Müzik:
Frank Zappa - Bolero
|
GEZİYORUM
Güney'in
antik kenti, Patara...
İnsanın vücudunda jakuzi etkisi yapan hırçın dalgalarda
doyasıya yüzmek, şifalı kumlar üzerinde yürümek, antik kent
kalıntıları arasında Hafringer cinsi atlarla turlamak, kum
tepelerde gün batımını izlemek ve yemeğinizi kır lokantalarında
yiyip, geceyi rock barlarda noktalamak istiyorsanız, Patara
tam size göre...
|
Anadolu uygarlıklarından Likya'nın önemli limanlarından
biri olan Patara, doğanın cömert davrandığı bir bölgede
yer alıyor. Çölü anımsatan kumları, Patara'yı diğer antik
kentlerden farklı kılıyor. Tertemiz denizi ve çam ormanlarıyla
ünlü yöre, bünyesinde birçok sürpriz saklıyor.
Patara antik kenti, 15 kilometre boyunca devam eden sahil
bandının hemen gerisinde kurulmuş. Tiyatro, su kemerleri,
anıt mezarlar, lahitler ve kilise, arkeolojik çalışmalar
sonucunda gün ışığına çıkarılanlardan.
Fakat
kentin büyük bir bölümü, rüzgarlarla bir yerden bir yere
taşınan kumlar altında saklı.
Kum taşınmasını önlemek amacıyla geliştirilen bir proje
dahilinde iklime uygun dikilen akasya ve bitki türleri bölgeye
ayrı bir güzellik katarken, koyu pembe çiçekli zakkumlar
ve çam ağaçlarıyla bütünlük sağlıyor. Patara'da yerleşim
alanı, Gelemiş Köyü antik kentinin 2 kilometre gerisinde
yer alıyor.
Bölge aynı zamanda betonlaşmaya karşı koruma alanı ilan
edilmiş.
Lütfen Dikkat:
Patara sahili genellikle dalgalı ve rüzgarlı. Bunaltmadan
ve vücudu okşarcasına esen rüzgara kanıp biraz da erken
bronzlaşma uğruna Haziran Temmuz, Ağustos aylarında sakın
uzun süre güneş altında kalmayınız. Bir çok el ele yürüyen
sevgilinin cazip görüntüsüne imrenip kumsalda uzun süren
romantik yürüyüşler yapmayınız.
Kumlardan yansıyan ışınlarla güneş semsiye altında bile
kalsanız, bir saatte çok faktörlü kremli cildiniz kızarıp
kavrulabilir, akabinde deride kaşıntı ve soyulmalar başlayabilirPatara'nın
sıcak rüzgarı çok farklı...
|
Gün
başlıyor
Patara'da konaklama yok, konaklama Gelemiş Köyünde yapılıyor.
Haliyle sabah, kuş, horoz, kuzu, inek sesleriyle uyanıyorsunuz.
Parlak bir hava, çam ve deniz kokan esintiyle uyku mahmurluğundan
kurtulanların ilk işi, kahvaltı sonrası yürüyüş.
Daha sonra sıra, minibüsle ulaşılan eşşiz güzellikteki kumsala
uzanıp, denizin tadını çıkarmaya ve gecenin yorgunluğunu
sıcak kumlara bırakmaya
geliyor.
Alabildiğine geniş, uzun ve vahşi kumsalda rüzgar, denizde
ise dalga hiç eksik olmuyor. Akdeniz'in sayılı temiz denizine
sahip Patara'da sahile vuran dalgalar vücutta jakuzi etkisi
yaparken, kulaç atmaya çabalamaktan yorgun düşüyorsunuz.
Kum zerreciklerini zeminde alıp vücudunuza yapıştıran rüzgara,
Patara'nın yakıcı güneşi eklenince nasıl bronzlaştığınızı
akşam daha iyi farkediyorsunuz.
Caretta Caretta'ların da ziyaret ettiği Patara'nın kum yapısı
oldukça ilginç. Binlerce yıl önce temiz denizlerin göstergesi
olan bir çeşit mikroorganizma ürünü bu kumlar üzerinde kum
kürü yapanlar, ağrı ve sızıdan kurtuluyorlar.
Plajın yoğun sezlonglu, semsiyeli bölümünün hemen arkasında,
ahşap kafeterya ve oturma üniteleri bulunuyor. Burada plaj
sakinlerine gözleme, hamburger, cips, bira gibi yiyecek-içecek
servisi yapılıyor.
Kum tepelerde at safarisi
Patara'da at gezileri düzenleyen çiftlikler yer alıyor.
Çiftlikte yürüyüşe eğitimli Hafringer cinsi atlar bulunuyor.
Alman harbinde top arabası çekmekte kullanılan bu atlar,
günde 60-70 kilometre
yol yürüyüşü yapabiliyor. Avusturyalı annelerinden Karacabey
harasında üretilen taylar, Patara'nın dağ yollarına ve kum
tepelerine kolayca uyum sağlamışlar. Rüzgar, Nazlı, Arzu,
Babür gibi isimler taşıyan at gezileri, sabah serinliğinde
ve akşam saatlerinde yapılıyor.
Rehber eşliğinde yapılan bu geziler, sabah 06:00-07:00 saatleri
arasında başlıyor.
Yemi yedirilen, suyu içirilen, temizlenen ve yeleleri taranan
uysal atlar, konukların arzusuna göre yön çiziyorlar.
Çok değerli özel yapım Amerikan kovboy eyerlerinin üzerinde
yapılan bu gezilerde, birinci adım kanal boyu, ikinci adım
yeşillik vadi, üçüncü adım ise kum tepeler ve deniz. Yol
boyunca orman, vadi ve antik kentlerden geçiliyor. Daha
önce hiç ata binmemiş olsanız bile, çiftlikte verilen bilgiler
doğrultusunda ve 3-4 turluk denemelerde 10 dakikada at binicisi
olabiliyorsunuz.
Kum tepelerden gün batımı
Alternatif turizmde bir başka keyif de, kum tepelerde yaşanıyor.
Gün
batımında önce sararan, sonra kızıla boyanan kum tepeler
üzerindeki dalga hareketlerini, gölgeleri ve bir yüzü karanlıkta
kalan tepe silüetlerini izlemek veya fotoğraflamak bile,
başlı başına Patara'ya geliş nedeni olabilecek özellikte.
Rüzgarla kapanan kumdaki ayak izleri, yeniden şekillenen
kum tepeler, üzerinde oluşan simetrik kum dalgacıkları,
denize batan güneşten önce ortaya çıkan pastoral kompozisyonlar,
tek kelimeyle büyüleyici güzellikte.
Patara Antik Kentini Geziyoruz
Gelemiş Köyünü denize doğru iki kilometre geçtikten sonra
Patara Antik Kenti ören yeri giriş kulübesi ile karşılaşıyor.
Sadece plaja da gitseniz veya ören yerini de gezseniz 15
TL ören yeri giriş ücreti ödüyorsunuz. Bu noktadan itibaren
ayrıca otopark ücreti veya plaj girişine ödeme yapılmıyor.
Patara
Kenti Giriş Kapısı
Patara'da
ilk görülen bir kısmı günümüze sağlam biçimde gelebilmiş,
kentin M.S. 100 sıralarında yapılmış olan giriş kapısı oluyor.
Kapının çevresinde çeşitli lahitler yer alırken bir kısmı
üzerinde biriken toprağın kaldırılmasıyla asfalt dökülmüş
yolun seviyesi altında da Roma Çağı lahit mezarların olduğu
izlenimi veriyor.
Ana Yol
Lykia'nın önemli liman kentlerinden biri durumunda ki Patara,
Roma İmparatorluk döneminde Roma Valisinin adli merkezi
ve Apollon bilicilik merkezi olarak da işlev görmüş.
Kentte ki diğer kalıntılar arasında Roma Hamamları, Hıristiyanlık
dönemi bazilikası, Vespasian Hamamları, 13x16 metre ölçülerinde
bir platform üzerinde bulunan Korint düzeninde bir tapınak,
tiyatro, Hadrian Granarimu, pseudopeipteral bir başka yapı
ve limanın yanında bulunan tepecikte Dünyanın en eski deniz
feneri kalıntıları görülüyor.
Meclis
Binası
Ören alanının girişinde otopark, WC, hediyelik eşya satış
ofisi, meşrubat büfesi ve yaya yolu yer alıyor. Biri restore
edilmiş (!) iki tiyatrodan sonra 2008 -2014 yıllarında restorasyonu
TCBB tarafından yaptırtılan Meclis Binası sonrasında sütunlu
büyük yol Deniz Fenerine doğru dönüyor ve 800 metre boyunca
bodur çalılık, yer yer ağaçlı, patikadan yürünüyor. Bu yollarda
çalılıklar arasına kaçan kah yol üzerinde "S" ler çizerek
ilerleyen Haziran başı, Temmuz, Ağustos aylarında boyları
1.5 ila 2 metre arasında değişen siyah ve zehirli yılanlar
görebiliyoruz.
(Bu nedenle ören yerinde çorap, kapalı
ayakkabı giyilmesi tedbir olarak yararlı olabilir).
Dünyanın
İlk Deniz Feneri
800 metrelik yolun sonunda fener kalıntıları son ziyaret
noktamız oluyor Fenere ait olduğu sanılan taşların büyük
bölümü çevreye yayılmış bulunuyor, fenerin içinde basamaklar
varlığını korurken fener bölgesinde deniz suyu bulunuyor.
Restore edilmekte olan fenerin katlarına normal inşaat duvarı
örülüp üzeri eski taşlarla kaplanarak restore ediliyor!
Fenerden ayrılarak geldiğimiz yoldan dönüşe geçiyoruz.
Son
bir not
Restore edilen tiyatro'da duvarlara çıkılmaması için kromaj
kaplı demirler konmuş, binlerce yıllık antik tiyatroya yakışmayan
bu uygulama yerine keşke ahşap karkas, kafes kullanılması
düşünülmeliydi.
Bu sayede hem düşme yeri riskten korunmuş olur hem de tarihe
antik tiyatroya saygı gösterilmiş olurdu.
Çevrede gezilecek diğer yerler
Xantos, Letoon, Sdyma, Pınara, Tlos ve Telmessos, gün içinde
gidip gezebileceğiniz antik kentlerden bazıları.
Doğa harikası Fethiye Saklıkent kanyonu ile Ölüdeniz'i de
turunuza katabilirsiniz.
Çok yakın bir başka yer ise, Kalkan (Kaputaş) ve Mavi Mağara.
Eşen Çayı üzerinde "kano" serüveni
Xantos'un kızılderilileri...
Son yılların en gözde aktivitelerinden biri; Eşen Çayı üzerinde
yapılan kano gezileri. Şimdi Saklıkent Kanyonu'ndan doğan
ve bir kolu Kınık'tan geçen Eşen Çayı'nı, tıpkı Kızılderililer'inki
gibi dizayn edilmiş kanolarla gezmeye gidiyoruz.
Nehir
altınızda bütün hırçınlığıyla akıp gidiyor. o anda yapacağınız
en iyi hatta tek iş; bindiğiniz teknenin burnunu dik tutmak
ve devrilmemeye çalışmak. Tabii etraftaki kayalardan da
mümkün olduğunca uzak durmak... Son yıllarda artan alternatif
turizm türlerinden biri de rafting. Özellikle güney sahilleri,
yıl boyunca rafting meraklılarıyla dolup taşıyor. Dağlardan
doğan ve küçük akarsularla beslenen nehirlerin çoğu rafting
için uygun. İşte bunlardan biri de Eşen Çayı.
Saklıkent Kanyonu'ndan doğan ve bir kolu Kınık'tan geçen
Eşen Çayı'nda, macera gün boyunca bir çok aktivite ve heyecanla
sürüp gidiyor. Bu maceraya katılan yerli-yabancı turistler,
gün boyu eğlenme olanağı buluyorlar.
Kınık'ta köprü altında başlayıp Çayağızı'na kadar süren
16 km'lik Eşen Çayı'nda, yaklaşık 4 saat su üstünde kalınıyor.
Sabah 11:00'de başlayan kano yolculuğu, çeşitli molalarla
17:30'a kadar sürüyor.
Kanolar ve teknik özellikleri
Kanada tipi polyester kanolar, genelde iki kişilik. Aileler
bazen çocuklarını da yanlarına alabiliyorlar. Bir kanonun
ağırlığı 60 kilo. Ancak bu kanolar yaklaşık 200 kilo taşıma
kapasitesine sahipler.
Bulduğu sürati sürekli kılacak ve dönüşü kolay olan bu kanolar,
aynı Kızılderililer'in kullandığı biçimde dizayn edilmiş.
Tur acentası, sigorta yaptığı konuklarına can yeleği, bot,
kürek, yiyecek, içecek, ulaşım ve rehberlik hizmeti veriyor.
Kano geçişi sırasında grubun arasında mutlaka 3-4 rehber
bulunuyor ve güç durumlarda konukların yardımına koşuyor.
Mart ayı sonunda başlayan geçişler, Kasım başına kadar sürüyor.
Bu arada rehberler, mehtaplı gecelerde kano geçişi yapıp,
kendi aralarında aktiviteler yaşıyorlar.
Kızılderililer gibi
Kano geçişine katılacak grup, sabah 10:30'da Gelemiş Köyü
Dardanos Travel acentası önünde toplanıyor ve minibüslerle
Eşen Çayı kıyısına geliniyor. Acenta yöneticisi Mete Albayrak,
grubun lisanına göre kano geçişinin nasıl yapılacağını,
nelerin görüleceğini, küreklerin nasıl kullanılacağını,
düz pedal-ters pedal hareketlerini, dönüşleri, şelale geçişlerini
nasıl yapacaklarını, özetle bütün bunların püf noktalarını
öğretiyor.
Sabırsızlıkla kanolarına binenler, belirli aralıklarla kendilerini
nehrin akışına kaptırıyorlar. Ve ilk şelale noktasına geliniyor...
Daha önceden şelale dönüşüne yerleşen rehberler, Polat Korkmaz
ve
Recep Tunç, acemi kanoculara burada yardım ediyorlar.
Eşen Çayı'nın zaman zaman yavaş, zaman zaman deli gibi aktığı
yerleri, akıntını karşı kıyıya çarpıp geri geldiği bölgeyi
ve şelale noktalarını başarıyla geçen kanocular, ilk mola
yerlerine varıyorlar.
Burası, çıkıştan yaklaşık yarım saat sonra ulaşılan çamur
banyosu. Mineral miktarının en yoğun olduğu toprak, killi.
Fakat kükürt barındırmadığı için, kokusuz.
Çamur havuzları 50-60 cm derinlikte küçük gölcüklerden oluşuyor.
Önceleri vücuda krem gibi itinayla sürülen çamurlar, yarım
saatlik mola sırasındaki debelenmeden sonra tam bir çamur
banyosuna dönüşüyor.
Tepeden tırnağa çamur bulanan, minicik göle çivileme, balıklama
atlayan ve tanınmaz hale gelen turistler, bu halde fotoğraflarını
çektirdikten sonra, bu kez de 16 derecedeki temiz dağ suyuna
sahip Eşen Çayı'na dalarak çamurlarından arınıyor ve ikram
edilen soğuk meşrubatlarını içerek yollarına devam ediyorlar.
Çayın iki yakasında yer alan okaliptüs ağaçları, zakkumlar,
sazlıklar ve dönüşler geçilince kıvrım kıvrım uzanan çayda,
yani çıkıştan 6.5 kilometre uzaklıkta yemek molası veriliyor.
İştahla yenen ızgaralardan sonra bu macera, akşamüstü Çayağızı
mevkiinde kano geçişiyle son buluyor.
Kano geçişine katılmak için yanlarında mayo, şort, suya
dayanıklı ayakkabı ve tişört getirmeleri gerekiyor.
Dardanos Travel Acentası
Tel: (0 242) 843 51 51
Faks: (0 242) 843 51 10
Xanthos'ta gün batımı
Kınık'a gelen turistlerin uğrak yerlerinden biride Xanthos
antik kenti. Eğer Xanthos'u gezmeye karar verdiyseniz, gün
batımını izlemeyi ve bu sırada silüetleşen harabeleri fotoğraflamayı
sakın unutmayınız.
Lykia'nın en önemli kentlerinden biri olan Xanthos, Hellence'de
"Sarı" anlamına
geliyor.
Pers egemenliğine kadar bağımsız olarak yaşamış antik kentte,
en çok dikkati çeken tarihi yapı savaş anıtı. 8.87 metre
yükseklikteki bu mezar anıt, kayalardan oyulmuş masif bir
paye ile dört yüzü frizle çevrili küçük bir mezar odasından
oluşuyor.
Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu odadaki anıt mezarların
kabartmaları, 1842 yılında İngiliz Fellows tarafından Londra'ya
götürülmüş.
Yerlerine de orijinallerinden alınma alçı kopyalar konulmuş.
Kabartmalarda mezar sahibi ve eşine, diğer aile bireylerinin,
sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı
kuş-yarı kadın şeklindeki Siren adı verilen yaratıklar,
bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.
Bu mezarın M.Ö. 470-480 yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor.
|