antikayla yolculuk
 
92 - 93 yılları bir zamanların 800 bin tirajlı gazetesinin hafta sonu eki Şhow Dergisine "Bilinmeyen Cennetler" başlığı altında her hafta bir gezi yazısı hazırlıyorum. Emektar vos vos la yine çıkmışım yollara Bodrum Yarımadası çalışıp en son Gümüşlük röportajı yapmışım. Otopark'tan tam ayrılırken 3-5 m ya gittim, ya gidemedim motor durdu. Tık yok. Eyvah dedim ! Yazı ve fotoğrafların yetişmesi lazım. Gazeteyi aradım. Telefonda "Haluk'un arabası bozulmuş deriz, senin sayfalar beyaz çıkar" cevabını da alınca… Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Karşımdaki köşede, iki ayağı üstüne kaldırdığı sandalyesine ters oturmuş damasız korsan bir taksici, yaylanıyor. Buralarda bir tamirci var mı? Soruma, Turgut reis yolunda bir zamanlar tamircide çalışmış birinin olduğunu söyledi. Hadi gidelim dedim. Geldiğimiz yer küçük bir mobilyacıydı.! Durumu anlattım üstündeki talaş ve yongaları eliyle silkeleyip yanına birkaç takım aldı ama, ben şaşkınım.! Bu kelime bulunduğum hali hiç anlatamadı. Mobilyacı tamir takımı olarak keser ve iskarpele almıştı. "O-ha falan oldum yani" Gümüşlük otoparkına geldik, "çalıştır" dedi, öyle yaptım. "Kapış pompası bozuk, benzin emmiyor, yenisini bul değiştiririm gidersin" diye ekledi.! Taksiciye duydun dedim, mobilyacıyı dükkanına bırakıp Bodrumdaki parçacının yolunu tuttuk. Fakat bir tuhaflık var gidişimizde.! 124 Murat olan otomobilin aks bilyeleri mi bozuk ne, yeni doğmuş kediler veya yengeç gibi yan yan gidiyoruz. Asfalt eriten öğlen sıcağı kendini iyiden iyiye hissettirirken taksici işte burası dediği, o zamanlar Bodrum'un tek parçacısı önüne geldi. Bir bahçe mi yoksa arsa mı boş alanı koşarak geçerken, önümden bu sıcakta koşulur mu dercesine birkaç tavuk bağırarak kaçtı. Aynı Meksika filmlerinde ki gibi, yüzüne kapadığı ucu yenmiş geniş kenarlı hasır şapkalı parçacı, açık sandaletli tozlu ayaklarını uzatmış gölgelikte siesta yapıyordu. Yan gözle baktığım dükkanı ise tavana kadar her marka aracın parçasıyla doluydu. Parçacıya, "usta" dedim, nefes nefese…Kapış Pompası var mı? Cehennem sıcağında yüzüme bile bakmadı. Bir süre sonra telefon gibi mikrofonik bir sesle "ne a-ra-ba"? diye heceledi. Bense tekmil veren asker gibi "1973 VW 1303 Big" diye bir çırpıda cevabı yapıştırdım. Parçacıda çıt yoktu…
Bir süre sonra, "usta bir şey söyle" dedim, "senin arabanın modeli dünyadan kalktı" demez mi?..Hece hece.! "Antika arabayla yolculuğun faturalarından biri de bu olsa demek" diye içimden kendime, dışımdan parçacıya "peki ben şimdi ne yapacağım" diye söylendim. Çenesi görünecek kadar hafifçe kaldırdığı şapkasının altından yine heceleyerek "ya Muğla'ya, ya İzmir'e git" dedi…. Taksiye yönelmiştim ki "İzmir'e git garanti olsun" diye son kelimeleri bana yolluk yaptı. Yağlı parça sımsıkı elimde, taksiciye "İzmir" dedim. Lastikler henüz dönmeye başlamıştı ki. Bu defa taksici bana "Ağabey sen ne geliyorsun ki, git denizine gir, ben alır, akşama dönerim" diye ekledi.! Zaten yan yan gidiyoruz, elim mahkum "peki" dedim ama…. Beni garajlara Gümüşlük minibüsüne bineyim diye bıraktı, içime bir kurt düştü, acaba gidecekmiydi? Saklandım bakıyorum. Kısa süre sonra sesini duydum. "Haydiii İzmir beklemeden"…Anında 4 kişi doluştu, yola çıktılar yan yan.! Sabırsızlıktan dokuz doğurduğum akşam saatlerinde yeni parçayla döndü, dükkanın üst katında oturan mobilyacıyı gece aynı keser, iskarpele ile evinden alıp geldik, parça takıldı. VW'nin yolu iyi aydınlatamayan zayıf far ışığında, karşı yoldaki araçların gözümün kornea tabakasını parçalayıp, retinayı delercesine gelen uzun farlarına rağmen, İstanbul haline sebze meyve getiren kamyonlar ve ham mazot kokulu egzoz dumanları arasında bütün gece yol geldim. Filmleri verdim. Arkadaşlarım "Gözlerin kanlanmış, lambayı nerede söndürdün? Şöyle bir gezi işi, bir biz bulamadık" dediler!...: