Ünlüler ile anılar albümü
BAŞBAKAN, 8. CUMHURBAŞKANI
TURGUT ÖZAL
Turgut Özal'ın Başbakanlık dönemi.
Sık sık Ankara'dan İstanbul'a geliyor. Harbiye Orduevi'nde
kalıyor.
Gazeteciler ön kapıda çıkışını beklerken kendisi arka kapıdan
geçerek gazetecileri atlatıyor.
Bir
haber alıyorsunuz Özal hamburgecide otururken bir amatör
tarafından çekilmiş fotoğrafı gazeteye ulaşmış bile.
Yine bir haftasonu ve yine Turgut Özal İstanbul'da plan
yok, program yok, ne yapacağını, nereye ne zaman gideceğini
hiç kimse bilmiyor.
Harbiye Orduevi'nden çıkacağı haber alınınca Başbakan takibi
bana verildi.
Özal, özel bir yatla Sarıyer'den Poyrazköy'e gidecek (Poyrazköy
İstanbul Boğazının Karadeniz girişinde plajı olan bir balıkçı
köyü). Gazetede o anda araç yok, neden sonra araç geldi,
rötarlı olarak yola çıktım.
Sarıyer'e geldiğimde içinde Özal'ın bulunduğu iş adamına
ait yat önde, basın mensuplarının bulunduğu gırgır balıkçı
teknesi arkada sahilden açılmışlar denizin açıklarına doğru
gidiyorlar.
Yapacak fazla bir seçenek yok, bir gırgır teknesi de ben
kiraladım.
Beni taşıyan tekne Özal'ı takip eden basın mensuplarının
bulunduğu tekneden daha küçük, kaptan da en az benim kadar
heyecanlı yetişelim, ben fotoğraf çekebileyim diye teknesine
yol veriyor, Özal'ın bulunduğu teknenin yanına doğru yaklaşınca
da koruma polisleri beni tanıyor olmalarına rağmen ellerindeki
silahların uzun namlusuyla işaret edip uzaklaşmamı ikaz
ediyorlar, biz de mecburen hız kesiyoruz.
Sonunda balıkçı tekneleri, yatlar arasında Poyrazköy Koyu'na
geldik.
Poyrazköy Koyu
Sol tarafta dalgakıran, balıkçı barınağı, yukarıda köy,
durgun koyun içinde halk plajı var.
Su sığ, tekneler, uskurları dibe vurmasın diye kıyıdan açıklarda
kaldılar.
Poyrazköy koyunda bizlerden önce gelmiş olan Efe Özal ve
kız arkadaşı da var, sürat motoruyla hızla dolaşıyorlar.
Amacım Turgut+Semra+Efe Özal ve kız arkadaşını aynı kare
içine sığdırmaktı. Bunu bir an başardım hepsi aynı kadrajdaydılar.
"Özallar Poyrazköy'de" zar zor yetiştiğim haber fotoğrafıyla
gazeteyi kurtardım.
Gören, duyan geliyordu
Özalların koya geldiği haberi etrafa çarçabuk yayıldı.
Başbakanı görme arzusu içinde olanlar, hafta sonu tatili
için çoluk çocuk kiralamış oldukları teknelerle veya özel
yatlarıyla Özalların geldiği yata yaklaşıyor, hiç bir engelleme
ile karşılaşmadan meraklı bakışlarla Özal'ların etrafında
dolaşıyorlar, el sallıyor, gülüşüyorlar, birbirlerine teknede
bulunan diğer kişilerin kim olduklarını bakıyorlar, selamlaşıyorlar.
Sürpriz bot gezisi
İşte tam o an hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu.
Turgut Özal yattaki arkadaşlarıyla Semra Özal ve koruma
polislerinden ayrılıp, üç arkadaşı ile gömlek pantalon Zodiac
şişme lastik bota binip denizde yüzenlerin arasında dolaşmaya
başladılar....
Plajda şişme botta bir başbakan
Yüzenlerin ellerini sıkıyor, etrafındakilere el sallıyor,
çocukların başlarını seviyor, kulaç atanlar, Başbakan Özal
ile denizin içinde tokalaşıyor, bu beklenmedik sürpriz karşılaşma
ile hem sevinç hem şaşkınlığı birlikte yaşıyorlar.
Ani bir karar verildi ve şişme bottakiler plaja, sahile
yöneldiler!
Durumu sezinleyip geldiğim teknenin reisine "Yanaşabildiğin
kadar kıyıya yaklaş. Benim karaya çıkmam lazım." dedim.
Öyle de yaptı.
Dizime kadar sıvadım paçaları, ayakkabılarımı elime alıp,
fotoğraf çantası kucağımda mümkün olabildiğince uzağa fırlattım
kendimi teknenin burnundan, biraz Islandım ve sahile çıktım.
Diğer büyük tekneler açıkta kaldılar. Koruma polisleri de
çaresizdiler, geldikleri teknede Semra Özal'ı korumaya devam
ede dursunlar, yatların, yüzenlerin, gırgırda ki gazetecilerin,
korumaların hayret dolu bakışları üzerimizde Turgut Özal
ve ben başladık yanyana yürümeye.
Poyrazköy'e ulaşmak için sahilden tepeye Arnavut kaldırım
taş dik basamaklı merdivenleri çıkmak gerekiyor. Zodiac
botun içindekiler gelmediler. Ben de fotoğraf makinamı çantama
koydum. Görevim birden değişti sanki. Durum ciddi, fırsatçı
foto muhabirliğini bir tarafa bırakıp T.C. Başbakanı'nın
koruması oluverdim.
Yani kendimi bana duyulan bu güven karşısında buna mecbur,
sorumlu hissettim.
Başladık rampa çıkmaya hava sıcak kilolu biri için sıfırdan
200 -300 metre çıkmak kolay değil. Yaklaşık 70-80 basamak
sonra yolu yarılamışken Özal'a şöyle bir baktım. Eyvahlar
olsun durumu, görüntüsü hiç de iç açıcı değildi...
Alnında boncuk boncuk terler, şakaklarından birbiri ardına
süzülen damlalar, hızlı ve derin bir solunum, buğulanmış
gözlük camları...
Aşağıda ki herkesin gözü bizde. Fotoğrafın arka planında
görülen rampada elimle, kolumla Özal'ın arkasından büyük
büyük işaretlerle teknede ki korumaları yanıma çağıran hareketler
yapıyorum.
Endişeliyim, başı döner, tansiyonu düşer, patikadan yuvarlanır
kısacası akla geldik gelmedik her şey olabilir. Ben foto
muhabirim o Başbakan koluna girecek, beline sarılacak halim
yok ki.
Korumalara uzağız (en az 200 belki 300 metre) ama bir şekilde
korumaların yanımıza gelmeleri lazım. Neyle, kimle karşılaşacağımı
bilmiyorum ama esas endişem bu değildi.
Turgut Özal çok kısa bir süre önce ABD'den dönmüştü
Daha açıkçası by pass ameliyatını olup dönmüş. "Eyvah" dedim
içimden. "Bu adam gider. Şimdi istermisin bir şey olsun"....
"(Sen yanındaydın, ne oldu, neden oldu, nasıl oldu veya
en son ne söyledi, söylemiştir anlat) diye sonu gelmez ifadeler
alsınlar benden." Kararımı verdim.
"Sayın Başbakanım yolu hızlı çıkıyorsunuz, biraz dinlenseniz"
dedim.
Herkes bize bakıyor ya, bir duraklama, basamağa oturma hem
lidere yakışmayacak bir hareket hem de izleyenleri heyecanlandırabilir
diye düşünmüş olacak ki "HAYIR" dedi.
Yirmi basamak daha aynı hızla çıktık.
Özal'ın gömleği sırılsıklam ter içinde kalmıştı. Tempoyu
düşürmüyordu. Teklifimi yineledim. Kendimi bahane ederek
"Başbakanım bari benim için biraz dursak. Ben çok yoruldum."
dedimse de "YÜRÜ" dedi bana.
Merdivenlerin bitiminde kır kahvesi, çay bahçesi gibi bir
yer vardı. Ağaçlı, gölgelik, hafif esintili, ahşap kahve
sandalyeleri ve bir de üzeri ekose örtülü masa... Özal hemen
oturdu.
Ben ayakta yanındayım, çaycıya "Kağıt peçete, su ve kolonya
kap gel" dedim. Kağıt peçeteleri birbiri arkasına veriyordum.
Kuru tek yeri kalmıyordu. Bir bardak suyu bir nefeste içti.
Kolonya verdik, ayran da geldi, nabzı hızlı hızlı atıyordu.
Göğüs kafesi inip çıkıyordu.
Göz bebeklerine, merkezinde mi diye bir kaç kez baktığımı
hatırlıyorum.
Denize doğru korumalara tekrar görebilecekleri büyüklükte
"Hadi gelin artık" anlamına gelen korumaları çağırma hareketlerini
yine yapıyorum ama bu arada köy halkından duyan yanımıza
geliyor, kalabalıklaşıyordu.
Özal'ın oturduğu sandalye, masanın etrafında ki insan çemberi
daraldıkça daraldı. Etrafımız sarılınca çağırma hareketimi
göstermeme ve yapmama da imkan kalmadı.
Gelenlerin kimi ellerini öpüyor, kimi boynuna sarılıyor,
bırakmıyor. Arkasına geçip kollarımı kartal gibi açıyor,
bir yandan da "abanmayın beyler, Başbakan hava alsın, soluklansın"
diye kalabalığın yaklaşmasına omuzuma abananlara mani oluyordum.
Filmi, fotoğrafı, gazeteciliği bıraktım ve nihayet nefes
nefese koşarak merdivenleri çıkan kırmızı yanaklı takım,
elbiseli, kravatlı iki koruma kalabalığı yararak geldiler.
Ne yaptılar biliyormusunuz? Özal'ın yanından ilk önce beni
uzaklaştırdılar. Gülümsedim. "Yahu siz yokken Özal'ı ben
koruyordum" dedim, cevap veremediler.
Kıyıda beklerken geldiğim tekneye sen artık git, ben büyük
tekneyle döneceğim dedim. Öğleden sonra onlar önde biz arkada
dönüşe geçildi. Yolda Özal'ın teknesi hız kesti, basın mensuplarının
bulunduğu bize yaklaştı. Semra Özal teknelerinde pişirilmiş
bir tepsi ızgara lüfer balığını basın mensuplarına uzattı.
Ne var ki hiç kimse tepsiyi almıyor, her gazeteci bu ikramı
fotoğraflamak istiyordu. Sonra teknenin burun kısmında bana
doğru dönüp "Tepsi elimde kaldı. Hadi alın artık" deyince
elimi uzattım.
O anda tüm deklanşörler çalışmaya başladı. Akşam baskısına
bazı gazeteler bu fotoğrafı, biz de "Özallar Poyrazköy'de"
fotoğrafını Hürriyet Gazetesi olarak birinci sayfadan vermiştik.
Bir süre sonra Hürriyetin Pazar eki SHOW dergisine her hafta
"Gizli Kalmış Cennetler" konulu gezi yazısı yazıyordum.
Nisan 1993'te Bursa yakınları Uluabat Gölü Gölyazı Köyünde
röportaj için turna, sazan, yayın gibi balıkların bulunduğu
tepsinin fotoğrafını çekerken balıkçı "Şimdi radyodan duydum
Özal ölmüş" dedi.
Tam da o anda Poyrazköy'de merdivenleri çıkarken gördüğüm
Özal'ın nefes nefese kalmış hali, terlemiş yüzü gözlerimin
önünde canlandı.
Elimde fotoğraf makinesi, öylece kalakaldım...
Yıllarca
Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış Turgut Özal ile tek
anı bu değil tabii. Hatta aynı koruma görevi ile tekrar
karşılaşmak zorunda bile kalmışlığım oldu.
Foto Muhabirliği görevim süresince yüzlerce fotoğrafını
çektim. Nereden bileyim bir gün internet sayfası yapacağımı
en iyi fotoğraflarımın hepsini de gazeteye teslim ettim...
Özal'lı çok fazla var ama anılardan bir kaçına şöyle bir
bakalım.
Özal Dalan'ın Okullarının Açılışında
İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan'ın Erenköy tarafında
bir okulunun açılışı var. Öğretmenler, talebeler, veliler,
basın mensupları, davetliler etraf oldukça kalabalıktı.
Beklenen misafir Turgut Özal ve eşi Semra Özal korumalar
eşliğinde okul bahçesine geldi.
Ne olacağını yine bilmiyoruz. Özal ve eşi okula doğru el
ele ilerlemeye başladı kalabalığın arasına daldı, bir metre
arkasında takipteyim, korumalar yine yok, inanırmısınız
bahçe kapısı içinde kaldılar.
Özal'ın etrafını okulun tüm öğrencileri bir anda sardı,
"Özal amca, Özal amca" diye bas bas bağırıyor,
her çocuk bir tarafından çekiyor, kolunu, bacağını tutuyor,
olacak gibi değil, Özal kendini savunacak halde değil, izdiham
var, laf anlayan yok. Poyrazköy'den edindiğim tecrübe ile
yine araya mesafe koyabilme direnci ile foto muhabirliğine
ara verip koruma görevime başladım.
Nefes nefese korumalar en az beş yüz çocuğun arasından geldiler,
"Gülerek, neredesiniz yaa, Özal'ı koruma görevini yine
bana yaptırdınız" dedim.
Geçmişe
bakınca
Şimdi düşünüyorum da her hafta Ankara'dan İstanbul'a gelen
Özal'ı uçağa bindirdikten sonra uçak merdivenlerinin altında
kazasız, belasız, olaysız, yolcu etmenin verdiği huzurla
dua edip elleriyle yüzlerine çok şükür bu günü de atlattık
diyen korumaların görüntüsü geliyor gözlerimin önüne.
20 yıllık faal gazetecilik dönemimde hem de 80 öncesi bugüne
dek yaşanmış en kritik dönemler, çatışmalar, olaylar, mitingler,
yürüyüşler dahil hiç bir polisten laf işitmemiş, itilip
kakılmamış, cop yememiş, liderlerin en yakınında görev yapabilmiş,
her defasında "siz" diye hitap edilmiş emniyet
mensupları ve liderlerden güven sağlamış vukuatı olmayan
bir foto muhabiriydim.
Özal
Zeki Metin ile
Geçmiş gün yanılmıyorsam 01 Mayıs Hürriyet Gazetesinin kuruluş
yıl dönümüydü Hilton Hoteli Balo Salonu önünde açık bahçe
bölümündeydik, kapıdan girenlere bakıyorum kimler geliyor
diye davetlilerle sohbetleri fotoğraflıyorum.
Özal ile Zeki+Metin karşılaştıklarında karşılıklı hiç konuşmadan
birbirlerine doğru bakarak gülüşmeler başlamıştı, anı fotoğrafladım.
Daha sonra Zeki Alasya'ya "çok güzel bir fotoğrafınızı
çektim dedim, hemen bize onu ver" dedi, "yoook
dedim satarım, o zaman resmi görelim önce demişti",
gülüştük.
Özal'ın misafiri Malcom Forbes
ABD'nin sayılı zengin iş adamlarından biri olan, ünlü FORBES
ekonomi dergisinin sahibi, Turgut Özal'ın arkadaşı Malcom
Forbes özel hobisi olan ve Kanuni Sultan Süleyman şeklinde
imal ettirdiği balonu ve yine özel ekibi ile Türkiye'ye
gelmişti. Zamanın başbakanı Turgut Özal'ı başbakanlık konutunda
ziyaret eden Malcom Forbes,
biz gazetecilerin, başbakanlık korumalarının hiç de alışık
olmadığı biçimde başbakanlığa geliş şekli hepimizi şaşırtmıştı.
Forbes dev balonuyla Ankara, Konya, Pamukkale, Ürgüp, Efes
ve İstanbul'da uçuş yapacak, organizasyona katılan basın
mensupları yaşananları gazete ve TV kanallarına haber yapacaklar.
Hürriyet
Gazetesi için turu takip görevi de bana verilmişti. Turgut
Özal Başbakanlık Konutu kapısında korumalarla misafiri bekliyor,
ilerlemiş yaşına tezat Malcolm Forbes,
Harley Davidson motosikletlerden kurulu ekibiyle Başbakanlık
konutuna giriyordu!
Bu ilginç kahkaha dolu karşılaşma sonrası anı fotoğrafları
çekilmiş, özlem giderilmiş, ayaküstü sohbet sırasında Forbes'in
beraberinde getirdiği sırtında "Kapitalist Araçlar" yazan
kırmızı yeleği şakayla karışık Özal'a da giydirilmişti.
İki
Cumhurbaşkanı
Turgut Özal Ankara'dan İstanbul'a gelişlerinde Harbiye Ordu
evinde konaklar, davetlerini de burada verirdi. Yine basın
olarak takiplerimizde askeri ordu evine program dahilinde
kabul edilir, gösterilen yer ve saatte fotoğrafı çektirirler,
iş bitince bizi de aynen kapı dışarı çıkartırlardı.
Bir keresinde iki cumhurbaşkanı çektirecelklerini söylediler
öyle de oldu Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Türkiye
Cumhurbaşkanı aynı karede poz verdiler.
Hız düşkünüydü
Turgut Özal'ı takip etmek yetişmek çok riskliydi, son model
Mersedes marka aracını ve aynı markalı konvoyunu gazetede
kabak lastikli Şahin, Doğan, Renault marka araçlarla ulaştırma
servisinde çalışan taşeronlarla konvoya yol takibinde yetişmek
çok riskliydi. Özal arkadan gelen basın mensuplarını düşünmeksizin
gideceği yere hızla uçarcasına giderdi.
Bir keresinde karşılamaya gittiğimizde Ankara'dan İstanbul'a
kendi kullandığı Mersedes ile dört saatte geldiklerini Semra
Özal söylemişti.
Öyle ya iki il arası 428 km mesafedeydi ama arada kamyonların,
tırların peşine takılıp gıdım gıdım yol alınan Bolu Dağı
rampası vardı, üstelik tünel ve oto yol da yoktu. Kendi
aracımla aynı yolu altı saatten önce asla yapamıyordum.
O gün Özal geçecek diye Ankara - İstanbul arasında ki yola
çıkan tüm yollar trafik ekiplerince kapatılmış, Özal da
o sayede hiç hız kesmeden ayağını gaz pedalından kaldırmadan,
dört saatte gazlayıp gelebilmişti.
Sanırım Çamlıca gişelerde otoyol açılışındayız turnikede
üzüm salkımı misali Özal'ın para ödeyip geçişini tüm basın
mensuplarıyla beraber fotoğraflayacağız birbirimizi eziyoruz.
Nihayet Özal turnikeye girdi, parayı uzattı fotoğrafı çektik
fakat verdiği ücret 30 TL gibi bir şeydi, oysa yol geçiş
üçreti bu kadar değildi. Gazeteden soracaklar adım gibi
biliyorum kaç lira verdi merak konusu olabilir diye.
Hemen aracının kapısına gelip "niçin 30 TL verdiniz"
diye sordum, cevabı Semra Özal "uğurlu gelsin diye"
bir ifadeyle vermişti!.
Bunun gibi daha ne anılar ne açılışlar, kokteyller, toplantılar,
imza törenleri, fabrika ziyaretleri yabancı ülkelerden gelen
liderleri ağırlamalar neler neler hepsini fotoğrafladım.
Son fotoğrafını ise Topkapı Anıt Mezarında çekmiştim....
Hayatta iki meslek vardır kimsenin yaklaşamadığı liderlerin,
ünlülerin burnunun dibine dek girersiniz. Biri garsonluk,
diğeri foto muhabirliği.
Foto muhabirliği görevim süresince Celal Bayar, Süleyman
Demirel, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan,
Kenan Evren gibi nice liderleri bir çok anını hep fotoğrafladım.
Turgut Özal da bunlardan biriydi....
|