TARABYA’DAN
DENİZE UÇAN OTOBÜS!!!
Tarih 16 Haziran 1978 Taksim Sarıyer seferini yapmakta olan Halim
Kuru yönetiminde ki 34 NF 647 plakalı Bussing marka İETT otobüsü,
yolcularıyla birlikte Tarabya Koyunu dönerken lastik patlamasıyla
şoförün kontrolünden çıkarak, hiçbir bariyer olmayan daracık kaldırımı
aşıp, boğazın serin ve derin sularına uçmuştu.
Tesadüf eseri olayın vuku bulduğu akşam saatlerinde Tarabya Otelinde
bulunan Hürriyet Gazetesi Muhasebe müdürü Erdinç Giray, derhal istihbarat
servisine telefon ederek muhabir arkadaşım Bülent Demir’i haberdar
etmişti. Genellikle polis muhabirleri polis telsizi dinler, konuşma
başlarında belirtilen kot numaralarından olay yerini öğrenir, ona
göre durum alırdık. Fakat telsizde geçen bir anons henüz yoktu.
Olay geç kalmayı affetmeyen büyüklükte ve önemdeydi, yerimizden
yaydan çıkmış ok gibi fırladık.
O yıllarda Hürriyet Gazetesinde 18.00 - 02.00 arası muhabir ve foto
muhabiri olarak çalışan iki kişilik bir ekiptik. Gece çalıştığımız
altı yıl boyunca ben olayların fotoğraflarını çeker, muhabir arkadaşım
bilgilere ulaşırdı. Hürriyet Gazetesinin Cağaloğlu binasında 3.
Katta ki İstihbarat Servisinden direk Ulaştırma Servisine inerken
muhabir arkadaşım, yazı işlerine girip gittiğimiz yer ve olayı haber
vermişti.
Zamana karşı çalışmanın verdiği telaşla göreve gitmek üzere istediğim
araç için ulaştırma servisi şefi de servisin en acar ulaştırma görevlisi
iki üç arkadaştan biri olan Necati’yi görevlendirmişti.
Necati Hürriyet’te çalışmaya başlamadan önceleri Beşyüzevler – Aksaray
arası çalışan minibüs şoförlüğünden yetişme, sırtını hafif kapıya
dönük oturan, aracı koltuğa dayanmadan öne doğru eğik kullanan bitirim
bir gençti. Böyle bir sürücünün yanında yol almanın zorluğunu, hele
siz de araç kullanıyorsanız tahmin edebilirsiniz. Ayağınızın altında
pedal yokken, aracı siz kullanmadığınız halde, sürücünün yerine
frene ondan önce siz basarsınız, hatta ayağınız araçtan dışarı çıkacakmış
gibi olur.
Barbaros Bulvarına geldiğimizde kilitlenmiş trafik Boğaz Köprüsüne
yönelen araçların yoğun işgali altındaydı ve gazetenin Renault SW
aracını Necati minibüs gibi kullanıyordu. Yani burunsuz olan minibüslerden
yetiştiği için öndeki her aracın ensesine yapışıyor, fırsatını bulduğu
anda tampondan solama yapıyordu. Bu solama sırasında sağda ve solda
bir sigara paketi mesafesi ya kalıyor ya kalmıyor, beklemeden rampayı
tırmanıyorduk. 16 dakika gibi bir sürede Cağaloğlu’ndan Tarabya’ya
olay yerine ilk biz ulaşmıştık.
Gördüğüm
manzarada hiçbir şey yoktu. Kaldırımı, otobüsün aştığı noktayı,
lastik izini aradık, olayın mekânını fotoğrafladım, haberi duyanlar
yavaş yavaş gelmeye başladı, duyan duymayan meraklı kitlesi birikti,
ne olmuş, otobüs mü uçmuş, ölen var mı? Soruları arasında, o bölgede
oturanlar başta olmak üzere gelip geçenler, oğlunun, kızının, kocasının
eve gelmesini bekleyenler koşmuş gelmiş, kalabalık hızla artmaya
başlamıştı.
Canhıraş çığlıklar, ağlamalar, krizler, kendinden geçip yerlere
düşenlerle feci bir tablo sergileniyordu...
Oysa otobüste kaç kişinin olduğu, kaçının kurtulduğu hakkında hiçbir
fikrimiz yoktu. Yaptığımız tek şey denizi bırakıp karada yaşananları
az sayıda ki kurtulanları fotoğraflamaktı.
"Neredeyse oğlum gelmedi", "kocam gecikti, kesin
otobüsün içindeydi" diye her ağlayanların fotoğraflarını çekiyordum.
Gazeteden
haberi duyan diğer muhabir arkadaşlarımız da geldiler, her gelen
yarım saat kalıp gazeteye dönüyorum, çektiğin filmleri ver götüreyim,
bir an evvel yıkansın dediği için sürekli gidenlere çektiğim fotoğrafları
veriyor, bu yüzden de filmlerimi takip edemiyor, neyi niçin çektiğimi,
fotoğraftakilerin kim olduğunu anlatamıyordum.
Aslında filmleri alıp gazeteye dönmek olay yerinden kurtulmanın
en geçerli bahanesiydi. Niye gazeteye döndün diyene “Acil film getirdim”
deniyordu. Saatler ilerledi, hava karardı, deniz karanlığa gömüldü,
yetkililerin biri geldi biri gitti. Belediyenin, itfaiyenin gecenin
geç saatlerinde boğazın karanlık sularına dalıp, otobüsü bulunduğu
yerden "V" kesitli boğazın derinliklerine doğru dip akıntının
etkisiyle daha fazla sürüklenmeden çelik halatlarla bağlayacak donanımı
olmadığı için Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’ndan yardım istenecekti.
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Çubuklu üssü olay yerinin tam karşısında,
karşı yakadaydı fakat dalış için üst makamlardan izin gerekiyordu.
Yazışmalar sonucu Genel Kurmay Başkanlığı’ndan izin çıktı, askeri
dalgıçlar hemen geldiler, tüpleri takıp, bağlamak üzere gece yarısı
40 metrede ki otobüse daldılar.
Onların dalış öncesi hazırlık çalışmalarını da çekip, filmleri yeni
gelen arkadaşlarla gönderdim. Filmlerim tükenmişti, son kalan parça
filmi takmıştım, amorsu sarıp geri yokladıktan sonra belki iki,
belki üç kare fotoğraf çekme imkânımın olduğunu fark ettim. Gazeteye
dönen arkadaşlarıma film göndermelerini söyledimse de artık olay
yerine gelen ve gönderilen film olmamıştı, sayfa bağlanmış gazete
baskıya başlama saati yaklaşmıştı. 02.00-03.00-04.00 uykusuz, üşüyerek
sahilde ayakta geçti. Mevsim ay itibariyle Haziran’dı ama gecenin
ayazı üzerime çökmüş, üstüne üstlük deniz kenarında olmanın verdiği
olumsuzlukla nemli rüzgara ilaveten üzerimize çiğ yapışmış, yağmurda
kalmışçasına ıslanmıştım.
Mesleğin cilvesi
Bu tür sonu açık, sürekli ne gelişme göstereceği belli olmayan işlerde,
tek başınaysanız bir dakika bile olay yerinden ayrılamazsınız, öyle
pis bir durumdur ki bu, eğer rakip gazeteden muhabirler de varsa,
karnınız acıksa, tuvalet ihtiyacınız belirse de olay yerinden bir
dakika uzaklaşamazsınız.
Sizin yokluğunuzda ya bir şey olursa, biri bir şey çeker gazetesine
basar da müdürleriniz bu fotoğraf niye bize gelmedi diyecekler endişesi
yaşarsınız. Gazetede ki meslektaşlarınızın ise eğer işi atlamışsanız,
o fotoğraftan gazeteyi mahrum bırakmışsanız size yönelik vatan haini
gibi itham edici, nefret dolu bakışlara muhatap olmamak isteğiniz
sizi gözlerinizi dört açıp, olay yerine adeta mıhlar.
Saatler 05.00’e doğru hava aydınlanmaya başlarken hareketlenme başladı
ve otobüsü çıkaracak vinç ağır ağır ve kesik kesik çelik halatın
boşunu alarak çekmeye başladı. Otobüsün sabah aydınlıkta çıkartılacağını
sananlar nedeniyle etrafta kalabalık kalmamıştı. Beklenen an geldi.
Kamerada bir kaç kare film, flaşta bir iki karelik ışık
Gece boyunca karanlığa sürekli flaş patlatmaktan haddinden fazla
enerji tüketmiştim. Metz flaşın kondansatörü dolarken çıkarttığı
sarj sesi ağlamaklı vızıltıyla bir dakikadan fazla sürede enerji
yüklüyordu, tam dolamadığı için de ses kesilmiyordu.
Tek kare fotoğraf ancak çekebilecektim ve o an, otobüsün sudan çıktığı
saniyeler, tüm olayın en önemli anıydı.
Önce hava kabarcıkları arttı, sonra otobüs suyun yüzeyinde belirdi,
otobüsün ön tekerlekleri arasında ki aksa bağlanan çelik halat çekme
işi yavaş ilerliyordu, suyun
yüzeyine çıkan bölümde görünen hiçbir şey yoktu, heyecana gelip
sudan çıkmış ilk üst bölümü çekmemek için direniyordum.
Kaza anında otobüsün arka camı patlayıp yerinden çıkmış, cam boşluğundan
sürekli dökülen su ve bir şeyler görünüyordu, vinç makarası bu yüzden
ağır dönüyor, dikine yukarı doğru çekilen otobüsün suyun boşalmasıyla
hafiflemesini bekliyor gibiydi.
Boşalan suyla beraber patır patır denize dökülenler arasında cesetler
ve midyeleri gördüm, tek kareyi o anda değerlendirdim, son kareyi
de karada çektim, kurma kolu üçüncü kare çekme şansı vermedi.
30 yolcuya mezar olan otobüsün karaya çekilerek yaklaşmasıyla sabah
olmuş, Hafta Sonu gazetesi muhabiri Ünal Kutsal gelmiş, otobüs biletçisi
Abdullah Kurt’un sahanlıkta sıkışmış cansız bedenini fotoğraflamıştı.
Artık ben de dönebilirdim gazetenin yolunu tuttum. Film yıkandı,
tek karem gazetenin birinci sayfasına olay anı olarak diğer durağan
fotoğraflarla bir sonraki gün girdi.
Burada bir detay dikkatimi fazlasıyla çekmişti, nasıl olmuştu da
bir gecede otobüsün içi o kadar çok midye bağlamıştı.?
Bu sorunun cevabını çok sonraları Rumeli Kavağında midye ayıklayan
bir midyeciden öğrendim.
Midyenin suyun dibinde istediği yöne ilerleyip, yol alacak bir gücü
yokmuş. Midye kabuklarını kanat gibi her iki yana açar, bu şekilde
kendini akıntıya bırakır, suyun akış hızıyla giderken beslenecek
elverişli yeri bulunca, buraya sakalı ile tutunup kendini sabitlermiş.
Otobüsün camsız pencerelerinden bu şekilde otobüse doluşmuşlar.
Midyeci sohbet sırasında beni dinlemiş, sonunda olayı kendisinin
de takip ettiğini, bildiğini söylemiş, otobüsün içine sabaha dek
dört ton midye biriktiğini belirtmişti.!
İlerleyen zamanda otobüsün denize uçma sırasında arka kapının açılmasıyla
kurtulan dört kişinin ifadeleri alındı, kaybolan 30 kişiden yedisinin
cesetleri bulunup kimlik tespiti yapıldı, İsrail malı olduğu söylenen
ve patlamış olan sağ ön lastik incelendi, otobüsün denize uçtuğu
yere bariyer çakıldı, en son olarak da yol genişletildi.
Denize düşen araçtan kurtulma
Uzmanlar yaptıkları tatbikatlara, deneyimler sonucu kazandıkları
tecrübelere göre denizden düşen araçtan sağ çıkmanın formülüne uyulursa
kurtulma şansı olduğunu belirtiyorlar.
Bu uğurda içinde insan olan bir aracı havuza atmışlar, suyun dış
basıncı aracın iç basıncından çok fazla olduğu için araç içinde
kapının içerden veya dışardan açılmasının imkânsız olduğunu görmüşler.
Araç içinde ki şahıs, içine yavaş yavaş su dolmakta olan aracın
yükselen su seviyesi kapı üst hizasına kadar tavan kubbesinde ki
havayla idare edip, bekledikten sonra iç basınçla dış basıncın eşitlenmesiyle
kapıyı açarak dışarı çıkabilmış.
Böyle bir çarpışma anında hiç şüphe yok ki kapının sıkışıp aracın
hasar görmemesi, aracın dört lastik üzerine düşmüş olması, düştüğü
derinlik, görüş mesafesi, kapı kilit sistemi, sürücünün soğukkanlılığı
gibi birçok etken kurtulmak için büyük önem taşıyor...!
|