BOĞAZİÇİ
Dünyanın
en güzel kentlerinden biri olan ve İstanbul un en belirgin
özelliği ile kenti farklı kılan boğazın, her iki yanına şehir hatları
gemileri gibi uğrayarak bir geziye çıkıyoruz. Gezimizi boğazı gerdanlık
gibi süsleyen Birinci Boğaziçi köprüsü altından başlayarak, Rumeli
ve Anadolu Kavağına kadar uzanan güzergah üzerinde önemli uğrak
noktalarına, semtlere simge olmuş lezzetlere değinerek sürdüreceğiz.
Bu
gezi İstanbul da yaşayanlar için belki de sadece çağrışım yapacak
türden, hatırlatıcı olmakla beraber İstanbul dışında hatta yurt
dışında yaşayanlar için bir vapur düdüğü, bir martı sesi, bir yalı
fotoğrafı etkisi gibi "ahhh şimdi orda olmak vardı" dedirtecek.
İstanbul hasreti çekenlere veya uzun süre boğaz gezisi yapmayanlara
ise "sihirlitur" boğazı fotoğraflarla gözler önüne serecek...
Beylerbeyi Ortaköy ile yarışıyor...
Beylerbeyi ve Ortaköy boğazın her iki yakasında yer alan iki
güzide semt.
Önemli özelliklerine karşı ortak, benzer tarafları ise oldukça fazla.
Öncelikle her ikisi de boğaz köprüsü ayakları altında yer alıyor.
İkisinde de birer yalı camisi var. Beylerbeyinde
Beylerbeyi Sarayı, Ortaköy de Çırağan Sarayı rekabeti daha da artırıyor.
İki semtte de Saraylar, camiler gece ışıl ışıl renk efektleri ile
aydınlatılıyor.
Garip bir tesadüf her iki yakadaki camide deniz kenarında bulunması
nedeniyle kubbelerinde fazla ağırlık olmaması için ahşap olarak
inşa edilmiş ve ikisi de farklı zamanlarda yangın geçirmiş ve sonradan
restorasyon görmüşler.
İki ayrı kıtanın bir başka hoşgörülü özelliği de camilerin yanı
sıra diğer dinlere ait mabetlerin bir arada bulunması.
Türklerin diğer dinlere olan saygısının en güzel görülen örneği
Ortaköy de cami, sinagog, kilise mozaiği yan yana yer alırken, Beylerbeyi
Kuzguncuk arasında cami ve kiliseyi bir
arada görmek mümkün oluyor.
İki semtte de çevrede çok sayıda restoranlar, cafeler, çay bahçeleri,
midyeciler, parklar var.
Öyle böyle değil yarış devam ediyor maalesef her iki semtin kanalizasyonları
cami önlerinden denize akıyor!.
Her ikisinin de birer iskelesi var, şehir hatları tarifeli seferleriyle
gemiler yanaşıyor. Bu iskelelerde karaya ayak basanlar için belki
yok ama, Boğaz Köprüsüyle Anadolu dan Avrupa ya, Avrupa dan Anadolu
ya yolculuk yapanları "Avrupa Kıtasına veya Asya Kıtasına Hoş geldiniz"
tabelaları karşılıyor.
Bu
semtlerin farklı tarafları da yok değil tabi, mesela özellikle Avrupa
sahili silueti üzerinden gün batımı Beylerbeyi sahilinden zevkle
seyredilirken, mehtabın bilhassa Eylül Ekim aylarına rastlayan dönemlerinde
Beylerbeyi sırtlarından doğuşuyla Beylerbeyi Sarayı eteklerine vuran
yansıması Avrupa yakasında Ortaköy'den seyri muhteşem oluyor.
Açık
hava müzesi gibi gezilen Boğaziçi'nin en güzel seyir noktalarını
ise her iki yakada yer alan imrenilecek güzellikte ki tarihi Sadullahpaşa,
Zarif Mustafa Paşa, Kıbrıslılar, Kont Ostrolog, Abud, Etem Pertev
Bey, Huber, Hasip Paşa, Amcazade, Hekimbaşı, gibi sanatsal değerler
barındıran çeşitli yalılar teşkil ediyor.
Beylerbeyi
Günümüzde
Beylerbeyi cıvıl cıvıl, boğaz havası almak, iki çöp midye tava yemek,
veya sahilde olta sallamak, yorgunluk
atmak amacıyla sahil, restoranlar, cafeler soluklanmak isteyenlerin
mekanı olurken Beylerbeyi tüm gelişmelere karşı eski ve köklü bir
semt olduğunu sahile diktiği tabelasıyla vurgulamaya çalışıyor. Geçmişte
anlatılanlar ise gülümsemeyle hatırlanıyor.
Eski Beylerbeyinde "şirket-i Vapurları iskeleye geldiği zaman vapura
binmek isteyen İstanbul beyefendileri birbirlerine aman efendim siz
önden buyurun yok canım hiç olur mu, istirham ederim sizden sonra,
siz buyurun demekten vapur 15 dakika rötar yaparmış! İskelelerde yaşanan
bu inme binme süresindeki teşrifat merasimi yüzünden "Çengelköy'ün
zerzevatı, Beylerbeyinin teşrifatı, Kuzguncuk'un haşaratı, Üsküdar'ın
hırdavatı diye, vapurun gecikme nedenini anlatan kaptana ait sözler
tekerleme halini almış.
Bu köklü semtten belki de bir çok kişinin gözünden kaçan detayları
da görmek mümkün oluyor.
Beylerbeyi
Camisinin yol tarafında bulunan iki basamaklı taş Padişahın Beylerbeyi
Camine Cuma namazına faytonla geldiği zaman faytondan inmek için kullandığı
basamaklar olarak kaldırımda sessizce varlığını koruyor.
Beylerbeyi gezisinde mutlaka uğranması gereken Beylerbeyi Sarayını
da gezip karşı kıyıya geçerek Avrupa Yakasında bulunan Ortaköy semtinden
itibaren devam ediyoruz.
Ortaköy
Boğazda ki gezimizde Ortaköy, meydanı, denize paralel uzanan kıyısı,
parkı ve yanında bulunan hediyelik eşya tezgahları, cafe, restoran,
bar gibi lokalleri ile günün gecenin her saatinde, özellikle gençlerin
gözde mekanlarının başında geliyor.
Sokak aralarına dizilen tezgahlarda el işleri, incik boncuk türü gümüş
takılar her daim ilgi görürken kısa molalar için ayaküstü bira veya
kumpir, (içine konan salata türü çeşitlerle zenginleştirilen fırınlanmış
iri patates) midye tava, kumru (İzmir'e özgü, kızartılmış salamlı,
sosisli sandviç) bulunabilen çarşısı, sahili, sokak ressamlarının
sergiledikleri resimleri ile farklı olduğu kadar küçük bir eğlence
merkezini andırması ile cazibesini koruyor.
Ortaköy'den
Boğaz'a tekne turu için tıklayınız...
İstanbul un ayrıcalıklı gece mekanları Laila, Raina gibi sahil boyu
yer alıp paparazzilerin haber kaynağı lokalleri Ortaköy, Şifayurdu,
Kuruçeşme gibi
semtleri de geride bırakıp bir zamanlar Osmanlı çileği ile ünlenen
küçük ama kokulu Arnavutköy çileğinin ana yurduna geliyoruz.
Arnavutköy
İstanbul'un eski belediye başkanı Bedrettin Dalan dönemine ait icraatlardan
biri olan kazıklı yol projesi ile kazanılmış sahil yolu Arnavutköy'ü
yepyeni bir görünüme kavuştururken, sahil yolu cafelerde soluklanan
semt sakinlerine, yol boyunca yürüyüş yapanlara, balık tutanlara çeşitli
olanaklar tanımış.
Yalılar sırasıyla gözden geçirilip bir güzel boyanmış yeni halleri
ile eskiyi günümüze taşırken yaşamsal işlevlerine altlarına açılan
restoranlarla hareketlilik kazandırmışlar.
Yalılar sırasıyla gözden geçirilip bir güzel boyanmış yeni halleri
ile eskiyi günümüze taşırken yaşamsal işlevlerine altlarına açılan
restoranlarla hareketlilik kazandırmışlar.
Sahil boyunca omuz omuza dizili kazıklı yola ve karaya kıçtan bağlı
yatlar, gezi tekneleriyle Arnavutköy, görüntü olarak Bodrum, Marmaris,
Fethiye kıyılarını aratmaz olmuş.
Hiç
bir yerde balık olmadığı günlerde bile Akıntı Burnu'nda daima balık
vardır.
Arnavutköy'den ayrılmadan önce biraz nostalji yapıyor, eski yıllara
gidiyoruz.
İşte İstanbul'un simgesel güzelliklerinden olan buharlı şehir hatları
vapurlarından biri Boğaz'ın en sert akıntılı burnunu dönerken siste
Boğaz balığı yakalayanlar yeni balıkları yakalama telaşındalar.
Kazıklı yola bağlanan yat ve gezi tekneleri omuz omuza vererek dizili
halleri ile gezintiye çıkanlara bir ölçüde Bodrum, Marmaris marinasını
anımsatan bir tablo sergiliyorlar.
Şimdi
karşı yakaya geçiyor Beylerbeyi'nden ilerliyoruz biraz zor oluyor,
boğazın Anadolu yakasına kazıklı yol yapılmadığı için denizle kucak
kucağa yalılar orijinalliğini koruyor, belki de yoğun trafikyüzünden
boğazın derinliklerindeki tarihi yalılara ulaşmak zaman içinde iki
katlı yol ile mümkün olabilecekken, üst yoldan geçenlerin yalı duvarları
üzerinden denizi görme imkanı da doğabilecek!
Beylerbeyi'nin komşusu Çengelköy, çiçeği üzerinde minicik körpe salatalıkları
ile ünlü semtimiz.
Çengelköy
Kıyısındaki anıtlaşmış heybetli çınar ağacı altında oturması, kiralık
kayıkları ile, farklı dinlenmeler sunarken taş fırında pişirilmiş
odun kokulu ekmekleri en az salatalıkları kadar ilgi görüp İstanbulluları
kendine çekmeye yeterli lezzetler barındırıyor.
Boğazın ağız tadı bunlarla sınırlı kalmıyor, Çengelköy Börekcisinden
alınan börekler, poğaçalar, simitler anıt çınar ağacı altında ki kahvede
veya sahilde ki çay bahçesinde Boğaz manzarasına doğru büyük iştahla
yeniyor ve bu defa geçiyoruz Rumeli yakasına ve devam ediyoruz.
Bebek
Bebek'e
geldiğinizi trafiğin sıkışması, son model araçları, yürüyüşe çıkanların
kıyafetleri, köpekleri ile Arnavurköy Akıntı Burnunu döndükten hemen
sonra anlıyorsunuz.
Bebek sahilinde yürümek aynı Marmaris sahilinde yürümek gibi geliyor,
kıyıya kıçtan bağlı birbirinden güzel yatlar, kimi sahipli kimi kiralık
olarak boy gösteriyor.
Bebek kafeleri, balıkçı restoranları, kafeleri ile adeta bir marka
olma yolunda hızla ilerliyor.
Boğaz'ın damak tadlarından biri olup, bulunduğu ile semt ile adeta
özdeşleşen Bebek Badem Ezmesi de 1904 yılından bu yana bozulmayan
kalitesiyle Cevdetpaşa Caddesinde ki satış dükkanında faaliyetine
devam ediyor.
Ayrıca İstanbul'un köklü pastanelerinden olan Baylan, cadde üzerinde
ki yeni şubesi de oldukça ilgi gören yerler arasında bulunuyor.
Bebek
sahilinde yer alan Bebek Parkı semtte oturan ünlüler başta olmak
üzere herkesin başlıca uğrak yeri. Temiz ve bakımlı parkta bir de
Fuzuli'nin heykeli yer alıyor.
Bebek gerek yol tarafında kiler gerekse sahil de bulunan kafeleri
ile sakin huzurlu ortamda ziyaretçilere Boğaz havası eşliğinde seyir
zevki yaşatıyor.
Rumeli
Hisarı Balta Limanı
Aşiyan, Rumeli Hisarı, Balta Limanı, yürüyüş yapıp, yemek yiyip oturabileceğiniz
her tür çay bahçesi, pizzacı, balık restoranları ile dolu yerler.
Boğazın temiz havasında sabah yürüyüşüne çıkanların olduğu kadar bilhassa
hafta sonlarında Bebek ve Hisar semtlerinin özel müdavimleri gerek
sahil kesiminde gerekse yol tarafında bulunan kafe ve restoranları
dolduruyorlar.
Bunlar
arasında Nezih, Kale Çay Bahçesi, Sade Kahve gibi mekanlar Boğaz'a
karşı denizi seyrederek dinlenme kahvaltı yapma imkânı sunarken
teraslı restoranların da balık yeme keyfi yaşatıyor.
Rumeli Hisarı sahili ise Hisar Kalesini geçtikten hemen sonra yol
tarafında yer alan çeşitli mekânlarda kahvaltı yapmak, gazete okuyup
bir şeyler içip, dinlenmek veya yemek yenecek çeşitli seçenekler
sunan bir başka semt.
İsterseniz yöresel kahvaltı, menemen, omlet, çiğ börek, mantı isterseniz
et, balık ızgara çeşitleri sipariş verebiliyorsunuz.
Çay bahçeleri ise denizi biraz daha yüksekten görme imkânı sunan
setleriyle konuklarını ağırlarken simit, peynir, demli çaylar, köpüklü
kahveleri tercih ediliyor. Manzaraların içinde ise yok yok. Köprü,
çeşme, şato, cami ne arasanız bir arada bulunuyor.
Antik Kafe Tel: (0-212) 265 50 89
Kale Çay Bahçesi Tel: (0-212) 257 55 78
Kale Kafe Pastane Tel: (0-212) 265 00 97
Emirgan'ın
çayı
Boğaz'a gezi yapan dolmuş motoru (maç motoru) benzeri teknelerin
eski kum motoru tabir edilen mavnaların restore edilmesiyle kazanılmış
gezi teknelerinin sıkça görüldüğü sahillerden ilerleyerek bu defa
demlenmiş buruk tada sahip, ince belli bardaklarla sunulan çayı
ile ünlü Emirgan'a geliyoruz.
Geçmiş yıllardan bu yana Emirgan, Boğaz'ın çayı ile ünlü bir semti.
Aynı şöhreti günümüzde de devam ettiriyor. Bir takım ilave farklarla,
çay bahçeleri sadece çay kahve içmek için değil, uzun boylu sabah
kalvaltısı yapmak için gelenlerce de tercih ediliyor.
Özellikle hafta sonları neredeyse araç için park, aileniz için masa
bulmak zolaşıyor.
Deniz kenarına yapılan kazıklar üzerine yayaların yürüyüş alanı
biraz genişletilmiş olsa da balık tutanlar, bisiklete binenler,
paten kayanlar, köpeğini gezdirenler baloncu, kestaneci, mısırcı,
keten helvacı, falcı ve diğer satıcılar ve tabii sahilde yürüyüşe
çıkanlarla her daim dolup taşıyor.
Emirgan sahilinde Serifler Yalısı, Emirgan Camii ve I. Abdülhamit
tarafından 1782 yılında dört yüzlü meydan çeşmesi olarak yaptırılan
I. Abdülhamit Han Çeşmesi bir arada yer alıyorlar.
Emirgan
Çay Bahçelerini, muhalebicileri geçip, iki adım atıp ilerleyenler
sanatsal etkinliklere, sergilere ev sahipliği yapan Sakıp Sabancıya
ait "Atlı Köşk" önünden Emirgan Korusuna dönen yolu takip ederek,
bambaşka bir ortamın içinde buluyorlar kendilerini.
Bahar
mevsimi başlangıcında çeşit çeşit laleleri ile çıldırtan bir güzelliğe
bürünen Emirgan Parkı içinde estetik havuz çevresinde dolaşıp, sık
bitki örtüsü arasında ki Sarı Köşk ve Beyaz Köşk'de oturup bir şeyler
yiyip içebileceğiz seçenekler olarak göze çarpıyor.
Emirgan Korusu
Emirgan Korusunun içinde üç otopark yer alıyor, ziyaret yerlerinin
başında Beyaz Köşk ve Sarı Köşk arasında kalan bölgede büyük havuz
ve çevresi ile en yoğun rağbet gören yerler. Havuzun çevresinde
yapay şelaleler, geyik, sincap ve kuş heykelleri, piknik bank ve
masaları, kamelyalar mola verip dinlenmenize olanak sağlıyor.
Havuzda yüzen ördekler, havuza gelen martılar görsel zenginliğe
hareket kazandırıyor.
Kuş cıvıltıları ve botanik kokulu tertemiz boğaz havasında dolaşırken
telaşlı olduğu kadar meraklı sincaplar gezinize renk katabiliyorlar.
İstinye Marina
Teknelerin, yatların uyku odası ise eski İstinye Tersanesinin bulunduğu
günümüzde marine olarak hizmet veren koy.
İstinye'den Çubuklu'ya yeni sefere konulan feribotlarla, geçerken
feribottan koyun genelini, sahil yolunu, yalıları ve eski tersanenin
işletme binasını görebiliyorsunuz.
Feribot
yolculuğu transit geçen gemilere yol verme bekleme olmaz ise beş
dakika sürüyor, Feribot Çubuklu İskelesine yanaşıyor, araç ve yayalar
Anadolu Yakasının her iki yönüne trafikten etkilenmeden devam edebiliyorlar.
Boğazı ve iki kıtayı bieleştiren ve yeni açılan bu hat ile zevkli
bir yolculukla geçmiş oluyoruz.
Gezimizi
Çengelköy'de bırakmıştık geliyoruz Küçüksu Kasrına.
Kanlıca'nın yoğurdu, Küçüksu
Ziyaret
edilebilir, göz kamaştıran güzelliğe sahip Küçüksu Kasrı yanında
yer alan, Fatih Sultan Köprüsünün tabyalarının yapımında kullanılan
saha, bir zamanlar mısırların kazanlarda kaynatıldığı ünlü bir mesire
yeri olarak hatırlanırken, şimdi bu bölüm yapılan çalışmalar nedeniyle
kapalı.
Bu
arada Anadolu Hisarı ve Göksu çıkıyor karşımıza.
Geç de olsa anlaşılan değeri sayesinde burada da değişim gözleniyor.
seyir zevki veren boyanmış yalılar daha bakımlı, Göksu Deresi kıyısında,
uzun soluklu branc yapmanın tadına doyamayacağınız nehir kenarı
kafeler, restoranlar, renk ahenk tekneler ve sudaki yansımalarla
Anadolu Hisarı gölgesinde davetkar biçimdeler.
İsterseniz yemek yiyebiliyor, isterseniz çay, kahve molası verebiliceğiniz
seçenekler var. Göksu’dan geçerken değişik ekmek çeşitlerine meraklıysanız
Tarihi Göksu Fırını da bir başka uğrak noktanız olabilir.
Şimdi de boğazın köprü manzaralı, lüks balık lokantaları ile anılırken
şöhretini Yoğurt ile yapmış Kanlıca koyuna geliyoruz.
Kanlıca
Sahilde bir vapur iskelesi kıyıda oturup yoğurt yiyecek açık ve
kapalı bölümleri ile mekanlar, ulu çınar ağaçları altında çay bahçeleri,
balık satanlar görebilecekleriniz arasında sıralanıyor.
Kanlıca Yoğurtçusunun sahil masalarından birine
oturup bardak yoğurtlardan istiyorsunuz yanında pudra şekeri ile
servis ediyorlar, yoğurt molanız süresince boğazdan geçiş yapan
gemiler adeta yanınızdan geçiyorlar, sahile vuran dalga sesleri
arasında özellikle öğleden önceki saatlerde daha sakin olan mekan
da dinlendiğinizi fark ediyorsunuz.
Özellikli yerler arasında bulunan bu semt "Kanlıca'ya gidip yoğurt
yiyelim" esprisini günümüzde hala yaşatıyor.
Hadi yine karşıya Avrupa yakasına çay molası verdiğimiz Emirgan'dan
bu defa bir başka koya İstinye ye geliyoruz.
İstinye
Yıllarca hizmet vermiş tarihi tersanesinin taşınmasıyla İstinye
koyu yepyeni çehresiyle karşımıza çıkıyor.
Çevreyi kirlettiği söylenen tersanenin gri boyalı yüzer havuzları
içinde iskelelere çarpmaktan hasar görmüş Küçüksu, Koçataş, Ülev,
Suvat, Halas, Sarayburnu gibi isimler taşıyan şehir hatları gemileri,
kömürlü römorkörler artık görünmüyor. Bomboş koyda demirli küçük
tekneler sahillin bir yakasında nefes almaya başlayıp fark edilen
yemyeşil ağaçlar koyun diğer sahilinde manzaralı oturma yerleri,
balık satıcıları, yatlar, yüzer balık lokantaları manzarası ile
tablo güzelliği sergiliyor. Son düzenleme ile koy marina haline
getirilmiş yatlar, lüks teknelerin konaklama mekanı olmuş.
Çevre cazip hale gelince Boğazın zaten sıkışan trafiği burada daha
da fazla yoğunlaşma yaşanmasına neden olmuş.
Yeniköy
İstinye'den
Yeniköy'e gelirken uğramadan geçemeyeceğimiz bir muhallebici var.
Yıllardır bozulmayan lezzeti ile muhallebici Zeynel de vereceğiniz
mola sütlü tatlıların unutulmaya
yüz tutmuş lezzetleri yeniden hatırlamanıza neden oluyor. Vereceğiniz
siparişleriniz arasında, su muhallebisi üzerine gülsuyu dökülmüş ve
pudra şekeri serpilmiş haliyle damakta tat bırakırken, dondurmalı
veya sade olarak isteyebileceğiniz üstü fırında yanarak karartılmış
kazandibi, tavuk göğsü, keşkül, sütlaç, güllaç, aşure, zerde farklı
bir tat yolculuğuna çıkmanızı sağlıyor. Canlı hayat dolu Yeniköy yalıları,
motorlarla denizden açık hava müzesi gibi gezi yapan yabancı turistleri
ağzı açık bırakıp hayranlıkla fotoğraf çekmelerine neden olurken iskelesinden
karşı yakaya Beykoz'a geçiş imkanı da veriyor. Hazır Beykoz'dan söz
etmişken kısaca değinmek gerekir.
Beykoz
İlkbaharda açan erguvanlara daha sık rastlanan tepelerden gerek Beykoz
sahilleri, gerekse Rumeli
yakası bir başka güzel seyrediliyor. Cevizleri ile ünlü Beykoz’a girerken
yeni yapılaşmalar geçiliyor ve tarihle içiçe yaşamaya devam eden ilçenin
iskele Meydanında buluyoruz kendimizi. Uzun boylu ağaçların arasında
bir meydan ve zarif bir çeşme dikkat çekiyor. Yalıköy Camisi kıble
tarafında yer alan ve İsabey ya da Onçeşme olarak anılan tek yüzlü,
hazneli meydan çeşmesini, Kanuni Sultan Süleyman’ın has odabaşısı
Behruz Ağa yaptırmış, Galata Voyvodası Seyid İshak Ağa’nın 1746’da
yaptırdığı tamiratla bugünkü şekline kavuşmuş . Sekiz sütun üzerine
yükselen kemerli, on musluklu çeşmenin revakları ve tavan süslemeleri
hayranlık uyandırıyor. Sahilde ve çeşme çevresinde çay kahve içme
imkanı var ama biraz etrafta turlayayım derseniz, tek tük kalmış eski
ahşap evler, dar sokaklar tablosu yapılacak kadar güzel görünüyorlar.
Beykoz'a komşu Paşabahçe, bölgede bulunan rakı fabrikasının etkisiyle
çevreye rakının ham maddesi anason kokusunu yayarken bir zamanlar
çayırında pikniklerin yapıldığı, paça çorbası ile ünlü Beykoz ızgara
balık kokuları ile gerek Anadolu Kavağına gerekse Polenezköy'e gidenleri
uğurluyor.
Beykoz
Mecidiye Kasrı
Beykoz Çayırı yakınında mutlaka görülmesi gereken bir de tarihi Beykoz
Mecidiye Kasrı bulunuyor. Müze içi ve bahçesi son derece güzel
surprizlerle saklı müze alanında dinlenebilir, Boğaz manzarasına karşı
kafeden yararlanabilirsiniz.
Biz yine Avrupa yakasındaki yolculuğumuza devam ediyor ve Yeniköy
sahilinde yol alırken Kireçburnu fırınına uğramayı da ihmal etmiyoruz.
Krik krak, sade çay kurabiyesi, paskalya çöreği (Üzümlü veya sade)
üzümlü gevrek, poğaça çeşitleri ve dumanı tüten kıymalı börek hem
oracıkta yenebilecek hem de paket yaptırıp eve taşınması gereken lezzetler
arasındaki yerlerini koruyorlar.
Sahilde hatta bahçelere masaları taşan balık lokantaları dikkat çekiyor.
Cumhurbaşkanlığı yazlık köşkü önünde süre gelen yol genişletme çalışmaları
balık tutanlarla dolarken boğazın dantel gibi işli bir başka şirin
koyuna geliyoruz.
Tarabya
Koy içi sayısız teknenin demirlediği, kıyılarına sıkış sıkış yatların
bağlandığı, yol tarafı ise müzikli restoranların daha ziyade tavernaların
yer aldığı Tarabya koyu yıllardır değişmeyen görüntüsü ile, bu defa
Tarabya otelinin suskunluğuna karşı karakteristik özelliğini artık
korumuyor. Tarabya tavernaları havanın kararmasıyla beraber her akşam
birbirlerini hiç tanımayan konukların birazda içkinin tesiriyle vur
patlasın çal oynasın misali hayata meydan okuyanların eğlencelerine
sahne olamıyor. Kaldırımlar kazıklı üzerine çekilerek sahil yolu genişletilmiş,
koyun ortası İstinye Koyunda olduğu gibi burasıda teknelerin park
yeri olarak düzenlenmiş, yıllardır suskun kalan Tarabya Oteli yeniden
devreye girmiş. tavernalardan dışarı taşan masalar, müzik sesleri
artık duyulmuyor. Faaliyetlerine daha kısıtlı olarak devam eden bir
kaç tanesi konuklara hizmet veriyor. Yine bir kazıklı yol bu defa
Büyükdere'ye geliyoruz.
Büyükdere
Büyükdere sahil, kazıklı yol yapıldıktan sonra biraz içerde kalsa
da, yine renk ahenk kayıkların çekek yerleri, Boğazın tarihinde önemli
yere sahip yalıları, konakları, ahşap evleri, kademe kademe geriye
doğru geçmişi koruyarak yükseliyor.
Sokak aralarında kısa bir yürüyüşle bile semtin ruhunu içinizde hissedebiliyorsunuz.
Emeklilerin, hanımların, arkadaş gruplarıyla sıklıkla göründüğü Sahil
kafeleri, çay bahçeleri semtin en keyifli, denize en yakın oturulabilen
boğaza nazır yerleri.
Çevrenizde dolaşan tembel kediler, tarihi çeşmeler, içlerinden cazip
ve kışkırtıcı, bir o kadarda davetkâr kokular yayılan meyhaneleriyle
Büyükdere, Arnavutköy’ün tekrarını çağrıştıran ortamda bir atmosfer
yaşatıyor.
Cerrah
Mahmut Efendi, Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii
Sarıyer
Çayırbaşı Büyükdere girişindeki fidanlığın hemen önünde yer alan cami,
"Çayırbaşı Cami" olarak da anılıyor. Tamir ve onarımlar, tadilatlarla
değişikliğe uğrayan cami önceleri deniz kıyısında iken toprak doldurma,
yol genişletme, çalışmaları sonucunda bugünkü yerinde biraz da içerde
kalmış, önünde bulunan çeşme de zemin yükselmesi neticesinde işlerliğini
kaybetmiş. Tarihi cami 16. yy da Cerrah Mahmut Efendi adına yapılmış.
Ne var ki zamanla tahrip olup harabeye dönen camiyi 1782 yılında Kaptan-ı
Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tamir ettirince tabelasına ismi yazılmış,
cami bu isimle anılmaya başlamış.
Kazıklı
Yol ve Sadberk Hanım Müzesi
Arnavutköy
ve Büyükdere olmak üzere iki semtin ortak kaderi olan kazıklı yolun
geçmesiyle denizine geriden bakar hali, iç kısımda kalan yol üzerinde
ki meyhaneleri, konakları, yalıları ile büyük benzerlik taşıyor.
Büyükdere’de bulunan konsolosluk binaları, her ne kadar temiz görünümlü
bakımlıysa, terk edilmiş durumda ki tarihi Büyükdere İskelesi, denize
bakan balkon heykelleriyle birlikte metruk halde ki akıbetininden
2016'tı ya gelindiğinde nihayet kurtulmaya çalışıyor.
Anılarda kalan halinden eser kalmamış harabeye dönmüş olan Kocataş
Suyu dolum tesisleri, yangın geçirmiş birkaç metruk yalı son halleriyle
bile anıları canlandırmaya yetiyor.
Eski sahil yolunu, kazıklı yola bağlayan geçit üzerinde tezgâh açan
balıkçılar, semt sakinlerinin uğrak yerlerinin başında gelirken, deniz
kenarı Karadeniz üzerinden Boğaz'a giriş yapan tertemiz, deniz kokulu
havasında yürüyüş yapmak için ideal parkuru oluşturuyor.
Sahilde çay bahçeleri ilginç ağaçlar, yol tarafında Koç Ailesine ait
Sadberk Hanım Müzesi ziyaretinizi bekliyor. Müze içinde Bizans dönemi
parçalar, toprak kaplar, bronz heykelcikler Kütahya, İznik türü nadide
çiniler vakfiyeler, fermanlar, etnografik eserler, düzenlenmiş kompozisyonlar
eşliğinde görülebiliyor.
Atatürk Arboratumu
Sarıyer oldukça büyük bir ilçe sınırları arasında kalan bir başka
görülmesi gerekli yer de ağaç müzesi olarak bilinen Atatürk
Arboretumu.
Linkten geniş şekilde fotoğraf ve rehber bilgilere ulaşabilirsiniz.
Sarıyer
Büyükdere
üzerinden Sarıyer'e yaklaşırken yazın mısır kazanlarında kaynamış
sütlü mısırlardan alıp tuz ekip denize karşı, boş banklardan birine
oturup tadını çıkarsak, kağıt helva arası dondurma mı alsak, Tarihi
Sarıyer Muhallebicisinde mi otursak, kazandibi, tavukgöğsü, su muhallebisi,
krem sokola, sütlaç gibi sütlü tatlılardan mı ayva tatlısı, kadayıf
mi yesek.
Yoksa boğazın bir başka ağız tadı ünlü Sarıyer börekçisine mi uğrasak
diye düşünebilirsiniz. Buna bir de kaynaklardan doldurulan pınar sularını,
balık lokantalarını, balık pazarını, çarşının karşı konulmaz lezzetlerini
ilave ederseniz sadece Sarıyer'e bir kaç gün ayırmak gerekebilir.
Sahil
boyunca uzanan çay bahçeleri, kafeler içinde bir süre zaman geçirmek,
denize karşı demli bir kaç bardak çayı yudumlamak, martı çığlıklarını
dinlemek, tembel kedileri seyretmek, hepsi ayrı keyif.
Meraklısıysanız tarihi çeşmenin karşısında ki simit fırınında susamlı
çıtır simitlerden, özel olarak getirtilen Beypazarı kurusu, Selanik
çöreği bile bulabilirsiniz.
Hiç bir şey yapmasanız bile Sarıyer sahiline konulan martı heykeli
önünde oturmak veya bir selfie çekmek yapılması gerekenlerden biri
olabilir.
En
iyisi Boğaz gezimize devam edebilmek için Sarıyer börekçisine
uğrayıp şöyle bir paket kıymalı veya peynirli börek kestirsek
veya ikinci kata çıkıp denize karşı orada mı yesek diye düşünürken
çarşı içinde kırmızı tablalar üzerine dizilmiş mevsim balıkları,
ışıl ışıl yanan ampuller altında üzerlerine serpilen sular
aklımızı çeliyor.
Sarıyer sahilini kaplayan balık lokantalarına geliyor mısır
ununa bulanıp kızartılarak altın sarısı rengiyle iştah kabartan
palamut dilimlerinden yemeye karar vermek üzereyken biraz
daha ilerlemeye ne dersiniz.
Boğazın sonuna geldik sayılır.
Oysa daha yol üzerinde bir çok sürpriz bizi bekliyor.
|
|
Rumeli
Kavağına yaklaşırken yanımızda Telli Baba durağı ve genç kızların
özellikle de evlenme çağına gelen gelin adaylarının ve gelinlerin
ziyaret yeri bulunuyor.
Sarıyer Pazarbaşı Yenimahalle
Sarıyer'i yani ünlü börekçisini, şehrin en iyi muhallebicisini,
yeni martı heykelini, çarşıyı, balıkçı teknelerini arkanızda bırakıp
Rumelikavağına doğru yol alırken solunuzda tam da Dalyan durağında
kremalı pasta gibi evler belirir, cumbasına, rengine bayılırsınız,
ne plazaya, ne rezidansa değişilmez güzelliktedir, yaşanası evlerde
uyuyup uyanmak bile sağlığınızı olumlu etkiler elektrik yüklemez,
stres yapmaz, ahşap basamaklar yürürken gıcırdasa da duvar saatinin
gongu sizleri geçmişe götürür. Açıklamada kullandığım "Kremalı Pasta"
benzetmesini rahmetli Çelik Gülersoy Lizbon kentini anlatırken kullanmıştı,
fotoğrafı çekmek için durduğumda onu anımsadım ve gerçekten bu ev
kremasından bir parmak çalıp tadacak kadar güzeldi. Bakarsan bağ olur
boşuna dememişler. Semt sakinleri, Kayısı renkli evin bakımı Yenimahalle
de bulunan evlerin hiç birinde yoktur derler.
Telli Baba:
Telli Baba Türbesi evlenmek isteyen genç kızların türbeyi ziyaret
ettikleri ve bu ziyaret sırasında daha önce bırakılmış olan gelin
duvaklarından tel alıp hayırlı bir kısmet için dua ettikleri bir türbe.
Dilekleri yerine gelenler Türbeye tekrar gelip bu defa hem duvaklarından
tel bırakıyor hem de teşekkür için vaat ettikleri ziyaretlerini yerine
getiriyorlar. Telli Babanın hikayesi ise oldukça ilginç.
Zamanında
tahlisiye memuru olarak görev yapan, gemilere kılavuzluk hizmeti veren
görevli bir gün nöbeti sırasında havanın aniden patladığı, denizin
kabarıp dalgalandığı anda bir bakmış ki fındık kabuğu misali bir kayık
içinde genç bir kızla oğlan dalgalarla boğuşuyor. Çok geçmeden korkulan
olmuş kayık devrilmiş, genç kız bir tarafa delikanlı diğer bir tarafa
dalgalar arasında bir görünüp bir kaybolmuşlar. Tahlisiye memuru koşmuş
kıyıya, atlamış denize genç kızı boğulmak üzere iken yarı baygın halde
kurtarıp sahile çıkarmış, delikanlıyı bulamamışlar!. Aradan yıllar
geçmiş ve genç kız evlenme çağına gelmiş gelinliği ile şükran borcunu
ödemek ve teşekkür etmek için bu mutlu günü yaşamasında borçlu hissettiği
tahlisiye memurunun bulunduğu yere gelip kendisini sormuş. Görevliler
mezarının bulunduğu yeri göstermişler. Genç kız memurun vefat ettiğini
öğrenince çok üzülerek mezarı başında ağlamaya başlamış ve telli duvağını
mezara bırakıp ayrılmış.
Bu hikaye dilden dile anlatılır olmuş, gelinlik çağa gelen kızlar
gelinlere yardım elini uzatan Telli Babaya ziyareti o günden sonra
bir görev saymışlar. Gelenek günümüzde de devam ediyor. (Bu olay bana
Hürriyet Gazetesi'nde görevli değerli büyüğüm, fotoğraf hocam "Türbeler
Araştırması" bulunan gazeteci, rahmetli Çetin Şencan tarafından aktarılmıştır)
Rumeli
Kavağı
Telli Babadan aşağı doğru deniz seviyesine inenler, sağ tarafta bulunan
balıkçı barınağı yanından kıyısı balık lokantaları ile kaplı Rumeli
Kavağına ulaşıyorlar.
Telli Baba durağından itibaren sağ tarafta altınızda İstanbul Boğazı
Karadeniz girişinin göze sığmayan panoraması sizi adeta kucaklıyor.
Balıkçı barınağının değişmeyen misafirleri Karadeniz balıkçılarının
tekneleri, kompozisyonu renklendiriyor.
Bu kıyıda başka yerlerde pek rastlanmayan ve İstanbul’un neredeyse
tüm balık üzeri çalışan lokantalarına midye tedariki yapan midyeciler
bulunuyor.
Kavak
midyesi olarak ünlenen, küçük ve lezzetli midyeler boğazın hareketli
sularından midye avcıları tarafından taraklarla çıkarılıp çuvallara
konarak buraya getiriliyor.
Rumeli Fenerine girdikten ve sağlı sollu dükkânları, tezgâhları, fırını
geride bıraktıktan hemen sonra, Rumeli Kavak İskele Caddesinde sizi
geniş bir meydan karşılıyor.
Meydanda küçük çaplı balık restoranları hizmet veriyor, ağaç altı
masalarında, balık ağları altında isterseniz salonlarda isterseniz
teras, balkon ve bahçelerinde oturup midye tavalarınızı, balıklarınızı,
hamsi buğulamanızı veya ızgara zevkle yiyebiliyorsunuz.
Reis Balık Restoranın öğlen saatlerinde sıfır yağda kızarttığı Kavağa
özgü küçük ama lezzetli midye tavalarını yemek için bile, Rumeli Kavağı,
geliş sebebiniz olabiliyor. Meydandan sola dönen yol, araç trafiği
için kullanılırken, orta bölümde bulunan askeri bölgenin yanından
sağa ayrılan yol, yürüyüş parkuru olarak sizi, kıyıdan deniz havasının
en yoğun hissedildiği çocuk parkına, sahil banklarına, tekne çekek
yerlerine, sahil kafelerine diğer restoranlara götürüyor.
Yola devam edenler yine balık lokantalarının bulunduğu bir başka meydana
geliyorlar. Bundan sonrası restoran ve masa seçmeye kalıyor. İsterseniz
deniz kenarı isterseniz restoranların ikinci katları, teraslarına
kurulup deniz ürünü siparişlerinizi veriyorsunuz.
Eylül ayından itibaren lüfer ızgara rağbet görürken mevsimine göre
diğer balık çeşitleri yanında kavakların meşhur midye tavaları tarator
sosu ile, karides güveç, kalamar, limonlu roka salatası en çok istenenler
arasında yer alırken, tam karşınızda bulunan Anadolu Kavağı, Yoros
Kalesi, Yuşa Hazretleri ile ziyaret edilen Boğazın bir başka balıkçı
köyü olarak konuklarını ağırlıyor.
(Anadolu Kavağı hakkında
geniş bilgi için lütfen tıklayınız.)
(Anadolu Feneri - Poyraz
hakkında geniş bilgi için lütfen tıklayınız.)
(Garipçe Köyü hakkında geniş bilgi için lütfen tıklayınız.)
(Rumeli Feneri hakkında
geniş bilgi için lütfen tıklayınız.)
|