Bir
zamanlar Mithatpaşa, sonraları İnönü stadı olarak anılan
bugün ki Dolmabahçe Beşiktaş stadında devre aralarında
yabancı müzik çalardı. Mesela The Animals Grubunun "Don't
let me be mis understood" isimli parçasını 35 bin kişi
dinler, stad önündeki boyacı çocuklar bile, boya sandığında
tempo tutup söylerlerdi.
Bir
maçın devre arasında stada nereden girmişse girmiş bir
kedi atletizim pistinde kendi halinde yürürken muzip
bir seyircinin pisi pisi demesine kırk bin kişi daha
eklenmiş tribünlerin kendisini çağıran ve seyircinin
çıkardığı pissss seslerine aşırı duyarlı kedi yeni açık,
gazhane tarafından kendini dört nal koşarak dışarı atmıştı.
Yine bir maçta Eskişehir spordan FB'ye transfer olan
Şevki'nin hayalarına sert bir top gelmiş, kasıklarını
tutarak yerde acı içinde kıvranan Şevki'ye dolu tribünler
bu defa "hemen işe Şevki" diye tempo tutarak tavsiyede
bulunmuşlardı! (Şevki sahanın içinde herkesin önünde
nasıl çişini yapsın?)
FB bir sezon şampiyonluğu garantilemiş, kupa şeref tribünü
önünde masa üstünde duruyor, maç bitiminde alacaklar.
Trabzonspor
ile oynuyorlar. Tüm foto muhabirleri Trabzon kalesi
arkasındalar, inanılmaz kalabalık ben ters kalede FB'li
kaleci İvanceviç' in arkasındayım maç 0-0 İvan sordu
kaç dakika var. Beş dakika var demeye kalmadı, sonraları
Galatasaray'a transfer olan çaycı lakaplı Ahmet, FB
defansının ileri çıkmasından istifade edip, kalesini
boşaltıp ceza yayı dışına çıkan İvan'ın yanından topu
30m yuvarladı kalenin önünde ve arkasında benden başka
kimse yok. Gol nerede ise bana girdi. Çektim fotoğrafı,
maç 0-1 bitti. Arbede yaşandı, FB' liler şampiyon olduklarına
sevinemediler mağlubiyetin acısıyla kupayı bile alamadılar.
Seyirci kızgın soyunma tüneline girerken Cemil'in kafasına
transtörlü el radyosu atıldı. Tünelin ağzına birde tek
ayakkabı düştü. Sahibi eve nasıl gitmiştir merak etmiştim
.
Ünlü Alman Milli kaleci Toni Schumacher Fenerbahçe'de
oynarken bir röportaj yapmıştık. Ne var ki Toni randevuyu
Üsküdar'da bir arkadaşının derici dükkanında vermişti.
Haliyle fotoğraf çekmek için konuya uygun fazla bir
kompozisyon yoktu. Bende topları tuttuğu ellerini ön
planda çekmek istemiştim. Schumacher ellerini arkasına
sakladı ve kesinlikle bu resmi çektirmedi. Zira parmakları
eğri büğrü inanılmaz çarpıklıktaydı. Bu defa bende sorumu
sordum. "Gol yiyince ne hissediyorsun?" durdu! düşündü!
ve BOMBOK oluyorum dedi.
İstanbul'un
tranvaylı yılları. GS - FB ezeli rekabetinin o yıllarda
da fanatikleri ve renkli simaları var. Bunlardan bir
tanesi de hasta Galatasaraylı "Karınca Ezmez Şevki".
Tranvay raylı parke taşlı İstanbul caddelerinde, dolmuş
taksi türünden çalıştığı eski bir model arabası vardı.
Ve en büyük özelliği 45 kilometre hızı geçmezdi. yani
öyle yavaş gidiyordu ki, bu hızla karıncayı bile ezmiyeceğini
anlatmak için ona "Karınca Ezmez Şevki" adı bu yüzden
takılmıştı. Otomobilin jantları sarı-kırmızı boyalı
anten çubuğunda sarı-kırmızı kordon, kordela, otomobilin
içinde Galatasaray takım kadrosu resmi, Turgay Şeren,
Metin Oktay fotoğrafları, takımın renklerini taşıyan
aksesuarlar, krapon kağıtların süsler falan filan. Galatasaray
maçından sonra daha keyifli boy gösteriyordu İstanbul
caddelerinde. Onu yıllar sonra 1982 Haziran ayında,
bu defa Cağaloğlu'nda yürürken görmüştüm. Hala Galatasaraylıydı,
göğsünde GS amblemi, yakasında sarı-kırmızı karanfiller
ve yine laf atanlara eskisi gibi aldırış etmiyor, gülümsemekle
yetiniyordu.
Milli
Takım İzlanda'ya 2-0 mağlup olup yurda dönmüş. Tarih
10 Eylül 1981. Ülkede büyük üzüntü var. İzlanda gibi
zayıf bir rakibe nasıl olupta yenildiğimizi kimse kabul
edemiyordu. Takımın gelişini Atatürk Hava Limanı'nda
Gazateye haber için karşıladım. Milli Takımı Fethi Demircan
çalıştırıyor. Kaleciler Şenol ve Yaşar, Onur, Sedat
III, Halil İbrahim, Ceyhun, Engin, Bahtiyar, İlyas,
Rıza, Mustafa, Zafer ve Fatih Terim var. Fatih'e sordum:
"Nasıl oldu da bu zayıf takıma yenildiniz" dedim. Şöyle
cevap verdi: "İzlanda'yı Türkiye'de herhangi bir ikinci
lig takımı bile rahatlıkla yenerdi"... "Peki o halde
siz neden yenemediniz?" dedim. Önce ellerini iki yana
açtı sonra takımı toplıyıp kapanıp söz verdiler, alandan
çıkana kadar kimse tek kelime konuşmadı.
Ünlü
Alman çalıştırıcı Jupp Derwall Galatasaray'ın başında,
yardımcılığını da Mustafa Denizli yapıyor.
Cevat Prekazi'yi az önce oyundan almışlar, İnönü Stadı'ndaki
kulubeden oyunu dikkatle izliyorlar.
Milli
Takımın değişmez oyuncuları Fatih Terim, Bursaspor'lu
Sedat 3, Altay'lı Zaferdi. Milli Takıma Almanya'nın
Shalke 04 takımında top oynayan İlyas Tüfekçi'de çağırılırdı.
Türkiye liglerinin hırçın futbolcusu nerdeyse her maçta
kart gören Fenerbahçeli Bahtiyar da forvette yer alırdı.
Dünya
Kupası maçlarında Kempes, Sokrates gibi yıldızı parlayan
ünlü oyunculardan biriside ARDİLES'ti. İngiltere'nin
Totenham takımına
transfer olan ünlü futbolcu, İngiltere'nin Arjantin
ile olan Fakland Adaları tartışması yüzünden Arjantin'li
olması nedeniyle tribünlerden tepki alırdı. Totenham
bu futbolcuyla Türkiye'ye de gelmiş, Trabzonspor ve
Fenerbahçe ile maç yapmıştı. Fenerbahçe maçı sonrası
o yıllarda faal olan ve Bebek Parkı içinde yer alan
Bebek Belediye Gazinosunda yemekli eğlence düzenlenmiş,
rakı, şiş kebap keyfi ile futbolcular eğlenmişlerdi.
Bir ara ısrarlar üzerine Ardiles'te sahneye çıkıp dans
etmiş ve büyük alkış almıştı. Fotoğrafta Ardiles, Fasıl
heyeti ve Sağda Özözlü görünüyor.
Bugün,
Ortaköy Çırağan Otel'in bulunduğu yerde Beşiktaş'ın
antreman sahası (Şeref Stadı) yer alırdı ve haftasonları
2. ligin Beykoz - Karagümrük gibi çekişmeli maçlarına
sahne olurdu. Biz Spor Foto muhabirleri İnönü Stadından
kalma bir alışkanlığa sahiptik. Her maçı bir foto muhabiri
takip eder ve spor yazı işleri bizlerden hep gol fotoğrafı
isterdi. Bu nedenle şayet
karşı kaleye penaltı verilmişse diğer kaleden penaltı
kalesine koşar, kalecinin arkasında yerimizi alırdık.
Hakem de bizi beklerdi. Ve bu sayede gol fotoğrafı hepimizde
olurdu. Şeref Stadında da bir gün maç takip ederken
herkez penaltı diye ayağa kalktı. Sahaya girenler oldu.
Bende fırladım saha içinden diğer kaleye doğru koşmaya,
fakat hakem penaltıyı vermedi. Santraya kadar gelmişim
maç oynanıyor. Taç çizgisinden çıkmaya karar verdim.
Ne varki sağıma bir top sürdüler. Topun peşinden, hızlı
soluk alıp vermeler, itişmeler, enerjinin resmen açığa
çıktığı bir ortamda koşuşan futbolcular var. Top önümde,
ceza çizgisine doğru kaçıyorum. Herkez ÇIK ÇIK diye
bağırıyor. Ortalasam kesin gol. Kendimi saha dışına
zor attım ve top avuta çıktı. Futbolcular da ne bana
nede topa yetişemediler. Hatırladıkça soğuk terler döktüğüm
hoş bir anı olarak kaldı.
70'li
80'li yıllarda statda ağlayanlara daha sık rastlanırdı.
Mağlup takımın seyircisi ağlar, oyuncu ağlar, teknik
direktör bile ağlardı.
Kaleci Adem bir maçta penaltıya sebep olmuş, golü yiyince
hüngür hüngür ağlamış, gazetelerde de bu fotoğraf yer
almıştı. Ağlayanlarlardan biri de Özkan Sümerdi... Trabzonspor'u
çalıştırdığı yıllarda İnönü Stadında takımı aleyhine
maç sonuna doğru bir penaltı verilmişti. Kulübeden fırlayıp
hakeme doğru koşarak uyduruk penaltıya o da itiraz etmiş,
sonra da ağlamaklı geri dönmüştü...
Futbolculuk
bol paralı, reklamı, şöhreti olan bir işti de, kimse
sürekli antremanlardan vücudun ne hale geldiğini görmezdi.
Şortlar uzundu dize kadar iner, dizliklerle kavuşurdu.
Oysa ceza çizgisi içinde hava topuna çıkmak tüm engellemelere
rağmen top sürebilmek için oyuncular ağırlık çalışmaları,
kumda koşmak, yaylarla adale güçlendirmek yapılanlar
arasındaydı. Beşiktaş'ın ilah olmuş "Kibar"
lakaplı oyuncusu Feyyaz Uçar, "Sarı Fırtına"
Metin Tekin ve Büyük Ali defansların korkulu
rüyasıydı. Rıza Çalımbay sağdan iner, muz biçimli kavisli
ortalarından birini yapar, ortayı bu üçlüden biri gole
çevirirdi. Taktik basitti ama Gordon Mille tutturmuştu.
Feyyaz'ın da bacak adalelerini yakından gördüğüm zaman
vücut kaslarının ne hale geldiğine tanık oldum.
Bir antreman sonrası yaptığım röportajda Feyyaz'a sordum:
- Biz bir saat top oynasak parmaklarımız şişiyor, tırnaklarımız
su topluyor. Sizde birşey olmaz mı? dedim...
"Hiç olmaz olurmu! Ben her sene sezon başı mutlaka
bir tırnak atarım. Allahtan fabrika (vücut) yenisini
yapıyor." dedi...
Feyyaz takımın en yaşlısıydı ve her sene yeni yaşına
girişinde soranlara hep "27'ye girdim" derdi...
Röportajın bitiminde:
- Feyyaz, Sen gol atınca ben atmışım gibi seviniyorum
dedim. Gülümsedi "Bu hafta atacağım gol senin"
dedi.
Vedalaşıp ayrıldık.
İki
sahil kenti takımının maçı. Trabzonspor Lİverpool'u
konuk ediyor. Gazetelerde iki takımın ünlü futbolcusu
karşılaştırılıyor,
Keegen mı, Ali Kemal mi diye başlıklar atılıyor. İkiside
dönemin en ünlü futbolcuları. Maç Trabon'un 1-0. Daha
sonra Ali Kemal FB'ye büyük rakamlarla transfer oluyorsa
da Trabzonspor'daki başarıyı bulamıyor. Gazeteciler
nedenini soruyorlar. Ali Kemal'in cevabı ise: Trabzon'dan
İstanbul'a intibak uyumsuzluğu olarak gösteriyor ve
ilginç bir misal veriyor. "Mesela Trabzon'da nerden
balık alırsam alıyım kimse benden para almazdı. Oysa
İstanbul'da durum hiçte böyle olmuyor" diyor...
|
Büyütmek
için tıklayınız......
|
|
Ya-Ya-Ya,
Şa-Şa-Şa Fener Fener çok yaşa... Fener, Fener dünyayı
yener, G.Saray'a gelince fısss diye söner, Döner döner
onu da yener, sloganlarının tribünleri çınlattığı yıllarda
F.Bahçe'de takımın hamalı Şeref Has, forvetin unutulmaz
ismi Ogün Altıparmak, orta sahanın beyni Ziya Şengül,
kaleciler Hazım ve Ali'li kadrosu, Mithatpaşa Stadı, deniz
tarafında çekilmiş nostaljik kadrosu...
Futbol'un
Profesörü
Lefter'in
futbol oynadığı yıllarda penaltıları kendisi atar,Altay'ın
ünlü kalecisi Varol Ürkmez, Galatasaray'ın çok iyi yer
tutan kalecisi Turgay Şeren dahil hiçbir kaleci Lefter'in
ters köşe penaltılarını tutamazlardı. Top bir tarafa,
kaleci diğer bir tarafa toptan kaçarcasına uzanırlar,
gazetelerin spor sayfalarında da bu tür ters köşe gol
fotoğrafları yer alırdı. Yıllar sonra öğrendiğim kadarıyla
Lefter topa direk gelir, topuğunun içiyle topa vurarak
kaleciyi ters köşeye yatırırmış. 90'lı yıllarda bir
gün Hürriyet Gazetesi yazarlarından rahmetli Necmi Onur'la
görev takibi için Büyükada'ya gitmiştim. Dönüşte iskele
meydanında Necmi Onur, arkadaşı olan Lefter'i görmüş
ve sohbete başlamışlardı. Çocukluğumdan beri ters köşe
olayına olan merakım nedeniyle sohbet sırasında Lefter'in
Tokyo sandalet giymiş çıplak ayaklarına bakmaya başlamıştım.
Durumu fark eden Lefter, "Evladım ayağıma ne bakıyorsun"
diye sorunca, aynen yukarıda yazdıklarımı anlattım.
Nasıl oluyor da kaleci bir tarafa top bir tarafa gidiyor,
bu nasıl eğri bir ayak mıdır? diye ekledim. Lefter elini
omzuma koydu,
Necmi Onur'un yüzüne bakarak kahkahayı patlattı... Lefter
yıllar sonra Fenerbahçeli Cemil Turan'ın jübile maçı
öncesinde şöhretler karmasında Varol Ürkmez'e deniz
tarafındaki kaleye yine penaltıdan gol atarak ilerlemiş
yaşına rağmen, ustalığından hiç bir şey kaybetmediğini
beni de şahit etmişti.
Yıl
2006 aylardan Eylül Büyükada iskele meydanında yürürken
karşımdaki kafede baktım Lefter, fırsat bu fırsat bir
portesini çekmek için izin istedim, çektim de. Sonra
yanına oturup başladım konuşmaya, aslında gazetecilerle
röportaj yapmadığını, buna doktoru da
izin vermediğini belirtti. Ben de o halde bir anısını
anlatmasını rica ettim. Başladı anlatmaya… Bir maç oynuyoruz
Mithatpaşa Stadyumu’nda, saha su içinde, orta yuvarlak
adeta göl olmuş, top derseniz şimdiki gibi plastik değil
ki, kösele, meşin, suyu emdikçe ağırlaşmış, gülle gibi
olmuş. Soldan bir orta geldi çaktım kafayı. Tribünler
coştu. Yanıma Mikro Mustafa koştu geldi “Ağabey tebrikler,
harika bir gol oldu” dedi. Beynim dönmüş, gözlerim kararmış,
ayakta zor duruyorum. “Bırak şimdi golü oğlum, bizim
kale ne tarafta sen onu söyle bana” dedim.
Transferin
Gözdeleri
Her
kulübün renklerine bağlamak için peşinde olduğu en önemli
futbolcuları dönemin transfer gözdesi olur, bir süre
onlardan transfer bombası olarak söz edilerek, kaçırılır
kulübe yakın bir iş adamının ya da kulüp başkanının
yüzme havuzlu villasında konuk edilerek saklanırdı.
Transfer tarihi başlayıp futbolcuya imza attırana dek
kimselere gösterilmez, basınla asla konuşturulmazdı.
Kontrat bitince ortaya çıkarılan oyuncunun
fotoğrafları çekilir, imza atan futbolcu o kulübün malı
olurdu. Futbolcular çevirdiği filmlerle tribün seyircisini
sinema salonlarına çekmeyi başarırlardı. Metin Oktay,
Gönül Yazar ile yaptığı "Taçsız Kral" ve Şenol Birol,
Fatma Girik, Birol Pekel'in birlikte çevirdikleri "Şenol
Birol Gol" sloganıyla tribünlerde kıyametler koparan
aynı isimli filmi unutulmazlardandı. Hırsız Simai isimli
iş adamı Şenol Birol'u kaçırıp Fenerbahçeli yaptığı
için bu lakapla hırsız Simai olarak anılırdı.
HAKEMLER
Hürriyet Gazetesi'nin ikinci sayfasına 7 gün süren hakemler
yazı dizisi için önce Sapanca Otelinde hakemler seminerine,
sonrada yaşadıkları şehirlere gidip aileleri ve işleri'nin
başında fotoğraflarını çekmiş, konuşmuştum.
Maç bitince top hakeme teslim ediliyor ya topun top
un akibetini hep merak ederdim. Bu merakımı hakem Özcan
Oal'ın evine gidince giderdim. Özcan Oal önemli maçların
toplarıyla evinin bir köşesini müze haline getirmiş
saklıyor. Her topun bir bir hangi maçta oynandığını
anıları ile anlatmıştı.
Erman Toroğlu Ankara bölgesi hakemlerimizdendi. O da
Özcan Oal gibi halde kabzımallık yapıyordu. Röportaj
sonrası tüm çalışanlarla o gün Ankara halinde Erman
Toroğlu ile makarna ve üzüm yemiştik. Eski bir futbolcu
olan Erman Toroğlu'na sordum;
Hocam bir düdük çalıyorsun karara itiraz edenler çevreni
sarıp sana horozlanıyorlar. Ben dışarıdan duymuyorum
ama yaptıkları el kol hareketleri ile sana kızıyorlar
mı?
- Yok yaa, sen bakma o hareketlere, aslında yalvarıyorlar
vallah billah yapmadım hocam, ne olur küme düşüyoruz
bile diyorlar.
Bu arada itiş kakış olduğunu belirten hoca hemen ekliyor;
- Böyle durumlarda bir ayağın ileride olacak, yere sağlam
basacaksın biri iter sırt üstü yere düşer stada rezil
olursun diyor.
Peki
Hocam bu karambolde sen onlara ne diyorsun diye sorumu
yeniliyorum. Erman hoca bu defa " Şayet sarı kart gösterdiysem,
bak sarardın bir defa daha yaparsan kızarırsın diye
uyarıyorum" diyor. Hakem Toroğlu Milli futbolcuları
daha bir kollarmış sakatlanmasınlar diye faulleri hemen
verirmiş, mesela Rıdvan Dilmen çok hızlıydı, ona durdurmak
için çok tekme atarlardı. Tekmelik takmayı sevmez tekmelikle
koşamadığını söyler çıkarıp atardı onu hep uyarırdım
taktırırım demişti.
İnşaat Mühendisi hakemimiz Oğuz Sarvan için İzmir'e
gitmiştim. Karşı yakadaki evinde flama kolleksiyonu
vardı.
Bayan hakemimiz Lale Orta'yı İstanbul Fındıkzade de
parfüm ve kozmetik dükkanında, Çoşkun Kutay'ı Ankara
Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğündeki ofisinde, Yusuf
Namoğlu 'nu Gayrettepe Mimarlık Bürosun da fotoğraflamıştım.
Birde Sadık Deda vardı Burdur bölgesi hakemlerimizdendi.
Sapancadaki
seminerde randevulaşırken ev adresini istemiştim cevap
şuydu " Burdur'a gel kime sorsan gösterir" Allah allah
inat bu ya Burdur'a geldim ve kente girişte bir at arabasını
durdurup sordum dizginleri çekti aynen tarif etti, tesadüf
deyip bu defa zemin katta dükkanı olan bir demirciye
sordum oda bildi inat işte önüme gelene sordum hepsi
bildi tereddütsüz tarif ettiler. Burdur Belediye Başkanının
evini bilmiyorlar ama, Hakem Sadık Dedanın nerede oturduğunu
bilmeyen yok, adrese geldim. Burdur Şehir Stadının karşısı
köşe başı bir apartman 4. Kat. Hocam haklıymışsın 10
kişiye sordum hepsi senin adresi biliyorlar. Deda, gülümsedi
Burdur da sağlık memuru olarak ta görev yaptığını söyledi.
Röportajın sonunda samimi ve toleranslı ifadesinden
cesaret alarak soruverdim. Bütün seyirci bir kararla
çileden çıkınca sana "ibne Sadık yeter artık" diye bağırıyorlar
etkilenmiyormusun?... oda bana "hakkında beste yapılan
başka hakem yok" dedi. Nedir o beste dedim " ormandan
kestim çamı, beri gel hakem beri gel" türküsü bana uyarlanmadır
dedi...
Vedalaşıp ayrılmıştık. Hakemlik zor iş...
Bir
spor anısı da Fenerbahçe Trabzonspor maçından
BU GOL BİR TEK BENDE VAR
Tarih 29. Mayıs. 1978, yer İstanbul İnönü Stadı Fenerbahçe
30 maçlık lig maratonu sonrasında Trabzonspor’un bir
puan önünde lig şampiyonu olmuştu. Maç öncesi taraftarlar
52 bin kapasiteli stadı tıklım tıklım doldurmuştu. Şampiyonluk
sloganları atılıyor, şampiyonluk piyangosuna konan 10
otomobil, forma giymiş mankenler stat turu atıyor, muhteşem
tören büyük coşku ile devam ediyordu. Hürriyet Yazarı
Eşfak Aykaç Hürriyet Kupasını maç öncesi vermiş, futbolcular
kupayı öperek bu kupayla stadı turlamışlardı. Tam bir
gövde gösterisi olan kutlamanın galibiyetle sonlanması
bekleniyordu. Maç
başladı Fenerbahçe takımı ilk yarıda beklenen oyunu
ortaya koyamamış, üç gol pozisyonunu Fener defansı çizgiden
çıkarmıştı. Seyircinin neşesi kaçmıştı. Bu nedenle ikinci
yarı sabırsız ve sinirli seyircinin gergin tezarühatları
ile başladı gol bekliyorlardı. Tüm spor foto muhabirleri
şampiyonun atacağı golü fotoğraflamak üzere Şenol Güneş’in
koruduğu yani gazhane tarafındaki kale arkasına üzüm
salkımı misali tek vücut yığılmışlardı.
Böylesi maçlarda foto muhabirlerinin büyük bölümü şampiyon
takımın atacağı gölün sayfada 10 sütün yer alacağını
bildiği için, en iyi gol resmini çekme çabası içinde
olduğu kadar, rakip arkadaşının çekmesine de bir o kadar
engel olma telaşı içindeydiler. Yaklaşık 30 foto muhabiri
her akında birbirlerine "çök, otur, önüme geçme,
kolunu, başını çek" diyerek itişiyor, akın geçince
sakinleşiyorlardı.
Ben de Fenerbahçe’nin atacağı gölü çekmek istiyordum,
maçı fotoğraf makinemin içinden dikkatle takip ediyordum.
Gazetede o yıllarda 18.00-24.00 tek çalıştığım için
gündüz maçlarına zevk için gidiyordum.
Bu arada aynı gazetede çalıştığım foto muhabiri arkadaşlarım
benim orada bulunmamdan tedirgin olduklarından, benim
karşı kaleye yani ev sahibi takımın Fenerbahçe kalesi
arkasına ısrarla gitmemi istediler. Bu çok zordu, statta
en az 45 bin Fenerbahçe seyircisi vardı ve hiçbir fenerli
yenilecek golün fotoğrafını gazetede görmek istemezdi.
Çünkü bu gol ertesi gün kahvede, okulda, iş yerinde,
ofiste, evde gazetede karşılarına çıkacaktı.
Ağır adımlarla deniz tarafına bakan kaleye omzumda çantamla
zoraki, tedirgin, çekinerek gittim.
Fener kalesinde bir kaleci İvançeviç vardı, bir de arkasında
ben. Makinemi çıkarıp fotoğraf çekmeye başlasam tribününün
"İ… Foto" diye bağıracağını tahmin ettiğim
için hareketsiz duruyordum 60. dakika sıfır sıfır geçilmişti.
GOL SANKİ BANA GİRDİ
İlk yarı üç mutlak gol kurtaran Fenerbahçe defansı ve
kalecisi İvançeviç heyecanlanmaya başlamıştı, "kaç
dakka vaaar" diye soruyordu. Fenerbahçe rakibe
yüklendikçe yükleniyor, neredeyse oyuncuların tamamı
yarı sahayı geçmişti. İşte tam böyle bir anda, daha
sonraları Galatasaray takımına transfer olan “Çaycı
Ahmet” lakaplı Trabzonsporlu Ahmet, bir top kaptı, Fenerli
Onur'u, Cem’i peşine takıp hızla kaleye gelmeye başladı
kimse yok, İvançeviç kalesini terk edip ileri çıkmaya
başlamıştı ki yanından yuvarladı, 52 bin çift göz 18
içine odaklanmıştı, golün gelişi görünüyordu, ağların
arkasında olsam da kelenin, neredeyse kale içinde bir
ben vardım, makinemi çantamdan çıkardım, bir kare çektim
hemen çantama koydum. Golü sanki ben yemiştim.
Top geldi, bir metre önümde balık gibi ağda kaldı. Stat
buz kesti, çıt çıkmıyordu, öfke diz boyu, seyirci faturayı
kesecek suçlu adam arıyor, tam anlamıyla şok yaşanıyordu.
Kale arkasında daha fazla durmanın hiçbir anlamı, mümkünatı
yoktu. Seyircide ki şaşkınlık geçmeden saniyeler içinde
hemen kale arkasından uzaklaştım, korner köşesini hızla
dönüp stat dan koşarak ayrıldım.
Aracıma atladığım gibi Dolmabahçe’den Cağaloğlu Hürriyet
Gazete binasına gidip filmi yıkatıp, karta bastırdım.
Maç 0-1 skorla bitip, arkadaşlar geldiğinde, maçın tek
gol fotoğrafı sadece bende ve benim fotoğrafta spor
servisi şefi Rıdvan Yelekçi’nin elinde spor sayfasında
ki yerini almıştı.
Hilmi Ok’un bitiş düdüğü ile maçta olaylar çıkmış, polis
Tuna ve Cem’i coplamış, takım federasyonun şampiyonluk
kupasını alamadan soyunma odasına gitmiş, Başkan Faruk
Ilgaz çok üzülmüş, polislerin koruduğu kupayı, Fenerbahçe
2. Başkanı Yüksel Günay almıştı.
Ertesi gün gazeteler Fener Mutsuz Şampiyon başlığı atmıştı.