GEZİYORUM
Garipçe
Köyü
İstanbul
Sarıyer ilçesinin 9 köyünden biri olan Garipçe Köyü Boğazın
Karadeniz girişine hakim manzarası, temiz havası, taze balıkları,
antik kaleleri ile huzur arayanları kucaklıyor.
Köyün yaşlıları bir zamanlar bu köyde garip bir adam yaşarmış
diye başladıkları hikayeleri bir yana köy gerçekten yer
ve konum olarak oldukça yalnızlığı, terkedilmişliği yaşıyor,
gizli sığınak özelliği nedeniyle garip kalmış görünümünü
koruyor.
Balıkçı köyü olması nedeniyle köyün erkekleri Eylül ayı
başı balık avlama yasağının kalkmasıyla beraber denize açılıyor
ta ki yasağın tekrar başladığı Haziran ayına kadar köyü
kadınlara emanet ediyorlar.
Garipçe Köyü, boğaz'ın Karadeniz girişinde yer alan Rumeli
Fenerinden sonra ikinci köyü. Avuç içi gibi küçük bir koyun
yamacına ayrı ayrı kurulmuş 60-70 haneli bir yerleşim.
Koyun iki başında yüksek tepeler köyün bir bakışta tamamını
görme imkanı veriyor. Kule adıyla anılan biri tepede, Kale
olarak anılan bir de sahilde iki kalesi var.
Üç lokanta, bir kahve, bir de bakkalı bulunuyor. Nüfusu
ise 50 yıldır sabit duruyor.
İstanbul'un köklü ilçelerinden biri olan 23 mahalleli Sarıyer'in
kalabalığından sıyrılıp, Fener yoluna doğru dönerek rampa
çıktığınız zaman, ruhsatlı veya kaçak yapılar, yarım kalmış
villalar arasından boğazın damı sayılabilecek bir yükseklikte
yol almaya başlıyorsunuz.
Bu yolun her iki yanı ve gözlerinizin uzanabildiği yamaçları
çam ağaçları ile kaplı örtüsü ve çam kokusu şaşırmanız için
yeterli oluyor. Marmaris'ten Datça yolunu kullananların
müthiş benzerlikler bulacakları güzergah sırasında ağaçların
imkan verdiği ölçüde, iki kıtayı nehir gibi ayıran boğaza,
Anadolu kıtası sahiline bakınca, Garipçe Köyünün tam karşısına
isabet eden Poyrazköy kıyılarında bir çok tekne ve yatların
tıpkı Göcek koylarında olduğu gibi yan yana dizilip kıçtan
kara bağlandıklarını görebiliyorsunuz.
Bu tablo Sarıyer'den çıkıp henüz beş dakika geçmeden gözler
önünde canlanınca ister istemez kendinize İstanbul'da mıyım,
yoksa Ege sahillerinde mi yol alıyorum sorusunu sormanıza
neden oluyor!
Sola ayrılan sapaklar Zekeriya Köyü, Marmaracık Koyu, Kilyos
(Kumburun), Rumeli Fenerine geçit verirken siz sağa dönerek
Garipçe Köyü sahiline yüzünüzü denize dönerek inmeye başlıyorsunuz.
Garipçe Köyü Kule ve Kalesi
İnerken
sağ tarafınızda araç yolu olmayan ve ancak yürüyerek tırmanılan
oldukça estetik bir taş yapı göze çarpıyor. İki katlı ortası
boş bu yapı "Kule" olarak adlandırılıp, bir tür gözetleme
kulesi olarak anılıyor.
Bulunduğu yükseklik nedeniyle boğazın girişine hakim, göze
sığmayan panoramik bakış açısıyla, çizgi filmlerde gördüğümüz
türden burçları ve kuleleri ile görenleri etkiliyor. Köy'e
geliş, koyun sahilinde bitiyor. Araçlar burada park ediliyor,
otobüsle gelenler durakta burada iniyor.
Solunuzda bulunan yeni yapılmış merdivenlerden çıkarak beş
dakikalık bir yürüyüşle Garipçe Köyünün Cenevizlilerden
kalma 550 yıllık kalesiyle karşılaşıyorsunuz. İki tarafı
taş duvarlı geçitten ilerleyip, demir kapıdan geçerek karanlık
dehlizlerde yürümeye başlayınca kemerli tuğla örme duvarlar,
tavanlar, mahzenlere ulaşılan basamaklı geçitler, koğuşlar,
sonradan yapıldığı belli olan beton takviyeler görülüyor.
İyi durumda demir kapılar, bir kısmı küçük ve bazıları geniş
pencereler, topların monte edildiği metal somunları hala
yerinde görülebildiği tabyalar dikkat çekiyor.
Kale, gerektiğinde hala kullanılabilir durumda olduğunu
anımsatırken, rahatsız edici boyutlara ulaşan tek problem,
kalenin bakımsız ve pislik içinde kalmış olması.
Özellikle
yaz ayları hafta sonu kale eteklerine gelen piknikçilerin
bıraktığı piknik artıkları (poşetler, kırılmış bira şişeleri,
plastik su kapları, gazete kağıtları vs) gibi çöpler kalenin
turistik görünümünü kirletirken, sahipsizliği burada da
bir kez daha gözler önüne seriyor! Dayanılmaz koku zaten
içeri girmenizi baştan engelliyor.
Kalenin ikinci katı üstüne dek araçla gelme imkanı bulunuyor.
Kale tavanlarında yer yer çökmelerle oluşmuş deliklere de
burada rastlanıyor.
Köy muhtarı 1994 yılından bu yana Garipçe kale ve kulesinin
işletilmesi projesinin hayata geçirilmesi için çabalarını
sürdürmüş.
Kalenin restorasyonunu, kamu kullanımına açılmasını mekanın
temizlenerek köye gelir sağlayacak hale getirilmesi, eğlence
ve kültür içerikli merkez olabilmesi için uğraş vermiş.
Kale ve Kulenin Milli Savunma Bakanlığı tarafından ikinci
derecede güvenlik bölgesi ilan edildiği ve işletime açılması
için sakınca görülmediği yetkililere bildirilmiş. Bu olumlu
gelişmeye rağmen bürokratik işlemlerin uzaması nedeniyle
henüz bir neticeye varılamamış, kalenin en son olarak sualtı
müzesi olmasına karar verilmiş ve projesi hazırlanmış.
|
|
Koyun diğer burnu ise kayalıklardan denize girmek isteyen
gençlerin, fotoğraf severlerin kullandıkları bir patika
ile bağlanıyor.
Sarıyer ve Garipçe'den tekne ile gelenler Büyük Liman halk
plajında denize giriyorlar. Fakat burada duş, kabin, wc,
büfe bulunmuyor.
Bir zamanlar Zeki Müren kotra ile gelip burada açıktan denize
girdiği anlatılıyor.
Köyün yazlık ziyaretçileri Burun Başı, Bağlaraltı, Mezarlık
ve Yalı sahilinden de ki kayalıklardan da denize giriyorlar.
Balıklar ve Lokantalar
Koyun sığ kıyısında kurulu iki balık lokantası hizmet veriyor.
Denizden gelen rüzgar ve iyot kokusu iştah açarken, farklı
bir ortamda bulunmanın tadına varmanızı sağlıyor.
Arzu
ederseniz masanızın yönünü denize çevirip bir yandan yemek
yerken diğer yandan tam karşınızda bulunan Poyrazköy'ü,
boğazdan giriş, çıkış yapan gemileri görüyor temiz ve iyot
kokulu esintili havayı teneffüs ediyorsunuz. Sabah olta
balıkçıları tuttukları balıkları getirip lokantalara satıyorlar.
Bu balıklar göz önünde ayıklanıyor, beğendiklerinizi seçip
hazırlatıyorsunuz.
Çeşitleri yazının "Ne Yenir" bölümüne ayırıp şimdi diğer
detaylara geçiyoruz.
Yemek için Ali Oğuz'un işletmesi Aydın Balık Lokantasını
tercih ederseniz iyi bir karşılama sonrası masanıza buyur
ediliyorsunuz.
Lokantanın tam arkasında bulunan ve sürekli içildiğinde
böbrek taşı, kumu düşürdüğü belirtilen, içimi hoş, yumuşak
suyu olan çeşmeden doldurulup getirilen soğuk (Hacı Suyu)
kaynak suyu veriliyor.
Tüm siparişler mutfak görevlisine uzaktan bağırılarak yapıldığı
için diğer masaların ne sipariş verdiklerini duyuyorsunuz.
Bu konuşmalar yemediğiniz çeşitleri hatırlatarak aklınızı
çelmesine neden oluyor.
Rumeli
Kavağı'ndan getirilmiş kavak midyelerinin tavada kızarma
sesinikalamar tava, sardalye ızgara, limonlu roka salatası
siparişlerini sürekli duyuyorsunuz.
Yanı başınızda bulunan otoparkta aracınız beklerken 15 -20
dakikada aralıkla meydanda bir dönüş yapıp Rumeli Kavağına
veya Sarıyer'e yönelen otobüs sessizliğe kısa süre hareket
getiriyor.
İstanbul'a çok yakın olduğunuz için masadan kalkmak istemiyor,
saat 23.00 -24.00'e dek oturuyor, arada bir Sarıyer, Rumeli
Kavağı, boğazın diğer restoranlarından, balık lokantalarından
farklı bir yerde olduğunuzu kendinize hatırlatıyorsunuz.
(Küçük bir dip not: Lokantanın tertemiz tuvaletleri var!)
Bir başka sahil lokantası ise köy kahvesinin yanında koyun
kale tarafında konuk ağırlıyor.
Asma altı
Deniz kenarı yerine yazın asma bahçesi içinde, kışın kapalı
mekanda yemek isteyenler ise 200 yıllık taş fırın Asma altı
cafe restoranı seçiyorlar. Anne baba ve kardeşlerden oluşan
aile işletmesi, balık çeşitleri
ve Trabzon yemekleri yapıyor.
Tarihi özellikli, altı tuz döşeli, geniş fırın odasına sahip
taş fırının taşları Trabzon Sürmene'den özel olarak getirilmiş.
Üst kattaki hamurhane ve işçilerin yattığı odalar, günümüzde
şark köşesi olarak düzenlenip kışlık mekan olarak değerlendirilmiş.
Asma altının bir başka özelliği ise çardakta sarılı asmanın
üzüm salkımları üzerindeki isim yazılı etiketler. Misafirler
beğendikleri salkıma üzümler daha korukken rezervasyon yapıyorlar,
o üzümler rezervasyon yapanın oluyor, olgunlaşınca gelip
elleriyle koparıp yiyorlar.
Trabzon'dan gelen göçerlerin kurduğu Garipçe Köyünde Trabzon
yemek kültürünün de yerleştiği görülüyor.
Köyün değişmeyen panoraması
Sit alanı olarak ayrılmış bölgede henüz konaklama tesisi
olmadığı gibi imar izni de bulunmuyor. Yıkılması gereken
kaçak binalar öylece bırakılmış. Çevre önceki yıllara göre
oldukça kirli.
Restore edilmeyi bekleyen binaların dayanma güçleri azalmış.
Sık sık elektrik kesildiğinden söz ediliyor. İçki satışı
da yapılmıyor. Köylüler jandarma bölgesi içinde bulunan
köylerinde hiçbir olayın olmadığını, ailelerin, hanımların
kendi başlarına yemeğe gelebildiklerini belirtiyorlar.
Köy
meydanında tepeler halinde yığdıkları balık ağlarını onaran
balıkçılar yıllardır Karadeniz'e kalkan, torik, palamut
veya Akdeniz'e orkinos avına bu köyden çıktıklarını anlatıyorlar.
Görüntüleri ve yüz ifadeleri ise iyi fotoğraf çekmenize
veya resim yapmanıza kompozisyon olacak görüntüler sergiliyor.
(Köyün bir zamanlar Ressam Ahmet Fazıl Aksoy tarafından
yapılmış, Garipçe Köyü tuval üzerine yağlı boya tabloları
da bulunuyor.
Bu tablolar müzayedelerde yüksek fiyatlarla alıcı buluyor).
Tabloların resmedildiği tam bu alanda Sarıyer Fener arası
çalışan belediye otobüsü gidişte ve dönüşte meydanı harmanlarcasına
dönüp yolcularını ya alıp ya bırakıyor.
Garipçe Köyünün eskilerinden 50 yıllık balıkçı Savni Tuncay
ağ örerken sorularınıza cevap veriyor. Orkinosun denizin
en hızlı balığı olduğunu vurgulayıp, lüferin olduğu yerde
başka balık olmaz, dalar sürüye dağıtır, ekseriye kıyıdan
gelir dişleri keskindir yengeç bile yer.
Bu kıyılarda bulunan bir başka ilginç balık ise eşkinadır,
çakıl taşı da yer, sigara izmariti de. Ayıklarken midesinde
hep rastlarız diyor.
Eşkinanın esas özelliği ise kafasında bulunan özel taş olduğu
söyleniyor. İstanbul Galatasaray'da ki Beyoğlu Balık Pazarında
da satılan bu taş, balığın kafasında yarım fındık büyüklüğün
olup, limona yatırılarak eritiliyor, suyla sulandırılıp
içiliyor, bu şekilde böbrek taşını düşürmede yarar
sağladığı anlatılıyor.
Karagöz balığı cinsi, derin su kayalık balığı olan eşkinanın
buğulama pişirim şekli yaygın olarak bilinirse de ızgarasının
da güzel olduğu belirtiliyor.
Garipçe'li balıkçılar, 15 Ağustosta çingene palamut'u başlıyor
bunun tavası leziz olur, turfanda balık sayılır, Ekim, Kasım
başına dek sürer, lüfer, sarıkanat, karagöz bölgenin diğer
balıkları olarak mönüdeki yerlerini alırlar diyorlar. Eylül
ayında gelenler hem ekonomik balık yerler, hem de evlerine
dönerken marya balıkçılarından (ufak kayık balıkçıları)
balık alabilirler diye ekliyorlar.
Konu balıktan, balıkçıdan açılmışken arkadaşları Savni Tuncay'ın
çok iyi kefal pilaki, mersin çorbası, lakerda yaptığını
anlattılar, bunun üzerine ben de sihirlitur okuyucuları
için lakerda tarifi aldım.
Lakerda Yapımı
Palamutlar önce temizlenir. Lakerda gibi dilim dilim kesilerek
su dolu kaba atılır. Mümkünse kap deniz suyu ile dolu olmalıdır
(Tatlı su balığın etini gevşetir). Dilimlerde kan kalmayacak
şekilde yıkanır, bu yıkamada ilik kanı temizlenir. Tuzlu
suda 6-7 saat bekletilir, suyu süzülür, üzeri örtülür, pastelyeye
konur, rüzgar almamalıdır, rüzgar karartıp kurutur. Plastik
bidon koku yaptığı için tercih edilmez, Salamura mutlaka
teneke kaba kurulur. İnce tuz ete daha iyi işler bu tuzdan
bir kat dilimlenmiş palamutlar üzerine dökülür bir kat yine
balık dilimi dizilir. Bir kat tuz, bir kat balık dizilen
kabın son katı üzerine tahta kapak basılır, üzerine ağırlık
konur (8 kilolu bir taş) baskılı balık bu ağırlık altında
salamura olarak aşağı iner, ortaya çıkan boşluk aynı şartlarda
ilave balıkla doldurulabilir. 30 gün sonra has zeytinyağı
ile beraber lakerda yenebilir. Savni Tuncay Kestane Karası
Fırtınası geçtikten sonra, lakerda yapmanın en uygun zamanı
olup tuzlama zamanı bu dönemde başlar diye vurgulamayı da
ihmal etmiyor. (Son güncelleme Nisan 2009)
|