Independenta Tanker yangını
15
Kasım 1979 günlerden perşembe, koca dev İstanbul derin uykusunda
etraf zifir karanlık. Sabaha karşı beş kesik gemi düdüğünü uykumun
içinde duydum. Bu tehlike anlamına geliyordu ve çok geçmeden olan
olmuştu. Ham petrol yüklü 150 bin gros tonluk Rumen tankeri ile
Yunan Evriali kosteri çarpışmıştı. Saatler 05.20'yi gösterirken
müthiş bir patlama ile kent uyanmış, cephesi Marmara'ya bakan evlerin,
dükkanların, kırılan cam sesleriyle yataklardan ok gibi fırlamıştık.
Kabataş'ta oturuyordum. Binanın terasına çıktığımda Haydarpaşa açıklarında
denizin yandığını görmüştüm. Alevlerin aydınlattığı bölgede bir
de gemi silueti vardı. Böyle durumlarda gazeteciler aranmayı veya
görev verilmesini beklemezlerdi. Kapıda duran VW'e bindiğim gibi
6 dakikada Haydarpaşa tren istasyonuna ulaşmış, istasyonun kulelerine
bir nefeste çıkmıştım.
|
Denize yayılan ham petrol ve tanker kütür kütür sesler çıkararak
çatırdarcasına yanıyor, alevler gökyüzüne tırmanırken bu dehşet
verici
manzara içinde yangın genişleyerek denize yayılıyor, alevlerin
sıcaklığı yüzümüze kadar geliyordu.
Merakına yenilen İstanbullular evlerinden çıktıkları gibi Kadıköy
sahiline koşuyorlar, kırılan vitrin camları bu bölgedeki dükkan
sahiplerini daha da endişelendiriyordu.
Yaya ve araç trafiğinde tarifi imkansız aynı zamanda anlaşılmaz
bir panik yaşanıyordu. Güvenlik birimleri camları kırılan dükkanların
yağmalanmasına mani olup, halkın sakinleşmesi için gayret gösterirken,
yangını en yakından görme arzusu içinde olanları engelleyemiyorlardı.
Bir anda Harem gümrük sahasından Moda Burnu'na, Kalamış koyuna
kadar olan tüm kıyılar insan selinden görülmez olmuştu. Herkes
çaresizce alevlerin yükselişini seyrediyordu.
Olay yerinde yeterli fotoğrafları çekmiş, daha sonra Moda'daki
Kosova
et lokantası önündeki sahile ve Zeytinburnu-Kazlıçeşme kıyılarına
patlama
şiddetiyle vuran zifte bulanmış, yanmış, tanınmaz hale gelmiş
gemi mürettebatı cesetlerini fotoğraflamıştım.
Üçüncü etap Haydarpaşa Numune Hastanesi'ydi. Burada da 51 kişinin
yanarak öldüğü ve kurtulan sadece 3 denizcinin fotoğraflarını
çekerek gazeteye dönmüştüm.
Elimizdeki malzeme ile Yıldırım Baskı'ya girdik.
Servisteki tüm telefonlar durmaksızın çalıyor, patlamanın nedenini
merak eden okuyucular İstanbul'un her yerinden gazeteyi saatler
geçmesine rağmen hala arıyorlardı.
Telaş ve koşuşturma devam ederken tekrar olay yerinde gitme görevi
verildi.
Ve bu görev gece ve
gündüz günlerce mendirek ve gemi çevresinde aralıksız devam etti.
Haydarpaşa yeni adresim olmuştu. Görevlerimden biri de Almanya'nın
Bavyera Tv'sinde tanker yangınlarını konu alan bir belgesel çekim
ekibine rehberlik yapmaktı. Bern Dost yönetimindeki cameraman,
asist.camereman, ses mühendislerinden oluşan dört kişilik ekibi
peşime takıp, kiraladığım balıkçı motoru ile tanker yangınının
en ilginç açılarını göstermek için çevresinde dolaşıp yanan tankere
dokunacak noktaya gelmiştim.
Birden bire arkamda beliren askeri bot derhal geri dönmemi, Kadıköy
Evlendirme Dairesi açıklarında bekleyen Denizaltı kurtarma askeri
gemi komutanının çağırdığını anons etti.
Çaresiz, kiraladığım tekne ile askeri botu takip edip söyleneni
yaptım. Askerler gemi komutanının odasına çıkarıp beni teslim
etmişlerdi.
Komutan "Çılgın mısın yoksa deli mi?" diye hayret dolu soruları
yöneltmiş, hem kendimi hem de peşime taktığım Alman çekim ekibini
tehlikeye attığımı söylemişti. Yapacak hiçbir şey yoktu, yüzüm
ve ellerim mazotluydu.
Aptallık ve kahramanlık kardeşti ve bende ikisi de vardı.
Olayı ilk dakikalardan beri takip ettiğimi, gazetenin baskıya
girmek için beni beklediğini, bir daha tankere çıkmayacağıma söz
verip, Almanların da beklediğini belirterek ayrılmak için izin
istedim.
Çıkarken
komutana, "Beni demirli olduğunuz yerden görmenize imkan yoktu,
açıyı kollamıştım, nasıl haberiniz oldu?" diye soramadan edemedim.
Cevap net ve sertti: "Seni Selimiye Kıışlası'ndan görüp Ankara'ya
bildirmişler. Bize gelen "Derhal alın!" emri üzerine bot çıkarıp
harekete geçtik!" demişti.
Tanker yangınını 27 gün boyunca kah tekneden kah mendirekten,
zaman zaman da deniz itfaiyesi gemilerinden takip ettim.
22. gün ambarda
sıkışıp ısınan yakıt bir kez daha, bu kez sessizce parladı, gece
22.40 sularında gökyüzüne yükselen dev alev topuyla aydınlandı,
bir an gündüz oldu.
21.15 suareye sinemaya gidenlerin çıkış saatine rastlayan bu aydınlanma
sinemadan çıkanları şaşkına çevirip yerlere yatıp kıyamet günü
sanmalarına bile neden olmuştu.
Gemi simsiyah dumanlar çıkarak bir ay boyunca yandı.
Boğaz trafiğini kullanan gemiler ibretle geçtiler yanından.
Sahiller, karabatak ve diğer canlılar zifte bulandı. Patlama şiddetiyle
kırılan yaklaşık 5000 m2 tutarındaki camları, vitrinleri, camcılar
günlerce uğraşarak taktılar, cam karaborsa oldu, sigorta şirketleriyle
problemler yaşandı.
Tanker söndüğünde kaptan köşkü, baca, güverte buruşturulmuş bir
kağıt gibi çelik yığınına dönmüş pervane gibi yamulup yırtılmıştı.
Köpekbalığı kılçığını andıran görüntüsü aylarca Kadıköy'ün silueti
olmuştu.
Parçalandı, bölündü, kesildi, yağmalandı ve Tuzla tersanesine
gemi yedeğinde yamanıp çekildi. Gazetecilikte takipçilik esastır.
Burada da tankerin akibetini uzun süre takip etmiştim.
Enkazda kalan petrol kaynakla kesim sırasında birkaç kez daha
alev aldı, yine söndürüldü. İçindeki parçaları hurdacılar bir
bir söktüler. Midye bağlayan bölümler arasında kıç bölümü omurgası,
su soğutma pompası (fan), kollektör boru bağlantısı, separatör
(pislik tutucu filtre), yanmış ve zifte bulanmış biçimde deniz
yıldızları hüzün dolu görüntüsü ile mesleğe yeni başlayan itfaiye
erlerine tecrübe kazandıracak ve boğazlardan tanker geçişi yaptıranlara
ders niteliğindeydi.
"Boğazı, İstanbul'u Allah korudu" dendi. Veee "Bağımsızlık" anlamına
gelen Independenta, tanker yangını üzerinden 39 yıl geçti unutuldu..!
|