Nereden
Nereye...
Ağustos 1976'dan önceydi. Henüz gazeteci değildim.Tam tarih
27 Temmuz 1976... Ecevit Amerika'dan dönüyor. Tüm yurtta
Kıbrıs Barış Harekatı'nın kahramanı Ecevit fırtınası esiyor.
Her yerde barış güvercinleri uçuyor, Ecevit mavisi gömlek
moda oluyor...
Ecevit
Amerika'ya gidiyor ve suikaste uğruyor. Yara almadan dönüyor
ve neredeyse bu dönüşü tüm İstanbul çevre illerden gelenlerle
o zamanki ismiyle Yeşilköy Hava Meydanı'ndan konuşma yapacağı
Taksim'e kadar tüm güzergah tıklım tıklım doluyor. Genci
yaşlısı herkes karşılamaya gelmiş. Kurbanlar kesiliyor.
Alkışlar, sloganlar dinmiyor. Kalabalık içinde çıplak göğsüne
bıçağın sivri ucuyla kanlar içinde Ecevit yazanlar var,
boya ile yazanlar da...
Uçaktan öğlen saatlerinde inip Taksim'e gidişi
akşamı buldu.
Adım adım ilerleyen konvoy adeta sevgi seline dönüşmüş,
Ecevit'i yakından görebilmek için birbirini ezenler, araçlar
üstüne çıkanlar, ağlayarak boğazlarını yırtarcasına "Karaoğlan
Ecevit" diye bağıranlar arasında sık sık duruyordu. İstanbul'da
yapılan hiç kimseye yapılmamış inanılmaz bir karşılamaydı.
Aylar yılları kovaladı ve her şey değişti. Sonra da yokluklar
başladı. Benzin bulunamadı. Bulunan talebi karşılamadı.
Valilikten benzin karneleri
dağıtıldı. Özel araçlara ayda 80 litre kullanma sınırlaması
getirildi.
Benzin verebilen sayılı istasyonlarda yüzlerce metrelik,
kilometrelik araç kuyrukları oluştu. 20 litre benzin için
gün boyu kuyrukta beklenildi. Toplumda böyle durumlarda
açıkgözler çareler üretip çok geçmeden yollarını buldular.
Yirmi yıllık eşine hatıra diye sakladığı gelinliği sandıktan
çıkarttırıp giydirenler sıranın en başına yeni evlendik
"Telli Baba"ya gidiyoruz diye geçenler oldu. Arkasına bir
tabut koyup cenaze arabasıyla istasyonlardan sıraya girmeden
cenazemiz var diyerek benzin toplayanlar da görüldü.
Hele Çatladıkapı'da istasyonda güvenliği sağlamak için elinde
G-3 ile nöbet bekleyen erin önünde duran Mercedes'in içinden
çıkanlar, ben Amcangiller'denim diyerek nöbetçi erin boynuna
sarılıp hiç beklemeden benzin alanlara da şahit olundu.
Yoklar
arasında gaz da yoktu, yağ da yoktu ama görev gereği gittiğim
Gelibolu'dan gaz, Zonguldak'tan yağ alıp getirdiğimi iyi
hatırlıyorum. Yine böyle benzinsiz bir yaz günü, gece muhabiri
arkadaşım ile hiç olmazsa bir haftalık tatil içi Fethiye'ye
gitmeye karar vermiştik. Gitmesine gidecektik ama neyle.
Benzin problemi vardı.
O gece Sultanahmet'teki istasyondaki pompaya 6 saatte ilerleyip
VW'in deposunu doldurmuştuk. Fethiye'ye kadar hiç yakıt
sıkıntısı çekmemiştik.
İnanılmaz ve şaşırtıcıydı ama nedeni vardı.
Ecevit o gün Fethiye'ye gelip kontraplak fabrikasının temelinin
atacaktı. Konvoyun geçişi için yol üzerindeki tüm istasyonlara
yakıt dağıtılmıştı. Ne var ki köylüler, traktörlerine yakıt
bulamadıkları için, eşekleriyle beraber direklere araçlarını
zincirle bağladıkları söylendi.
Bunun üzerine Ecevit, karayolunu kullanmayıp askeri helikopterle
tozu dumana katarak temel atma sahasına havadan inmiş. Sonra
da toplanan kalabalığın hoşnut olmayan protestolu sesleri
arasında havalanıp gitmişti.
Her geçişimde o boş araziye hala bakarım. Aradan yirmi yılı
aşkın zaman geçti ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nın mimarı
Başbakan Bülent Ecevit yaşlandı, sağlık problemleri yaşamaya
başladı ve ortaya çeşitli alternatifler çıktı. Spekülasyonlar
üretildi.
Şimdi 2002 Dünya Kupası 3. olarak Atatürk Hava Limanı'na
inip, üstü açık iki katlı otobüsün üstüne üzüm salkımı gibi
dolarak, ellerinde bayraklarla Asya'yı, Dünya'yı fethetmiş
atlı sipahiler gibi gelen Milli Takım'ı karşılıyorlar. Mukayese
yapmak için söylemem gerekirse 27 Temmuz 1976'da Ecevit'i
karşılayanlar Milli Takım'ı karşılayanlardan daha fazlaydı.
Not: Gazetecilik yapmak isteyen gençlere tecrübe
olsun diye bu notu da eklemek istiyorum. Ecevit'in uçaktan
inişini fotoğraflamak çok zordu. İzdiham vardı. Görevli
muhabirler konvoyu takipte, basın için ayrılan kamyona binememişlerdi.
Böyle durumlarda kamyona benim gibi binenleri ihbar edip
indirmek, kendilerine yer açmak için bir formüldü. Tanınmıyanları
indirdiler, görevli gelip benim de basın kartımı sordu.
Kartım yoktu, gazeteci değildim. Ve hava meydanı apronunda
uçağın yanı başındaydım. Görevliler sen de in dediler aşağı
kamyondan.
Hayır dedim, inemem. Sarı basın kartı alana kadar iki sene
görev yapmayacak mıyım diye de sordum. Görevli polisler
bu defa peki sen kal dediler. Diğerlerini indirdiler. Sonra
beni indirmeye çalışan arkadaşlarla 20 yıl aynı gazetede
omuz omuza çalıştık... |