GEZİYORUM
Aşıklar diyarı:
Uşak
Önce yalçın kayalar, dikenli bitkiler, kurumuş ağaçlar,
geniş kanatlı yabani kuşlar, tilkiler ve alabildiğine safari
tozuyla Ulubey kanyonuna gideceğiz. Ardından 1.75 metre
genişliğinde ve Banaz çayı üzerinde bir gerdanlık gibi duran
Cılandıras köprüsünden geçeceğiz.
Sonra da 7 kişinin el ele tutuşarak ancak etrafını çevirdiği
Tepedelen anıt çamını selamlayacağız. "Aşıklar diyarı" Uşak'tayız...
Eski adı "Uşşak" olarak geçen, Arapça'da "Aşıklar Diyarı"
anlamına gelen ve 15 Temmuz 1953'te Uşak adını alan kent,
aynı zamanda 1905 yılında Anadolu'da elektriğe kavuşan ilk
il olma özelliğini taşıyor. 1898'de demiryoluna kavuşan
Aydın'dan sonra ikinci il olan Uşak'ın geçmişi ise M.Ö.
4000 yılına kadar dayanıyor.
Uşak, Frigler'i, Lidyalılar'ı, Persler'i, Büyük İskender'i,
Bergamalı ve Bizanslılar'ı konuk etmiş. Sebaste antik kentinden
Aksaz kaplıcasına, el sanatlarından, yöresel yemeklerine
kadar, çok zengin bir kültüre sahip.
Ulubey Kanyonu
11 bin hektar alanı ile Dünyanın 2. büyük kanyonu olan Ulubey
Kanyonu 75 km uzunluğunda.
ABD
de ki Büyük Kanyondan sonra Dünyanın en büyük ikinci kanyonu
olan Ulubey Kanyonu yürüyüş, bot gezisi, balık tutma, moto
cross gibi bir çok spor aktivitesine imkan tanıyor.
Ulubey kanyonu vadisinin tepesinde, küçük bir çamlık alan
var.
İçinde aynı isimli bir restoran bulunuyor. Restoranın önü
demir korkuluk, gerisinde masalar, piknik yerleri, kaydırak
ve aşağıda da gözlere sığmayan bir panorama uzanıyor. Önce
bakıp, nereye hangi yoldan gidebileceğinizi görebiliyorsunuz.
Vadi yatağında, bir ara deri fabrikası atıklarıyla kirletilen
ince bir nehir
akıyor. Sağı, solu sık ağaçlarla kaplı yolun üstündeki suya
hasret tepeler, iyice boz! Mağaraları, kalesi, bitki örtüsü,
yalçın kayalıkları ve canlıları ile yaşanası güzellikte
yabanıl bir doğa, görmek lazım.
Blandaus antik kenti
Hiç vakit kaybetmeden Ulubey içine geliyor, buradan Denizli'nin
Güney ilçesine gidermiş gibi yapıyor ve pek kimsenin uğramadığı
ya da varlığından haberdar olmadığı Sülümenli'deki Blandaus
antik kentine giriyoruz. Yoldan 1 km içerdeki kent, yüksek
bir yarımadaya kurulu. Altı deniz değil ama, derin uçurumlar,
yarların zirvesinde güvenli mi güvenli. Etraftan saldırı
olursa, surlarla tedbir almışlar.
Blandaus antik kenti girişinde su kemerleri kalıntıları
var.
Bundan 20 yıl öncesine kadar üç tane kemer varken, önce
biri sonra da diğeri kilit taşına sızan sularla arka arkaya
çökmüş.
Vatandaşın birisi bakmış, diğerleri gibi üçüncü kemer de
çökecek, almış bir teneke harç, gidip kemerin tepe noktasındaki
kilit taşını betonlayıp üçüncü kemeri çökmekten kurtarmış.
Tarihi kalıntının ortasındaki beton harç böyle oluşmuş.
(Bu belki küçük bir detay ama, bir zamanlar gündem olan
Fenerbahçe'nin bir maçta 6 yabancıyı aynı anda oynatmasından
ya da haber değeri olmayan verimsiz televole programlarından
daha önemli şeylerle ilgilenenler de olduğunu göstermesi
açısından umut verici).
Üç tarafı derin tepenin eteklerinde antik kente ait kaya
mezarları, sur kalıntıları ve giriş kapısı, taş gibi duruyor.
Karşıda uzanan panaromada estetik sütunlar arasında üç Alman
arkeolog, bir de Turizm Bakanlığı görevlisi inceleme yapıyor.
Yarımadanın en ucunda bulunan ve göze hoş gelen simetrik
görünüşlü kent kalıntılarını fotoğraflayıp çıkarken, aklım
Ulubey'e komşu Karahallı ilçesi içinden geçen Banaz çayı
üzerindeki gerdanlıkta...
Cılandıras
Köprüsü
Bu bir taş köprü ve incecik bir yaya yolu var. İsmi de ilginç,
Cılandıras köprüsü. Tepeden akan sular, santraldeki görevini
yapıp kaçarcasına geliyor. Sonra da koparcasına dökülüyor
ve döküldükten sonra, yukarı mı aşağı mı aktığı pek de belli
olmuyor.
Kuş ve su sesi hakimiyetindeki yemyeşil ortamda piknik masaları,
alabalık restoranı, yüzme havuzu, çay bahçesi otopark ve
santral üniteleri bulunuyor.
Patikalar ve taş basamaklar her açıdan, hatta dere yatağından
bile inip köprüyü görmenizi sağlıyor. Yaz mevsimi sonrasında
kimse yok, Sadece haftasonu aileler piknik yapıyor.
Cılandıras Köprüsü çevresi temiz havası ve dinlendirici
ortamıyla, gelmeye değiyor.
Kendimi gün batmadan üçüncü durak Banaz'a gitmeye programlamasam,
üzerimde biriken elektriği, kazandığım hızı ve km'yi taşlara
oturup sıfırlamayı çok isterdim, ama tempoyu kaybetmeden
Uşak iline giriyor, aynı hızla çıkıp Banaz ilçesinden geçiyor,
konuksever köyler içinden meraklı bakışlar arasından köylüler
ile selamlaşıp Bahadır Köyü'ne ulaşıyorum.
Tepedelen Mevkii Anıt Çam Ağacı
Köy köpeklerinin içeri girmemesi için kapadığım aracın camını
açıp araçtan inmeden, anıt ağacın nerede olduğunu soruyorum.
Köylüler anıt ağacın 16 km yukarda, tepede olduğunu söylüyor
ve çay ikram etmek istiyorlar. Ama ışık bitiyor ve acelem
olduğunu söyleyerek yola devam ediyorum.
Rehberlik edecek kültürlü, kibar bir çoban ile tırmanmaya
başlıyoruz, 2312 metre yükseklikteki Murat dağına... Uzun,
düzgün gövdeli karaçam ağaçları, meydan direkleri gibi gökyüzüne
uzanıyor.
Yol toprak, yer yer çakıllı.
Sözün burasında bir öneride bulunmak istiyorum.
Keskin taşlar, kırık camlar lastiklerin baş düşmanıdır.
Bazen ön lastik çivinin üzerinden geçer, ona parende attırır,
arka lastiğe dik gelir ve girer.
Bu yüzden arka lastikler daha çok patlar. Benim lastiklerden
birini de yanaktan taş kesmişti.
Uşak'ta tamire vermiş, Banaz dönüşü alacağımı söylemiş ve
yola stepnesiz devam etmiştim.
Siz siz olun, benim yaptığımı sakın yapmayın. Çünkü döndüğümde
lastikçi kapamış ben de zorunlu olarak Uşak'ta kalmıştım.
Neyse, ağacın bulunduğu 1870 metrede araçtan inip yangın
gözetleme kulesinin bulunduğu tepenin karşısına rast gelen
"Tepedelen Mevkii'nde", eşi benzeri bulunmaz ve farklı orman
kokusu arasında 20 dakikalık bir yürüyüşle kekik tepesini
aşıp, etrafı çitlerle çevrili, geniş gövdeli ve yaşı 500-1000
arası olan anıt çam ağacının karşısına dikildim.
İçimden saygı duymak geldi. Ayıp değil ya, ağacı başımla
selamladım. Boyu 11, gövde çapı 3.05 metre. Köylüler buna
6 kulaç diyor. 7 kişi el ele ancak çeviriyor. Ağacın çevresi
9.60 metre ve 380 metrekare yer kaplıyor. Çobanlar ağaca
"Baklan" ismini takmışlar. Bir de merdiven dayamışlar ulu
gövdeye, isterseniz ağaca çıkıp, dalları üzerinde dolaşabiliyorsunuz!...
Uşak Arkeoloji Müzesi ve Karun Hazineleri
Dönüşe
geçtim... Kış yaklaşıyor, gün erken bitiyor, kimselerin
olmadığı ormanda hava daha da erken kararıyor Denizli'de
hiçbir otelde yer olmadığı gibi, Uşak'ta da turistler otelleri
doldurmuşlar. Sırada müze gezisi var.
Yasal olmayan yollardan yurtdışına kaçırılıp yıllarca süren
uğraşlar sonucu iadesiyle sevince boğulduğumuz "Karun Hazineleri"ni
görmeye değiyor.
Arkeoloji müzesinden güzel bir sergilenme ile ışıklı vitrinlere
dizilmiş eserlerin, 100 asalık filmle, düşük enstantanede
flaşsız fotoğrafı bile çekiliyor. Gümüşler, takılar, toprak
kaplar, mezar stelleri, sinek bile girse çalışan hassas
bir alarm sistemiyle korunuyor. Müzede hediyelik eşya reyonundan
çeşitli eserlerin biblo ve imitasyon kopyalarını da satın
alabiliyorsunuz.
Kent içi turunda, tek tük kalmış eski Uşak evleri ve meydanda
görkemli bir anıt var. Atatürk'ün karargâh olarak kullandığı
müze evde, etnoğrafik eserler görülebiliyor. Yeniden yapılan
çevre düzenlemesi nedeniyle, başta top ve mermi taşıyan
kadın figürleri eklenerek güzelleştirilen heykel çevresi
olmak üzere, iki yıldır alt yapı çalışmaları için tüm şehrin
altını üstüne getirmişler.
Uşak'ı anlatırken, bir nebze olsun kilimlerinden de söz
etmek gerek. Dericilik, halıcılık, kilim ve tekstille uğraşan
Uşaklılar, kilimlerini daha çok Eşme'de dokuyorlar. Altınbaş,
Toplu, Hürriyet, Albaş, Gıcıklı gibi çeşitleri bulunan kilimler,
geometrik desenleri ve capcanlı renkleriyle içinizde bir
coşku yaratıyor, insanın satın alası geliyor.
UŞAK
ATATÜRK MÜZESİ
Uşaktaki tanınmış ailelerden olan Kaftancıların evi
Kurtuluş Savası günlerinde karargah olarak kullanılmış.
Savaş 30 ağustos zaferle sona erdikten sonra Mustafa Kemal,
İsmet İnönü, Asım (Gündüz), Nurettin ve Kemalettin paşalarla
Uşak şehrine gelerek geçici karargahta konuk olmuş ve 3
gün burada kalmışlar.
Bu süre içinde bir de ibret verici olay yaşanmış.
Türklere esir olan Yunan Başkomutanı General Trikopis ve
adamları Mustafa Kemal tarafından ziyaret edilmiş. Geçmiş
olsun dileklerini dile getiren Mustafa Kemal savaşta her
askerin başına gelebilecek bu olay nedeniyle üzülmemeleri
konusunda telkinde bulunarak esirleri teselli etmiş. 1911
yılında yapılmış olan Kaftancıların Büyük Konağına savaş
sonrası aile yine taşınmış.
İki katlı yapıya kemerli bir kapıdan salon ve çeşitli odaların
bulunduğu birinci kattan yukarı estetik ve ilginç ahşap
bir merdivenle üst kata çıkılıyor.
1938 yılında kamulaştırılan binanın, birinci katı Uşak yöresine
has özellik taşıyan etnografik eserlerin teşhirine ayrılırken,
ikinci katta Kurtuluş Savaşına ve Mustafa Kemal'e ayrılıyor.
Burada Atanın yattığı oda, Atanın çeşitli fotoğrafları ve
kullanmış olduğu dönemin eşyaları sergileniyor..
Uşak
Halıları
Uşak halıları ile de ünlü Madolyon desenli halıların yanısıra
minder denilen 40x40 ebatlı olanlar da papatya, hindibağ
gibi otlar ve çiçeklerin kaynatılmasıyla kök boyalı yünlerle
dokunuyor, metre kare hesabı fiyatlanıyor... |