Diş
ağrısı deyip geçmeyin
Stress,
aşırı çalışma, iş gezileri, yorgunluk,zorlayıcı
koşullar vücut direncinin iyice düştüğü dönemler.
Tatil ya da seyahat sırasında ağrıyan diş ise
gezi programınızı altüst etmeye yetiyor.
İş adamlarının bir çoğu zamanın kendilerine
yetmediğinden, takip edilmesi gereken işlerin
çokluğundan zamana karşı çalışıp, zaman fakiri
olduklarından yakınırlar.
Fakat ihmal edilen çürük dişler iş temposunun
öyle yoğun bir zamanında kendini gösterir ki
toplantı, iş gezisi veya tatili berbat etmeye
yeter.
Bu umulmadık zamanda dayanılmaz hale gelen diş
ağrılarına teslim olmamak için uzmanlar diş
bakımına aşırı özen göstermek gerektiğini vurguluyorlar.
Çürük dişlere dolgu veya dolguların yenilenmesi,
sık fırçalamak, diş taşlarından kurtulmak, çekilen
dişlerin boş kalan yerlerini doldurmak, beslenme,
diş fırçası seçimi ilk akla gelen tedbirler
belki ama diş bakımı konusunda dikkat edilmesi
gereken birçok ayrıntı bulunuyor.
Yaşa göre farklılık gösteren problemler, genç
yaşlarda çürükler, 35 yaşından sonra bu defa
diş eti hastalıkları olarak artış gösteriyor.
Diş eti iltihaplarında dişi taşıyan kemik dokusunun
iltihabı sonucu hasta dişi kaybediyor.
Diş
hekimi Dr. Sinan Özkan, bu tip durumlarda erken
tanı, çürük ve iltihaplara genç yaşlarda müdahalenin
önemine dikkat çekiyor.
Gecikme durumunda biyomekanik teknik tedaviler
gerekebiliyor.
Özellikle diş konusunda labaratuvar ve klinik
uygulamalarda Türkiye'de hiç bir yerli malzeme
imal edilmemesi ve böyle bir sanayiinin kurulmamış
olması nedeniyle diş malzemelerinin İtalya,
Almanya, İngiltere, Japonya, Bulgaristan gibi
ülkelerden ithal edildiğini ve diş tedavilerindeki
gecikmenin hastaya maliyet artışını da beraberinde
getirdiğini vurguluyor.
Nelere dikkat etmeli
Periyodik aralıklarla diş kontrollünün yanısıra
diş bakımında dikkat edilmesi gereken noktalar
şöyle sıralanıyor:
Diş taşları, en çok dil altı tükürük bezleri
önlerinde görünen, alt ön dişlerin arkasında
biriken diş taşları bakterilerin kolayca yerleşebileceği
bir ortam ve dişin çürümesine neden oluyor.
Tükürük salgısıyla biriken diş taşları belli
dönemlerde temizlenmeli.
Diş minesi, çatlamasına neden olan aşırı sıcak
ve soğuktan, darbelerden korunmalı.
Ağız hijyeninin yetersiz olduğu durumlarda diş
eti kanamalarına rastlandığında bu iltihaplanma
öncesi bir ikaz olarak algılanmalı.
Organik olan diş dokusunda açık olan dolgu açık
yara gibi mikrobu içeri transfer edeceği koku
ve enfeksiyona sebep olup, ekonomik ve biyolojik
sorunu büyüttüğü düşünülerek erken tedbir alınmalı.
Diş
macunu kullanımında tedavi edici terapötik etki
bekleniyor.
Oysa macun aynı oaranda aşındırıcı özelliğe
de sahip. Her yemek sonrası ağız içinin temiz
kalması için suyla da olsa diş fırçalanıp, beş
dakikada oluşabilen bakteri plağı temizlenmeli.
Diş arası fırçaları, diş ipi, diş suyu kullanılmalı.
Uzmanlar, bu konuda terkibinde bir çeşit toprak
olan macunların aşırı fırçalamada diş minesinde
aşınma ve erimeye de neden olabileceğini belirtiyorlar.
Diş eksikliğinde boşluk yaratan bölüme diğer
dişlerin kayma gösterip ağız içi şekil bozukluklarına
ve diş uzamalarına neden olacağı için çekilen
dişlerin yeri köprü, protez gibi metodlar kullanılarak
dolduruluyor.
Beslenme, süt ve süt ürünleri dişler üzerinde
olumlu etki sağlarken diş etrafına yemek sonrası
kaplanan emisyonun temizlenmesi bakterilerin
yerleşmesine en uygun ortamdan arındırılması
diş sağlığında büyük önem taşıyor.
Kürdan kullanımında bakterilerin dişeti arasına
ittirilmesi nedeniyle mahsurlu sayılıyor.
Dişlerin bakımı, temizliği, uzun ömürlü olup
ağızda kalabilmeleri sadece diş fırçalamakla
sağlanmıyor.
Her yenen, her atıştırma sonrası diş temizliği
gerekli görülüyor.
Bakteri plakları 3-4 dakikalık bir süre içinde
zarar vermeye başlıyor ki bu bazen diş çürümelerine
bazen de diş eti iltihaplanmalarına yol açabiliyor.
Diş çürükleri tedavisi, dolgularla yapılan restorasyonlar
konusunda bilim adamları arasında farklı görüşler
olduğu gibi bunlar halka da yansıyor. Diş dolgularında
uygulanan dolgu çeşitleri arasında Amalgam dolgular,
ışınlı dolgular, veya bunlara ek olarak seramik
dolgular.
Bunlar arasında en ekonomik sağlam ve güvenilir
olanı Amalgam dolgular sayılıyor.
Halk arasında amalgam dolguların civa kapsadığı
ve bunun vücut sağlığı konusunda sakıncaları
olduğu endişeler konuşuluyor.
Oysa civa hiç bir zaman direk olarak değil metal
tozlarla karıştırılarak hazırlanan dolgu malzemesi
amalgamı oluşturuyor.
Bu karışımda, civa özelliğini kaybediyor ve
vücuda hiçbir zararı olmuyor.
Işınlı dolguların yapımında ise kullanılan madde
plastik olduğu için, kırılgan ve çabuk aşınabilirlik
özelliği taşıyor.
Uygulama sırasında asitle dişe bağlanıyor ve
dişe zarar verme riski bulunuyor.
Dolgularla restorasyon aşamasını geçmiş dişlerde
bu defa da kaplama ihtiyacı doğuyor. Yeni kaplama
malzemeleri arasında seramik malzemeler dirençli,
estetik, ağız yapısına doku uyumlu olmaları
kullanıcıya avantaj sağlıyor.
Kişinin tükürük, pH (asit) özelliği dişin ömrünü
tayin ediyor.
Ağız boşluğunda oluşabilecek fokal enfeksiyon
odakları seyahat öncesi,
hastalık, üzüntü gibi stresli durumlarda vücudun
zayıf durumlarında ortaya çıktığı için diş kontrolleri
periyodik aralıklarla yapılması gerekiyor.
Diş hekimi Dr. Sinan Özkan diş çekimlerinin
en son başvurulacak çare olduğunu belirterek
çürük dişin tedavi ve restorasyonla yeniden
kazanılabileceğini vurguluyor.
Diş hekimi Sinan Özkan, tedavi seanslarında
steril ortama büyük önem veriyor. Tüm aletler
özel muhafazalar içinde 135 derece sıcak buharla
steril hale getiriliyor.
Özellikle iğneden korkan hastalar için önce
sprey ile uyuşma sağlanıp daha sonra iğne yapılsa
bile hasta bunu hiç hissetmiyor.
Tedavi boyunca klasik müzik dinleyen hastalar
gerginlik yaşamıyor.
Dr. Sinan Özkan Gümüşsuyu - İstanbul
Tel: 0(212) 251 07 80
DİŞ BAKIMINDA SON YENİLİK
VE GELİŞMELER
Diş sağlığında koruyucu hekimlik anne karnında
başlıyor, bilinç gelişme ve dengeli beslenme
gelişimi problemsiz kılabiliyor.
Buna rağmen dişler çeşitli nedenle tedavi gerektiriyor
ve tedavilerde ileri teknoloji uygulanıyor.
Dolgulara, implant dişlere yapılan uygulamalara
her yıl bir yenisi ekleniyor.
Diş dolgularında kompozit malzemelerle yapılan
seramik dolgularda, malzeme bilimi açısından
nano teknoloji ile üretilen dolgu malzemeleri
daha dayanıklı ve estetik olabiliyor.
Buna rağmen dolgu olarak tutucu madde reçine
içine hazırlanan karışımda, gözenekli malzeme
olarak zaman içinde aşınma ve renk değişimine
de rastlanıyor. Diş hekimleri daha dayanıklı
olan amalgam dolgu tatbikine de devam ediyorlar.
Günümüzde ağız yapısının vitrini sayılacak,
görünen yerde ki dişlere amalgam dolguya nazaran
daha yüksek maliyetli daha estetik olan seramik
dolgular tercih ediliyor, hatta önceden yapılmış
olan amalgam dolgular sökülüp, yerine seramik
dolgular uygulanıyor.
Kompozit dolgularda dikkat edilmesi gereken,
dolguları yapıştırma sırasında kullanılan asit
(etching) dişin sinirine temas etmemesi, diş
hekimin özenli davranmasını, tecrübeli olmasını
zorunlu kılıyor.
Köprü yerine implant
Diş
dolguları çeşitli nedenlerle kırılıyor, bazı
hallerde diş kanal tedavi ile de kurtarılamayınca
çaresiz çekiliyor.
Önceki yıllarda çekilen dişin iki yanında ki
iki taşıyıcı diş kesilip küçültülerek köprü
yapılırken, son yıllarda implant uygulaması
sayesinde çekilen dişin yerine kemik içine vida
giriyor, üzerine de yeni bir diş monte edilerek
çekilen dişin yerine yapılan müstakil dişle
dolduruluyor.
Bu tür uygulamalarda kemik kalınlığı, yüksekliği,
takılacak vida boyuna elverişli olması, implant
öncesi diş tomografisi çekilmesi gerekiyor.
(Fotoğraf. Büyük ebatta ki demo implant örneği).
Diş tomografisi neden gerekli
Önceki yıllarda iki boyutlu olan diş röntgeni,
uygulama öncesi diş hekimine kısıtlı miktarda
ön bilgi verirken, diş tomografisi üç boyutlu
olarak dişin kesitini gözler önüne seriyor.
Cone-beam
sisteminde radyasyon dozu azaltılarak çekim
yapılıyor, CD'ye yazılıp veriliyor. Bilgisayar
ortamında dişin yapısı, şekli bütünüyle görülüyor.
İmplant için olmaza olmaz olan diş tomografisine
diş hekimleri, "Tomografisiz implant
yapmak karanlık odada el yordamıyla yürümek
gibidir" tanımlaması yapıyorlar.
Günümüzde 150 TL civarında çekilen diş tomografi
ile 1500 – 3000 TL arası markaya, kliniğe göre
değişen maliyetli bir implant masrafı karşılığı,
hasta yeni bir dişe kavuşuyor.
Kanal tedavisi ihmale gelmiyor
Dişin enfeksiyon kapması sonucu diş kökü çevresine
yerleşip biriken mikroplara zamanında müdahale
edilmezse bu defa diş çevresinde artan ağrılarla
başlayan rahatsızlık kısa zamanda yanağın şişmesine
ileriki safhalarda zehirlenmeye bile yol açabiliyor.
Dişin içinde zonklamayla kendini gösteren dayanılması
güç ağrılar gerektiğinde antibiyotik tedavisi
ile bölgenin iyileştirme yardımcı olsa da problemli
dişe bu safhaya gelmeden kanal tedavisi yapılması
tavsiye ediliyor.
Dişin içinde bulunan ve bir organ vazifesi gören
sinir alınıyor, iltihabı emen, mikrop öldürücü
ilaçlarla doldurulup bir iki haftalığına geçici
dolguyla kapatılan diş, süre sonunda açılarak
gerekirse aynı tedavi tekrarlanıyor ve bir iki
ay süre içinde kalıcı dolguyla dişi kaybetmeden,
yeri boş kalmadan dişin görev süresi uzatılıyor.
Sağlıklı dişlerin kaçınılmazı
Dişler her ne kadar sistematik şekilde fırçalansa
da diş macunu dişler için her maddeyi içermiyor.
Bu nedenle diş macununa takviye olarak başta
implant sahibi kişiler ve diş sağlığına önem
verenlerin ağız bakterilerinin dezenfeksiyonu
için son derece yararlı olan ağız gargara ve
spreylerini kullanmaları tavsiye ediliyor.
Son olarak yaşı ilerlemiş, diş problemi yaşayan
hastalarda diş sinirleri kendi içine çekilip,
büzülerek etraflarına koruyucu duvar ördükleri
için diş içinde dış etkilere karşı bir tür savunma
sistemi geliştiriyor, bunun sonucu olarak genç
hastalara nazaran diş ağrılarını daha az hissediyorlar.
(Haber Girişi 09.02.2016ilave
ve güncelleme 01 Aralık 2017)
Tatile çıkarken Sağlık
Tatilde diş ağrısının yanısıra çeşitli problemlerle
tatil keyfinin kaçmaması için dikkat edilmesi
gereken başka hususlar da var. Mevsime göre
değişen ve en çok rastlanan rahatsızlıklardan
bazıları şöyle, tatile çıkanlarda daha çok aşırı
güneşte kalmaktan doğan problemler yaşanıyor.
Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında görülen
ishal vakasında şiddete göre tedavi uygulanıyor.
Böyle durumlarda sıvı kaybına göre hastaya serum
bile bağlanabiliyor.
Özellikle tatil köylerinde farklı ortamlarda
farklı yiyecekler ve içeceklerle açık büfelerden
alınan limitsiz çeşitlerin karıştırılması ve
çoğu zeytinyağlı olan yemeklere midesi alışık
olmayanlarda, buzlu içecek tüketmekten doğan
problemlerle virüslere bağlı yaz ishallerine
de rastlanıyor.
Çocuklarda görülen yaralanmalar ise Temmuz ve
Ağustos aylarında artış gösteriyor.
Dolaşım bozuklukları, tansiyon, güneş çarpması
alkol tüketimindeki artış ve perhiz dikkat edilmesi
gereken hususlar arasında.
Tatile çıkan aileler güneşin etkili olduğu 11.00-14.00
saatleri arasını gölgede geçirmeli, denizde
kalma süresi on dakikayı geçmemeli, cilt durumuna
göre güneş yağı derecesi seçilmeli.
Tatilciler ve bilhassa doğa sporlarına katılanlar
yanlarında ishal durdurucu, ağrı kesici, antibiyotik,
mide bulantısına karşı ilaç, arı ve böcek sokmasına
karşı amonyak gibi ilaçlar bulundurmaları tavsiye
edilenler arasında.
BAHARIN
GELİŞİ VE SICAKLIKLARIN YÜKSELMESİYLE BEDENİMİZDEKİ
AĞRILARDA ARTMAYA BAŞLIYOR
Havadaki elektrik yükünün değişmesi ile pozitif
ve negatif yüklü iyon artışının sinirleri etkileyerek
stres seviyesini yukarılara çekmesi bahar yorgunluğuna
yol açıyor.
Kendisini yorgunluk, halsizlik, enerji düşüklüğü
şeklinde gösteren bahar yorgunluğu, baş, boyun,
sırt ve bel bölgelerinde de şiddetli ağrılara
neden oluyor.
Bahar Yorgunluğunuzu Ağrı Kesiciler İle Geçiştirmeyin!
Özellikle bahar mevsiminde artan ağrıların, ağrı
kesici ilaçlarla geçiştirilmemesi gerektiğini
belirten Proloterapi Eğitmeni, Ortopedi ve Travmatoloji
Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, bu ağrıların altında
yatan nedenlerin araştırılması gerektiğine vurgu
yaparak, doğanın kendini yenilediği bahar mevsiminde
artan ağrılardan kalıcı olarak kurtulmanın Proloterapi
Yöntemi ile mümkün olduğunu belirtti.
Vücudumuzu Toksin Yükünden Kurtarmalıyız
Bahar aylarında artan kas ve eklem ağrılarının
kişilerde büyük rahatsızlık yarattığına değinen
Op. Dr. Hasan Doğan, “ Özellikle kürek kemiğinde,
boyun ve bel bölgesinde ortaya çıkan ağrılar kişilerin
psikolojisini de olumsuz yönde etkiliyor. Hem
omurga kaynaklı sorunlar hem de beslenme şekli
bu etkiyi arttırıyor.
Beyin ve bağırsak arasındaki ilişkinin önemini
anlatan GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu İçin,
Doğal Tedavi Yöntemini uygulamanın yararına da
değinmek istiyorum” dedi.
Dr. Doğan, sözlerine şöyle devam etti. “Bağırsakları
sağlıklı olmayan kişilerde vücudun toksin yükü
artıyor. Bu da kas iskelet sisteminin toksinlere
daha fazla maruz kalıp, kemik erimesine, eklem
kireçlenmesine ve aşınmasına yol açmaktadır.
Dışardan vitamin, mineral almakla iş bitmiş olmuyor.
Önemli olan bu mineralleri ve vitaminleri emerek
vücuda taşıyacak, sağlıklı bir bağırsak sistemine
sahip olmaktır.
Baharla mademki doğa kendini yeniliyor. O zaman
bizde beslenmeden yaşam tarzına kadar önemli değişiklikler
yaparak toksin yükünden arınmalıyız “. Proloterapi
İle Baharın Getirdiği Ağrılardan Kurtulun Bahar
mevsimindeki ağrılara kadınların erkeklerden daha
fazla maruz kaldığı bilgisini veren Ortopedi ve
Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, gelişen
tamamlayıcı tıp uygulamalarının başında yer alan
Proloterapi yöntemi sayesinde ağrılara neden olan
rahatsızlıklardan kalıcı olarak kurtulmanın mümkün
olduğunu ifade etti.
Baharla Birlikte Migren Atakları da Artıyor
Vücudun doğal iyileştirme mekanizmasının devreye
sokulmasının önemine vurgu yapan Dr. Hasan Doğan,
“ Ağrıya neden olan hasarlı doku üzerine özel
bir solüsyon enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz
iltihaplanmanın oluşturulması sağlanarak iyileştirici
hücrelerin hasarlı doku üzerinde hızla artması
sağlanıyor.
Böylece bedeniniz kendi kendini iyileştirebiliyor.
Baharla gelen migren ataklarındaki artıştan, kas
ve eklem rehatsızlıklarından, diz kireçlenmelerinden,
boyun, sırt ve bel ağrılarından Proloterapi tedavisi
ile kurtulunabilir” dedi.
Doğal bir tedavi olan ve vücudun kendi kendini
iyileştirme gücünü harekete geçiren Proloterapi
yönteminin başta Amerika ve Kanada olmak üzere
birçok Avrupa ülkesinde uzman doktorlar tarafında
yaygın olarak kullanılan doğal bir tedavi olduğunu
belirten Dr. Hasan Doğan, bu yöntemin donanımlı
merkezlerde deneyimli ve uzman hekimler tarafından
uygulanması gerektiğinin önemine de dikkat çekti.
BAHAR
DEPRESYONUNDAN KORUNMANIN BESLENME FORMÜLÜ
Mevsim geçişlerinde yaşanan depresif duygular
birçok insan için ortak.
Depresif ve yorgun hissetmek sadece sonbahara
özgü değil, güneş ışınları ile düzenli olarak
karşılaşmaya başlama evresi olan ilkbaharda da
gözleniyor.
Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber’in vereceği
doğru beslenme taktikleri ve kendinizi daha iyi
hissetmenize yardımcı olacak besinlerle bu keyifsiz
süreci yaşamadan atlamanız mümkün.
Kahvaltı ihmale gelmez…
Gün içerisinde nasıl hissettiğinizle ettiğiniz
kahvaltı arasında büyük bir bağ var. Günün ilk
öğünü aslında günün nasıl geçeceğini büyük oranda
belirliyor. Bu nedenle içerisinde peynir, yumurta,
süt gibi kaliteli protein kaynaklarının, tam tahıllı
ekmek, müsli gibi kaliteli karbonhidratların ve
vitamin kaynağı olan sebze ve/veya meyvelerin
olduğu kahvaltılar tercih edilmeli ve uyandıktan
en fazla 1 saat içerisinde tüketilmeli.
Kafeini abartmayın…
Kafein belli bir dozda alındığında kişinin enerjik
ve zinde hissetmesine yardımcı olurken, çok aşırı
dozlarının depresyonu tetiklediği biliniyor.
Bu nedenle siz siz olun, baharı güzel karşılamak
adına günde 2-3 kupadan fazla kahve tüketmeyin.
Demir önemli konu…
Demir yetersizliğinin kişiyi daha mutsuz ve depresif
hissettirdiği bilinen bir gerçek. Aynı zamanda
demir yetersizliği daha kısa zamanda yorulmaya
ve halsizliğe sebep oluyor. Bahar süresince de
sofralardan demirin kaliteli kaynakları olan et,
tavuk, balık, kuru baklagiller, koyu yeşil yapraklı
sebzeleri eksik etmeyin.
D vitamini için balık ancak her gün güneş…
D vitamini yetersizliğinin kilo almayı kolaylaştırdığı,
zayıflamayı zorlaştırdığı ve kişiyi depresyona
sürüklediği biliniyor. Balık besinsel D vitamini
kaynaklarının başında gelse de, hiçbir besin
güneşlenme kadar etkili olamıyor. Günde 15 dakika
uzun kemiklerinizin olduğu bölgeler başta olmak
üzere, güneş koruyucu sürmeden ve direk güneş
ışınları ile temas edecek şekilde güneşlenmeye
özen gösterin.
Sıfır karbonhidrat depresyona sokar…
Yaza hazırlık sebebi ile yapılacak bilinçsiz diyetler
sonucu depresyon haline girmek mümkün. Özellikle
hiç tahıl ürünü içermeyen karbonhidrat yoksunu
diyetlerin kişileri daha agresif ve depresif hale
getirdiği bilimsel araştırmalarca da kanıtlanmış
durumda.
BAHARI GÜLÜMSEYEREK GEÇİRMENİZİ SAĞLAYACAK
BESİNLER
Balık:
Omega-3 yağ asitlerinin mental sağlık üzerinde
etkisi olduğu bilimsel çalışmalarca çok defa kanıtlandı.
Aynı zamanda sadece uzun dönemli mental sağlığı
korumakla kalmıyor, depresyona karşı da kalkan
oluşturuyor. 150.000 kişi üzerinde yapılan bir
bilimsel çalışmanın sonuçlarına göre sık balık
tüketen kişilerde depresyon görülme riski %17
daha düşük. Balıklar, omega-3’ün et kaliteli ve
etkili kaynağı. Haftada 2-3 kez ızgara balık tüketin.
Kızartma işleminin omega-3 yağ asitlerinin etkisini
kaybetmesine neden olduğunu unutmayın.
Kuruyemişler:
Bitkisel omega-3 kaynağı olmalarının yanı sıra,
E vitamininden zenginler. İçerdikleri aminoasitler
ile mutluluk hormonu sentezine de yardımcı oluyorlar.
Günde 1 avuç kavrulmamış fındık, badem ve ceviz
gibi sağlıklı kuruyemişlere beslenme düzeninde
yer açın.
Ispanak:
İçerdiği C vitamini ile bağışıklık sistemini korumasının
yanı sıra vücudun toksik öğelerden arınmasına
da yardımcı olur. Folattan zengin ıspanak bu vitamin
içeriği ile sinir sistemine de destek olur. Haftada
2-3 kez ıspanak ve diğer koyu yeşil yapraklı sebzeleri
tüketmeye özen gösterin.
Tam tahıllı ekmek:
The American Journal of Clinical Nutrition’da
yayınlanan bir bilimsel çalışmanın sonuçlarına
göre beyaz ekmek, beyaz şeker, pirinç gibi glisemik
indeksi yüksek gıdaların tüketilmesi depresyon
riskini arttırıyor. Tam tahıl ürünleri içeren
ve sebzeden zengin bir beslenme stili ise düşük
glisemik indeksi ile kan şekerinin kontrollü yükselip
düşmesini sağladığından ve içerdiği vitamin ve
lifler sebebi ile depresyona karşı koruma sağlıyor.
Kabak çekirdeği:
Mutluluk hormonu olarak bilinen seratoninin vücutta
üretilmesi açısından önemli yeri olan triptofandan
zengindir. Günde 1 avuç kadar kabak çekirdeği
tüketmenin daha iyi hissetmeye katkısı olduğu
düşünülüyor.
Zeytinyağı
ve kabuklu yemişlerden oluşan zengin Akdeniz Tipi
Diyet,
HAFIZAYI GÜÇLENDİRİYOR.
Sebze,
meyve, balık ve zeytinyağlılardan zengin olan
Akdeniz Tipi Diyetin, özellikle yaşlıların hafızalarında
ve muhakeme kabiliyetlerinde artış sağladığı belirtiliyor.
Prof. Dr. İ. Hakkı İhsanoğlu, Dr. S. Rıza Sayın
tarafından hazırlanan habere göre, 2003 ile 2009
yılları arasında İspanya’da yaşlılar üzerinde
yapılan bir araştırmada, Akdeniz tipi beslenme
ile muhakeme
yeteneklerinin ve hafızalarının geliştiği tespit
edildi. Yaşları ortalama 67 olan, yaklaşık 450
kişi üzerinde bu araştırmada, bütün yaşlılarda
kalp hastalığı risk faktörü olmasına rağmen, hiçbirisinde
hafıza veya muhakeme ile alâkalı bir problem bulunmuyordu.
Yaşlılar üç
gruba ayrıldı.
Birinci
gruptakiler, haftada bir litre sızma zeytinyağı
diyetiyle, ikinci gruptakiler, günde toplam 30
gram ceviz, fındık veya badem ihtiva eden Akdeniz
tipi diyetle, üçüncü gruptakiler ise, düşük yağlı
diyetle beslendi.
“Bir avuç ceviz, fındık veya badem
yemek, yaşlılıkta zihnimizi koruyor” Zamanla meydana
gelen muhakeme ve hafıza değişiklikleri,
bir test bataryasıyla takip edildi.
Her
iki Akdeniz tipi diyet grubundaki yaşlılarda,
testlerdeki ilerlemeler, düşük yağ grubundaki
yaşlılara göre daha fazlaydı. Bunun sebebinin,
zeytinyağındaki ve kabuklu yemişlerdeki faydalı
yağ bileşenlerinin olduğu düşünülüyor.
Yemek pişirirken tereyağı yerine zeytinyağını
tercih etmenin, atıştırmak için cips vs. yerine
bir avuç ceviz, fındık veya badem yemenin önemine
değiniliyor.
Yaşlılıkta zihni korumak için şimdiden beslenme
alışkanlıklarını değiştirmek gerektiğine vurgu
yapılıyor.
Sedef
hastalığında eklem tutulumuna dikkat!
Her
yüz kişiden 2-4’ünde görülen sedef hastalığı vücutta
neden olduğu kepeklenmelerle ve kızarıklıklarla
biliniyor. Ancak İzmir Şifa Üniversitesi Gaziemir
Hastanesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç.
Dr. Fatma Aslı Hapa eklemlerin de hastalıktan
etkilenebildiğine dikkat çekiyor.
Genelde her yaşta görülebilen sedef hastalığı
yaşam boyunca özellikle 20’li ve 30’lu yaşlar
ile 50-60‘lı yaşlarda pik yapıyor. Nedeni
tam olarak açıklanamayan bu hastalıkta çeşitli
enfeksiyonlar, ilaçlar, stres, travma tetikleyici
faktörler arasında yer alıyor. Yine hastaların
%35-%80’inde aile öyküsü mevcuttur. Son yıllarda
yapılan çalışmalar genetik faktörlerin de hastalığın
ortaya çıkışında önemli olduğunu ortaya koymuştur.
İzmir Şifa Üniversitesi Gaziemir Hastanesi Dermatoloji
Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Aslı Hapa
Sedef hastalığının eski yıllarda sadece deriyi
tutan bir hastalık olarak kabul edildiğini, ancak
son zamanlarda yapılan çalışmalarda Sedef hastalığına
eşlik eden başka hastalıkların da olduğunun ortaya
çıktığını ifade ediyor.
Nüfusun yüzde 2-4’ünde görülen Sedef hastalığında
şeker ve kalp hastalıkları, kanda yağların yüksek
olması, depresyon ve bazı kanserler diğer normal
bireylere göre daha fazla görülüyor.
Sedef hastalığı eklemleri de etkileyebilir
Sedef hastalığı olan hastalarda eklem tutulumu
%30 oranında görülebiliyor.
Bu hastalarda sedef lezyonlarının yanı sıra eklemlerde
şişlik, kızarıklık, ısı artışı, topuklarda ağrı,
sabah tutukluğu, bel ve kalça ağrıları gibi şikayetler
olabiliyor. Bazı hastalarda ise eklem tutulumu
sedef lezyonlarından önce ortaya çıkabiliyor.
Eklem tutulumu şiddetli hastalıkta daha sık
görülüyor.
Sedef hastalığında tedavide hafif ve orta düzeyde
hastalığı olanlarda kremler pomadlar ile fototerapi
tedavileri uygulanabilirken, yaygın hastalığı
olan, eklem tutulumu olan, yaşam kalitesi çok
etkilenmiş hastalarda ağızdan tedaviler ya da
iğne tedavileri veriliyor.
Doç. Dr. Fatma Aslı Hapa artık tedavi seçeneklerini
sadece hastalığın yaygınlığına göre belirlenmediğini
belirterek şunları söylüyor.
“Hastanın diyelim ki, sadece elinde ayağında lezyonları
var, tutulum alanı az ancak hastanın yaşam kalitesini
çok etkiliyor.
Örneğin. El sıkışamıyor, ayaklarını yere basamıyor.
Bu durumdaki hastalara da hastalık şiddetinden
bağımsız olarak sistemik tedavi başlamak gerekli.
Yine hastanın eşlik eden eklem tutulumunun olması
da sistemik tedaviyi gerektiriyor. Bu aşamada
dermatologlar ile romatologlar birlikte çalışıyor.
Egzema ile karıştırılıyor
“Vücudunda tekrar eden kepeklenmeleri olan Sedef
hastaları bazen egzama sanılarak yanlış tedaviler
de alabiliyorlar. Özellikle el ve ayak tutulumu,
genital bölge tutulumu egzama ile karışabiliyor.
Bu nedenle hastaların bu konuda tecrübesi olan
uzman doktorlara başvurmaları önem taşıyor” diyen
Doç. Dr. Fatma Aslı Hapa eklem tutulumuna şu sözlerle
dikkat çekiyor. “Bu hastaların eklem tutulumu
açısından uyanık olması lazım.
Eklemlerinde ağrı ve/veya şişlik olması halinde,
sabahları yorgun kalkıp eklemlerde açılamama gibi
şikayetlerin varlığında hemen doktorlarına başvurmaları
gerekmektedir.”
Doç. Dr. Fatma Aslı Hapa mevcut tedavilerin çok
çeşitli olduğunu şu sözlerle vurguluyor. “Artık
çeşitli alternatiflerimiz var.
Hastanın hem yaşam kalitesini yükseltiyoruz, hem
de hastalıklı dönemini azaltabiliyoruz.
Hastalar bu ilaçları tansiyon, şeker ilaçları
gibi gerekirse ömür boyu da kullanabiliyor.” Hiçbir
şekilde bulaşıcı olmayan sedef hastalığını geçirme
ihtimali ailede hasta olan kişiler varsa artıyor.
Yıl içinde mevsimsel değişikliklerle birlikte
azalıp artabilen hastalıkta güneş ışığı önemli
bir faktör.
Mevsimsel değişiklik hastalığı tetikliyor.
Sedef hastalarının lezyonları genel olarak kış
aylarında artmaya meyillidir. Çünkü sedef güneş
ışığının faydalı olduğu deri hastalıklarından
biridir.
Bu bağlamda hastalığın tedavisinde güneş ışığının
belli dalga boyları fototerapi adı verilen yöntemle
kullanılıyor. Ancak hastaların az bir bölümünde
ise güneşle birlikte hastalıkta alevlenme de olabiliyor.
Sedef hastaları solaryuma girmemeli!
Solaryum yan etkilerinden dolayı kesinlikle önerilmiyor.
Çünkü fototerapi sırasında güneş ışığının bütün
dalga boylarını hastalara verilmiyor. Tedavi edici
etkinliği olan küçük bir dalga boyu belirli dozlarda,
kısa süreli tedavilerle kontrol altında veriliyor.
Sabun, şampuan tercihi, katran tedavisi işe
yarar mı?
Doç. Dr. Fatma Aslı Hapa’ya göre Sedef tedavisinde
sabunlar, şampuanlar ve katran gibi tedaviler
diğer tedavilere destek olarak kullanılabilir.
Bu tedaviler özellikle hafif şiddette hastalığı
olan kişilerde daha fazla fayda sağlıyor. Yalnız
başına bu pomadların yaygın ve şiddetli hastalığı
olan kişilerde etkinliği düşük olmaktadır.
|
Kış
hastalıklarından bol su içerek korunun
Birçok hastalığın en yaygın görüldüğü dönem olan
kış mevsiminde vücudumuzun ihtiyacı olan miktarda
su tüketmeyi ihmal etmek hastalıklara davetiye çıkarıyor.
Bu dönemde yetersiz su tüketimine bağlı olarak,
kilo artışı da sağlığımızı tehdit ediyor. İçme suyunu
en güvenilir ve kolay şekilde tüketici ile buluşturmayı
amaçlayan Waternet, kış aylarında yeterli su tüketimine
önemverenlerin hayatını kolaylaştırıyor.
Kış mevsimi, iklimsel, sosyal ve fiziksel değişikliklere
bağlı olarak hastalıkların en yaygın olduğu dönem.
Bu dönemde vücudumuzun ihtiyacı olan miktarda su
tüketmeyi ihmal etmek ise çok sık yaptığımız hatalardan
biri ve hastalıklara davetiye çıkarıyor. Uzmanlar,
kış aylarında hastalıkların en önemli sebebinin
dengesiz beslenme ve yetersiz su tüketimi olduğunu
ifade ediyor.
Kış mevsiminde yetersiz su tüketimi, vücut ısısının
kontrol altına alınmasını güçleştirerek dengesiz
beslenmeye, özellikle de bol kalorili gıdaları daha
çok tüketmeye yol açıyor.
Ayrıca kış aylarında birçok kişide görülen kilo
artışının başlıca nedenleri arasında da yeterince
su içmemek yer alıyor. Hastalıklardan kurtulmak
ve formda kalmak için diğer mevsimlerde olduğu gibi
kış aylarında da günde en az 2 litre su içmek gerekiyor.
Kış aylarında kendinizi İsveç
Şurubu bitkileri ile koruyun
Hava
sıcaklıklarında yaşanan ani ısı değişimleri hastalıklara
davetiye çıkarıyor.
Hele bir de kapalı ofis ortamlarında hareketsiz
kalmak metabolizmanın yavaşlaması ve bağışıklık
sisteminin zayıflamasına zemin hazırlıyor.
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi
ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem
Yeşilada “ Doğru miktarlarda karıştırılan ve Avrupa’da
yüzyıllardır her derde deva olarak bilinen sihirli
iksir “İsveç Şurubu” bitkileri ile hastalıklardan
korunabilir, bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz”
diyor.
Sıcak – soğuk dengesinin korunamaması ve yeterince
havalandırılmayan kapalı mekanlar, kalabalık ortamlar
ile birleşince soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyonlar
da kaçınılmaz oluyor.
Bu
noktada
devreye bağışıklık sistemini güçlendiren, koruyucu
ve önleyici etkili bitki çayları giriyor.
Prof. Dr. Erdem Yeşilada, metabolizmayı hızlandırmaktan
sindirimi kolaylaştırmaya, karaciğeri kuvvetlendirmekten
iltihapları azaltmaya kadar pek çok yararı olan
İsveç Şurubu bitkilerinin bu havalar için ideal
olduğunu söylüyor.
İçeriğinde
yer alan tarçın, biberiye, yenibahar, zencefil,
kakule, frenk kimyonu, karahindiba, turunç kabuğu,
kekik, anason, enginar yaprağı, mayıs papatyası,
karanfil, kişniş ve zerdeçöp gibi bitklerin doğru
miktarlarda karıştırılması gerektiğinin altını çizen
Yeşilada, bu sayede bağışıklık sisteminin
güçleneceğine
ve vücudun hava şartlarına uyum sağlayabileceğine
dikkat çekiyor.
İşte Prof. Dr. Erdem Yeşilada’nın da vurguladığı,
her derde deva İsveç Şurubu bitkilerinin faydaları:
· Tarçın kabuğu, biberiye yaprağı, zencefil, kekik,
karanfil tomurcuğu, bakterilerin gelişimini önleyici
etkisi bulunuyor.
· Yenibahar, kişniş, kakule, anason, frenk kimyonu,
mayıs papatyası, zencefil, zerdeçöp; safra ve mide
asidini artırarak sindirimi
kolaylaştırıyor.
· Karahindiba, biberiye, enginar yaprağı, zencefil
ve zerdeçöp, karaciğeri kuvvetlendiriyor.
· Turunç kabuğu ve biberiye,
metabolizmayı
hızlandırıyor.
· Tarçın kabuğu ve kekik, kan şekeri seviyesini
düzenliyor.
· Zencefil, zerdeçöp ve mayıs papatyası, vücuttaki
iltihabı atmaya yardımcı oluyor.
Bu bitkilerin en doğru oranlarda bir araya getirildiği
karışık bitki çayları vücutta biriken toksinlerin
atılmasına, metabolizmanın hızlanmasına, mikroplara
karşı bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı
oluyor.
VÜCUT
DİRENCİNİZİ SOĞAN, SARIMSAK, BİBERLE ARTTIRIN
SOĞUKLARDA METABOLİZMAYI GÜÇLENDİRECEK ÖNERİLER
Soğuktan korunmak kolay. Sıkı giyinmek, atkı,
eldiven ve bere takmak ısınmanız için yeterli. Peki,
bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için nasıl beslenmeniz
gerektiğini biliyor musunuz? Medical Park Uşak Hastanesi
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ceren Döğerli, metabolizmanızı
güçlendirecek altın önerilerde bulunuyor. Kışın
vücut direnci düşmeye başladığı için, vücut aldığı
enerjiyi öncelikle direnç kazanmaya harcıyor ve
yağ yakımı ikinci planda kalıyor. Bu da metabolizmanın
yavaşlamasına ve kış aylarında kilo artışıyla karşılaşılmasına
sebep oluyor. Ama kışın hem metabolizmamızı çalıştırıp
hem de hastalıklardan korunmak mümkün.
DÜZENLİ
KAHVALTI YAPIN
Kahvaltı etmediğimiz zaman metabolizmamız gün boyu
normal hızının altında çalışır, ayrıca öğle yemeğine
kadar şekerimiz de düşeceği için yememiz gerekenden
daha fazla yemek isteriz. İlk tercih edeceğimiz
besinler de vitamin ve mineral deposu sebzeler yerine,
nişastalı-yağlı yiyecekler olur. Bu da metabolizmamızı
iyice yavaşlatır, bağışıklık sistemimiz kuvvetlenmediği
için gün boyu halsizliğimiz artar.
AZ VE SÜREKLİ YİYİN
Yemek yedikten sonra, sindirim sırasında vücut önemli
miktarda enerji harcar. Sindirimden sonra ise metabolizma
hızı yavaş yavaş düşmeye başlar. Metabolizma hızının
devamını sağlamak için gün içinde 3 ana öğün yerine
4-5 ara öğün yiyebilirsiniz. Bu yöntemle daha az
kalorili yemeklerle daha uzun süreli tokluk hissi
sağlayabilirsiniz.
SUYU İHMAL ETMEYİN
Günde ortalama 2,5-3 litre su içmeye çalışın.
Su, toksinlerin ve metabolize edilen yağın vücuttan
daha hızlı atılmasına yardımcı olur.
YEMEKLERİNİZE PUL, ACI VE SİVRİ BİBER İLAVE EDİN
1 adet kırmızı acı biber (yaklaşık 45 gram) günlük
C vitamini ihtiyacının tamamını tek başına karşılar.
Acı biberde “yakıcı” özelliğini veren “capsaicin”
bulunur. Bu da metabolizmayı hızlandırır. Yendikten
sonra 3 saat boyunca metabolizma hızını 1.2-2 katına
kadar yükseltebilir.
SOĞAN SARIMSAK TÜKETİN
Soğan ve sarımsak hücrelerin yağ depolarını azaltmasına
yardım eder. Vücudumuzda üretilen çok güçlü bir
antioksidan olan glutatyonun üretimi için soğanın
içinde bulunan cystein maddesinin soğan veya sarımsak
yiyerek alınması gerekiyor. Çok kuvvetli bir antioksidan
olan glutatyon, birçok hastalığın sebebi sayılan
serbest radikalleri hücre içinde yok ediyor. Yine
sarımsak antimikrobiyel özelliğinden dolayı bağışıklık
sistemini güçlendiriyor. Yemeklere eklenen soğan,
sarımsak miktarının arttırılması bağışıklık sistemini
güçlendirecektir.
MEYVE YEMEYİ İHMAL ETMEYİN
Portakal, greyfurt, limon gibi turunçgiller ve kivi
yüksek oranda C vitamini içerir. Her öğünde C vitamini
içeren yiyeceklerin olması bağışıklı sistemini güçlendirecektir.
Ayrıca elma, greyfurt, kuru kayısı gibi pektin içeriği
yüksek meyveleri tercih etmek de hücrelerin yağ
emilimini azaltır.
YETERLİ LİF VE PROTEİN ALIN
Lifler vücudun süpürgesidir. Toksinleri atar, tok
tutar, yağ emilimini azaltır. Kan şekerini dengeler.
Fazla lif almaktan korkmayın, kalorisi yoktur, çünkü
sindirilmez. Tam tahıllı ürünler, meyveler, sebzeler,
kurubaklagiller iyi lif kaynaklarıdır. Düzenli et,
tavuk, balık, yumurta, peynir, kurubaklagil tüketmeye
çalışın. Protein kasları oluşturur. Yetersiz protein
alımı metabolizmayı yavaşlatır. Her öğünde protein
almaya çalışın. Böylece kan şekeri de dengelenir,
tokluk hissi artar. Fazla protein ise yağ olarak
depolanır, böbrek, karaciğer ve kalpte problem oluşturur.
Ölçülü tüketimi yararlı olacaktır.
YEMEĞİ ERKEN YİYİN
Günler kısalmaya başladığı için; geç saatte yenilen
yemeğin sindirimi daha zor olacaktır. Araştırmalar,
kuvvetli kahvaltı ve öğle yemeği ile hafif akşam
yemeği yiyerek kilo verildiğini gösteriyor. Akşam
yemeğini olabildiğince erken bir saatte, mümkünse
yatmadan en az 4 saat önce yemeye çalışın.
Bağışıklık Sistemi Güçlendirici Çay Tarifi
Yeşil çay(1 çay kaşığı) Rooibos(1 çay kaşığı) Kabuk
tarçın Kabuk zencefil Hibiscus (3-4 adet) Karanfil(4-5
adet) Kişniş(1 çay kaşığı) 500 ml kaynamış suda
4-5 dk. bekletip; günde 2-3 kez içmeye çalışın.
C vitamini deposu olan bu çay vücudunuzun gün boyunca
zinde olmasını sağlarken, kan şekerinizi de dengeler.
Kilo kontrolünü sağlamak isteyen kişilere de yardımcı
olacaktır.
(Herhangi bir hastalığı olan kişilerin danışarak
tüketmesi önerilir.)
All
In One Light, lens bakımında yeni bir dönem başlatıyor
Daha sağlıklı görmek için taktığımız kontakt lensler,
dikkatli kullanmadığınızda gözlerinize zarar veren
bir çift düşmana dönüşebilir. Lenslerinizi uzun
süre, sağlıkla kullanabilmeniz için, onlara gözünüz
gibi bakmalı, temizliği ve hijyeni için zaman ayırmalısınız.
İngiltere’den ithal lens solüsyonu All In One Light,
lenslerinizin bakımı için ayıracağınız süreyi kısaltırken,
etkin bir temizlik ve dezenfeksiyon sağlıyor.
Kontakt lensler...
Gözlük kullanmadan da sağlıklı görebilmeyi ya da
istenen renklerdeki gözlere sahip olabilmeyi sağlayan
görünmez mucizeler. Peki sizce lens satın almakla
herşey bitiyor mu? Elbette ki hayır. Çünkü sadece
lenslere değil, onları temizleyen, dezenfekte eden,
koruyan ve başka birtakım işlemler için gereken
bakım ürünlerini de almanız gerekiyor. Sonuçta sözkonusu
olan estetiğinizden de öte gözlerinizin sağlığı.
Yanmaya, batmaya, göz kuruluğuna son
Lenslerinizin bakımında kullanacağınız solüsyonlarda
aramanız gereken bazı özellikler olmalı. Örneğin
lens tipinize, gözlerinizin hassasiyetine uygun
olmalı, lensinizin ömrünü uzatırken, temizlik ve
bakım için gereken işlemleri yapabilmeli. Ve tüm
bunları kısa sürede tamamlayabilmeli.
Dünyaca ünlü Sauflon firması tarafından üretilen
All In One Light, lens bakımı için gereken herşeyi
sağlayan ilk ve tek solüsyon. Teka Teknik Cihazlan
San.ve Tic. A.Ş. tarafından İngiltere’den ithal
edilen All In One Light, Amerika ve Avrupa’daki
kontakt lens kullanıcılarının tercihleri arasında
ilk sırada bulunuyor.
Uzun yıllar yaptığı araştırmalar sonucu All In One
Light’ı formüle eden Avrupa Kontakt Lens Üreticileri
Genel Sekreteri Dr. Howard Griffits. İngiltere Sağlık
Bakanlığı ve Amerikan İlaç ve Gıda Örgütü’nün (FDA)
All In One Light solüsyonuna hemen onay vermesi
ile hastaların göz kuruluğu, yanma, batma gibi şikayetlerinin
kısa sürede son bulduğunu belirtiyor.
Göze zarar vermediği kanıtlanan All In One Light’ın
pH değeri ile aynı olması sayesinde hem yanma, batma,
göz kuruluğu gibi problemler ortadan kalkıyor hem
de lensler gece boyunca saklama kabında mükemmel
bir şekilde temizleniyor. Yumuşak ve sert tüm lenslere
ve hassas da olmak üzere tüm gözlere hitap eden
solüsyonla günlük lens bakımı yapıldığı takdirde,
lens üzerinde oluşan proteinler, depozitler, makyaj
kalıntıları ve kirler yok ediliyor. Lensiniz, tek
bir ürünle temizlenmiş, dezenfekte edilmiş, korunmuş,
ıslatılmış, yağlanmış ve durulanmış oluyor. Böylece
aldığınız kontakt lensin ömrünü uzatırken, gözlerinizin
sağlığını da korumanın rahatlığını yaşıyorsunuz.
Bir kerede tüm bakım
All In One Light, kontakt lens kullanıcılarına oldukça
kolay bir kullanım şekli sunuyor. Önce lensler iyice
temizlenen ellerle çıkarılıp avuç içine konuyor.
Yeterli miktarda solüsyon dökülerek, işaret parmağıyla
15 sn. ovuluyor. Yeniden solüsyon dökülerek yıkanıyor.
Daha sonra içinde solüsyon bulunan kaplara yerleştirilerek
en az 4 saat veya ideal olarak gece boyunca bekletildikten
sonra kullanıma hazır hale geliyor.
Diş Ağrısını Hafifletici Doğal Yöntemler
Hospitadent Dental Group’tan Dt. Selçuk Özbölük
ağrıyı hafifletmede uygulanabilecek doğal çözümleri
şu şekilde sıraladı:
1- İlk olarak diş fırçalamayı deneyin. Fırçalama
çürüğe sıkışmış ve ağrıya neden olan besinleri uzaklaştırmaya
yardımcı olur. Dişlerin dişipi ile temizlenmesi
ve fırçalama ağrının azalmasına neden olur.
2- Sirkeli su ve tuzlu su gargarası diş ağrılarını
kısmen uyuşturur. Dişi bakterilerden temizler şişlikleri
azaltır. Dişeti ve açık diş çürüklerine dezenfektan
etkisi vardır.
3- Ağrı kesici ve antibiyotik kullanın. Ağrıyan
diş ısırdığında daha fazla ağrıya neden olursa bu
iltahaplanmanın göstergesidir ve antibiyotik tedavisine
başlanmalıdır.
4- Karanfil yağı veya kuru karanfil yüzyıllardır
enfeksiyonu tedavi etmede kullanılır. Diş ağrısına
iyi gelen karanfil yağı anestezik ve antiseptik
özelliklere sahiptir. Eugenol denilen güçlü bir
madde içerir. Bakteri öldürmeye yarayan bu madde
diş macunlarında da vardır. Kuru karanfil ağrıyan
bölgeye konup bekletilirse o bölgeyi uyuşturarak
ağrı hissini azaltır. Ayrıca antibakteriyel özelliğinden
dolayı çürük dişin çevresindeki zararlı bakterilere
etki eder.
5- Buz uygulaması; Ağrıyan diş bölgesine soğuk kompres
uygulaması geçici olarak ağrıyı hafifletir.
6- Sarımsak çürük diş üzerinde bekletilerek ağrıya
neden olan bakterileri yok eder.
7- Çörek otu uyuşturma özelliği yoktur ancak düzenli
kullanıldığında ağrıya neden olan etkenlerin ortadan
kalkmasını sağlar. Vücudun bağışıklık sistemini
güçlendirir.
8- Buğday çimi suyu; diş etleri ve dişlerdeki enfeksiyonlardan
koruyan doğal bir antibiyotiktir. Ağızda bakterilerin
artmasını engeller ve diş ağrısını azaltır.
9- Zerdeçal; antibakteriyel ve antiseptik özellikleri
sayesinde ağrı giderme gücüne sahiptir. Su ile karıştırılıp
hamur haline getirilir ve ağrıyan dişin üzerine
uygulanır.
10- Karabiber; güçlü bir antibakteriyel ve antienflamatuar
özellikleri olan doğal bir antibiyotiktir. Diş ağrısının
azalmasında etkilidir..
Yüksek
Topuklar Dengeyi Bozuyor..
Yıllardır sağlıklı olarak bildiğimiz destek noktalı
ayakkabılar ve silikon tabanlıklar ayak eklemleri
arasındaki hareketi bozuyor. Şehirli kadınların
vazgeçilmezi olan topuklu ayakkabılar ise tüm vücudun
biyo-mekanik, nöro-kimyasal dengesini altüst ediyor.
Topuğun
olması gerekenden fazla yüksek olması, tüm vücut
ağırlığının ayak parmak eklemleri üzerine toplanmasına
ve omurganın öne doğru eğim gösterip bel-boyun ve
diz eklemlerinin aşırı ve sürekli gerilim yaşamasına
ve zamanla postür (duruş) bozukluğunun yerleşmesine
yol açıyor. Vücut ağırlığının nasıl dengelendiği
hakkında bilgi veren Dr. Kamil Teker, “Ayakta durduğumuz
süre boyunca sağlıklı insanlarda ağırlığın %60’ı
topuklara, %40’ı ayakların ön bölümüne yansır. Oysa
yüksek topuklu ayakkabı giyildiği zamanlarda bu
oran tam tersine döner. Yüksek topuklu ayakkabı
giymek, ayakta içe basma bozukluğunun yerleşmesine
ve zamanla ayak başparmağında taraklanmaya neden
olur” dedi.
Doğru ayakkabı seçiminin vücudun sağlıklı biyo-mekanik
dengesinin korunmasını destekleyerek daha düzgün
bir duruşa sahip olmayı kolaylaştırdığını ve omurga
sağlığını koruduğunu belirtti.
Dr.
Kamil Teker, sağlıklı ve dengeli postürün uzun vadede
kireçlenmelere ve kronik rahatsızlıklara karşı daha
dirençli olmayı sağlayarak, erken yaşlanmayı da
geciktirebildiğini sözlerine ekledi. Ayakkabı alırken
nelere dikkat etmek gerekir?
Kombine Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr. Kamil Teker,
ayakkabının mutlaka esnek olması gerektiğini vurgulayarak,
topuk yüksekliğinin üç buçuk santimetreyi geçmemesi
gerektiğini belirtti ve ayakkabı seçerken dikkat
edebilmesi gereken hususları sıraladı.
1- Ayakkabının topuk kısmının yüksekliği en fazla
üç buçuk santimetre olmalıdır.
2- Ayakkabı sağ-sol ve ön-arka eksenleri boyunca
elle bükerken çok kolay şekil değiştirmeli, çok
esnek olmalıdır.
3- Ayakkabı ön ucunun yerden yüksekliği bir santimetreyi
aşmamalıdır.
4- Ayakkabının ayağınızı kesinlikle sıkmaması lazımdır.
5- Ayakkabının ayak şeklinize uygun taraklanması
olmalıdır.
6- Ayakkabının tabanı tamamen düz olmalı, kesinlikle
altı nokta yükseltileri
ve iç yan yastıkçık içermemelidir.
7- Ayakkabı malzemesi kesinlikle nem ve ısı dengesinin
korunması için kumaş veya hakiki deriden teşekkül
olmalıdır. Deri ve kumaştan oluşmayan ayakkabı günlük
kullanımda kesinlikle giyilmemelidir.
8- Ayakkabı tabanlığı silikon ve türevleri olan
malzemeler zararlı kimyasal etkileri nedeniyle tercih
edilmemelidir. Kombine Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr.
Kamil Teker, vücudun dengeli yük dağılımı için ayak
balans muayenesinin ve duruş analizinin yapılarak,
ayağın zeminle temasından kaynaklanan balans bozukluğu
(ayağın zeminle temasında uygun esneklik ve simetri
kabiliyetinin olması) olup olmadığının tespit edilebildiğini
söyledi. Ayak tabanı dengesinin sağlanması ve korunmasının
ideal ayak tabanlığından geçtiğini belirten Dr.
Kamil Teker, ayak zemin temasında balans kusuru
tespit edilen hastalarda ayak tabanlığına yapılacak
uygun yama takviyeleri ile bu denge kusurunun düzeltilebileceğini
söyledi. |
|