Neler
değişmedi ki...! Bu değişimden otomobil dünyası da nasibini
aldı.
1954-56 model çok tutulan Chevrolet Amerikan otomobillerinden
sonra 1966 Chevrolet impalalar çıktı yollara. İnanılmaz derecede
yumuşak amortisörleri, uzun kuyruklarındaki sürme gözlü stop
lambalarıyla hemen hemen herkesin başını döndürdü!
Hele içinde oto pikabı da varsa... Sırtını kapıya yarım dayayıp
direksiyona yan oturan şoförlerin, güneşliğin arkasından aldığı
Zeki Müren plağını pikaba atışı bile başlı başına
bir sahneydi.
Bir
yerden bir yere giderken taksi saati açılır, ücret olarak
sayaçta yazan fiyat ödenirdi. Taksi saatleri umumiyetle siyah
olurdu ama her renk taksi sarı damalı olup saatleri aracın
dışına ve sağına takılırdı.
Müşteri saatin açılmasını isterse, şoför arabadan iner ''SERBEST''
yazan taksi saatini ''dolu''ya getirir ve yola öyle koyulurdu.
Bir kısmı da taksiye binmeden ''Şuraya kaça gidersin?'' diye
sorar pazarlık ederdi. Takside ki müşteri bayan ise, şoförün
kibarı, saati açmak için aracın arkasından dolaşarak biner,
önden asla geçmezdi.
Özel araçlar için de önce gangster filmlerinin değişmez otomobili
siyah Citroen ardından da Skoda, Anadol, 124 Murat uzun süre
yıllara damdasını vurdu.
VW kaplumbağa Citroen ve arka lastikleri içeri basıp yük binince
normale dönen Skodalar pek modaydı. Onları 54-56 model Chevrolet
66 model Impala ve Ford Mustang takip etti. Kesintisiz tek
parça koltukları vardı.
Lastikler,
Pompalar, Sinyal Kolları, Otomobil Amblemleri
50’li yıllarda dubleks lastik yoktu, iç lastikte öyle kolay
bulmazdı. Bu nedenle trafikte dolaşan otomobillerin, kamyonet
ve kamyonların şambrel denilen iç lastikleri patlayınca yama
yapılırdı.
Sürücü veya lastik tamircisi, aracı bulunduğu yerde krikoya
alır, patlayan lastiği çıkartıp delinen yeri bulur, etrafını
zımparalayıp solüsyonu sürer, solüsyon biraz kuruduktan sonra
yamayı yapıştırıp mengeneyle sıkıştırarak adamakıllı kuruyuncaya
kadar preste bekletirdi. Zahmetli işti, bir şambrelde 8 -10
yama hatta daha fazlası da olurdu.
Lastik, iki ayak arasına alınan yukarı aşağı hareketle pompayla
şişirilirdi.
İç basıncı ölçmek için basınç ölçen bir tür kalem kullanılır,
supap ağzına dayatılıp istenilen rakama ulaşıncaya dek ölçerek
pompalamaya devam edilirdi.
Her şoförün aracında pompa, yanında kalem gibi taşıdığı bir
basınç ölçeri vardı. Bilhassa kamyon lastiği şambrelleri iyice
şişirilir, yazın plajlarda yüzmek için simit gibi de kullanılırdı.
50'li yılların otomobillerde iki yan pencere hizasında ve
kapı arasında, sağa sola dönmeden önceden dışarı açılan gizli
sinyal dilleri vardı. Bunlar normal seyirde yuvalarında olur,
sürücü döneceğim işareti vermek için sinyal kumanda koluna
dokununca ne tarafa dönülecekse o tarafın dili dışarı çıkardı.
Öyle markalar vardı ki araçla bütünleşen, simge haline gelmiş
markalar uzaktan tanınırdı, tahmin şaşmazdı. Jaguar'ın Jaguarı,
Mustang atı, Mersedes Amblemi gibi daha bir çok otomobil ön
kaputun ucu amblemliydi.
|
|
|
Oto
Radyoları, Oto Pikapları, Oto Teypleri
Otomobilin en havalı en konfor göstergesi oto radyoları
ve pikaplarıydı.
Öyle her arabada yoktu. Özellikle Zeki Müren'in 45'lik plaklarından
bir kaçı otomobilin güneşliği altına sıkıştırılır, 45'lik
plak oto pikabın yuvasına atılırdı.
Bu plağın plak yuvasına sürme işine plak atmak denirdi. Yüksek
amortisörlü Chavrolet İmpala otomobilleri Türk filmlerinde
hep oto pikaplı boy gösterirdi. Hani 50-60'lı yıllarda otomobili
temiz pak yıkayıp, kuruladıktan sonra zevkini yaşamak adına
otomobile binince hadi bir Boğaz yapalım denirdi, yolda otomobilin
radyosu da açılınca büyük bir lükstü hem gidiyorsun hem de
giderken radyo dinliyorsun, akıl sır ermez bir konfordu. Tuşlar
basmalıydı, her tuştan üzerine ayarlanmış bir istasyon çıkardı.
Zaten topu topu üç bilemedin dört istasyon vardı. Uzun Dalga,
Orta Dalga, Kısa Dalga da çıka çıka İstanbul Radyosu, İst.
İl Radyosu, Polis Radyosu, geri kalan parazitli istasyonlardı.
Zaman içersinde oto pikaplarının modası geçti, bu defa kaset
hâkimiyeti piyasayı sarmış, plak taşımaktan daha pratik kullanımıyla
neredeyse her aracın bir oto teybi olmuştu. Ne var ki otomobil
teypleri hırsızlar tarafından çalınıyor, teyp çalınması olayında
araçlar hasar görüyordu. Sürgülü teyp sistemi gelişti, araç
sahibi aracını park ettikten sonra sürgüden teybini yanına
alıyordu. Sistem daha da gelişti sadece ön paneli taşınabilir
modeller çıktı.
Dijital CD çalarlar, sıkıştırılmış müzikler, kaset, kartuş
saltanatına son verdi.
Otomobil
Ruhsatları
Otomobil ruhsatları siyah kaplı, yandan uzunlamasına açılan
çok sayfalı defter halindeydiler.
Fenni
muayeneler altı ayda bir yapılırdı, muayene sırasında sayfaya
harç pulu yapıştırılır, çift imzalı sayfa, damgalanır verilirdi.
İstanbul'da Açık Hava Tiyatrosu önünde ve Zeytinburnu Çimento
Fabrikası yanında ki boş alanda ki muayene istasyonları
şehir içi olması sebebiyle çok yoğunluk yaşanan yerlerdi.
Sabah erken saatlerde gidip sıraya girilir, muayene anına
kadar elde toz bezi camlar defalarca silinir parlatılır,
aracın temizliği yapılırdı.
Görevli memurlar araca önden arkadan şöyle bir bakar, fren
lambaları yanıyor mu, farlar çalışıyor mu gibisinden komutlar
verir, göz kontrolü ile muayene tamamlanırdı. Bazı kodamanlar
muayene yerine araçlarını götürmezler, sıraya girmez, takipçilerle
ruhsatı elden gönderip onaylattırırlardı!
Türk otomobilleri Devrim ve Anadol
Türkiyenin
ilk yaptığı otomobil'e "Devrim" ismi verilmişti,
maceralı bir öyküsü olan Devrim adlı otomobilin ilk görücüye
çıkışında içine yakıt konulmadığı için testin başarısız
olduğu günlerce konuşulmuştu.
Daha sonraları fiberden karoseri olan içi Ford marka motorlu
Anadol marka otomobili, Koç firması imal etti.
1970'lerin başında aynı malzemeyle Anadol otomobilin daha
kısa şasisine sahip spor otomobil yaratıldı.
O dönemler STC 16 yarış otomobili havasındaydı, çok havalıydı,
herkeste yoktu, büyük ilgi çekmişti, fakat onun da imali
sayılı sayıda, ömrü maceralı ve kısa oldu, 1973 yılından
sonra devam edemedi.
Radyo
Ruhsatları
Önceleri Radyolara sonraları yani 1968'den sonrası TV satın
alındığı zaman cihazın arkasına vergi pulu yapıştırılırdı.
Eğer aracınızda otomobil radyosu varsa bunun da Genel Telsiz
Telefon Neşriyatını almaya mahsus tesisata ait Ruhsatname'si
vardı.
Ruhsattame üç kantlı olup içinde otomobilin plakası, markası,
radyonun numarası, ruhsatnamenin verildiği tarih, munzam
hoparlör adedi, ruhsatname sahibinin ismi, ikametkah adresi
, künye defteri numarası ile PTT Merkezi Müdürü imzası ile
mühürü bulunurdu.
1977 yılında takılı bir hoparlörlü otomobil radyosu için
50 TL, 1980 yılında yine bir yıl için
60 TL "Radyo Tahsilat Makbuzu" karşılığı radyo
dinleme vergisi ödenirdi.
Özel radyolar, televizyon kanalları 1980'li yıllarda başlamıştı.
Trafik
Polisleri
Trafik Polislerinin kavşaklarda görev yaptığı yoldan bir
metre yüksek silindirik özel kabinleri vardı.
Bayramlarda, yılbaşlarında iş adamları trafik polislerin
yanından geçerken takvim, kalem, anahtarlık gibi eşantiyon
paketleri, şeker, çikolata, baklava kutuları verirdi.
Bunları arabadan uzatırken trafik biraz yavaşlasa da arkadaki
araçlardan kimse ses çıkarmazdı.
Şehirler
arası otobüs firmaları.
Şehirler
arası yolcu taşımacılığı yapan otobüs firmaları arasında en
tanınmış olanları Ankara İstanbul arası
sefer yapan Mas Otobüsleri ve varlığını 2016'tıya dek sürdüren
Varan Otobüs firmalarıydı.
O yıllarda, yani 60’lı yıllarda otobüs içinde uçaklarda ki
gibi hostes olması, büyük farklılık yaratıyordu. Hostesli
Otobüs çok havalıydı. İstanbul kalkışlı otobüsün hostesi Ankaradan
gelen otobüsün hostesi ile Bolu'da sefer değişirlerdi.
Bolu Dağı Varan Tesisleri'nde verilen molalarda üzeri kaşar
rendeli domates çorbası ile fırında sütlaç yolcuların vazgeçilmezlerinden
di.
Yolcular
yemek yerken otobüs de yakıt ikmali yapar, fırçalarla bir
güzel yıkanır yola temiz devam edilirdi.
Molalar öncesi ve sonrası terminallerde hoparlörle hızlıca
yapılan anonslardan ise kimse bir şey anlamazdı. Diğer şirketler
İnanöz, Se-Ta, Gazanfer Bilge, Ulusoy, Kamil Koç, Topçan gibi
çoğalarak Anadolu’nun her yerine yayıldılar. Özellikle Bosfor
Turizm yurt dışı seferleri ile tanınırdı.
Akaryakıt istasyonlarında pompada çalışan görevlilerin belinde
kemer gibi asılı para çantaları bulunurdu benzin satışında
müşteriden alınan paraları bu torbalara koyarlar para üstünü
yine bu torbadan verirlerdi.
Troleybüsler
Önce tramvaylar sonra da burunsuz Busing, Magirus otobüsleri
karıştı hayatımıza! Önlerinde tahta kutularıyla bilet kesen
biletçilerin olduğu
troleybüsleri çarçabuk unuttuk!
Troleybüsler elektrik kesintilerinde yolun ortasında kalır,
trafiği tıkar, boynuzları hatlardan çıkınca şoförün boynuz
tellerini tutup elektrik aldığı havai hat'a kıvılcımlar çıkara
çıkara takması beklenirdi.
Oturma yerleri ortopedik ama sert formikaydı.
Silkeleyerek kalkar, ani duruşlarla yolcularını yayık gibi
sallar, hiç yoktan yere gereksiz samimiyetlere, kucaklaşmalara
ve ''pardon'' lara sebep olurdu.
Şehrin elektrikleri kesilirse yolcu aracı kendiliğinden boşaltılır,
troleybüslerde tesbih tanesi gibi arka arkaya dizilir, elektriğin
gelmesi beklenirdi. Troleybüsler İstanbul da seferden alındıktan
sonra nasıl tramvayların rayları yerlerinden söküldüyse, Troleybüslerinde
havai hatları kaldırıldı, araçlar Sefaköy otomobil hurdalığa
terkedildi, troleybüslerin
koltukları bir yana, metal aksam bir yana parçalandı.
Araba
Vapurları
Yandan çarklı Karamürsel araba vapuru Üsküdar Kabataş arası
çalışır, yanaşırken adeta denizde debelenirdi.
Onu
Kızkulesi, Kuruçeşme, Kasımpaşa, Karaköy, Hüseyin Haki, Orhan
Erdener isimli Kabataş-Üsküdar arasında çalışan araba
vapurları takip etti. Arabalı Vapura binmek isteyen araç
kuyrukları akşam saatlerinde nakliye kamyonlarının katılımıyla
Kabataş iskelesinden Salı Pazarına dek uzanırdı.
Kabataş İskelesine yanaşan "Koşar" isimli bir gemi
vardı, adalara su götürürdü.
Kabataş İskelesinden Türkiye'nin ilk deniz otobüsleri olan
Şirzat I, Erkal I isimli olup, hareket edince yalpaklar üzerine
40 cm yükselerek hızlanan deniz otobüsleri de sefer yapardı.
Yalova seferi yapan Hovercraft'ların kalkışta hızlanmasıyla
denizin üzerine çıkışı çok fiyakalı ve seyirlikti.
Şehir Hatları'nın kömürlü tipte olan buharlı vapurları öylesine
estetik öylesine çevreyle uyumluydu ki gittiği, geçtiği her
yere güzellik katarlardı. Yalılarla, hisarlarla, ağaçlar arasından
görünen erguvanlı çiçeklerle ya da karlı İstanbul'un Boğaz
manzaralarında, iskelelerde tarifsiz güzellikte bambaşkaydılar.
Şehir
Hatları Vapurları
İstanbul Boğazı şehir hatları vapurları kömürlüydü, Kuruçeşme
kömür depolarından alınan kömürler sabahleyin Fındıklı önlerinde
bekleyen kömür gemisine yanaşan şehir hatları gemilerine küfelerle
taşınırdı.
Galata köprüsünde akşam iş çıkışında bıraktığı istimin koku
ve dumanı yüzünden göz gözü görmezdi.
Ahşap aksamlı gemiler bir tablo gibi güzel görünür, Boğazın
ahşap yalılarıyla bütünlük sağlardı.
Gemi kaptanları yolcuları tanır, hatta geç kalanları beklerdi.
İskelelerde beklerken gözüpek gençler vapurun ikinci katına
tırmanıp hareket halindeki gemiden, o zamanlar temiz olan
denize atlarlardı.
Boğaz hattı vapurları iskeleye seviye tutturabilmek için yolcunun
inişinde binişinde iskele sürgüsü sürülür, yolcu bu ahşap
iskele üzerinde yürürdü. Yolcu salonlarının birinci sınıf
olanları vinileks kaplı olup, ikinci mevki çıta sıralı ahşaptı.
Salon camları öyle düz pencere camı gibi değildi. Cam ustasının
sanatını yansıtacak denizle uyumlu, yaratıcılığı teşvik edici,
dinlendirici, seyirlik kristal yapım figürler taşırdı, yolculuk
boyunca imrenerek bakar, saygı duyardınız. Koltuk arkalarındaki
yolcu eşyaları için pirinç ayaklı ağ şeklinde eşya koyma yerleri
vardı. Cam kenarlarına metal küllükler koyulmuştu. Vapurun
her tarafında ahşap sıcaklığı hissederdiniz, eviniz gibi yakın
gelirdi...
Boğaz'da Salacak, Eminönü, Beykoz arası, Kadıköy, Adalar,
Haliç gibi yerlere yıllarca emektar kömürlü vapurlar sefer
yaptı, milyonlarca yolcu taşıdı.
Bunlar arasında Sarayburnu, Boğaziçi, Altınkum, Halas, Sütlüce,
Güzelhisar, Küçüksu, Kalender, Göztepe, Erenköy, Büyükada,
Heybeliada, Burgaz, Haydarpaşa, Büyükdere, Yalova, Suvat,
Ülev, Kocataş, Rumeli Kavağı, Sarıyer anılarda iz bıraktı,
emekliye ayrıldı, sonra da bir çoğu kesilip biçildi.
En son 68 numaralı Güzelhisar Kabataş -Üsküdar arası seferiyle
''Elveda'' dedi. Ağlattı...!
Kadıköy
Boğaz ve Ada Vapurları
Vapurların kıç tarafı lüks mevki sayılır, birinci mevkii bilet
alanlar burada oturursa lüks farkı öderlerdi. Fark biletleri
için yolcular bozuk paraları önceden hazırlarlar kesilen mevkii
farkı biletleri masaya bırakılırdı. Bir de biletçi kapıdan
girer girmez diğer kapıdan kaçanlar vardı.
Kadıköy-Karaköy arası bu hep yaşanırdı. Vapurun lüks mevkii
farkını ödeyip, solcu görünmek isteyen, piyasanın en ucuz
sigarası olan Birinci'yi içenlere de burada rastlanırdı.
Şehir hatlarının Dolmabahçe ve Fenerbahçe vapurları 60 lı
yıllarda çok yeniydi.
Orta kat, orta kapı karşısında çay ocağı aynı zamanda bar
dı.
Vapur yolcusu barın önünde hasır koltuk ve masalara oturur
Adalara giderken bay ve bayanlar içki siparişi verirdi.
Bir duble buzlu Cinzano vermutla yolculuk harika geçerdi.
Kabataş_üsküdar iki yaka arasında yandan çarklı araba vapurları
çalışırdı, İETT otobüslerin, troleybüslerin biletçileri
vardı, dolmuşlar strapenteliydi.
Yolcu Bilet Kontrolü
Köndüktörün bilete delik delme pensi ile trenlerde, vapurlarda
araç hareket ettikten hemen sonra mevkiileri dolaşmaya başlarlardı.
Bazı yolcular kondüktörü gördükleri anda yer değiştirirler,
tuvalete bile saklananlar
olurdu.
Kondüktörler ellerinde bu bilet delme pensleri ile dolaşır,
yolculardan sert mukavvadan yapılma biletleri göstermelerini
isterler, biletler hem kontrol edilir hem de tekrar kullanımı
önlemek amaçlı bu penslerle avuç içindeki pensi sıkarak
iki yerinden delik açıp yolcuya geri verirlerd. Bazı anneler
yanlarında ki 7-8 yaşlarına gelmiş çocuklarına yolcu bileti
almazlar, kondükter "Hanım çocuğun bileti" diye
sorduklarında "O daha küçük, okula bile başlamadı"
derlerdi!
Kondüktre yolda yakanan biletsiz yolcunun cevabı ise bilet
arkadaşta alıp geliyorum demek olurdu!
Sirkeci, Halkalı arası çalışan banliyo trenlerinde yolculuk
dehşet vericiydi, vagon kapılar kapanmaz, yolcular kapıları
açık giden trenin kapı ağızlarında salkım saçak yolculuk
ederdi, dışarı düşen de olurdu.
|
|
|
|
İstanbul'un
Tramvaylı Günleri
Dünyanın en güzel su şehirlerinden olan seyirlik kent İstanbul'un
tramvaylı dönemlerinde bu koltuklara oturup bir yerden bir
yere gitmek büyük zevkti. Seyahate çıkmış gibi olur, yolculuk
bitsin istemezdiniz.
Tepebaşı'ndan
dönüp Galatasaray Meydanına çıkmak, Feneryolu'nda yazlık
vagonda yol almak, Fenerbahçe plajına tramvayla gitmek,
Üsküdar'a yokuş aşağı inerken vatmanın fren çemberini çevirişini
izlemek görsel şölen gibiydi.
Kanepe sırtlarını her iki yönde karşılıklı oturmak için
dipten menteşeli yapmışlardı. Aynı yönde tek tek veya iki
kişi karşılıklı oturabiliyordu.
Soğuk havalarda vagonun başında ve sonunda bulunan sürgülü
kapıları tramvaya binen inen kapatırdı.
Arka kapı hadi neyse de, vatmanın tramvayı nasıl kullandığını
göremeden gitmek çocuklar için üzücü olurdu.
Tramvayın arkasına, panjurlu akordeon kapısına takılan bedavacıları
her yerde görürdünüz.
Özellikle Mithatpaşa stadı maç çıkışı geçen tramvay bu kalabalıktan
kurtulamaz arkasına asılan birden fazla çocuk olurdu.
Tramvaylardan hemen sonra devreye giren kara ulaşımının
sessiz troleybüsleri elektrik kesildikçe konvoy oluşturur,
trafiği tıkarlar, bazen de hattan cereyan aldığı boynuzları
çıkardı.
Otobüslerde ve troleybüslerde arka kapı yanında cama sırtını
verip yanlamasına
biletçi oturur, yolcular arka kapıdan biner, biletçinin
bilet kutusu içinden tam veya öğrenci der, biletçi arkasına
tastik dolanmış kalemle bileti koçandan ayırır, üzerini
iptal için çizer, verirdi.
Çoğu zaman beş kuruşu olmayan biletçi bu üst parayı birazdan
vereceğim der çoğu kez unuturdu. İniş için ön kapıya doğru
"ilerliyelim beyler, ön taraf boş" komutuyla ilerlenirdi.
Çok kalabalık otobüslerde ilerleme imkanı olmaz balık istifi
sahanlıkta beklenirdi. Biletçi arada bir oturduğu yerde
ayağı kalkar, bilet alamamış olanları uyarırdı.
Biletçinin önünden çaktırmadan geçmiş olanları bir şekilde
biletçiye ispiyonlayan bazı yolcular da olurdu, onların
bileti de elden ele ön tarafa ulaştırılır, ücreti de elden
ele biletçiye ulaştırılırdı.
Dolmuşlar
İstanbul, Ankara gibi illerde yolcu taşımacığında dolmuşlar
da önemli rolü vardı.
Dolmuşlar günümüzde de de var fakat geçmişte yapılan yolcu
taşımacılığında kullanılan tanınmış sağlam otomobil markalarından
emekliye ayrılmış araçların şasisi kesilir, araya parça konup
boyu uzatılır ve koltuk sırası üçe çıkarılarak ara bölüme
iki, üç yolcu daha fazla alınırdı.
Bu iş için strepenteli denilen
dolmuşlar ün kazanmıştı. Ankara'da daha ziyade Chavrolet,
Rampler markalı station vagon araçlar kullanılırdı.
Minibüsler
Geçmiş dönemde ulaşıma damgasını vuran araçların başında Beşyüzevler-Aksaray-Topkapı-Gaziosmanpaşa
gibi hatlarda çalışan Renault 1959 model burunsuz minibüsler
vardı. Onları kullanan minibüsçülerin kaldırımda gördüğü yolcuyu
kapmak için burunsuz minibüslerin direksiyonlarını aniden
sağa kırıp kaldırıma yanaşmaları çok modaydı.
İşte o tampondan sollayan minibüslerin sürücüleri direksiyon
topuzu takarlar, topuzdan tutup direksiyonu dairesel çevirip
aracın burnunu öyle toparlarlardı,
ayrıca yerden vites çubuğu ucuna da kocaman topuzlar takarlardı,
kavraması kolay olsun diye.
Bir de ön cama üzerinde "by by, Hello" yazılı sallanan el
takarlar, başını sallayan köpek biblosu ile arkaya süngerden
kesilmiş karpuz ve kenarları pomponlu, püsküllü renkli yastık
dekoru koyarlardı.
Otobüslerin arka camlarını ise futbol kulüplerinin takım kadroları
ile ağlayan çocuk yüzü posteri süslerdi. Minibüslerden bahsederken
muavinlerden söz etmeden geçilmez. Muavin minibüsün can damarıydı,
çığırtganlık bir yana, ücretleri toplamanın dışındı, gözlerini
dört açıp yolcuyu uzaktan görüp, soföre haber veren kazancı
artırma özelliğine sahip kişilerdi, her yolcuyu almak için
kapıdan iner, yolcu bindikten sonra kapıya sarkarak bir süre
gider sonraları içeri geçerdi, muavinlerin bir ayağı içeri
de ise diğeri dışarıdaydı.
Kent
İçi Kamyonları
Günlük hayatta kamyonların önemli yeri vardı, birçok hizmet
açık kasa kamyonlarla yapılırdı.
Bu hizmetlerin başında çöplerin toplanması, odun, kömür dağıtımı,
taşınma sırasında kullanılan nakliye kamyonları, kum ve diğer
inşaat malzemelerinin sevki gelirdi.
Çöp varilleri, çöp torbaları kamyonun açık kasasına ya kaldırılıp,
ya da atılarak kasaya yayılır, çöplerin döküleceği yere damper
kaldırılarak boşaltılırdı. İstanbul’da Yenikapı sahili bunlardan
biriydi, ha keza İstanbul’un kaynak suyu havzası Kemerburgaz
çöplüğünde de aynı uygulamayı görebilirdiniz.
Kamyon mu otobüs mü demekte kararsız kaldığım Migros araçlarını
da vermiş olduğu kent hizmetlerinde unutmak olmaz. Her mahallede
veya yazlıkların bulunduğu sezonluk dolan her yerleşim bölgesinde
bakkal, market türü mutfak ihtiyaçlarını satan yer yoktu.
Olanlar ise kendi kalitelerini sunuyordu. Migros satış araçları
belirli yerlere belirli saatlerde, geldiklerini tüm mahalleye
duyuracak şekilde kendilerine özgü olan kornalarını çalarak
park edip, belli bir süre tezgâh açarlardı. Kamyonun her iki
yanına, raflara ve açılan kapakların tezgâh olarak kullanılmasıyla
araç dükkâna dönerdi.
Daha sonraları market otobüsünün arka kapısından binenler,
ön kapıya kadar alış verişi tamamlayıp, şoför koltuğunda oturan
görevliye hesabı ödeyip araçtan inerlerdi.
Sık
sık kasapları dolaşan bir kamyon daha vardı ki bu kamyon Et
Balık Kurumu’na ait olup, metal kapalı kasa arkası çift kapağı
açılır, beyaz önlüklü görevliler kasap siparişlerini omuzlarında
indirip teslim ederlerdi. Kasabın eti nereden ne zaman aldığını
mahalleli görürdü, taksi bagajında et taşınmazdı. Günümüzde
yukarıda saydıklarımın hiç birini artık göremiyoruz.
Göremediklerimizden birisi de yedek yakıt tanklarıydı. Bunlar
yassı oturaklı, dayanaklı olup, ortasından tutulup valiz taşır
gibi taşınır, emniyetli, zincirle ana gövdeye bağlı kapakları,
mil sürgüleri olurdu, Cemseler, Jipler, araçlar bunlarla yedek
benzin taşırlardı ama evlerde de gazocağı için bu tip yakıt
tanklarıyla gaz taşınır, yer kaplamasın diye mutfaklarda kapı
arkasında yer bulunurdu. Genellikle haki renkte olurlardı,
başka renkte olmazdı.
Yıllardır var olan kamyon tipi itfaiye araçlarını saymaz isek,
belediyenin arozözlerini de pek göremiyoruz. Özellikle İzmir’in
meşhur İmbat rüzgârını beklediği saatlerden biraz önce
gün boyunca güneşten fırın gibi ısınmış sokaklarını, ön tampon
üzerinde ki musluklardan her iki yana su fışkırtan arozözler
serinletirdi. Yolun sağında veya solunda tek tük park etmiş
otomobil varsa arozöz araç ıslanmasın diye aracı geçene kadar
o yönün suyu kesilirdi. Kent içinde dolaşan akaryakıt kamyonları
günümüzde de var ama gaz sobası kullananlar için gaz tankerleri
de zamana yenilenler arasındaki yerlerini aldılar. Belediyeler
sinekle mücadele için ilaçlama aracı olarak bazen kamyonet
arkasına, bazen pikap türü araçlarla sokaklarda dolaşırlardı.
Model değiştirseler de un, tekel, gazoz kamyonları, hafriyat
kamyonları ise hep var.
Lambalar
Duraklar ve Durak Tabelaları
Sokak lambaları son derece estetik, romantizme davetiye çıkarır
türdendi. Otobüs durakları basit krem ve bordo kırmızı iki
renkli demir borudan bir karkas ve durak kabini üzeri eternit
kaplıydı.
Etrafı
açık olduğu için uzun süre rüzgara karşı direnmek zordu, durak
tabelaları da kentin dokusuna uygundu.
90'lı yıllara kadar bu duraklar devam ettiyse de Belediye
Başkanı Dalan döneminde korunaklı duraklara daha fazla önem
verilmeye başladı.
Otobüs, vapur, tünelin asırlık vagonu dahil, biletçiler de
bile baş döndüren hızda değişim başlamıştı. Taşıtlar için
biletçiler kalkmış, bilet yerine kulübelerden jeton alıp,
turnikeden geçerken bu jetonlar atılıyordu. Kart okuma, abonman
henüz uygulamada değildi.
Tünel jetonları ise en küçük olanıydı, hap kadar küçük, 12
mm çapı olan tünel jetonlarının bazılarının üzerinde İETT
Tünel Jetonu Darphane 1989 ibaresi, diğer yüzünde İstanbul
Belediyesi amblemi vardı.
Samsun,
Giresun, Marmara adlı uzak yol gemileri ile Fethiye limanına
yanaşmış bulunan Akdeniz gemisi.
Avşa,
Karadeniz, Akdeniz, Ayvalık, Uludağ, Bandırma, Ankara ve son
zamanlarında Deniz Kuvvetlerinde okul gemisi olan Ege gemileri.
Uzak
Yol Gemileri
Tatil kavramı da bir başkaydı o zamanlar. İstanbullular yazın
Erdek'i, Avşa'yı, Ankaralılar Akçakoca'yı mesken edinmişlerdi.
Ege
ve Akdenizin koyları, Mavi yolculukları bilinmezdi daha, bilinse
bile elverişli yol yoktu, otel yoktu, yolda yemek yenecek
yer yoktu.
Bodrum'a yaklaşırken son ''30 km'' yazan tabeladan sonra başlayan
dar ve virajlı yol git git bitmezdi. Kale çevresi sakin, kıyı
lokantalarında balık ucuz, ''Halikarnas'' mütevazi, birkaç
odalı pansiyon, ''Han'' danslı müzikli bir restorandı. Çarşı,
Bodruma has sünger tezgahları Bodrum sandaletleriyle doluydu.
İzmir, İstanbul, Alanya, Fethiye, Mersin dışında vapurun yanaşacağı
iskele yoktu.
Ege, Akdeniz Limanları Akdeniz seferi yapan İskenderun, Karadeniz,
Akdeniz isimli Denizcilik İşletmesi gemilerinin gidiş ve dönüşünde
açıklarda demirlediği zaman hafta da bir-iki hareketlenirdi.
Marmaris, Bodrum, Göcek, Fethiye, Kaş, Antalya, Kemer, Kuşadası
gibi yerlerde marina da yoktu.
Ayvalık Gemisi Galata Rıhtımı'ndan Bandırma seferine çıkamak
üzere yolcu alıyor. Akdeniz seferi yapan İskenderun gemisi
ve bileti.
Açıkta gemiden inen yolcular pat pat motorlarla kişi başı
150 Kuruşa sahile taşınırdı.
Marmaris kendi halinde bir köydü, ne marinası ne iskelesi,
ne de beş yıldızlı oteli vardı.
Akdeniz seferi yapan gemiler, Bodrum, Kaş, Antalya'da olduğu
gibi Marmaris'te de açıkta demirler, limana yanaşamazdı. İskele
sadece İzmir, Kuşadası, Fethiye, Alanya'da vardı.
Bandırma-İstanbul arası Ayvalık ve Gemlik isimli gemiler hınçahınç
dolu yolcu taşırdı.
Şimdi hiçbiri hizmette olmayan Uludağ, Sus, Kadeş, Etrüsk,
Marakaz, Trak,
Tırhan, Bandırma, Avşa gemileri haricinde Akdeniz, Karadeniz,
Marmara, Ege, Trabzon, Samsun, Ordu, İzmir, İskenderun, Ankara
adlı yolcu kapasitesi büyük olanlar lüks uzun yol gemilerimizdi.
Havayolu taşımacılığında tek başına ulusal hava yolu şirketi
THY vardı, belirli ve kısıtlı sayıda uçaklarla yolcu taşırdı,
rötarları seferlerine artık halk alışmış, kanıksamıştı. Zaman
zaman yolcu valizleri kaybolurdu. Buna rağmen iç hat yolcu
uçuşlarının bile yurd dışı uçuşlar kadar havası, cakası vardı.
Beş yapraklı uçak bileti üzerinde "Yolcu bileti ve Bagaj
Makbuzu" ibareleri yer alırdı, uçuş sonrası üç yapraklı
bilet yolcuda kalıdı. Kentten havameydanı yolcusu alan taksi
bile iyi para kazanır, mutlu olurdu.
Çektirmeler
Deniz taşımacılığında çektirmeler, kum motorları çok kullanılırdı.
İstanbul'un inşaatlarında kullanılan kum ahşap motorlarla
Yenikapı'ya getirilir, derme çatma ahşap iskelelere yanaşan
teknelerden kepçelerle boşaltılır, kamyonlarla buradan çeşitli
yerlere sevk edilirdi.
Adalara eşya nakillerinde yine ahşap kum motorları mavnalar
aranılırdı.
İstanbul sebze meyve haline sebze meyve taşıyan motor ve çektirmeler
yine nakliye işleminde çalıştılar. İstanbul halinden alınan
kasalar yakın semtlerde ki manavlara çok yaygın olup tripotor
denilen motosikletler de taşındı.
Sepetli motosikletler de daha ziyade kent dışında Anadolu'da
ilçelerde, köylerde görülürdü.
Kömürlü
Lokomotifler
Şehirler arası yolculuklar otobüslerden ziyade kömürlü
trenlerle yapılırdı.
İzmir İstanbul arası çalışan trenler Bandırma'da Ayvalık,
Gemlik, Sus, Uludağ vapurlarıyla gelen yolcuları bekler, aktarmalı
olarak yollarına devam ederlerdi.
Yolcular çoğu zaman içi tıka basa dolu, hatta üzerine çıkarak,
dizlerini bastırarak ancak kapağı kapanıp, kilitleyebildikleri
büyük kayışlı bavullarla, su testileriyle seyahat ederlerdi.
Tren yolcuları Anadolu seferlerinde istasyonda
durunca kompartmanın penceresinden testiyi uzatır, bir kaç
kuruş verip gelen çocuğa çeşmeden doldurturlardı.
Bu
işi yapan çocuklar tren perona girip yavaşladığı andan itibaren
trenin pencerelerine koşar elllerini testiyi almak üzere cama
yapıştırırlardı.
Trenin durmadan geçtiği, fakat yavaşladığı küçük yerleşimli
yerlerde trene koşan çocuklar avaz avaz "gastee gastee gastee"
diye bağırır, yolculardan kendilerine gazete atmalarını isterler,
bir kaç kez katlanıp atılan gazeteyi ilk önce kapmak için
bir kaçı birden koşarlardı.
Gerçekten de gazete dağıtımı ancak illerde olurdu, küçük yerleşimlerde
gazeteye ulaşmak imkansız gibiydi. Dahası inanması güç gelebilir
ama gerçek böyleydi, Edirne'den giren bir sürücü İstanbul
gibi koca bir metropolden Boğaz Köprüsünden geçip giderken
70'li yıllar dahil, gazete alabileceği bir yer yoktu. Akaryakıt
istasyonları, yola dönük bakkal ve büfeler buna dahil gazete
satan tek bir yer yoktu!.
Çocukların para akazanmak uğruna yaptığı bir şey daha vardı.
Vapur Bandırma ya da Avşa iskelesine yanaşınca iskelede mayosuyla
bekleyen 10-12 yaşında çocuklar yolculardan denize metal para
atmalarını isterler, örneğin, 25 kuruş, bir lira denize atılınca
metal para su içinde inerken arkasından balıklama suya atlarlar,
para dibe ulaşmadan yolda kaparlar, yukarı çıkınca avuçlarında
ki parayı atana gösterirler, bu şekilde o parayı hak etmiş
olurlardı.
Demem o ki Marmara Denizinde su öylesine netti ki metal para
beş, on metre derinlikte bile görünürdü.
Kapı
Tokmakları, Kilitler, Anahtarlar
Sık
kullandıklarımız arasında unutulmaya yüz tutan ve büyük değişim
gösterenlerden biri de kapı tokmaklarıydı.
Ahşap konakların, evlerin abidevi kapıları üzerinde yer alan
kapı tokmakları çeşitli figürler ve anlamlar taşır, erkekler,
kadınlar, çocuklar için ayrı ebatta olurlar, her çalınışta
içeriye kimin geldiği konusunda, dışarıya ise ev sahibinin
nüfuzu hakkında az daha olsa fikir verirlerdi.
El, yüz, hayvan figürlü kapı tokmakları yıllarca kullanıldı.
Bir de metal bir tas içinde döndürdükçe bisiklet zili gibi
ses çıkaran çevirmeli olanlar vardı.
Yerleşim alanlarında apartmanlar çoğaldıkça standart tek sesli
zillerden sonra ding donklar, çuk çuk çuk diye öten kanarya
ötüşlü kapı zilleri hızla yayılıp kapı tokmaklarının yerini
aldı.
Yine de eve gelenler veya evin çocuklarının arkadaşları kapı
çalmak yerine aralarında önceden belli nameli nakaratta ıslık
çalarak geldiklerini belli edip kendilerine kapı açılmasını
sağlarlardı.
Teknolojik kilit sistemleri uzak kumandalar, kartlı sistemler
geliştikçe dedelerin, babaların kullandığı kapı tokmaklarının
da kıymeti bilinmedi hurdacılara, antikacılara malzeme oldu,
unutuldu.
Kapı tokmaklarının yanı sıra apartman dairelerinin kapılarında
kömürlük kapılarında görmeye aşina olduğumuz bir de asma kilitler
vardı ki hiç açılmayacak gibi duran asma kilitler, paslansa
da, yağlanıp yine kullanılırdı.
Evlerin, daire kapıları, dolap kapaklarının, asma kilitlerin
anahtarları da küçümsenmeyecek boyutlarda olurdu, boyları
bir karış olan han ve ev kapı anahtarlar vardı.
Evlerin Sigorta Kutuları
Elektrik kesilmesi, gelmesi, tekrar kesilip tekrar gelmesi
sık yaşanır olağan durumlardandı.
Gaz lambaları, mumlarla geçen saatler sonrası bazen elektrik
yüksek akımla
gelirdi.
Bu geliş gidişlere sigorta dayanmaz sık sık sigorta atardı.
Hemen evin sigorta kutusu açılır, mermer bir panel içinde
sigorta kutusunda ki tek sigorta alınır, seramik sigortanın
başı ve sonunda ki metal kapakçıklar çıkarılarak çoklu cereyan
kablosu içinden iki üç tel sigorta boyunda kesilip tekrar
kapaklar kapatılarak yuvasına sokulurdu.
50’li 60’lı hatta 70'li yıllar hep böyle geçmiş, otomatik
sigorta çok sonraları kullanılmaya başlamıştı.
|
|
|
|
|
Duvar
ve sayaç levhaları
Evlerin üzerinde kapıya yakın ilk katlarda sokak tabelaları
şimdi olduğu gibi bundan seneler önce de vardı. elektrik,
Su, havagazı sayaç numaraları yine metal tabelalarla duvarlara
çakılırdı. Bu numara tabelaları dijital saatlere geçildikten
sonra bandrolü okumaya geçilirken havagazı kullanan ise kalmadı,
yerine doğal gaz döşendi, görevliler de yeni sayaçları takarken
eski sayaçları da bir bir söküp götürdüler.
Yollar Ve Ah O Kaldırımlar
Sabah akşam tepilen yolların ana caddeleri asfalt kaplamaydı
da ara yollar berbattı, çamur deryasından farksızdı. Yağışlı
günlerde önünüzde giden aracın arkasından aracın çamurluklarına
içten sıvanan balçık, yağlı çamur akar, yolların yüzeyinde
birikir, bu da dönen lastikler nedeniyle sıçrayıp sizin aracınızın
ön camına yapışırdı.
Sadece
araçlar mı ayakkabılar, pantalon, pardüsö, manto eteklerine
varıncaya kadar çamur yapışır, çamurların kuruması beklenir,
sonra da kuvvetlice fırçalanırdı.
Hemen hemen her yürüyüşte ayakkabınızın altı bir topak çamur
olurdu. İstanbulda da böyleydi, Ankara'da da öyleydi.
Çamurlu ayakkabılarla basılan her yer, okul koridorları, pas
paslar, otobüslerin, dolmuşların içleri, apartman girişleri,
basamaklar aklınıza gelebilen ayak basılan her yer çamurluydu.
Bu yüzden evlerin önüne ayakkabıların temizlenmesi altlarında
ki çamurların silinmesi için "H" harfi biçiminde
metal çamur temizleme, dahası çeşme hortum bile konulduğu
vakiydi. Hanımlar komşu ziyaretlerine giderken ayakkabılarının
üzerine lastik muhafaza takarlar yahutta bir misafirlik ayakkabısını
yanlarında götürür, kapıda değişip temiz ayakkabıyla eve girerlerdi.
Ana yollara bağlanan ara yollar, kaldırımlar, meydanlar 60'lı
yılların bitiminden sonra 70'li yıllarda hızla çamurdan arındırıldı,
2000'lere ancak öyle tertemiz gelindi...
Ne hokkabazlar ne canbazlar görmüşüz meğer, neler kullanmış,
ne zorluklar, ne yokluklar çekmişiz şu son elli yılda. Biz
onları onlar bizi eskitmiş. Artık yılbaşında kızmabirader,
salonda at yarışı oynamıyor, saat tam 24.00'te dansöz çıkacak
diye beklemiyoruz.
2000'li yıllardan sonrası baş döndürücü hızla değişip, herşeyi
silecek gibi görünüyor ama bu değişim eskiyi, anıları unutturamıyor.
Anneler, babalar hayattayken, onca yokluğa rağmen ne kadar
da mutluymuşuz meğer biz.
Yeni bir gelecek, ne kadar konforlu ve teknolojik olursa olsun,
geçmişteki kadar asla mutlu edemiyor ve bundan sonrasında
da edemeyecek gibi görünüyor.
|
|
|
|
|