Aynı
yöne giden dört kişinin bir otomobile binmesiyle başlamış
dolmuşçuluk. 1930'lu yıllarda dolmuşla ilk tanışan
İstanbul'dan Türkiye geneline yayılmış. Geçmişi 70
yıla dayanan bu Türk buluşu, zamanımızda da devam
ediyor ama, eski kahramanlar yok artık!
|
Desoto, Playmouth, Dodge, Chevrolet, Buick marka
otomobillerden seçilen dolmuşlar son yıllarda önce
sarardılar sonra hepsi birer ikişer yok oldular.
Otobüsün, tramvayın, minibüsün, metronun, taksinin
hepsinin ayrı müşterisi olduğu gibi dolmuşun da
ayrı bir müşteri kitlesi vardı.
En önemlisi taksi, dolmuş plakasının zor bulunduğu
değerli, hatta ve hatta bir yatırım şekli olduğu
yıllarda dolmuşçuluk, iyi kazandıran meslekler arasında
gösterilirdi.
Hep aynı hat üzerinde çalışan dolmuşların aynı saatlerde
servis gibi yolcuları vardı. Kadıköy-Üsküdar, Taksim-Bebek,
Eminönü-Eyüp, Sirkeci-Taksim, Şişli-Pangaltı, Karaköy-Aksaray
ve daha niceleri yolları ezberlercesine iki durak
arasında günde bilmem kaç defa gider ve gelirlerdi.
Saçları kalındı, ağır araçlardı, günümüz otomobillerinden
o saçlarla iki üç otomobile kaporta çıkabilirdi.
Amortisörleri, makasları sertti, renkleri genelde
koyu, bazılarının nikelajları parıl parıl parlardı.
Duruşları yorgun, olgun, ciddi, ağır başlı görünüşleri
yaşlı mı yaşlıydı.
Durakta
beklerken veya yol alırken onları görenler şehirler
arası yolculuktan geliyor sanabilirdi. Yeni yetme
otomobiller yanlarından geçerken baba oğul ilişkisi
gibi algılanırdı.
Ne kışlar görmüş, geçirmiş, dayanıklı, fotojenik,
alımlıydılar.
İçine binenler kendilerini güvende hissederlerdi.
Pencereleri küçük birazda kasvetli, koltukları zoraki
sıkışmadan rahatsız gibi olsa da kendilerine has
otomobil kokusuna sahipti.
Bu kokunun bile nostaljik değeri olduğu günümüzde,
o yıllarda otomobiller, dolmuşlar "otomobil" gibi
kokarlardı! Bu kokunun içinde biraz benzin, biraz
deri, birazda yıllanmışlığın sindiği hafif motor
yağı karışımı kokteyl kokusu vardı.
Bu kokuyu araca binen içine farkında olmadan çeker
ama rahatsız da olmazdı, dahası özlenir cinsten
bir kokuydu.
Bu tip dolmuşların motor sesleri de farklıydı, piston
sesleri pirinç tanesi gibi vuruşlar, teker teker
duyulur,
motorlar saat gibi çalıştığını belli eder bir ses
çıkarırdı.
B u sesler yokuşta oflaya poflaya vites düşmelerine
neden olsa da, dolu dolu dolmuşları iyi tanıyan
sürücüler, gaz pedalına fazla yüklenmezlerdi.
Hızlı olmasa da güçlüydüler. Üsküdar'dan Çiçekçi,
Duvardibi yokuşunu çıkar veya Sirkeci den gelip
Dolmabahçe cami önü, Mithatpaşa Stadı (Bugünkü BJK
İnönü Stadı) yanından Taksim'e yönelir, aksamadan
çıkarlardı. Sürücüleri ya saçları ağırmış İstanbul
efendisi, ya da onların otomobilden genç çocuklarıydı.
|
Strapenteli
Dolmuşla Yolculuk
İlginç taşıtlardı dolmuşlar, neredeyse hiçbirinin
boyu orijinal değildi, kestirilip ortadan bölünerek
kaynakla parça ilavesiyle uzatılmış, bu sayede
araya üç kişinin daha oturabileceği sırtı öne
katlanır kanepe ile 10 kişilik hale getirilmişlerdi!
Bunlara
şoför diliyle strapenteli denirdi.
Bu koltuklarda oturmak yolculukyapmak hiç rahat
değildi. Yolcunun kambur gitmesine neden olurdu.
Arka koltuk kesintisiz düz olup dört kişi oturtulurdu.
Ara bölüm üç, öne de şoför hariç iki kişi daha
sığışırdı.
Yolcular omuz omuza giderdi, bazıları sırtını
arkaya dayamaz, eğilir bir omuz öne diğeri içeri
doğru yanlamasına dururdu.
Bazı yolcular şişmansa ve de ellerinde paket,
file, dizleri üzerine koyduğu Bond tipi çanta
varsa yolculuk çekilmez olurdu.
Bayan yolcular ya kapı tarafına ya da cam kenarına
oturmaya gayret eder iki beyin arasında sıkışmamayı
kollardı!.
En kötüsü arka koltuğun sol dip kenarında oturan
yolcunun diğerlerinden önce inmek istemesiyle
yaşanırdı.
Bu durumda en az üç dört kişi dolmuştan iner yol
verir sonra tekrar binerek yola devam edilirdi.
Çoğu zaman inen etekli kadın yolcunun iki büklüm
olup bu iniş sırasında ara bölümdeki sonradan
yapılma katlanır kanepeye takılan çorabı da kaçardı!
|
Orta kanepede gitmek iyice berbattı! Bir kere
rahat değildi, sonradan yapılma vinleks kaplı
uyduruk bir şeydi, içinde yay sünger yoktu, yumuşak
değildi,
kanepenin sırt kısmı kısa, yere yakındı, dizler
bükülür ya da yana pergel gibi açılarak oturulurdu.
Bir
de bu üçlü kanepenin ortasında
kalmak adeta işkenceyle eş değerliydi. İşte bu
yüzden deneyimli yolcular dolmuşun kapısında son
yolcuyu bekler "Ben yakında ineceğim sizi, inerken
rahatsız etmeyeyim" bahanesiyle yolcuyu içeri
oturtur, kendiside kapıya yakın, ortaya göre nispeten
daha rahat gitmek için bu taktiği uygulamaya özen
gösterirdi.
Ne var ki arka koltuktan hep bozuk para isteyen
şoföre ödenen dolmuş ücretlerinin ulaşımı bu orta
koltukta oturanların göreviydi, şoför muavini
görevi görürlerdi. "Şunu uzatır mısınız"diye verilen
bozuklukları şoföre, varsa üstünü geriye yolculara
çok sık yapılmayan ters bilek ve omuz hareketleri
ile bakmadan verilirdi. Sarsıntılarda bozuk paralar
kanepeler arasına düşer, bulunması için, zaten
darlaşan iç hacim de bir de bunlar yol boyunca
aranırdı.
Arka koltukta oturanlardan biri diğerlerine "Sizinki
bozuk mu"? diye sorar, öyleyse hepsini toplar
arkadan dört kişi diye topluca verirdi, bu daha
zahmetsiz olup ödeme bir defada biterdi.
En keyiflisi ön koltukta gitmekti. Mevsim kış
ise motorun içeri vuran sıcağını dizlerinizde
hissederdiniz! Yazın ise bu aynen devam eder,
terletirdi.
Üç kişinin yolculuk yaptığı ön bölümde şoför bir
yandan para toplar, diğer yandan aracı sürerdi,
yolcu trafiğe bakmaz aklına estiği zaman para
uzatırdı bu bazen mesai çıkışı trafiğin yoğun
olduğu en kritik anlara, bazen keskin virajda
dönüşe rastlardı. Şoför hem para toplar, hem de
virajı tamamlar, hem de laf yetiştirirdi.
Zaman
zaman rölanti düşer, motor homurdanırdı.
Şoför
ile kapı tarafında oturan yolcunun arasında
kalan en çok sıkışandı!
Şoför yer kazanmak için sol omzunu kapıya iyice
yaslamasına rağmen direksiyondan vitesli aracın
vitesini sık sık birden ikiye geçirirken vites
kolunu neredeyse böbreğinizde, böğrünüzde hissedebilirdiniz!.
Dolmuş
yerden vitesli ise sol dizinizle vitesi iterek
değişmesine neden olmamak için mümkün olabildiğince
kaslarınızı gerip omuzlarınıza binan ağırlığa
eşit güçte kasılırdınız.
Bacaklarını kapayamayacak kadar şişman göbekli
yolcular vardı, beden bedene yapışık gidilen bu
yolculuklarda, sıcak temastan hiç rahatsız olmazlardı.
Durakta yolcu beklerken dolmuşta en sempatik kişi
durağa son gelen yolcuydu. O gelince bekleme sona
erer, hareket edilirdi.
Bu nedenle dolmuşa son binen kişi olmak gizli
bir ayrıcalıktı. Dolmuş yolcularından bazıları
ön tarafı kapar, elini sağ camdan çıkarır burası
tamam derdi.
Bunun manası iki kişilik ücret ödeyeceğim, öne
başka yolcu alma, ben sıkışarak gitmek istemiyorum,
paketim var demek olurdu, sırada bekleyen yolcular
burunlarından soluyarak başka dolmuşun gelmesini
beklemeye devam ederdi.
Bazıları iki üç kişilik yer varken beklemek istemediği
veya acelesi olduğu için "Hadi gidelim" der boş
kalkılırdı, o yerlerin parasını öderdi.
Şoför
yoldan indi bindi yapar, aynı hat üzerinde ekstra
para kazanırdı.
Ön
koltukta oturanların şoförün yanında bulunmanın
samimiyeti ile sorduğu klasik sorular vardı, bunlar
genellikle ön konsol orijinal mi?
Ya da yadigar kaç model gibi sorulardı.
Dolmuş şoförü gözü gibi baktığı ekmek teknesi
dolmuşun ön konsolunun orijinal olduğunu gururla
anlatmaya başlar, aracın yaşını, bugüne dek kimlerin
bindiğini bile bir çırpıda sayardı.
40 - 50 - yaşındaki aracını öve öve bitiremez,
hatta yeni bir araba verseler bile asla bununla
değişmeyeceğini üstüne basa basa vurgulardı, aslında
ona yeni araba veren de yoktu.
Buna rağmen günde 8 - 10 saat çalışan dolmuşunun
kendisini gömecek kadar sağlam ve dayanıklı olduğu
muhabbetine devam eder, bu sırada yanından geçen
yeni model otomobilleri hafifliği ve saçının inceliğini
vurgulayarak peynir tenekesine benzetmeyi de ihmal
etmezdi.
Ahşap, maun karışımı mobilya görüntülü görkemli
konsol oksitlenmemiş nikelaj gösterge tablosu
kadran çerçeveleri, bu vesile ile tozu bir kez
daha alınırdı.
Konsol üzerinde dolmuş ücretlerinin üzerinde toplandığı
bozuk paraların kaymasını engelleyen müflonlu
bir toz bezi dururdu.
Dikiz
aynası üzerinde
çoğu kez aile fertleri, çocukların vesikalıkları
asılır, bazen de maskot bebe patiği sallanırdı.
Süsler, pon
ponlu yastıklar, kartpostal, at nalı uğurlara
da rastlanırdı.
Yazılarda vardı Bozuk Para Veriniz, Kapıyı Yavaş
Kapayınız, Sigara İçmeyiniz, gibisinden.
Dolmuşta Muhabbet
Dolmuş
içi muhabbette
başka bir dil konuşulurdu.
Bunlardan
en sık tekrarlanan cümleler arasında, parayı uzatırken
"Alır mısın canım", "Şunu uzatır mısın, zahmet
oldu", "Müsait yerde inecek var, sağda ineyim"
şoförün yolculara "Arkayı dörtleyelim, kapıyı
yavaş kapayın, kolu yukarı kaldırın, sigaranı
söndür, bozuk veriniz, arka camı kapamayın" komutları
duyulurdu.
Yolcular arasında iki kişinin konuşmasına tüm
yolcular istemeden kulak misafiri olurlar, bazen
bunlara katılanlar olur, sonra her kez fikir yürütürdü.
Dolmuş ücretlerine zam geldiği zaman münakaşalar
olur, şoför diğer yolculara masraflardan dert
yanardı, yolcu eski ücreti ödemek için inat eder,
şoförün asabını bozardı, yolcular arasında farkını
ben vereyim susun, bitirin şu münakaşayı diyen
çıkar, bu defa itiraz eden yolcu teklifi yapana
dalaşır, sen niye ödeyeceksin diye çıkışırdı.
İstanbul Dolmuşlarının Son Günleri
Taksi saatinin yazdığı ücreti, araç içinde yolculuk
yapanlara bölünmesiyle başlayan İstanbul dolmuşçuluğu,
duraklardaki kahyaların Taksim'e bir-iki, Sirkeciiii
gibi her semte göre değişen ses tonları ve vurgularla,
bağırışlarla yıllarca müşteri çağrıldı. Neredeyse
bir tramvay, bir otobüs bileti ücretine itiş kakış
olmadan oturarak yapılan yolculuklar o günlerden
bu günlere kadar hep ilgi gördü.
İstanbul şoförleri birbirine daha saygılı, sabırlı
olduğu yıllarda parke taş kaplı sonu görünmeyen
virajlı daracık sokaklarda, direkli sokak
aynalarına bakar, aynadan gelmekte olan aracı
gören şoför geçiş için durup bekler, yol verirdi.
Tramvayla dolmuşlar aynı hattı kullanırdı, mesela
Galatasaray Meydanı'na gelirken virajı kapalı
dönen dolmuşa dar yolda 30 tonluk tramvay şöyle
bir dokunmuş, hafifçe içeri göçen otonun çamurluk
kaportası yüzünden dolmuşun başına muazzam kalabalıklar
toplanmıştı! Genellikle dolmuşlar siyah renkli
olurlar, tampon nikelajları yıllara meydan okurcasına
parlar, damalı oluşları nedeniyle özel otomobillerden
ayrılırlardı. Plakalarında "Dolmuş 5 kişi" gibi
ibareler taşırlardı.
Pazar günleri hepsi çalışmazdı ömürlerinin son
yıllarında, bakımlı olan bu klasikler bazı seyahat
acentelerinin dikkatini çekmişler, bu sayede yabancı
VİP turistlere nostaljik İstanbul gezilerinde
kullanılır olmuşlardı.
|
Bir
Kararla Hepsi Sarıya Boyandı
Günün
birinde bir yasa ile tüm dolmuşlar sarıya boyandı,
taksilerle aynı renk oldular.
Halk
onlara ABD deki Yellow
Taxi özendiler dedi.
Klasik
dolmuşların bakımları zorlaşmıştı, bozulan parçaları
bulunmuyor, egzozları yağlı dumanlar çıkarıyor,
fenni muayenelerinde problem yaşanıyordu, birer
ikişer yedeğe çekilmeye başladılar.
Ve bu eski, yaşlı kurtların duraklarda beklediği
dolmuş sıraları arasında Ford Otosan'ın bu amaçla
kullanılmak üzere çalışan dolmuş minibüsleri fark
edilmeye başladı.
Ahşap evler, Şirket-i Hayriye'den kalma şehir
hatları gemileri, tramvaylar ve klasik dolmuşlar
İstanbul'u İstanbul yapan simgesel özelliklerinden
bir kaçıydı, kıymetini bilemedik .....
Hemen kalkıyor, beklemeden, Aksaraaay, Kadıköy,
Kadıköy, Kadıköy, sesleri ile yankılanan yaşlı
kurtların hepsi bir bir kayboldu, geriye sararmış
fotoğraflara bakılarak hatırlanan anılar kaldı.
Hepsi de müzelikti, milyonlarca yolcuyu, yıllarca
taşımışlardı, İstanbul halkının anılarını barındıran,
kentin siluetinde yeri olan, korunması gereken
bir tür tarihi eserlerdi...
|
|