GEZİYORUM
Music:
The Marmalade - Empty Bottles
|
Bir huzur sığınağı,
Ağva
Doğa
kusursuz, hava temiz, balıklar leziz... Üstelik ulaşımı
artık daha kolay. İstanbul'un yanıbaşındaki Ağva, ailece
gidip huzur bulacağınız hoş sürprizlerle dolu. Bir başka
doğa harikası olan Şile'nin komşusu olan Ağva'da, balığın
her çeşidini nefis manzaralar eşliğinde yiyerek midenize
ve gözlerinize ziyafet sunabilirsiniz.
Batı Karadeniz sahilinde yer alan Ağva sonbahardan belki
de en az etkilenen yöre. Zamana, iklime meydan okuyan
Karadeniz'in tipik özelliği denize dik inen kayaların
anıtlaşmış olması.
Yemyeşil
vadilerin, sık bitki dokusunun yanı sıra fındık ve yaprağını
dökmeyen ağaçların da sıkça rastlandığı bölgede hüzüne
yer yok.
Burası yeşilin bol olduğu, sessizliği dinleyip, keyifli
yemekler yiyebileceğiniz bir çeşit huzur sığınağı.
Güzergahınız üzerinde ise tekrar tekrar gelmeyi gerektirecek
keyif ve tad alacağınız güzellikler, sürprizler ve pastoral
lezzetler var.
İstanbul'dan yola çıktığınız Şile'de balıkçı barınağına
bakarak bölgeye hakim yamaçtaki kafelerin birinde demli
bir çay molası verdiniz veya gemicilerin dostu Şile Feneri
eteğinde yer alan "Kavala Parkı" banklarında oturdunuz...
Daha sonra sahil yoluna devamla Kandıra yönüne Akçakese,
Kabakoz gibi köyleri geçip Ağva'ya ulaştınız.
Alüvyonlar
üzerinde
Ağva İzmit'in Çal Tepesi'nden doğup gelen Göksu ve Yeşilçay
dereleri arasındaki deltaya, alüvyonlar üzerine kurulmuş.
Eski zamanlarda Ceneviz ve Venedikliler'in kolonisi olan
yerleşim bölgesi, 50 metre eninde 2.5 kilometre uzunluğunda
kumsala sahip.
Haziran sonunda başlayıp ekim ayı sonuna dek süren deniz
sezonunun yanı sıra Ağva, yıl boyunca gidilebilecek bir
tatil yöresi.
Köye girişte ilk dikkatinizi çeken, balıkçı teknelerinin
çokluğu ve kıyı şeridi boyunca bir sonraki güne ağlarını
onararak hazırlık yapan balıkçılar.
Nostaljik bir balıkçı köyüne girdiğinizi çok geçmeden
anlıyor ve kendinize yemek yiyecek bir bahçe, denize yakın
veya çayların üzerine kurulu lokantalardan birini seçiyorsunuz.
Kimene, Liman, Tahir, Merkez ve diğerleri...
Hepsi de birbirinden cazip su üstü terasları, sahil masaları
ile donatılmış. Ocaklardan gelen kokular ise iç açıcı,
iştah kabartıcı.
Balıkların
geçiş yollarına, kayalıklara bırakılan ağlardan veya Trol'den
çıkıp buz şokuna girmeden tüketilen balıklar mönülerin
ilk sıralarında yer alıyor.
Gerek ağ gerek Trol balıkçılığında mevsim itibariyle palamut
ve lüfer şimdilerde en bol çeşitler. Mevsimin yaz ayları
boyunca gösterdiği değişkenlik nedeniyle dibe kaçan palamut
ve arkasından gelen lüferin boğaza girmekte biraz geciktiğini
balık akınının ekime, kasıma sarktığını belirtilen balıkçılar,
ağlardan Kalkan balığının da çıkmaya başladığını söylüyorlar.
Dere kenarında oturup karın doyurmak aynaya bakarak yemek
yemek gibi birşey...
Ne tarafa aktığı belli olmayan durgun suyun yüzeyini arasıra
geçen teknelerin çıkardığı dalgalar bozse da, çok geçmeden
su yüzeyindeki yansıma içinde Sazan Turna, Kefal gibi
balıkların geçişini görebiliyorsunuz.
Yemek
sonrası kalan birkaç lokmayı suya attığınızda tatlısu
balıkları varlıklarını daha da iyi belli ediyorlar.
Kıvrık boyunlu tepeli gri balıkçıl kuşlarının da zaman
zaman ziyaret ettiği derede kiralık sandalla geziye çıkmak
bir başka keyif.
Kah su kaplumbağalarının, kah kurbağaların suya dalışları
arasında kürek sesi dinleyerek alacağınız yol süresince
dinlendiğinizi çok belirgin şekilde hissedeceksiniz.
Göksu Deresi üzerinde hizmet veren konaklama tesisleri
ve restaurantlardan kiralanan tekne, kano ve deniz
bisikletleriyle ziyaretçiler tatil günlerini değerlendiriyorlar.
|
Gelin Kayası
Eğer hava, dereden çıkıp denize açılmaya uygunsa, üşenmeyin
motorlu bir tekne tutup kıyıyı takip ederek bu defa bir
başka pastoral lezzeti keşfe çıkın. Rotanızı Ağva Feneri'nden
Karadeniz'in Kerpe tarafına çevirip yol alırken daha ilk
dakikalarda gördükleriniz karşısında "'Acaba ben İrlanda
sahillerinde, Norveç fiyodlarında mıyım?" diye düşünebilirsiniz.
Çünkü, burası Karadeniz ve usta heykeltraşları bile hayrete
düşüren bir işçilik var.
Bir
nevi açıkhava müzesi olan kıyılarda rüzgarla elele verip
sabırla uğraşan, kayaları dantel gibi oyarak mağaralar,
adalar, anıtlar yaratan dalgalar yıllar sonra ortaya çıkan
bu oluşumları acımasızca bozarak içine çekip hazmediyor.
Bu bakımdan sahil şeridi üzerinde zamanla değişimlere
de rastlanıyor.
Fakat dalgalara ve yıllara göğüs geren öyle bir anıt kaya
var ki, denizden olsun karadan olsun her açıdan bambaşka
bir güzelliğe sahip. İlginç öykülü kaya bulunduğu koya
adeta gözcülük yapıyor.
Beyaz renkli kaya "Gelin Kayası" adıyla anılıyor ve denizden
bakınca bembeyaz duvaklı bir geline benziyor.
Ne yazık ki Karadeniz'in hırçın dalgalarına dayanamayan
Gelin Kayası'nın baş kısmı geçtiğimiz günlerde koparak
Ağvalıları üzdü.
Saklı Göl
Kıyı şeridi insanı şaşkına çeviren biçimlerle devam ederken
biz bu defa da haritalarda görülmeyen, pek de kimsenin
bilmediği gözlerden uzak doğanın içinde saklı bir göle
gidiyoruz.
Ağva'yı, Kadıköy ve Pınarlı gibi köyleri geçip son evden
sola saparsanız, toprak yolda traktörlerin yumuşak zeminde
bıraktığı derin tekerlek izleri nedeniyle çukurlu bir
yol göreceksiniz.
Burada 5 dakikalık bir yürüyüşle tamamladığınız yolun
bitiminde Saklı Göl'ü bulacaksınız! Gözlerimi kapayıp
küçük bir fanteziye dalıyorum. "Keşke" diyorum, "göl kıyısında
bir kır lokantası da olsa, göl veya deniz balıklarının
yendiği...
Keşke birkaç kayık da burda olsa, can yeleği takılıp kürek
çekilen... Tıpkı Abant'ta olduğu gibi...
Keşke haftasonları modelciler gelse, uzaktan kumandalı
küçük teknelerini yüzdürseler... Yemyeşil çimlerde bisikletlere
binseler, kros filan yapsalar... İstanbul'a yakın bir
Abant daha kazansak planlı programlı, ama içini kirletmeden..."
|