimlerinde de görülürdü.
Seriyi tamamlayan çocuk satıcıdan okkalı bir ödül alırdı.
Genellikle imzalı olan bir tane hiç çıkmazdı. Ödül çıkmayınca
teselli olarak verilen
sade gofret yenirdi.
Biriktirilen
artist resimli kartlar, cicozlar oyunda yutulursa kaybeden
çocuk ifrit olurdu. Çikletlerden çıkan resimli kartların
bazıları ise üç boyutluydu. Kart sağa sola veya yukarı aşağı
oynatınca hareketli gibi olur, derinlik fark edilirdi bu
sistemle daha büyük kartpostallar da vardı.
Bayramlarda bayramlıklar giyilir eş dost ziyaret edilir,
harçlıklar toplanır, aynı kıyafetlerle ki bu çoğu zaman
takım elbise olurdu.
Oyunlar arasında ping ponk dedilen masa tenisi eskiden beri
bilinen bir oyundu, oyun masası, mengeneli filesi, mantar
kaplı raketleri ilk oyun araçlarıydı. Sonraları reketler
kauçuk kaplandı, bundan başka bir başkası da tenis raketiyle
oynanan gözenekli plastikten yapılmış paraşüt toplu tenisler
açık alanlarda bilhassa plaj sahillerinde oynamak moda oldu.
Topa nasıl vurursanız vurun top hep düzgün giderdi.
Bayram yerinde kurulan seyyar dönme dolaplara, salıncaklara
ve kiralık atlara binilirdi.
Bayram kıyafeti olarak takım elbise giyip, sonrada takım
elbiseyle bayram yerinde ata binenler, komik görünümler
sergilerlerdi.
Arka
cepte muhafazası içinde tarak, horozlu ayna taşınır, sık
sık çıkarılıp saçlar tavuk kanadı gibi sağa sola taranırdı.
Evin anahtarları demet halinde pantolonun kemer köprüsüne
takılırdı.
Çocuklar öylesine çabuk ayakkabı eskitirlerdi ki çare lastik
kalıp ucuz ayakkapılarda bulunmuştu, onların da çoğu zaman
metal olan kemer tokaları ayağı zedelerdi, açık kısımlar
toz toprak içinde kalır, eğer çorapla giyilmiş ise çorapta
papucun açık kısımlarının izi olurdu, terletir, kötü kokular
da yayardı.
Kaynana Zırıltısı.
Maçlarda
ses çıkarması için kullanılır, güya çıkarılan ses rakip
takım taraftarının sinirini bozmaya yönelikti. Kaynana zırıltısı
denen birbirine sarılmış burgu seklinde iki tel üzerinde
yukarı aşağı hareket ettirince inen çıkan bir pervaneden
ibaretti. İki elle kullanılan ucuz teneke bir mekanizmaydı,
cırcırlar sinir bozan zırıltılı bir ses çıkarırdı.
Bir de tahta olan vardı, sapından tutup ekseni etrafında
döndürülen ” L” biçiminde birbirine monte edilmiş iki çubuktan
oluşurdu.
Dönen çubuğu karşılayan esnek dil, çubuğun her dönüşünde
lak diye ses çıkarır, çubuk ne kadar hızlı çevrilirse, sesler
arası süre o kadar kısa olurdu. Tribünün tamamı bunu çevirince
etrafa lakalakalaka diye bulut gibi dikkat çekici bir ses
yayılırdı. Diğer zamanlarda seyirciler “Bir baba hindi hey
Allah, fenere de bindi hey Allah, Allah Allah hey Allah”
diye tempo tutarlardı.
Domino taşları
Sırası
gelmişken, TV yayınlarının henüz başlamadığı 1968 öncesi
yıllarda yetişkinlerin, anne ve babaların akşam yemek sonrası
eğlencelerinden birisi de sofra toplandıktan sonra masaya
yayılan Domino taşları karıştırılıp oynamaktı.
Ters olarak kapatılıp teker teker çekilen ve aynı numaraları
yan yana getirerek dizilen domino taşlarının eşlerini erken
bulan oyunu kazanır, yeni oyuna geçilirdi. Oyun sonrasında
yenilen tarafın isteği ise taşların iyice karıştırılması
olurdu.
Otlar
ve Böcekler
Mahallede evler arasında boş arsalar çoktu ve çocukların
top oynama sahasıydı, sabahtan akşama kadar top oynayan
çocuklar mahalle çeşmelerine dayadıkları avuçlarının içinden
kana kana, terli terli su içerlerdi. O yıllarda şehir suları
klor kokmaz memba suyu lezzetindeydi. Apartmanların duvara
bitişik boş arsa kenarlarında ve boş çayırlık alanlarda
gelincikler, papatyalar, temas edince aniden patlayan, pantolon
paçasını ıslatan otlar, uzun boylu çimenler, buğday başağı
benzeri tüylü pisi pisi otları kendiliğinden yetişir, çoğu
zaman bu otlar çocukların gün boyunca eğlencesi olurdu.
Kız
çocukları papatyalardan başlarına taç örerler, yaprakları
bir bir koparıp seviyo, sevmiyo oynarlar, defter, kitap
yaprakları arasında çiçek kurutup saklarlardı.
Küçük bir karton kutu içinde, dut yaprakları arasında ipek
böceği yetiştirenler de vardı ama, muzip, haşarı mahalle
çocukları ya pisi pisi otlarını iki ellerini bitiştirip
küçük hareketlerle tüylerin ters itikametinde kollarına
doğru yürütürler ya da arkadaşlarının ensesinden içeriye
atarak onların kaşınmasına katıla katıla gülerlerdi.
Bu otlar arasında kah zaman kelebekler kah zaman çekirgeler
gizlenir, onları yakalamak bir tür uğraş olurdu. Bir de
yapraklar, dallara konan uç uç böceği, bir başka deyişle
uğur böceklerine rastlanırdı.
Minik, sevimli, uğur sayılan kırmızı renkli uç uç böcekleri
asla öldürülmez, incitmeden ele alınır, parmak ucuna doğru
üflenerek yol alması sağlanır, bu arada "uç uç böcecik,
annem sana terlik, papuç alacak" gibi anlamsız sözler
söylenir, böceğin kısa mesafe uçuşu keyifle seyredilirdi.
Nadir görülen bir de seffaf kanatlı helikopter böcekleri
vardı.
|
|
|
|
|
Bisküviler,
Çikletler Şekerler daha neler neler..
Kremalı
bisküvinin iki katını ayırıp aradaki tatlımsı beyaz kremayı
yalamak bir başka zevkti.
Haylayf
birinci markaydı. Arı, Eti, Ülker sonra gelirdi.
Çaya batırıp bisküvi yemek, bebe bisküvisi ile mozaik pasta
yapmak, hepsi ayrı zevklerdi bakkallarda üst üste dizili
bisküvi kutularının cam kapağı kaldırılır kese kağıdına
istenen miktar konur, tartılıp verilirdi.
Hazırlıksız yakalanılan ani komşu ziyaretlerinde çayın yanında
bisküvi ilk ikramdı.
İki bisküvi içine konulan lokum pasta tadındaydı.
Çocukların en sevdikleri yiyeceklerden biride ev yapımı
leblebi tozuydu.
Leblebi, havanda dövülür, un haline getirilir, toz şeker
ilavesiyle karıştırılır kaşık kaşık yenirdi. Boğazına kaçıranlar
öksürük nöbetine tutulurdu.
Hem pastanede, hemde simitçi tablasında seyyar olarak da
satılan
yumurta akından yapılma Beze denilen top top köpükler de
vardı.
60'lı yılların ikinci yarısında Nestle tarafından frutips,
Mintips adıyla torbalar içinde şekerler piyasaya sürüldü.
Adından da anlaşılacağı üzere Frutips portakal, ağaççileği,
ananas, limon çeşitlerinde meyveli olup, Mintips ferahlatıcı
karemela kıvamında çiğnenebilen mentollü bir şeker türüydü.
Yemekte harf çorbası, düdük makarna varsa çocukların keyfine
diyecek yoktu.
Bir dilim ekmeğe sürülmüş sana yağı üzerine dökülmüş toz
şekerin tadı vardı.
Anneler yemek yaparken çocuklarına verdikleri francalanın
köşesi kesip ekmek arası kavrulmuş salçalı kıyma, yemekten
önce pek hoş, pek lezzetli gelirdi.
|
|
|
Çikletler
Okul
harçlığı ile en çok satın alınabilen çikletti, iki üç
çiğneyince tadı kaçsa,
lastik parçasından farkı kalmasa da israrla çiğnemeye,
balon şişirmeye devam edilirdi. Balon şişirince çoğu zaman
patlamasıyla çiklet yüze, buruna, saça yapışır, saçları
yapışan çikletten arındırmak sorun olurdu.
Buna rağmen çiğnenen çiklet atılmaz, kağıda sarılıp önlük
cebine konur, teneffüse çıkınca çiğnenmeye devam edilirdi.
Çikletin içinden çıkan artist resimleri, futbolcular serisi
biriktirenler için çikletin satın alınabilir olmasını
kolaylaştırıyordu.
Nanelisi, damla sakızlı, çilekli tarçınlısı iyi hoştu
da yurt dışından ithal
edilenler bir başka olurdu. Yurt dışından gelen ve çikletin
sarıldığı kağıtta bir kaç kare resimli çizgi roman olan
Bazoka markalı dolgun bir çiklet vardı.
Juicky Fruit ile Doublemint de tanınmış çiklet markalarıydı,
mentollü ve meyveli tadıyla sevilir, yanılmıyorsam yedilik
paketiyle satın alınırdı.
Çiklet para yerine de geçerdi. Bakkal alış verişlerinde
bozuk para yoksa borçlu kalmamak için para üstü yerine
bir iki çiklet verir, kimse itiraz etmezdi.
Bir
de sigara çiklet vardı. Bu çikletler uzun sigara formunda
yapılmış olup, çocuk bir çikleti dudak arasında bir süre
tutar, büyükleri sanki sigara içiyormuş gibi kandırır,
bunu görüp, inananlar bu arada "ayıp ayıp bacak kadar
çocuksun sigara mı içiyorsun" laflarına muhatap olmaya
başlayınca çiğnemeye başlardı!
Zambo,
Mabel, Golden sonrası lastik gibi çiğnenen şekersiz damla
sakızı satılırdı.
Jelatine
sarılı bir kaç damla sakızı yanında biraz da çiğnerken
yumuşatması için mum gibi bir parça ilave edilirdi.
Çikletler bir süre sonra değişime uğradı üzeri ince sert
şeker kaplı draje çikletler paketler halinde piyasaya
sürüldü.
Kutu içinden çıkarılan drajelerden bir ikisini ağıza atıp
çiğnemek çikletlere değişik
bir boyut kazandırmıştı ki, sonra rutin oldu.
Golden, Mabel çikletlerini Melek, Kent, Meltem, Tipi Tip,
Pembo en son Falım markalı olanlar ile draje çikletler
takip etti.
Çikletlerin
içinden çıkan artist ve sporcu resimlerini biriktirmek
karşı konulmaz bir tutku, hatta hastalıktı, alt mı üst
mü oynanan
bu
küçük karton kartların arkasında ki numaralardan kime
ait olduğu ezbere bilinirdi. Tipi Tipi ve pembo çikletlerin
içinde mumlu küçük kağıtta esprili bir çizgi roman bir
kaç karede anlatılırdı.
Çiklet
yüzünden öğretmen öğrenci arasında çocukların başı derde
girdiği de olurdu.
Derste öğretmen bir anda "sen çiklet mi çiğniyorsun"
diye hışımla çocuğu sıkıştırır, çocukta dayak korkusuyla
"hayır öğretmenim, dişimde bir şey kalmış, dilimle
şey yapıyordum" derken çikleti yutuverirdi.
Ne var ki öğretmen yanılmış olmak istemezdi, çocuğa "aç
bakimm ağızını, dilini kaldır, dışarı çıkar" der
bulamaz ise "kaç senin numaran kalk tahtaya söyle
bakalım" diye bir de soru sorup
çocuğu sınıfta küçük düşürme hırsına yenilirdi.
Sinemada film boyunca çiklet çiğneyen yetişkinler de vardı,
onların yanında film seyretmek azap olurdu.
Sokakta çiklet çiğnemek ayıp sayılırdı, yürürken ağız
açık şakkada şukka da çiklet çiğneyen, arada bir balon
şişiren genç kızlara da kenar mahalle dilberi gözüyle
bakılırdı.
Bakkalara servis edilen çikletler kapaklı teneke kutu
içinde gelir bu kutudan satılırdı, günümüzde bu kutular
antikacılarda eski eşya satanlarda büyük itibar gören
objeler arasında ki yerlerini alıyorlar.
Sokak
Tatları, Okul Önü Satıcıları
Kâğıtlı çikolata pahalı olması nedeniyle, kâğıtlı şeker
bilhassa kâğıtlı karamele macunsu haliyle sevilirdi. İçinden
niyet çıkardı, falımda ne çıkmış diye merakla okunurdu.
Nikâh şekerlerinde, mevlit şekerleri külahlarında çıkan
badem şekerleri, peynir şekeri, Üzerinde kabartma fil
resmi olan Hindistan Cevizi şekerleri, şekercilerde ve
bilhassa ada vapurunda satılan, deniz tutmasına iyi geldiğine
inanılan minik nane şekeri torbaları yaygındı.
|
|
|
|
Tarçınlı
kırmızı renkli, düdüklü horoz şekerlerinin yanı sıra,
elinde tahta bir çekmece ile mahalle mahalle dolaşan nane,
limon şeker satıcıları vardı.
Şekercilerde
satılan ve lohusa hanımların sütlerini artırmak için içilen
kırmızı renkli tarçın lezzetinde kalıp şekerler
de vardı. Bu şekerler kırılıp kaynatılarak loğusa şerbeti
yapılır, doğum yapmış annelerin yanı sıra eve ziyarete
gelen misafirlere de soğuk olarak ikram edilirdi.
Macuncu derseniz yolu gözlenen biriydi. Ayaklı sehbayı
açıp, üzerine macun tepsini koyduktan sonra cam külahı
kaldırışıyla beraber tornavidayla çubuklara macun dolayışı,
ortada kesik duran yarım limona macunu gezdirip sapından
tutarak uzatışı heyecan ve mutluluktu. Sadece macun mu
değil tabi, cam gibi kristalize olmuş, kırmızı gıda boyalı
ağdalı şekere batırılmış elma şekerlerini yere düşürmeden
yemek hüner isterdi de bitiminde dudakların ruj sürmüş
gibi kıpkırmızı olmasına kimse aldırış etmezdi.
|
|
|
Pamuk helva yapılışı itibariyle bir tür şölen gibiydi.
Seyyar şekerci ayak pedalıyla dönen sıcak tabla üzerinde
lif lif olan ve çubuğa sarılan pembe bazen sarı renkli
pamuk şeker buruna, yanağa, zaman zaman saça yapışsa da
büyük keyifle yenirdi.
Macuncu, revani
dilimlerini spatula ile ayırıp bilet kadar kağıda sarıp
ellerimize tutuşturan şambali satıcısı, turşu suyu satıcısı,
kağıt helvacı yolu beklenen veya okul çıkışlarında mutlaka
uğranılan satıcılardı.
Çocukluğumuzun tatlı atıştırmalıklardan birisi de "Beze"
idi.
Yumurta akından yapılan katı köpük bezeleri iki parmağımızla
tutup hafifçe ısırınca hiç bir sertlikle karşılaşılmaz,
ağızda erir giderdi.
Simitçi, Şam tatlıcısı, macuncu, turşu suyu, pamuk helva,
kâğıt helva, ayçiçeği, dondurmacı derken bezecilerde çok
defa okul önünde sıkı sıkı tuttuğumuz son kalan harçlığımızı
kaptı önlük cebimizden.
|
|
|
Alıç,
Ayva, Nohut, Koca Yemiş
Okul önlerine gelen mevsimlik meyve satıcıları da vardı
ayçiçeği, kelek, acur vardı ama hepsinden fazla taze nohut
demetleri satanlar, yıl sonuna doğru Ekim sonu Kasım başında
kendini göstermeye başlayan ayva, alıç meyveleri gelirdi.
Alıç satıcıları tahtadan yaptıkları "T" şeklinde
bir çıtanın bir tarafına sarı, diğer tarafına kırmızı
meyvelerden ipe dizdikleri alıçları satarlar, alan öğrenciler
alıçları boyunlarına takıp, birer birer ipten çıkarıp
yiye yiye evlerine mutlu dönerdi.
Ayvacılar
pazar küfesini sırtlarından indirdikleri anda etrafı çocuklarla
dolar, bu kaça, bu kaça diye sorup 25 kuruş, 50 kuruş
fiyatlarla ayvaları alıp şöyle bir üstlerine sürerek sözüm
ona temizlendiğini sanarak dişlemeye başlardı, arkadaşlarına
bir iki ısırık ikram edenler de olurdu. Ayvacılar maç
günleri stat kapılarında da da beklerler, ayva alanlar
ise tok tutan bu meyveyi boğula boğula yer, kalanını maçta
hoşnut olmadığı bir hakem kararında sahaya atarlardı!.
Bir de çileğe benzeyen top top Koca Yemiş adlı bir meyve
vardı aşağı yukarı alıç ile aynı mevsimin meyvesiydi,
genellikle romanlar kırsal kesimde çalıklar arasında yetişen
bu meyveyi toplarlar, defter kağıdından yaptıkları külahlara
koyarlar metal para karşılığı satarlardı. Öyle manavlarda
bulunan ticari değeri olan bir meyve değildi, doğaldı,
akmaz, damlamaz, üzeri tırtıklı, yumuşak, sapsız, çekirdeksizdi
ve de çok lezizdi.
|
|
|
|
Çikolatalar
Çocukluk çikolataları bambaşkaydı, diş macunu gibi tüp içinde
bulunan tüp
çikolatalar, yaldızlı kağıda sarılı semsiye biçiminde olanlar,
muz şeklinde muz aromalılar, ya da altın görünümlü kalın
alüminyoma sarılı para çikolatalar da çok sevildi, en çok
da Nestle çikolata kutusu sevildi. Kendine özgü bir ambalajda
satılırdı.
Kibrit kutusu gibi çekmece içinden çıkarılan çikolataların
her biri ayrı ayrı alüminyum kâğıda sonrada kırmızı kâğıt
bantla sarılırdı.
İki katlı çift sıra dizilmiş olurlardı.
Çocukları mutlu eden bu hediye değerinde ki çikolatalardan
bir yandan yer, bir yandan da kutu içinde kaç tane kalmış
diye sık sık sayılırdı.
Nestle kutu kakao, hem muhallebiye karıştırılır, hem kahve
gibi yapılıp içilirdi, bir de süt sevmeyen çocukların sütüne
bir kaşık kakao konur, sütlü kakao olurdu.
Karamela dar gelirli aileler genellikle çikolata yerine
karamela ikram ederlerdi, buna rağmen yoğun kıvamlı
kırılmayan
macunsu hali, çikolatayı andıran tadı ile dört köşeli kahve
renkli karamelalar çocuklarında sevdiği üç dört tanesi cepte
bulunan bir şekerleme çeşidiydi.
Üstelik sadece karamelaların sarılı olduğu kâğıt içinde
niyet çıkardı. Karamela şekeri ağza atıldıktan hemen sonra
kâğıtta yazılı niyet falda ne çıkmış gibi okunurdu. Soğuk
havalarda kaskatı olan karamelalar, ağızda eritilerek yumuşatılırdı,
çiğnemeye kalkanların ağızlarında ki diş dolgularını yerinden
söktüğü vakiiydi.
Sepet veya etrafı cam kaplı iki kapaklı kola takılan cam
kutularda horoz şeker hem düdüklü hem tarçınlı tadıyla önce
öttürülür, sonra sapındaki son kırıntıya kadar yalayıp yenirdi.
Lahmancuların kokusu uzaktan ne de hoş gelirdi, lahmacunları
soğumadan
müşteriye satabilmek için çok hızlı dolaşırlardı, kapaklar
açılınca buharlar çıkardı, bilhassa stat çevresinde dolaşırlar,
kapaklı kutudan çıkardıkları lahmacunun içine biraz soğan
maydanoz koyar limon sıkar, sarıp verirlerdi, ne etinden
yapıldığı düşünülmeden bir güzel yenirdi...
Seyyar dondurmacı mahalleye gelince dondurma kaymaaaak diye
nameli bağırır, etrafına çocukları toplayınca dondurmacıdan
dondurma kazanı içinde bulunan sade ve limonlu dondurmadan
kaşıkla altı kesik dondurma külahına 25 veya elli kuruşluk
alınırdı. Dondurmacı dondurma kazanına balıklama atlar gibi
eğilir, metal kaşığa baş parmağıyla destek alarak dondurmulayı
koyardı. İşlem bitince yine süratle metal kapak kazana kapatılır,
üzerine havlu konur, üç tekerli dondurma arabasını bir başka
mahalleye ittirirdi, kah zaman bu ittirmeye çocuklarda yardım
ederlerdi.
Sırası
gelmişken bebeği olan aileler doğum öncesi hemen bir bebek
arabası satın alırlar veya yakın dostlar, akrabalar hediye
getirirlerdi. Ne var ki bebek arabasını çok katlı apartman
dairesinin daracık merdivenlerinden indirip çıkarmak genç
anne için zahmetli olduğundan büyük hevesle edinilen pusetler
birkaç defa ancak kullanılır, mevsim değişir, bebek kısa
sürede yürümeye başlar, sonuç olarak evde pusetin kapladığı
yer göze batar ve puset yok pahasına fiyata satılırdı.
Puseti
alanlar ise ya ayaklı simitçi tablasından puset arabaya
geçmiş bir simitçi veya fırıldak satıcısı olur, sokakları
dolaşarak pusetle satış yaparlardı.
Okul önlerinde, okul kantinlerinde olduğu kadar sokalarda
sık sık gördüğümüz satıcı ve sattıklarının başında yıllardır
belki de 100 yıla yakın süre açlıkları bastıran "Açma
ve Çatal" ikilisi gelirdi.
Simit, gevrek kadar ünlüydü, öğrenciler kantinden bir
açma çatal alabilmek için sınırlı süreli teneffüste adeta
birbirleri ile sırada kaldıkları sürede itiş kakış mücadele
ederlerdi. Açma yumuşak, yağlı ve sadeydi, peynirlisi
zeytinlisi, ayçiçeklisi filan yoktu, çatal kırılgandı,
ikisi de çok sevilirdi, günümüzde tüketilmeye devam ediyor.
Büyüklere Oyunlar ve SPOR TOTO Çılgınlığı
60’lı yılları saran Spor Toto çılgınlığı Evet evet
tam bir çılgınlıktı.
60’lı yılların başında kullanıma sunulmuş, etrafı hastalık
gibi etkisi altına almış, Milli Piyango’ya bel bağlayanları
bile kendi tarafına çekip rakip olarak hızla yayılmaya
başlamıştı.
Genci
yaşlısı herkes tüm maçların kazananı veya berabere kalanları
tek kolonda bilip 13 tutturma hayaliyle yatıp kalkılıyordu.
İkramiyeyi alabilmek için 18 yaşını doldurmak gerekliydi
ama çocuklar bile kupon doldurup büyüklerin üzerine yatırırlardı.
Doldurulan spor toto kuponları Cuma günü son kabul dakikasına
kadar yatırılır Cumartesi oynanan maçlarla ya ümitlerin
bir kısmı kırılır ya da heyecan katlanarak Pazar akşamına
taşınırdı.
Azim, hırs, inat, ümit her hafta artar bu hafta olmadıysa
bir daha ki hafta mutlaka tutturacağım hayali, etrafta
tutturanların kazandığı ikramiye tutarları duyuldukça,
oynanan kolon sayısını da artmasına neden olurdu. Spor
Toto bayileri önünde kuyruklar uzar, hele ki o hafta sürpriz
sonucu 13 bilen çıkmamışsa ikramiye bir sonra ki haftaya
devretmişse, iştirakçi sayısı artar, bayilerde ücretsiz
dağıtılan boş kuponlar biter, boş kuponu parayla satanlar
bile olurdu.
60’lı
yıllarda spor yazar ve gazetelerin tuttukları takımı ya
da sempati duyduklarıtakımı kimse bilmezdi, tarafsız görünmek
şarttı yoksa okuyucu kaybederlerdi, rengini belli etmek
ayıp sayılırdı.
Kulüp başkanları da çıkıp bu hafta şöyle yapacağız filan
gibi konuşmazlardı. Fenerbahçe’de konuşursa en fazla Can
Bartu, Lefter, teknik direktörler Oscar Hold veya Molnar
konuşurdu, Kulüp Başkanı Faruk Ilgaz’ı bu tür diyaloglarda
filan asla göremezdiniz.
Hiç toto oynamayan, maçlarla alakası olmayanlar takım
kaptanlarının radyo konuşmalarını dinler, tüyolara kulak
kabartır, birkaç kolon oynar, etrafına sorarak oynatır,
1-2-0 yazdığı kâğıtları karıştırıp kura çeker, önünden
geçen otomobil plakalarının tek çift rakamlarına göre
kolon yazar, sürpriz üstüne sürpriz kolonlarlarla kuponu
doldururlardı.
Spor toto oynamak öyle bir hale gelmişti ki işi matematiğe
döküp olasılık hesapları yapanlar başlamıştı. Kahveler
başta olmak üzere, evde, bir yerden bir yere giderken,
işte, ofiste, okulda her yerde toto oynanıyordu.
Bazı
okullarda bazı hocalar sınıfa girince talebelerine “Kitabınızın
bilmem kaçıncı sayfasını açıp çalışın” dedikten sonra
kürsüde ellerinde ki gazetenin spor sayfası ile ders boyunca
kupon doldururdu.
Maçlar neticelenince Spor Toto idaresince yapılan kesin
sonuçlar radyodan dikkatle dinlenir, kolonlar kontrol
edilir, en fazla kaç tutturulduğuna bakılır, eğer tek
kolonda 9 bilinmişse ahlar vahlar içinde dövünülürdü.
“Toto bu hafta da yattı, ah ki ah bir tane daha bilsem
10 tutturacaktım” diye dert yanılırdı. Oysa 10 tutturanlarında
aldığı para amorti miktarı kadar olur, 11 bile doğru dürüst
para kazandırmazdı. İşin kaymağı, 13 ve 13+1 tutturulan
birkaç kişiyi geçmemiş olan haftada yenirdi.
Aslında kolay gibi görünürdü, büyük takımların durumu
üç aşağı beş yukarı belli olurdu, üç büyükler büyük sürpriz
yapmazdı da alt sıralardakilerin, ikinci lig takımları
ne yapacağı belli olmazdı.
Öyle takımların maçlarını spor toto değerlendirmesine
alırlardı ki sonuç üç ihtimalli görünür bir maç yüzünde
üç kolon yazmak icap ederdi.
60’lı yıllara şöyle bir bakalım hangi takımlar varmış
liglerde ve o hafta değerlendirmeye alınan Spor Toto kuponlarında
boy gösterenlere.
Yıl 1961 Haydi bakalım gel de bil dedirtecek bir maç Türkiye
Genç- Bulgaristan Genç karşılaşması, bir başkası Göztepe-Şekerhilal,
peki ya buna ne yazılır Adana Sümerbank-Kayseri Ha. Gücü.
(Hava gücü) 5.6/9/1964 Dördüncü hafta maçları Hacettepe-Şekerspor,
Demirspor-PTT, Altınordu-İzmirspor, Altay-Göztepe, Yeşildirek-Sarıyer,
Kasımpaşa-Beylerbeyi, Vefa-Karagümrük, Bursa Spor-Beyoğluspor.
Velhasıl zor işti aynı kolonda tahmin tutturmak, yılmak
yoktu ve yıllarca 60'lı, 70'li yıllarda kasırga gibi esmiş
sonralarda zayıflayarak da olsa sürmüş, hayaller her defasında
bir sonra ki haftaya taşınmıştı.
Şans Oyunlarının En Büyüğü Milli Piyango
Şans oyunlarının en büyüğü olan Milli Piyango çekilişleri,
her ayın 09'unda, 19'unda, 29'unda yapılırdı. Yukarıda
1960'lı yıllardan örnekler bulunan Milli Piyango biletlerinin
üzerinde bulunan resimleri, mevsime, günün anlam ve ehemmiyetine
uygun temalar işlenir ve bu biletlerde kullanılacak resimleri
ünlü ressam, grafiker, sanatçı İhap Hulusi hazırlardı.
Biletlerin
ebatları 1965 yılına kadar 13x6 cm iken 1966 yılına gelindiği
zaman 12x5,5 cm ye küçültülmüş, 1987 yılına dek bu ölçülerde
basılan biletler, 1988 yılnda bu defa 15x6,3 cm olmuş.
Sirkeci'de bulunan ana Milli Piyango ana merkezi sonraki
yıllarda bilet satışı azalınca önce taşınmışdı!
I950'li yıllardan itibaren Eminönü'nde Nimet Abla gişesi,
Galata Köprüsü altında bulunan
Uzun Ömer, Beyoğlu'nda gezici bayii Cüce Simon piyango
satışında isim yapmış uğurlu eller olarak sans dağıtan
bayiler olarak ünlenmişti.
Çekiliş sonrası amorti çıkan biletleri değiştirmek, çıkmış
ise ikramiyeyi almak, yeniden şans denemek isteyenlerin
ve seyyar Milli Piyangocuların istilasına uğrardı.
Bugünkü Hacı Bekir Şekercisi karşısında ki Milli Piyango
ana merkez binası, önü gibi içi de kalabalık olurdu.
Gezici bayiler tomarla aldıkları biletlerin arka taraflarını
teker teker damgalarlardı.
|