GEZİYORUM
Taş taş üstünde... Bafa
Gölü
Bazen burnumuzun dibindeki güzellikleri yıllarca farkedemeyiz.
Tıpkı Söke-Milas karayolu üzerindeki Bafa Gölü gibi...
Bu yoldan Bodrum'a giderken ve hedefte Bodrum'a bir an
önce ulaşmak varsa, her defasında gölün yanından hızlıca
geçer, ama bir çoğumuz çevresini ya hiç merak etmeyiz,
ya da vakit ayıramayız.
Tarihle doğanın buluşma noktasını, bu kez es geçmeyiniz.
Bafa Gölü, Milas İlçesi'nin sınırları içerisinde, Söke
Ovası'nde yer alıyor. Bu bölgenin arkeolojik değerler
açısından Türkiye'nin en zengin yerlerinden biri olduğunu
söylersek, gölün kıymetini kısadan özetlemiş oluruz.
Söke Ovası, 2000 yıl önce denizmiş, büyük bir körfez varmış
burada.
Büyük Menderes Irmağı'nın getirdiği alüvyonlar körfezi
doldurunca, ova haline gelmiş. Bugünkü
Bafa Gölü, denizden bir parça olarak arada kalmış.
Coğrafya dersi gibi gelmiş olabilir, ama buranın coğrafyası
üstüne konuşulmaya değer.
Gölün üzerinde üç küçük ada var.
Buralarda manastırlar, kiliseler kurulmuş çok eskiden.
En eskisi "Yediler Manastırı".
Tarihi kalıntıların yanısıra, balıkçıl kuşları, pelikanlar,
karabataklar ve ördekler de hemen dikkatinizi çekiyor.
Etrafı zeytin ağaçlarıyla çevrili gölün doğal zenginliklerini
tamamlıyor kuşlar.
Sahilde birçok tekne gezi için yolcularını bekliyor.
Dolmuş usulü çalışan teknelerle ada turu yapmak mümkün.
Bu keyifli tur sırasında yüzme molası da veriliyor.
Ama en keyifli anlar, güneş battıktan sonra gökyüzüne
vuran kızıllığın gölün rengini değiştirmesi seyrettiğiniz
saatlerde yaşanıyor.
Tarihi zenginlikler
Göl turu, adalardan sonra antik Heraklia kentine dek uzanıyor.
Beşparmak Dağları'nın güney eteklerinde, gölün kıyısına
kurulu kente Bafa Beldesi'nden dönüp, 9 kilometrelik toprak
yolla da ulaşabilirsiniz.
Bu yolculuk bir hayli keyifli, çünkü çevredeki kayaların
ilginç şekilleri hayal gücünüzü zorluyor yol boyunca Çine
Çayı vadisinde başlayan Beşparmak Dağlarına uzanan farklı
yüzey şekilleri, kaya yapısı öyle değişik şekilleniyor
ki, başka yerlerde görünen kayalardan hemen ayrılıyor...
Her kayada başka bir şekil arıyor ve buluyor gözleriniz...
Yol önce Kapıkırı Köyü'ne ulaştırıyor sizi. Köye girmeden,
sahile inen bir yol ayrılıyor. Karşınızda Heraklia, antik
yapılarıyla bir tarih hazinesi!
Heraklia'nın
tarihi M.Ö. 7. yüzyıla uzanıyor, Hellenistik ve Roma dönemlerinde
parlayan kent, deniz ticaretiyle zenginleşmiş.
Bizans döneminde ise psikoposluk merkezi olmuş.
Kayalık ve engebelik bir arazi üzerine kurulan kent, 6.5
metre yüksekliğinde surlarla ve 65 kuleyle çevrilmiş.
Mükemmel denecek kadar düzgün olan taş işçiliği bugün
bile farkediliyor.
Kentin
içindeki Athena Tapınağı, günümüze kadar gelebilmiş şanslı
yapılardan. İki katlı olarak inşa edilen Agora'dan ise
geriye tek kat kalmış. Yinede dükkan ve hanların yerlerini
görebiliyorsunuz.
Agora'nın doğusundaki "U" planlı yapı, M.Ö. 2. yüzyılda
inşa edilen Şehir Meclis Binası. Sonra sırasıyla tiyatro,
Endymion Kutsal Alanı ve Haham Manastırı'nı gezebilirsiniz.
Geçerken uğramak yerine bütün tatilinizi de göl kenarında
geçirebilirsiniz.
Sıkıldığınızda günübirlik çevre gezileri yapmak da mümkün.
Milas'ta Gümüşkesen Mezar Anıtı'nı, içme suyuyla da tanınan
Labranda antik kentini, Didim, Milet ve Lasos'u mutlaka
görülmesi gerekenlerden.
Sadece Milas'ı gezmek bile bir gününüzü alır.
Sokaklar, hanlar, evler, bacalar, renkli çarşısı, tarihi
dokusuyla çarpıcı güzellikler sağlıyor.
Ünlü
Milas halıları da görülmeye de satın alınmaya da değer.
|