Geride
bıraktığımız 60-70
yıllık son dönemde dönüp baktığımızda neler kullanmış, ne
olaylar görmüş neler yaşamışız... Günlük hayatımıza neler
girip çıkmış, bizlerde ne izler, ne anılar bırakmış...
Her yılın sonunda ''neler in, neler out olmuş'' deyip, yılın
bilançosu çıkarılır ya, biz de öyle yapıyor, son yıllarda
geçen zamana, kaybolan, unutulan anılara birlikte göz atıyoruz.
Nereden, nasıl başlasak derken görüyoruz ki, değişime uğramayan
pek te birşey kalmamış...
Ülkede kurşun kalem fabrikası olmadığı için fiyatı pahalıda
olsa ''Faber'' kalem ithal edilirdi. Minicik
kalan kalemler bile arkalarına boyunu uzatan kamış veya metal
uzantılar eklenerek bir iki santim kalana dek kullanılmaya,
sarı saman kağıtlar üzerinde yazmaya devam edilirdi.
Sert uçlu sabit kalemler de vardı, hani silgiyle silinse de
çıkmaz, deftere yazarken sayfaları delerdi...
Postacılar taahhütlü mektupları adreslere teslim ederken zorunlu
olarak bu alıcılara bu kalemlerle
imza attırırlardı. Bir de paket postahanesine verilecek koliler
bez torbaya konduktan sonra illaki üzeri sabit kalemle tükürüklenerek
yazılırdı, çıkmasın, silinmesin diye... Ne var ki bu ıslatma
sırasında kalemin ucu sabit renk bulaştırır dudakları morlaştırırdı.
Küçüle küçüle 3-4 cm kalmış kurşun kalemlerin boyu ve ömrü
ise arkasına takılan kamışlarla uzatılırdı. Avuç içinde tutulmamayan
kalemler bu sayede kullanılırdı.
Hani hatırlarsınız, mürekkep hokkaları vardı. Acele haberler
için telgraf çekilir, kolalı beyaz yakalı gömleklerin yaka
uçları kalkmasın diye içine sert lastik şerit konur ve bu
''balina'' ismiyle anılırdı.
Naylon
ve renkli gömlekler moda olmadığı ve bilinmediği için beyazlar
yıkana yıkana ağarır ve sararırdı.
Bu yüzden beyaz yedek yaka kullanılır, iş yerlerinde beyler
kol ağızlarını korumak için bilekten büzgülü siyah yarım kolluklar
takarlardı.
Çamaşırlar kaynatılırken kazan içine kesme şekerden biraz
büyük mor-lacivert ''çivit'' atılırdı.
En meşhuru ''Öküzbaşı'' markalı olanıydı da, dış ambalajında
öküz kafası resmi bulunurdu... Arap sabunu veya rendelenmiş
sabunla çamaşır kazanında kaynayan sararmış (azmış) beyaz
çamaşırlar çivitin verdiği renkle hafif maviye bakan beyazlık
kazanırdı.
Mutfaklardaki gazocaklarını yakmak bile başlı başına bir işti!
Haznesine
gaz konulan 3 bacaklı ocakların ispirto dökülen kafası ısıtılır,
yakılır sonra da kuvvetlendirmek için pompalanırdı.
Gaz fışkıran meme, gaz süzülmemişse tıkanır, ince tenekeden
yapılma bir şerit ucuna kıvrılarak takılmış ucu iğneli delik
açıcı ile kafadaki
meme temizlenir, buna rağmen ocak sıcakken sönerse iğrenç
kokar ve göz yaşartırdı. Meme iğneyle acılmaz ise özel döner
başlıklı meme sökücü aparatı kullanılırdı.
Gaz ocağını söndürmek için içine pompayla basılan gazın tazyiki
boşaltmak yeterliydi.
Evlerde gaz ocağı yemek yapmak, çamaşır kazanı kaynatmak için
kullanılırdı.
Gaz
ocakları için bakkallardan litreyle açık gaz satın alınırken
mutlaka bir şişe de ispirto alınırdı.
İspirto mor renkli yanıcı özelliğinden dolayı da gaz ocağının
ilk yanışında gaz ocağının kafasını ısıtmak için dökülüp yakıldığı
gibi, ayrıca ispirto ocaklarında da kullanılırdı. İspirto
ocaklarının üzerinde sefertası ısıtılır, cezveyle kahve filan
yapılırdı.
Hemen hemen her evde bir kahve değirmeni vardı. Çekilmemiş
kahve çekirdeği alınır, tavada bu çiğ kahve çekirdekleri kavrulur,
sonra değirmene konup sabırla değirmen kolu çevrilirdi.
Silindirik değirmenin alt kısmında toplanan çekilmiş kahve
taze taze cezvede suyla
pişirilirdi. Değirmenler sarı bakırdı, parlatıcı, oksit silici
kaolla silince pırıl pırıl olurdu.
İspirtolu ocakların yanı sıra, kömürlü ütüler öğrencilerin
simsiyah okul önlükleriyle bembeyaz
kolalı yakaları üzerinde gezinirlerdi. Gömlek yakaları ve
önlük yakalar için Atlı marka pirinç kolası alınır, suda eritilen
kola maddesi ıslak yakalara sürülür ütülenince sertleşir,
kıvrılmayacak biçim kazardı.
Pirinç yapım Havan yoğurta karıştırılacak sarımsak, tel kadayıfın
cevizi ve fındık bu tür havanlarda dövülürdü.
Havan ile havaneli arasında vurma anında oluşan tok pirinç
sesi, içine konan malzeme dövüldükçe ses tonu da değişirdi.
Havan zamanla kararsa da kaolle silinince oksidi gider pırıl
pırıl, sapsarı olurdu
Salonlara kristal avizeler takılır, kaşıkçı elması gibi her
bir kristal cam spreyle yıkanır, teker teker kurulanırdı.
Mum ampullerden veya buzlu mantar olanlardan çıkan ışıklar
kırılarak salona müze gibi hava katardı. Bohemya kristal radyo
reklamlarıyla hafızalarda iz bırakmıştı.
Avizeler iki aplikle beraber takım satın alınır, her iki duvara
metal veya camdan mamul avizenin benzer özelliğinde daha sadesi
olan karşılıklı aplikler takılırdı.
Duvarlara duvar halıları, pencerelere beyaz el işi perdeler
asılır, köşe bucak deve tabanı, kuşkonmaz ya da kauçuk gibi
salon bitkileriyle süslenirdi.
Yerler duvardan duvara muşamba kaplanırdı. Muşambalar önce
arap sabunu ile silinir sonrada Viky muşamba cilası ile bir
güzel cilalanırdı. Penguen resimli Viky marka muşamba cila
haşarata karşı etkiliydi.
Salon takımlarının puf oturakları, maun veya formika kaplı
masa, büfe, dolap, sehpa takımı olurdu.
Halılar,
kilimler el süpürgesiyle süpürülür, çinili kuzine sobalarda
ısınılırdı.
''Saka''ların at ya da merkeple getirdiği içme suları, kapı
girişindeki küplere boşaltılır yazın testilerde soğutulurdu.
Duvarlarda guguklular, bileklerde elle kurulan ''Nacar, Omega,
Hislon'' marka saatler, çevirmeli ankesörlü telefonlar, yine
siyah renkte, kollu ''Singer'' dikiş makinaları...
Siyah daktilolar ise pek az kişide bulunurdu.
Askerlik yoklamaları çok sayfalı nüfus kağıdı defterlerine
işlenir, hanımlar mermi gibi sivri uçlu sütyenler, etek altına
jüpon ve arkası tek çizgili çorap giyerlerdi.
''Öğretmen'' markalı siyah file çoraplar daha da iddialıydı.
Vog Bali markalı çorapları, Parizyen markalılar takip etti,
beklenmedik anlarda kaçan çoraplarda delik daha büyümeden
oje ile yapıştırılıp frenlenmeye çalışıldı.
Pudralarda Tokalon, Pertev, Hawilland kremi, Dr. Renaud Paris
krem mamülleri, Cutex oje, Altın Damla, Gizli Çiçek, PE RE
JA Kolonyası sürülür, eczaneden hatta köy bakkalarından bile
şişe götürülüp açık kolanya doldurtulurdu.
Hanımlar saçlara file takarlar, Kirpiklerini kirpik maşası
ile yukarı doğru özenle kıvırır, geniş kenarlı Fransız şapkalarını
baş tacı ederlerdi. (Konuya ilerleyen sayfalarda daha detaylı
bakacağız).
Berberler Tıraş Makinesi
ve Tıraş Malzemeleri
Beylerin traş takımları içinde Puro veya Gibs traş sabunu,
traş tası, fırçası ve 'Nacet,
Jop, Poker veya en pahalısı olan ve daha fazla tıraş imkanı
sağlayan Wilkinson markalı jilet bulunur
ya da usturayla sinek kaydı traş olunurdu, hatta bazıları
tıraş ola ola körlenen jiletleri, cam bardağın içinde iç yüzeyine
bastırıp çevirerek bileylemeye çalışırlardı.
Jiletler genellikle zarf gibi mumlu kağıda sarılı olurdu,
buna rağmen Gilette markasında olduğu gibi kağıtsız olup,
teneke özel ambalaj içinde baş parmağı bastırıp ileri iterek
jiletlerin çıktığı kutuda çıplak olanlarda vardı...
Sakala ters yönde girip yüzünü kesenler e de sık sık rastlanırdı,
bu nedenle kan
taşı denilen kesik yere sürülen kan dondurucu bulundurulurdu.
Tıraşın vazgeçilmezleri tıraş fırçası, sabunu, tası, bir tarafı
dev aynası tabir edilen büyüteçli tıraş aynası, tıraş sonrası
krem Pertev ya da Gibbs markalı tıraş kremiydi.
|
|
|
|
Tıraş
sonrası tütün veya çam kolonyası sürmek yaygındı...
70'li yıllarda
elektrikli traş makinaları, jilet ve ustura ile yapılan
tıraşın yerini almaya başlarken Braun, Phılips marka makinalar
çıktı.
Hemen hemen her erkeğin ayna önündeki hazırlığı, saçlara
sürülen mavi, yağlı, sempatik şişeli "Roja" ve
''Necip Bey Biryantini''yle sonlanırdı.
Biryantin kullanan sayısı o kadar fazla ve saçlarının biryantinli
olduğu belirgindi ki, bazıları sırf bu yüzden isminin öncesinde
biryantin kelimesi kullanılarak teleffuz edilirdi.
Biryantin
sürülmüş saçlar tarakla taranınca tavuk kanadı gibi başın
iki yanında kulağın üzerinden enseye doğru şekiilenirdi,
yağlı görünüşü kaçınılmazdı.
Ayna ve tarak seti Luksor, en birinci markaydı, erkeklerin,
askerlerin, inşaat işçilerinin, bitirim gençlerin pantalonlarında
arka ceplerinde taşınan vazgeçilmez aksesuarlar arasındaydı!
Eski mahalle berberlerinin tarak, makas, usturadan sonra
en çok kullandığı tıraş makinesiydi.
50 ve 60’lı yılların saç modelleri 1-2-3 numara tıraş, Amerikan
askerlerinin saç modeli olan Amerikan, Alaburus ve Alagarson
modelleri olarak topu topu üç bilemedin dört taneydi.
Kafayı
ayna gibi kazıtmak ayıp sayılırdı. Hava meydanı gibi olmuş,
buraya uçak iner diye dalga geçilirdi.
Berberler genellikle çocukların gençlerin saçlarını tıraş
makinesi ile keserler, önlerinde kâkül gibi az bişey bırakırlardı.
Tıraş makinelerinin bıçakları numaralıydı.
Kesilen saçın iki üç milimetre uzunluğu makineye takılan
bu bıçaklarla ayarlanırdı. Kafa etrafında şöyle bir dolaştırılan
makinenin işi bol talk pudrası sürülmüş ensede, favorilerde
biterdi.
Önler ise alın hizasında kalıp gibi makasla hizalanırdı.
Tıraş makinesiyle kesilen saç modeli standarttı, tornadan
çıkmış gibi tüm gençlerin
saçları aynı olurdu, tıraş öncesi berbere tarif edilen saç
modeli boşunaydı.
Sakal tıraşı için berbere gelenlere Arko veya Gibbs markalı
tıraş sabunu bolca köpürtülüp kulak memesine kadar yüze
sürülür, böylece köpüklü beklenirken asılı duran biley kayışında
ustura bileylenir, deri cimdik cimdik tutularak tıraş edilir,
sabun köpüğü kâğıda silinerek ustura köpükten ayrıştırılırdı.
Yanlışlıkla
çizik, kesik olursa kanayan yerlere kan taşı sürülür, bastırılır,
tıraş bitiminde yüzü yakan PE RE JA veya suyla karışık ucuz
bir kolonya masaj yapar gibi suratı tokatlarcasına sürülerek
saç sakal komple tıraş mükellef biçimde tamamlanırdı.
Son söz ise kimi berberde "saatler olsun " kimisinde
"sıhhatler olsun" du.
Yuvarlak cep aynalarının arkasında horoz, bazılarının arkasında
ünlü artistlerin portreleri
de olurdu.
Erkek
ayakkabılarının bir özelliği de burun ve topuklarına kösele
aşınmasın diye demir çakılırdı.
Bambu
saplı baston şemsiye, lastikli pantolon askısı, papyon kravat,
köstekli saat, benzinli, gazlı çakmak, gümüş künye, ip kravat,
mendil cebinde mendil taşımak, kravat iğnesi, kol düğmesi
erkek modasının vazgeçilmez aksesuarlarıydı.
Centilmen bir erkek için en büyük jestlerden biri ani bir
hareketle sigara içmeye hazırlanan hanımın sigarasını çakmakla
yakmaktı.
Bu centilmenlik örneği davranış en çok sinema fuayelerinde,
kafelerde rastlanan bir jestti, sigara içmeyenler bile bu
jesti yapmaktan geri kalmamak için çakmak taşırdı.
Saatler
Her saat çeşidinin ayrı bir öyküsü vardı. Pandüllü duvar
saatleri ahşap evlerin esneyen çıkarken basamakları
az çok gıcırtı yapan merdiven çıkışı sahanlıklara asılır,
saat başlarında duyulan dink donk sesi evin içinde aksiseda
yapar, tüm haşmetiyle yankılanırken seneler seneler
öncesine götürürdü.
Saatin kurma anahtarı hemen yanıbaşında durur saati kurmak
aksatılmaması gereken bir görevdi.
Çocukların en sevdiği saat türü guguklu duvar saatleriydi.
Saat başına dakikalar kala kuşun yuvasından çıkıp saati
haber veren guguk sesi büyük zevkle sayılırdı.
Köstekli saatleri genellikle kırsal kesimde yaşayan ağalar
varlıklı yaşlı amcalar kullanırdı. Saat herkeste olmadığı
için saati öğrenmek isteyen başta öğrenciler bazen de hanımlar
zamanı öğrenmek için “amca saat kaç, acaba saatinizi öğrenebilir
miyim ya da saatiniz var mı” gibisinden sorular yöneltirlerdi.
Saati olan amcalar da büyük bir iş yapıyormuşçasına ellerini
saat ceplerine sokar, ucunda zincir olan köstekli saatlerini
çıkarıp, zamanı başlarını hafif geriye atarak
söylerlerdi.
Kol
saati deyince Nacar, Hıslon, Omega en ünü markalardı İş
adamı beyefendilerin mutlaka deri kayışlı kol saatleri olurdu.
Saat öğrenciler için sınıf geçme hediyesi olup teşvik pirimiydi.
Ortaokulu bitirince baban saat alacak vaatleriyle çocuklara
ders çalışması telkin edilirdi. Bileğine saati takan şanslı
çocuk fotoğraf çektirirken saatin görünmesi için duruşuna
ayrı bir önem verir, saat sahibi olmanın havasını atardı.
Su geçirmez olanları, deniz altında çalışanları müthiş özelliklerdi.
En sevimsiz olanı insanı yerinden fırlatan zil sesiyle çalar
saatlerdi. Yataktan fırlatan kurmalı saatler işe okula yolculuğa
erken çıkanların adeta başucu saatleriydi.
Teknoloji geliştikçe iki ayaklı, dairesel olmaktan çıkıp
daha estetik görünümlü konsol saatlerine geçiş başlarken
fanus içinde olanlar, kum saati formunda yapılanlar salon
büfeleri üzerinde radyoların yanında dantelli örtüler üzerinde
yer alırlardı.
Meydan saatleri kolunda saati olmayanların yardımcısı aynı
zamanda randevuların verildiği buluşma noktası olarak önem
kazanmıştı. Filmlere konu olan bu meydan saatleri erkeğin
elinde çiçek demetiyle saat kulesi altında grant tuvalet
giyinip briyantinli taranmış saçlarıyla sevgilisini bekleyen
gençlere imrenilerek bakılırdı. Bir zamanlar, ortak anıların
odak noktası olan tarihi değere sahip İstanbul Taksim Meydanı'nda
Taksim maksemi önünde bulunan kumbara şeklinde ki direkli
saat papuler bir noktadaydı...
İşportaya düşen tel maşa saatler, dijital göstergeliler
derken cep telefonuna girerek bileğe saat takma alışkanlığı
da kaybolmaya yüz tuttu. Ya da çok fonksiyonel saatler icat
olundu.
Varlıklı
ailelerde evlerin demirbaşlarından birisi de dürbündü. Genellikle
maça, at yarışına
gidiliyorsa veya büyük bir gemi limana gelmiş, demirlemiş
ise, evin çocuğu boynuna dürbünü asar, babasının elinden
tutup yola çıkarlardı.
Dürbünle bakmak ayrıcalıktı, görünenler, olup bitenler çıplak
gözle bakanlara adeta naklen yayın yapıyormuş gibi heyecanla
nakledilirdi. Çocuk dürbünle öylesine bütünleşirdi ki kısa
bir aralık için bile yanındakine dürbünü vermeye razı olmaz,
olsa bile sabredemezdi, dürbünü sık sık çantasına koyar
her bir defasında çantasından çıkarırdı.
|
|
|
|
Teraziler
Ağırlıklar
50'li yıllarda ve 60'lı yılların başlarında anne ve babaların
hayatında üç obje çok önemli yer tutar, gün bu üç döngü içinde
gelişirdi. Alışveriş çıkılır, el terazi ile tartılan sebze
meyveler ip fileye konur, o yıllarda ambalajsız çuvallar içinde
paketlenmeden açık satılan pirinç, mercimek, fasulye, toz
veya kesme şeker, bisküvi gibi yiyecekler kefeli terazide
tarttırılarak alınır, alınanlardan pişirilmesi gerekenler
gaz ocağında buluşurdu. Kısacası teraziler, kilogramlar mühimdi,
dikkat konusunda gözler tartının göstergesinde odaklanır,
açıkçası müşteri tarafı kefesinin ağır olması arzu edilirdi.
Terazi, file, gaz ocağı üçlüsü kadar günlük gazete de mutlaka
alınanlardan dı.
Odun
alınacaksa kollu kantarlar devreye girer, omuzda tartılan
odunlar küfe de evlere taşınırdı.
Evde birikmiş gazeteler ise gazete, şişe, demir toplayan hurdacıya
el kantarı ile tartılarak satılır, üç beş kuruş da olsa mutfağa
yardım kabilinden aile bütçesine dâhil edilirdi. Kilogramlar
içinde en çok bir
ve yarım kilo kullanılır, soğan patates alınacaksa nadiren
beş kilogramlığa ihtiyaç duyulur, pazarcının beş kilosu yoksa
bu defa bir kilogramlık ağırlık birkaç kez kullanılırdı.
Esnafa güven, itimat tam dı kimse el kantarının yayı, terazinin
göstergesi doğru mu tarttı diye içinden geçirmez, şüpheye
düşmezdi.
Bir terazi daha vardı hassas terazi olarak geçerdi piyasada
pek görünmezdi. Bazı ilaçlar her zaman bulunmazdı, doktor
reçeteye yazdıysa kapı kapı dolaşmaktansa eczanenin teklifine
olur verilir ilaç hazırlatılırdı, eczacı terkibi hassas terazide
tartar karışımı hazırlardı. Bu karşım kah likit şişede kah
toz olup kaşe içinde yutulurdu.
|
|
|
|
Bakır
Tencereler, Taslar, Sahanlar, Tavalar, Kevgirler,
Bakraçlar, Maşrapa, Güğüm ve Tepsiler
Mutfak kaplarının başında geçmişi çok eskilere dayanan toprak
kaplar, çömlekler, güveç kapları vardı. Özellikle yaz türlüsü,
kış türlüsü kapaklı güveç kaplarında pişirilir, yine güveçte
pişirilmiş kuru fasulyenin kağıt kadar ince tahta kaşıkla
yemenin ap ayrı bir lezzeti vardı. Tporak kaplar, testiler
kullanımdan kalkınca, bakır kapların, tencerelerin mutfak
saltanatı başlamıştı.
Bakır tencerelerin zamanla kalayı aşınır, sık sık kalaycıya
giden bakır güzelce kalaylanırdı. Bu tencerelerde pilavlar
ve her türlü
sebzeli yemekler çok nefis olurdu.
Pirinçler çuvallarla açık olarak satılır, bakkaliyeden kiloyla
alınır, öncelikle taşlı olan bu pirinçler
küçük taşlardan ayıklanır sonra kevgirde yıkanır ve pişirim
safhasına geçilirdi. Gözlükler takılarak ayıklanan pirinç
büyüklüğünde taşlardan bazı açık renkte olanları gözden
akaçar, pilav yerken taşa rastlanması çok doğal karşılanırdı.
Hatta Milli Piyango ikramiyesine rastlanması için "Pilav
yerken hiç mi ağızına taş gelmedi" benzetmesi yapılırdı.
Pirinçlerin yıkandığı kevgirlerde plastik olmadığı için
bakırdı ve delikli alt zeminleri bir sanat eseri kadar güzel
deliklerden oluşan motifler barındırırdı. Süzgeçler, maşrapalar
dahil tüm mutfak araç gereçlerinde bir estetik vardı. Adı
üstünde tencere yemeği diye bir tanımlama vardı.
İki kulaklılar, sucuklu, pastırmalı yumurta pişirilen bakır
kapaklı sahanlar ayrı yemek türleri için kullanılırdı.
Yoğutlar yine içi kalaylı kendilerine has bakraçlarda mayalanır,
tüketilirdi.
|
|
|
|
Bu
kaplarda pişirilen yemekler o yıllarda henüz her evde buzdolabı
olmadığı için tel dolaplarda saklanırdı.
Tepsilere yapılan börekler küçük bir ücret karşılığı taş
fırına pişirtmeye gönderilirdi.
Bu fırınlara evde hazırlanan malzeme verilir, kıymalı, yumurtalı,
peynirli pideler de yaptırtılırdı.
Bakır
ve Emaye Çaydanlıklar Cezveler
İçi kalaylı bakır çaydanlıklar bakır ustalarının çokca bulunduğu
Erzurum, Erzincan, Gaziantep gibi illerden Anadolu'nun
çeşitli yerlerinde 1960'lı yılların başlarına kadar hüküm
sürerken, birden bire emaye tencere ve çaydanlıklar, demlikler,
cezveler, sütlükler, kapaklı kapaksız taslar, kaplar, tepsiler
hızla yayılmaya başladı.
Cazip renkli, estetik, dekoratif görüntüsü ile göz okşayan
masalsı güzellikte ki emaye çaydanlıklar içinde su kaynatmaktan
kireç tabakaları oluşunca çareler arandı, imdada porselen,
alemünyum, borcam, çelik kap kacak yetişti. Güğümlerin,
ibriklerin, maşrapaların papucu dama atıldı.
Metal
tabaklar daha ekonomik fiyatlıydı, üstelik haifti, bu nedenlerle
dar gelirli çok çocuklu aileler metal tabakları kırılmaya
karşı tercih ederlerdi.
Buna rağmen her evde metal taslar veya tabaklardan, kaselerden
bulunurdu. Genellikle kapıdan geçen yoğurtçunun tepsi yoğurdu
alınırken çocuğun eline bu tip metal tabaklardan verilirdi.
Buradaki amaç tabaklarından birisi kırılırsa sofra takımının
bozulma endişesi diğeri ise yoğurtçu tabağın darasını almaz
ise daha hafif olan metal tabağın siparişe yakın miktarda
yoğurt alınmasını sağlaması içindi.
Çay ve Kahve Servisleri
1950'li yıllarda ev kadınlarının birbirlerine yaptıkları ziyaretlerde,
önemli misafirliklerde, hatta büyük otellerde
çay servisi seramik çaydanlık, demlik, ve fincanlarda yapılırdı.
Çay
suyu kaynatıldıktan sonra servis yapılacak olan
sıcak su ve demlenmiş çay bu seramik kaplara boşaltılır tepsi
içinde getirilerek fincanlara bu kaplardan konurdu. Konuklar
Türk kahvesi içeceklerse yine gündelik fincanların haricinde
misafir gelince kullanılan özel fincanlar seçilirdi.
Bu tercih hem konuğun göz zevkine hem de kendisini özel hissetmesini
sağlamak içindi,
Kahvelerde ise çay ve kahve mutlaka çaycıların kullandığı
çay askılarına konur, kahvelerin üzeri soğumaması için metal
kapaklarla kapatılırdı. Yüksük kadar küçük olan ince belli
çay bardaklarının şekerleri yine metal küçük kadehlerde getirilirdi.
Çay tabakları ya çiçek gibi metal şekilli ya da günümüzde
hala kullanılan kırmızı ve mavi renklerde göbekten dışarıya
dilimli iki renk olurdu.
|
|
|
|
|
Altınbaş çayı yeni çıkmıştı, teneke kutu ambalajlıydı, iyi
dem verirdi, beğenilir, çok satılırdı.
Piyasada satılan kaliteli çaylar sınıfından Filiz çay'da fena
değildi. Onunkutusu karton silindir olup alt üst kapak tenekeydi.
Tomurcuk kısa boylu tamamı teneke kutuluydu, aroması yoğun
mis kokuluydu,
şimdi de var ama Tomurcuk 70'li yıllarda fiyatlıydı ama iyi
renk veren, buruk tadıyla en halis çaydı.
Kahvelerde ve kıraathanelerde kahveciler demlikten metal süzgeçle
süzdükleri çayı askıda sallaya sallaya getirirlerdi. Demliğin
ağızına takılan kirpi icad edilmemişti, poşet çay bile pek
kullanılmazdı, bilinmezdi. Çayın yanında gelen, pek de düzgün
olmayan kesme şekerlerin pirinçten mamul küçük bir metal kadehi
olurdu, sipariş kahve ise fincanın üzerini soğumaması için
kapakla kapatmak adettendi.
Terzi yüksüğü kadar kadar küçücük, ince belli çay bardaklarının
tabakları ya metaldi, ya kırmızı veya mavi çizgiliydi. İki,
bilemedim üç yudumda biter sipariş tekrarlanırdı. Ya da Paşabahçe'nin
kalın camdan koca koca bardaklarıyla kahvaltılık çay içilirdi.
Akşamları
ailece çay bahçesine gidilir, semaver söylenirdi, her masaya
semaver giderdi, semaver çayının bir seremoni gibi demlenmesi
beklenir, zevkle içilirdi.
Tel dolaplar Tabaklıklar
50’li yıllarda, General Elektrik, Frijider gibi birkaç soğutucu
markanın adı duyuluyordu ama her evde buzdolabı yoktu. Soğuk
su için soğuk tutuyor diye küpler, testiler kullanılırdı.
Mahalle buzcuları vardı, evin çocuğu veya çalışanı işten eve
dönerken buzcuya uğrar, buz kalıbından buz kestirir, taşımak
için iple tutar getirirdi. Kalıp buz nasıl bir sudan yapıldığı
bilinmediği için suya atılmaz ama çekiçle, keserle vura vura
kırık buz haline getirilip, içine sürahi, şişe, karpuz, kavun
konarak buzun soğutması sağlanırdı. Evlerin çoğunda buzdolabı
yoktu ama tel
dolap her mutfakta veya sofada mutlaka olurdu. Her evde buzdolabı
yoktu dedik ama komşuluk vardı, evin çocuğu boş bir tabakla
komşuya gönderilir buz istenirdi. Buzdolaplarının soğuk bölümleri
de arada bir eritilir birikmiş birikip buz olmuş karlardan
arındırılırdı.
Mutfak evyesi üzerinde duvara monte edilmiş olan ve tabaklık
denilen ahşap yapım, yıkanmış tabakların sıralandığı raflı
dolapla adeta bütünleşmişti.
Tel dolaplar ahşap malzemeden yapılmış olup, ön kapağı sinek
giremeyecek gözenekli tel perde ile kaplanır, içinde üç veya
dört raf bulunur, etrafı hava alsın ama sinek böcek girmesin
diye sineklik tel ile kaplı olurdu. Tel dolap denmesi bu yüzdendi.
Bazı tel dolapların en altında küçük bir çekmece olur, içine
çoğu zaman soğan, patates konurdu.
Tel dolaplar pişen yemeğin saklanması için kullanılır, kapağı
açık bırakılarak tencerenin soğuması sağlanırdı.
Kasaptan
alınan et veya kıyma da, en azından pişene dek burada muhafaza
edilirdi, tel dolap kapağında anahtarlı kilit de vardı.
Etrafa yayılan yemek kokuları şayet evde kedi varsa iştahını
artırırdı.
Ev kedileri kendilerine verilecek etin veya yiyeceğin bu dolaptan
çıkacağını öğrenmiş olacaklar ki genellikle tel dolap önünde
beklerlerdi.
Bu yüzden biri ısrarla bir yerde bekliyorsa bu benzemeden
yola çıkarak “Ne öyle tel dolap kedisi gibi bekliyorsun” denilirdi.
Tel dolaplar ince gözenekli tel sayesinde bir hayli çok olan
karasineklerin yemeğe konmasını engellediği için ekmek dâhil
tüm yiyecekler, tel dolaba konur, kedi kapağı açamasın diye
bir güzel de kilitlenirdi. Buna rağmen tel mutlaka bir yerlerinden
delinirdi!
Mutfak robotu, Konserve açacağı, Rende, Limonluk
Mutfaklarda
ev hanımlarının en büyük yardımcılarından biri olup yumurta
çırpmada kullanılan bir sap ucuna eklenmiş telli karıştırıcıydı,
sonraları el matkabı gibi kollu çırpıcı, bir tür manuel blanderler
çıktı, hanımların toplantı ve kabul günlerinde güzel kabarmış
keklerin tarifi verilirken üstüne basa basa el blanderına
vurgu yapılırdı.
Rende yerine kullanılan değişik bir yöntemle havuç ve benzeri
sebzeleri delikli gözlerin büyüklüğüne göre rendeleyen bu
uzay aracı üç ayaklı rendeleyecinin haznesine havuç konur,
kapağı üzerine kapatılıp bastırırken üstteki kol saat yönünde
çevrilerek altına konulan tabağa rendelenmiş sebze parçacıkları
dökülürdü.
Ceviz, badem, fındık öğütmek için de yine aynı çevirmeli kol
ile çalışan öğütücü kullanılırdı.
Çok
amaçlı kullanımları olan konserve açacağı hemen hemen her
evde bulunurdu.
Konservelerin cam kavanozda yapılmadığı, kulpuna parmağı takıp
çekilerek açılmadığı yıllarda konserve tenekesi avuç içine
alınan acacak yardımıyla yukarı aşağı hareketle kutu etrafında
döndürelerek üst kapak açılırdı.
Aynı aparatın tirbişonuyla şarap mantarı açılır, keskin sivri
ucuyla yağ tenekelerine delik delinir, burun tarafıyla gazoz,
soda, bira şişesi kapakları açılırdı.
Körelmiş mutfak bıçakları için İngiltere'den ithal edilmiş
biley makinesi kullanılırdı. Bıçak "V" aralığına
sokulur, bastırarak geriye çekilince dönen daireler arasında
kalan keskin taraf bileylenmiş olurdu.
Mutfağın
demirbaşı makarnaydı. Markalar arasında Piyale adı ağız tadı
olarak hafızalara
kazanan Piyale Makarnası ve Nuhun Ankara Makarnası ilk sırada
yer alırdı, onu Filiz Makarnası ve Oba takip etti.
Çaylarda Filiz, Altınbaş, Tomurcuk çay paketleri, peynirlerde
Taciroğlu, ücgen krem peynirlerde Karper, Kars, sucuk denince
ilk akla gelen Apikoğlu Sucukları piyasa markalarıydı.
Bir de 1928 kuruluş tarihinden 2000'li yıllara uzanan Gelibolu
merkezli nefis Alaeddin Sardalye konserveleri vardı ki Gelibolu'dan
geçenlerin mutlak uğrak noktalarından olup yakınlarara görürülecek
en güzel en sevilen hediyelikler olan tuzlu balıklarıyla ünlüydü.
|
|
|
|
Kek
Tenceresi, Elektirikli Izgara, Nihale, Tüpgazlı, Elektrikli
Isıtıcılar
Mutfağın en çok kullanılan dörtlüsü diyebileceğimiz kek
tenceresi, elektirikli ızgara olup Jet markasıyla tanınan,
jet hızıyla pirzola
pişirilip, ekmek kızartılan ızgara ve tabii sofraya gelen
tencere yemeğini koymak için akordiyon gibi açılıp kapanan
ve yine sofra muşambasının sıcak tencere altında yanmasını
önleme amaçlı kullanılan nihale.
Rezinstan sarılı elektrikli ısıtıcılar ise ofislerde, devlet
dairelerinde memurların masa altlarında, fabrikaların nöbetçi
kulübelerinde, bakkal, kasap, manav gibi yerlerde ısınma
ve ısıtma amaçlı kullanılan pratik aletlerdi. Tek problem
çok elektrik çekip masraflı olmasıydı, sürekli kullanmaktan
rezistans telleri arada bir değiştirilirdi
Sobalar
Isınmak
için kullanılan sobalar, aynı zamanda yemek pişirmek, çamaşır
kurutmak, kestane pişirmek, mısır patlatmak, külünde patates
külbastı yapmak için de kullanılır, soba üzerinden çaydanlık
eksik olmazdı.
Kok ve linyit kömürü, ilk akla gelen yakacaklar olup, odun
ve gaz sobaları da nispeten çok kullanılan sobalardı. Çini
sobalar, salonda mobilya muamelesi gören değerli eşyalardandı.
İlkbaharda soba boruları kurumları evlerin önünde temizlenip,
kaldırılır, kışın gümüşi yaldızlı boya ile boyanıp kurulurdu.
Kış başı veya yazdan kömürü, odunu kuruyken almak, her evin
ayrı olan kömürlüğe, balkona veya uygun yere özenle yerleştirip,
odunları düzgün istiflemek ailenin en büyük görevlerinden
biriydi.
Ekmeklik ve ekmek tabağı
Kentlerde
yaşayan her ailenin mutfağında bir ekmeklik bulunur, fırından
veya bakkalın ekmek dolabından satın alınan günlük ekmekler,
sinek, böcek, fare gibi haşarılardan korunmak, bayatlamasını
bir nebze olsun önlemek amacıyla
teneke veya ahşap, önden bombeli yukarıya kepenk gibi açılan
bu tür ekmekliklerde burada muhafaza edilirdi.
Ekmeklikler üç bütün ekmeğin sığacağı büyüklükteydi. Fırınlarda
öyle çok ekmek çeşidi de yapılmazdı. Fırancala, iki yapışık
ekmek, bir de beş parça veya tekli tava ekmeği bulunabilen
çeşitlerdi.
Pide ramazandan ramazana çıkar, sonra kaybolurdu.
Ekmekler dilimlenir sofraya ekmek tabağı içinde getirilirdi.
En yaygın olan ekmek tabağı metal kabartma olup tarlaya
buğday saçan çiftçi resimli olanıydı. Plastik yoktu, hasır
sepet te yaygındı.
Sofrada kalan ekmekler ise atılmaz dilimlenir, çırpılmış
yumurtaya bulanarak yağda kızartılır, süzülüp şerbete batırılır,
ekmek tatlısı olarak tatlı niyetine yenirdi.
|
|
|
|
|
|
Çocukların
ise yemek öncesi, gün arası en sevdiği üzerine kahvaltılık
Sana yağı sürülmüş toz şeker ekilmiş Sana'lı
bir dilim ekmekti. Sana paketinin ambalaj kulakçıklarını
kesip, biriktirip zarf içinde Sana Fabrikasına gönderirseniz,
Sana'nın yapılış ve tariflerin bulunduğu yemek kitabı adresinize
gelirdi, bu kitaba sahip olmak her ev hanımın arzusuydu.
Ev mutfaklarında, okul, fabrika, yemek çıkaran yerlerde,
esnaf lokantalarında kullanılan diğer yağ ise yemeklik margarin
olarak bilinen tüm yemeklerde tüketilen Vita yağıydı.
Vita yağı ile yapılmış bir yemeğin tadı daha ilk kaşıkta
belli olurdu. Bu yağın en çok tüketildiği yerler çok sayıda
işçi çalıştıran fabrika mutfaklarıydı, lokantalardı.
Vita yağının boşalan teneke kutularına sardunya, karanfil,
fesleğen gibi çiçekler ekilir, pencere önü saksısı olarak
değerlendirilirdi.
Kızartmalık yağlarda ise Tariş, Olin, Mısırözü markalı olanları
özellikle teneke kutusu yağ bittikten sonra atılmaz, ağız
kısmına huni, bir de kapak ilavesi yapılır başta gaz olmak
üzere başka amaçla da kullanırdı. balığa çıkanlar, lüks
lambalarına gaz yağı koymak için bu yağ kutusunu kullanırlardı.
Tarin, Evet, Salat gibi çeşitli markalar günlük hayatımızın
bir parçası olmuşlardı. Salataların vazgeçilmezi ise Ayvalık,
Kristal naturtel sızma yağıydı.
Sefertası
mutfakta önemli bir yer tutardı
Evin çalışanı fabrikada, iş yerinde evden götürdüğü
yemeği yer, bu nedenle üç dört katlı sefertaslarına akşamdan
pişen yemek konur, sulu yemek, çorba, hoşaf gibi bir tür
varsa sefertası iş yerine gidene dek özenle taşınırdı. Yemek
saatinde taslar birbirinden ayrılır ısıtılması gerekenler
ispirto ocağı üzerinde ısıtılırdı. Sefertası akşam iş dönüşü
evde yıkanır ertesi güne hazırlanırdı, arada bir kalaycıda
kalaylanırdı.
Eski
Ev Mutfakları ve mutfaklarda kullanılan araç gereçlerin
anlatım videosu için lütfen linki tıklayınız.
Misafir
Odaları, Koltuk takımları
Evin en az kullanılan, daha doğrusu misafir gelince kapıları
açılan odalardı. Diğer zamanlar temiz kalsın diye
perdeleri bile kapalı tutulan koltuklar tozlanmasın diye
üzerine örtüler konulan ya da dikilen bu odalarda ikili,
üçlü, tekli koltukların yanısıra bir de ev sahibinin cezalı
gibi oturduğu sırtı olmayan basık puf koltuklar vardı. Misafir
kolonyası, misafir çikolatası, misafir terliği, misafirlere
özeldi, ev hanesi bunları kullanmazdı. Varlıklı ailelerde
evin bir köşesinde mutlaka bambu görünüşlü sallanan bir
koltuk bulunurdu.
Üzerinde oturanı görmeseniz bile evde yaşlı bir dedenin,
büyükbabanın koltuğu olduğu, gözlüğünü takıp gazetesini,
kahvesini höpürdete höpürdete içtiğini duyar gibi olurdunuz.
|
|
|
|
|
Salon büfe üstü süsleri, bibloları
Misafir
odaları, salonların en gözde yerleri büfeler ve büfe üstü
süsleri olurdu.
Ayaklı önden sürmeli dolap kapaklı, çekmeceli salon büfelerinin
içi tabak takımları, misafir bardakları kristaller muhafaza
edilir, üstleri ise göze hoş gelen biblo ve çeşitli
süsler dizilirdi. Önceleri ceviz, sonraları maun kaplama ve
formika kaplı büfelerin üzerlerine konanların başında genellikle
çeşitli saatler, yurt dışından getirilmiş gondol, eski model
otomobiller, çini, kristal vazolar, resimli veya motifli tabaklar,
heykelcikler olurdu.
Bir çoğu ev hediyesi olarak getirilmiş olan bu biblo ve süslerin
görünüşleri dışında kurunca müzik çalan veya kendisinden radyolu
olanlar daha da önemliydi. Hiç tahmin etmediğiniz bir dağ
evi maketinin çatısını kaldırınca içinden çıkan balerin, Tuna
valsleri eşliğinde dönmeye başlardı. Misafir gelince bu müzik
bir kaç kez çalınırdı. Mesela antika otomobilin radyosu da
açılır, büfe süsü gelenler tarafından ilgiyle incelenir, elden
ele dolaşıtılırdı. İtalya'nın Muruno Adasından getirilen renkli
cam işleri ile kristallerin, çeşmi bülbüllerin salonlarda
apayrı bir havası vardı.
Tek mahsuru toz tutardı, evin hanımı ise süs ve bibloların,
heykelciklerin sürekli tozunu itina ile alırdı.
Perdeler
ve süsleri
Ahşap
evlerin pencerelerinde panjurlar arkasına siyah istorlar,
el işi perdeler kullanılırken, el işi perdeler kaybolmadan
önce son olarak mutfak pencerelerine taşınmıştı. Salon ve
odalarda tül perdeler, sahne perdesi gibi kadife güneşliklerin,
kordonlarla köşelere bağlandığı yıllarda perdelerin asıldığı
kornişler de demirdi.
Kornişlerin içinde yürüyen iki tekerlekli arabacıklarda metaldi,
kornişten dışarı çıkmasınlar diye kullanılan kapakçıklarda
öyle vidalı ve demirdendi.
Tül perdeler üzerine ince tel etrafına gerilmiş ince tülden
yapılma kelebekler ve hafif kuş maketleri asılarak perdeye
kuş konmuş havası verilirdi, bazen eve gelen misafirler, kuşları
gerçek bile sanırdı.
Hepsinin modası geçti, tüller renklendi, jalûziler çeşitlendi,
kornişler alüminyuma, korniş içi arabacıkların stopları plastiğe
döndü.
Ayaklık
ve Kolluk
Evlerde iş yerlerinde kalorifer yaygın değilken birçok iş
yeri, ofis, okul, ecza deposu, hatta devlet dairelerinde ısınma
soba ile olur, zemin daima soğuk, ayaklar romatizma tehdidi
ile karşı karşıya kalırdı. Soğuk kış günleri başlayınca ayakkabı
içlerine keçe konur, çift çorap giyilir ayaklar bir nebze
olsun korunmaya çalışılırdı. Soğuk zeminlerden en fazla etkilenen
masa başı çalışanları için bir de ayaklık kullanılır, ayağın
soğuk zemine teması önlenirdi. Ayaklık kırkbeş derece açılı
iki üçgen tahta üzerine çakılmış çıtalardan oluşur, masa veya
okullarda öğretmen kürsülerin içine konurdu. Boyasız, verniksiz
masa içinde kimsenin görmediği, özensiz destek bir aparattı.
Ayaklık sayesinde tavanları yüksek, zor ısınan odalarda depolarda,
ofislerde çalışanlar, yerden bir karış yüksekte ayaklarını
soğuktan korurlardı.
Kolluk
Kolluklar da ayaklık gibi resmi dairelerde, masa başı çalışanların
vazgeçilmez adeta kurtarıcısıydı. Genellikle siyah kumaştan
yapılan bilek ve dirsek kısımları lastik büzgülü olurdu. Beyaz
gömlekle çalışanlar mesai boyunca sabit kalemle defter tuttukları
için beyaz gömleklerin kol ağızları çok çabuk kirlenir, tozlanır,
sürtünmekten aşınır, zamanından önce yıpranırdı.
Gömlek yakaları çift satılır, bir ölçüde çare bulunurdu fakat
kol ağızları için tek çare kolluklard, kolluklar çıkarılınca
gömlek temiz kalırdı.
Pürmüs Lambası, Gaz Lambaları
Kalaycılar mahalle mahalle dolaşır, uygun buldukları bahçe,
park, kapı önünde küçük bir ateş yakar mahalleden topladıkları
kap kaçakları ateşin yardımıyla kalayı eritip nışadırla kalaylar,
kapları
aldıkları yere teslim ederler, karşılığında küçük bir ücret
alırlardı.
Mahalle
mahalle dolaşıp geldiklerini belli eden kalaycı, simitçi,
bohçacı, yorgancı, lağımcı, bacacı, muslukçu, sütçü, zerzevatçı,
yoğurtçu gibi yaptığı, sattığı işi tanımlayan şekilde bağıran
bir iş kolu daha vardı ama onun ne yaptığı öyle bağırışıyla
anlaşılmazdı. Leimciaaaaa diye bağıran bu usta lehimci olup
delinen gaz ocağı haznesi, leğen, gibi eşyaları kaynak yaparak
yeniden kullanıma sunardı.
Lehimcinin bir elinde alet edavat çantası diğer elinde ise
lehimi eriteceği pürmüs lambası olurdu.
Lehimci lehimi eritmek için bu tür bir gazlı ısı tabancası
kullanırdı, pürmüs bir tek onlarda lehimcilerde olurdu.
Gazla çalışan bir de fitili ayarlanabilen lüx lambaları vardı.
Elektrik kesildiği zaman ya mum yakılır, ya da aydınlanmak
için gaz lambası kullanılırdı. Gaz lambası kömürlüğe gitmek,
evlerde kapı otomatiği, merdiven otomatiği olmadığı yıllarda
hava karardıktan sonra çok işe yarardı. Ayrıca gece balığa
çıkan balıkçıların da günümüzde olduğu gibi yıllar öncesinde
de en çok kullandığı ışık kaynağıydı. Gaz lambasının yanan
fitilinden çıkan ışığı artırmak için arkasında ki reflektör
ayna vazifesi görürdü. Elektrikler kesilince bu gaz lambaları
yakılır, çocuklar bu ışıkta yarının ödevlerini yapardı.Elektrik
olmayan köylerde gaz lambası her şeydi. Tek problem gaz lambasının
camının kırılması, çatlamasıydı ama cam fanusun yedeği de
satılırdı.
İspirto Ocağı
Görünüş itibariyle gaz ocağının tipik bir örneği olup, ondan
daha küçük minyatür ocak gibiydi, gaz ocağı gibi pompalı değildi,
gaz yerine Tekel'in cam şişede satılan mor ispirtosu konurdu.
Çok işe yarardı mesela sabah traşı olan beyler, dedeler, önce
ispirto ocağını yakar, üzerine traş tasını koyar, su biraz
ısınınca fırça ile sabun köpürtülür, sakal traşı şölen gibi
yapılırdı.
İspirto ocağı üzerine cezve konup Türk kahvesi de yapılır,
sefertasında ki yemek bile ısıtılırdı. Tehlikesi de vardı,
devrilmemeliydi, alev alabilirdi, fitili bittikçe güzel yansın
diye makasla fitil ucundan acıcık kesilirdi. Söndürmek için
fitil üzerine geçecek büyüklükte bakır şapka kapatıldı mı
ispirto ocağının işi biterdi.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Marangoz
ve usta aletleri
Marangozların en çok kullandıkları el aletlerinin başında
katlanır ahşap metre, el testeresi, çekiç, keser, sürgülü
veya çevirmeli el matkabı, ahşap rende, iskarpele, tornavida
gelirdi. Spiral çubuk üzerinde yukarı aşağı
hareketle delik delen el matkabı ve kıl testere maket yapımıyla
uğraşanların da birinci aletiydi. Ahşap işçiliği ile uğraşanların
iki vazgeçilmezi daha vardı ki bunları kullanmak gerçekten
bilgi tecrübe isterdi.
Günümüzde ki gibi beyaz tutkal veya formika yapıştırmada kullanıldığı
için aynı isimle anılan formika zamkı henüz yoktu yapıştırma
işi için "Boncuk tutkal" alınır o malzeme kap içinde
ateşte eritilir tutkal olarak ahşap yapıştırmada kullanılırdı.
Diğeri ise cila işlerinin yapımında kullanılan "Gomalak"
adlı pul pul kahverenginde ispirtoda eriyen ahşap yüzeylere
içine pamuk sarılı bezle yedire yedire sürülen cilaydı.
Ampuller
Genellikle bakkallarda satılır, 25, 40, 60, 75, 100 mumluk
olanları en çok kullananılan
güçte olan ampullerdi. Kristal avizelerin içine veya beşli
avizeler, ikili veya tekli duvar apliklerine konan normal
ampuller arasında Edison, General
Elektrik, Tekfen isim yapmıştı.
Ampullerin bir kısmı da merdiven sahanlıklarında ve banyo
aynası üzerinde, tavanda bulunan ve duya döndürülerek takılan
içi beyaz boyalı, cam karpuz diye adlandırılan tam küre abajurlar
içinde olurdu.
Ampullerin 60'lı yıllarda duya giren vidalı kısmı bakırdan
yapılırdı, daha dayanıklı ve maliyeti yüksek olan bakır yerine
imalatçı firmalar sonraları ucuz ince, teneke gibi metalleri
tercih ettiler.
Baş ucu abajurlar için buzlu, mantar, mum ampul kullanılır,
bunlar her yerde bulunmazdı. Ampul ambalajı henüz kutuya sokulmamıştı,
altı üstü açık kalınca havalı kağıt etrafına sarılmış, içinde
sıkışmayla raflarda dururdu.
Satıcı ampul istendiğinde kasanın, tezgahın arkasında bulunan
duyda ampulü test eder, alıcıya öyle verirdi, bu gelenek günümüzde
kapalı ambalaj satan AVM, Yapı Marketler dışında hala devam
ediyor.
Pirinç Musluklar
60'lı yıllarda evlerin mutfak ve hamamlarında, okullarda,
camilerde, bahçelerde, sokak çeşmelerinde çoğu yerde musluklar
pirinçten yapılmaydı. Metal olan su tesisatı borularına vidalı
geçme usulu keten sarılarak monte
edilirdi. Ne var ki kullanılan musluk zamanla damlama yapar
o zamanda musluk göbeği
İngiliz anahtarı yardımıyla açılarak fazla sıkıştırılmaktan
deforme olan hatta parçalanan çeşme köselesi değiştirilir
yenilenen köseleyle kullanıma devam edilirdi.
Kösele ortası delik ikibuçuk kuruş kadar yuvarlak, kalınca
bir şeydi, suyu emince şişer, damlamayı keserdi de sonradan
bir yenilik olarak daha dayanaklı olan fiber contalar çıkmıştı.
Gerek musluk köselesi gerekse fiber contalar istanbul Perşembe
pazarı hırdavatçılarında bir ipe tesbih gibi 10-15 tane dizili
olarak satılırdı. Aslında çeşme köselesi değiştirmek tek başına
bir sektördü, sokaklarda tamir çantası omuzunda "muslukçuuuu"
diye bağırarak gezen tamirciler vardı. Pirinç muslukların
ağızı standarttı hortum sokabilirdiniz. Damlayan muslukların
altına kaybı önlemek için kap, leğen, çaydanlık koyup su biriktirmek,
damlama sesini musluk tamir edilene kadar dinlemek çok doğal,
alışagelmiş ve olağandı.
Ev
Hamamları
Evlerde ısınma ya kömür sobası ya gaz sobaları ile olurdu.
Hamamlarda
ise odun veya termosifon yakıtıyla hem hamam ısıtılır hem
sıcak su elde edilirdi.
Çamaşır günü gibi haftanın bir iki günü banyo günü olarak
ayrılmıştı.
Hamamın en çok kullanılan malzemeleri arasında leğen, çamaşır
kaynatma kazanı, hamam tası, demir kovalar vardı.
Belki de en çok kullanılan kovalardı, su taşıma işinde, olası
su kesilmelerde kullanmak üzere rezerv su saklamada kovalar
imdata yetişirdi.
Kovalar sonraları kırmızı renge boyanıp resmi dairelerde,
okullarda içine kum doldurulup yangın kovası olarak yan yana
dizilirdi.
Hamamların
olmazsa olmazı olan veee tabi ki takunyalar vardı.
Hamam takunyası sadece hamamlarda değil, evlerde de kullanılırdı.
Ağaçtan yapılma bu nalınlar ıslansa da bir şey olmaz, dayanıklıydılar.
Bakkallarda bile satılırdı, tek tip olurdu, ayağı küçük olan
çocuklar giyerse zor yürürler, takunya ile hamamda kayıp düşme
riski vardı.
Takoz gibiydi, sessiz yürümek imkânsızdı.
Sıcak ve soğuk suyun karıştırılıp yıkanılabilir kıvama geldiği
hamam kurnası, kese, peştamal banyonun diğer aksesuarlardı.
Yıkanan çamaşırlar çamaşır ipine tahta mandalla asılırdı,
plastik mandal henüz icat
edilmemişti, ya da 60'lı yıllara dek ülkemize henüz gelmemişti.
Tahta mandallar, sokaktan geçen boş şişe, okunmuş gazete toplayanlar
tarafından takas yerine para gibi değer bulurdu, aldıkları
şişe, gazete tutarı kadar karşılık olarak çamaşır mandalı
verirlerdi.
Takas işinde mandalın yerini plastik leğen, kova aldıysa da
ömrü uzun olmadı.
Gazete kağıdından kese kağıdı yapmak mürekkep zehirli diye
yasaklanınca gazete kağıdı hurda olarak bile para etmez oldu.
Çamaşır kazanı su ısıtmanın yanı sıra çamaşır kaynatmada da
kullanılırdı bilhassa ağaran azmış çamasırların geri kazanılmasının
ilacı çivitdi.
Çamaşır Çiviti
Çivit
denilen nesne büyük paket içinde olurdu ama bakkallardan
tek tek satın alınabilirdi.
4x4 cm kare şeklinde kâğıt içine sarılı mor lacivert renkte
kaşelerdi.
İhtiyaç miktarı ya da yıkanacak çamaşır miktarına göre kırıp
kaynatılan kazan içine atılır, ağarmış yani beyazlığını kaybetmiş
sararmaya yüz tutan iç çamaşırlarına hafif bir mavilik vererek
azmış da denilen sarımtırak rengi nötr leştirmekte kullanılırdı.
Çivit denince yegâne marka Öküzbaş markalı olandı, başkası
yoktu.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kartpostallar,
Albümler
Bayramlarda,
yılbaşlarında sokaklara dizilen tellerden seçilen kartpostallar
gönderilirdi. Beyazıt Üniversitesi kapısı, Sultanahmet Camii
en çok satılan kartpostallardı. Yılbaşlarında yaldızlı, simli
kartları, içi açılınca ışıklar yanan lambalı, müzikli, esprili,
şiirli, artist, asker, çocuk, futbolcu resimli, takım kadrolu,
özlü sözler içeren kartlar takip etti. Kartpostal koleksiyoncuları
birbirleriyle yarış edercesine yerli yabancı kartları biriktirirlerdi,
albümler yapılır, arkasına yazılanlar okunurdu. Hatta yurd
dışına gidenlere sipariş veren bile olurdu. Bayram, Yılbaşı
kartları gelince büfe üzerine dizilir günlerce seyredilir,
iş yerlerinde masa üzerinde ki kalın camın altıına konarak
yıllarca saklanırdı. Artist karpostalları için defterler yapılır,
anket defterleri sayfalarına yazılan şiirlerin yanına bu kartlar
yapıştırılırdı.
Pul koleksiyonu yapmak başlı başına bir meziyet, bir zevk,
bir gün zengin olma umuduydu. Delikanlılar kız arkadaşlarını
eve davet edebilmek için "Gel sana pul koleksiyonumu göstereyim"
diye bahane uydurur, kandırmaya
çalışırlardı.
Çekilen fotoğraflardan çeşitli ebatlarda karta bastırılır,
bunlar kapağında bakır kabartma resim bulunan albümlere yerleştirilir,
aile albümleri oluşturulur, misafir geldiği zaman veya yakın
akrabalara albüm sayfaları teker teker çevrilip anlatımlara
sohbetlere renk katılır, mazi, anılar sürekli canlı tutulurdu.
Fotoğraflar albüm sayfalarına köşebentlerle sabitlenirdi.
Her fotoğraf farklı büyüklükte olduğu için sayfa yerleştirmesi
her sayfaya kaç fotoğraf konacağı albümü yapanın zevkine kalmıştı.
Albüm satın alırken foto
albüm köşebentlerinden de alırdınız. her kutuda 100 köşebent
bulunurdu.
Filmleri fotoğrafçıya bastırmak için verirken iyi çıkmış olanlardan
9x12 veya kartpostal ebatlı olarak basın denirdi. Fotoğrafçı
da fotoğrafların kenarı düz mü yoksa dantelli mi olsun, içine
çerçeve bırakayım mı diye sorar giyotinde kartlar siparişe
göre kesilirdi. Bazen siyah beyaz bazen de zeytuni (koyu yeşil)
renkli kağıtlara bastıkları vakiydi.
Okul öğrencileri yılın bitimine, mezuniyete yaklaşırken arkadaşlarına
anket defterlerini verirler, kendileri için bir şeyler yazmalarını
isterlerdi. O sayfalar şiirlerle, kartpostallarla, çiçeklerle,
resimlerle süslenirdi. Mektup sevgiliye gönderiliyorsa zarfı
açınca misler gibi koksun diye kağıda parfüm bile sürülürdü.
Mektup yazmak, kart göndermek sevgi, saygı, hatırlama, kadirşinaslık
örneğiydi, değeri vardı.
Mektup uçak ile gönderilecekse hava yolu vurgusu yapmak için
kenarı kırmızı lacivert kuşaklı zarf seçilir, acele gitsin
isteniyorsa özel ulak ekspres bantı da pul gibi yapıştırılırdı....
|