Akçakoca,
Orta Anadolu'nun denize en yakın açılan kapısı...
Düzce'nin
deniz kıyısı, Ankaralıların yıllar önce ki ilk tatil keşif
yeri, Karadeniz'in doğal yapısı ile ilgi çeken şirin ilçesi
Denizi, kumu, gün batımı, sivil mimari örneği yapıları,
dağ çileği, fındıkları ile hafızalarda iz bırakan Akçakoca,
kilometrelerce uzanan plajları, yemyeşil bitki dokusu,
tarihi kalesi, mağaraları, şelaleleri, yaylaları, güler
yüzlü insanları, yöresel ağız tatları ile hayranlık uyandırıyor.
1950-55 yıllarında tatil merkezi olma özelliğini öne çıkarmaya
başlayan ilçeye güzel bir yol ile giriyorsunuz.
İlçe merkezinde sizi, eşine benzerine rastlanmayacak mimaride
modern bir cami karşılıyor.
Görkemli yapı çevresi alışveriş merkezi olarak ilçenin
odak noktası olurken çevre düzenlemesi, yeşil saha ve
park alanları dikkat çekiyor.
Son yıllarda yapılmış olan saat kulesi ve onu aynı meydanda
oturup rahatça seyretme dinlenme imkânı sunan araba tekerlekli
estetik banklar göz okşuyor.
Meydandan sahil boyunca ilerliyor, kâh kağnı arabası tekerlekli
banklarda oturup balıkçı barınağını seyrediyor, kâh dalgakıran
üzerinde gezinti, yürüyüşlerine çıkarak Merkez Camii siluetli
Akçakoca'yı bir de denizden seyredebiliyorsunuz.
Sahil boyunca dikkat çeken bir başka özellik ise köylerde
mısır koçanlarını saklamak, depolamak için yapılmış ahşap
kulübelerin çeşitli örnekleri kafe olarak kullanılıyor
olması.
Etrafına açılan renk ahenk güneşlikler altında Karadeniz'in
sahil kesimini zevkle seyredip, serinleticilerini veya
çaylarını yudumlayanlar farklı bir yörede olduklarını
hissediyorlar.
|
Akçakoca'nın sahil boyunca uzanıp, kaliteli hizmet veren
restoran ve mola yerlerinin bulunduğu, asırlık çınarların
sıralandığı gölgeli cadde yazın turist yoğunluğunun artması
nedeniyle araç trafiğine kapatılıp gezinti ve yürüyüş
alanı olarak değerlendiriliyor.
İlçede
Osmangazi, Konuralp Bey, Akçakoca Bey, heykelleri dışında
çeşitli simgesel anıtlar, çiçek havuzları ve kent mobilyaları
görülüyor. Testilerden yapılmış bir kompleks, çiçekler
arasında çeşitli aslan, tavşan gibi hayvan figürleri,
fındık heykelleri, köylerde, kırsal alanlarda kullanılan
çeşitli tarım araçları, arabalar, balkon tırabzanları,
süslü köprücükler dikkat çekiyor. Bir zamanlar kumsal
olup yapılan düzenleme ile kıyısına set çekilen, iskele
yapılan balıkçı barınağı ise Karadeniz balıkçılarının
canlı renklere olan düşkünlüğünü yansıtırcasına liman
içini renklendiriyor.
Gün boyu barınağa giriş çıkış yapan tekneler, ağlarını,
onaran balıkçılar, Akçakoca'nın fotoğrafları çekmeye,
tablosunu yapmaya özendiriyor.
|
Sabahın erken saatlerinde güne başlayan Akçakoca'da sahil
bankalarından birine oturup limanı seyre koyulduğunuz
zaman balıkçılar, tekne reisleri hatta tüm liman içinde
çalışanların büyük bir dayanışma içinde yardımsever olduğunu
görüyorsunuz.
Eğer o gün denize bir tekne inecekse veya karaya çıkarılacaksa
her kez elinde ki işi bırakıp yardıma koşuyor.
Adeta tek vücut olan barınak halkı yaptığı küçük bir toplantıyla
iş bölümü yapıp başlıyorlar tekneyi kaydıracakları ağaç
gövdelerini getirmeye, tekne altına dizilen yuvarlak gövdeli
keresteler bir güzel yağlanıyor, tekne her iki yanından
kalın halatlar sıkıca bağlanıyor, o halatlar çarklı makineye
kilitleniyor.
Tekneyi
dik tutan, besleme görevli mertekler çekiliyor ve başlıyorlar
tek komutla yüklenmeye.
Tekne büyük, daha çok güç, el istiyor, düğümler zorlanıyor,
burundan kalaslarla kaldıraç yapılıyor. Karadeniz insanının
azmi, imanı karşısında daha fazla diretemeyen tekne, itiş
kakış ve güç gösterisi arasında sulara kavuşuyor.
Tabii bu kavuşma sırasında komutlar, sesler, espriler
birbirine karışıyor. "boş koy, haydaaa, bırak gelsin,
hoooppp, ip çözilıy, ip çözilıyyy!… Sahile açılan tüm
sokaklar, açık hava kahveleri, butikler, hediyelik eşya
dükkânları ile huzurlu bir çarşı görünümü sergilerken
biz Akçakoca merkezinden ayrılıyor ve Batıya doğru 3 km
yol alarak tarihi kaleye uzanıyoruz.
Tarihi Ceneviz Kalesi
Kalenin Batısı ve Doğusunda bulunan plajlar ve kale etrafında
bulunan çay bahçesi sayesinde kale hiç yalnızlık çekmiyor.
Konumu itibariyle yıl boyunca ziyaretçi akınına uğrayan
kale
moloz taşlarla bir burun üzerine inşa edilmiş.
Kesin kanıt olmamakla beraber Cenevizliler tarafından
yapıldığı söylenen kale günümüzde mesire yeri olarak kullanılıyor.
Gerçekte Selçuklulardan kalma olan, Osmanlılar tarafından
onarılmış, Cenevizlilere karşı kullanılmış diyenlerde
bulunuyor.
Giriş kapısı yanında bir kulesi olup, deniz tarafı duvarları
yıkılmış olan kale içinde bir su sarnıcı yer alıyor. Çevresinde
bulunan ağaçların her yıl biraz daha uzaması sonucu pek
fazla görünen kısmı kalmayan kalenin içi ise, denizi,
plajları tepeden görebilen bir tür seyir terası konumuna
sahip. Çeşitli kademelere yerleştirilmiş olan masalara
küçük patikalarla ulaşılıyor.
Yaz aylarının sıcağında serin hava ile denizden gelen
esintiyle, karayel rüzgârlarıyla serinleyip piknik yapabiliyorsunuz.
Kale girişinde alkollü içki satışının yasak olduğunu belirten
uyarı levhası da bulunuyor!
Kalenin eteğinde yer alan geniş otopark alanına araçlarını
park eden ziyaretçi ve piknikçiler gün boyu huzur içinde
kale atmosferini yaşayabiliyorlar.
Plajlar
Kalenin
sağı ve solunda iki küçük koy ve kumsallı plajlar yer
alıyor. "Yalıyarlar" olarak isimlendirilen plaj, baklava
misali kat kat dizilmiş kaya oluşumu ile dikkat çekiyor.
Kıyı boyunca yer alan mağaralar barındırması nedeniyle
fok kayaları olarak da adlandırılıyor. Diğer plaj ise
daha uzun kumsalı, sahile gelenlerin ihtiyaçlarını karşılayacak
üniteleri ile rağbet görüyor.
30 km lik kıyı bandına sahip Akçakoca da Martı, Tersane,
Bulaklı, Köy Hizmetleri, Değirmenağzı, Çınaraltı ve Çuhallı
Çarşı plajları ilçe merkezi içinde oluşları nedeniyle
daha fazla konuk ağırlarken, sakin yer arayanların tercihi
ise Çayağzı, Kumpınar, Akaya Köyü, Edilli Ağzı Plajı,
Melenağzı Köyü Plajı, Karaburun Köyü ve Plajları oluyor.
Sivil Mimari
Akçakoca merkezinden ve hastane arkasında bulunan rampadan
yukarı çıkarak bu defa Yukarı Yeni Mahalleyi geziyoruz.
Çoğunluğu iki katlı olan evlerde belirgin özellik sıvasız
cepheler dikkat çekiyor.
Ahşap karkaslar arasına kırmızı tuğla kullanımıyla duvarları
örülen evler, sokak çıkmaları, ahşap cumbaları, bahçe
içi konumları ve yerleşimleri ile beğeni toplarken aklınızı
çeliyor.
Öncelikle kafanızda daha tabloyu görür görmez bir beyin
fırtınası başlıyor.
Buranın Safranbolu'dan, Beypazarı'ndan, Mudurnu'dan, Taraklı'dan
eksiği yok fazlası var demeye başlıyorsunuz, sonra her
gördüğünüz ev başka projeler üretmenize neden olacak güzellikler
sergiliyor.
Bir defa kale içi evleri gibi içi içe yapılmamışlar, sonra
hepsi bahçeli ve içinde yaşayanların bakımı ve zevk sahibi
oluşları nedeniyle çiçekleri coşmuş. Belli ki evleri saran
asmalar, bahçelerden fışkıran orkideler, zambaklar, güller
ve ismini bilmediğim tüm çiçekler burada bulunmaktan memnun
ve mutlu.
Ahşap kapıları, el dokuma perdeleri, köyün temiz havası,
kokusu, sessizliği ve huzurlu oluşu, sakinlerin misafirperver
ve yakın davranışları. Ah şurada birkaç ev butik otel
olsa, şu bahçede oturup ağaç altında bir köy kahvaltısı
yapsam, kitabımı okusam, ne deniz ararım, ne kent hayatı
dedirtiyor.
Her turist gibi makinenizi boynunuza takıp başlıyorsunuz
ara sokaklara dolaşmaya. İçinizde yıllardır burada yaşamış
gibi bir kanıksama başlıyor. Bazen bir kapı tokmağı, bazen
çatı katına saklanmış minicik bir oda, bazen güler yüzlü
bir çocuk film sarfiyatınızı artırıyor.
Dallarında kırmızı küpe gibi sallanan meyveleriyle kiraz
ağaçlarını, yerlere dökülen ballı dutları ve birçoğu meçhul
akıbetini bekleyen terk edilmiş evleri gördükçe birbiri
ardına ahh çekiyorsunuz.
Denizden, uzak tatil yapılabileceğine kendinizi inandırıyorsunuz.
Yapılacak
tek şey bir yerden başlamak, önce bir tane örnek yapılsa
sonra arkası mutlaka gelecek bu mutluluk yayılacaktır
düşüncesiyle, aklınızı, gönlünüzü Yukarı Yeni Mahallede
bıraka bıraka ayrılıyorsunuz.
Buraya mutlaka tekrar geleceğim, sevdiğim birini getirip
ona da göstereceğim demek geliyor içinizden.
Akçakoca bittimi derseniz tabi ki hayır.
Şimdi Biraz daha çapı genişletiyor bir başka mesire alanı
olup içinden bir dere geçen anıtlaşmış çınar ağaçlarının
etrafı şemsiye gibi kapattığı, neredeyse güneşli bir alanın
kalmadığı Evliya Cami Mesire Yeri'ne. Mesire alanı içinde
dere kenarına konmuş bir değirmen paleti suyun hızıyla
dönüyor. Dere üstünde bir köprü, piknik masaları ahşap
terasları olan bir kır lokantası, oyun bahçesi, salıncaklar
falan filan.
Mesire alanının uzak köşesinde eski çağlarda darphane
olarak kullanılmış bir yapının kemerli odaları kalıntıları
yer alırken, bir başka uç köşede son yıllarda yapılmış
beton bir cami yer alıyor.
Caminin tam arkasında ise "Eskici Secaaddin Türbesi" bulunuyor.
Türbenin her iki başında bulunan işli mezar taşları arasında
uzun iki uzun ağaç gövdeleri boyunca gökyüzüne yükseliyor.
Mesire yerinin dini bölümü nedeniyle ziyaretcileri de
ortama uyum gösteriyorlar.
Yeşille mavinin içi içe geçtiği Akçakoca sahilleri genellikle
aşırı sıcaktan bunalanları ağırlarken, ilçede çeşitli
aktivitelere katılma, gezilip görülmeye değer, birçok
güzellik bulunuyor. İsteyenler orman içinde doğa yürüyüşleri
yapabiliyor veya mağaraları görebiliyor.
Karaburun
Köyü
Gözün alabildiğince uzanan geniş, bakir kumsallı plajlar,
gerisinde kamp alanları, ekonomik fiyatlı kır lokantaları,
gölgeli piknik alanları ilk dikkat çeken özellik olarak
görünüyor.
Bir zamanlar başta Alman turistler olmak üzere karavan
ve çadır turizmin en gözde tatil yerlerinden biri olan
Karaburun, günümüzde daha ziyade yerli turistlere hizmet
veriyor.
Köy meydanına gelince ortama çok çabuk alışıyor, her yeri
bir çırpıda görebiliyorsunuz. Uzun boylu ağaçlar altında
ki minik parkta dinlenme molası verirken, her iki yana
uzanan kumsal denize girenleri ağırlıyor. Açıklarda insana
dost yunus balıkları sırt yüzgeçlerini göstererek çeşitli
oyunlar yaparken ilgi odağı olup, sahillerin güvenli olduğu
konusunda mesaj veriyorlar.
Kıyıdan itibaren 100 metre boyunca sığ olan deniz, dalga
olsa bile yüzenleri olumsuz etkilemiyor. Geniş alanda
kamp yerleri, diskotek, bar, çay bahçesi, iki içkili,
bir içkisiz lokanta, gelişmiş olan ev pansiyonları ihtiyaçları
karşılamaya yetiyor.
Mayıs ayında başlayan mevsim Kasım ayına dek tatil izni
veriyor. Karaburun sahilinde denize paralel devam ettiğimiz
yolun sonunda Melenağzı Köyü ile karşılaşıyoruz. Büyük
Melen Çayı'nın denize kavuştuğu bu bölgede, balıkçı tekneleri
canlı renkleriyle, toprak renkli çaya renk katıp süslüyorlar.
Dokuz Değirmen köyünden başlayan rafting katılımcılarının
bitiş noktası olan Melenağzı mevkiinde bulunan köprü,
çayın her iki yanını ve çevreyi seyir için imkan verirken,
piknik yapmaya elverişli alanlar, pansiyon ve bahçeler
göz okşuyor.
Yöre halkı fındıkçılıkla uğraşıyor ve balıkçılıkla geçinenler
uygun yerlere bıraktıkları ağlara az da olsa kefal balıkları
doluyor.
Yaylalar, Şelaleler, Mağaralar, Köyler ve Sürprizler
Coğrafi
konumuna bakarsak Akçakoca kıyı bandının 15 km gerisinde
Güney'de ki dağlık sahaya doğru yükselen bir platoya yerleşmiş
olduğunu görüyoruz. Kaplandede, Orhan dağlarına doğru
yükselen arazi yapısı Doğu'da Kızıltepe vadisinde 1486
metreye kadar ulaşıyor.
Doğanın bonkör davrandığı yeşil orman denizi içinde yükselen
tepelere doğru, Akçakoca bünyesinde saklı güzellikleri
keşfe çıkıyoruz.
Yolumuz üzerinde bulunan Paşalar Köyü, Edilli köyü ve
diğer köylerdeki yaşanası güzellikteki evlerden ev beğeneceğiz,
foto safari yapacağız.
Aktaş Şelalesi
Melenağzı dönüşü Melen Çayı paralelinde ilerleyip önce
Uğurlu Köyüne, tipik evler, mısır saklanan bagenler arasından
bir Abaza köyü olan Esma Hanım Köyüne ulaşıyoruz.
Köy meydanında Melen Çayının bir kolu ile beslenen asırlık,
gösterişli, şık bir çınar ağacı yer alıyor. Diğer evlerden
farklı olarak ön taraflarında geniş bahçe bırakılmış olan
estetik Abaza köy evleri dikkat çekiyor. Oldukça yüksek
bir tepede yer alan Hemşin'den Melenin denize dökülüşünü
seyredip yola devam ettiğimizde Aktaş Köyüne varılıyor.
Araçtan inip bu defa Aktaş Şelalesinin dökülüşünü izlemek
üzere orman içine inen patikadan yürüyüş başlıyor.
Yol boyunca kaldirik ve kabalak bitkisiyle kaplı nem oranı
yüksek orman yolunda üç küçük köprü geçilerek dere paralelinde
ilerlerken kireç taşı gözenekli yapısıyla minik bir mağara,
yosun tutmuş kayalar, yüksek dallarından sarkan sarmaşıklarıyla
anıt ağaçlar, su sesine karışan görünmeyen orman kuşlarının
korosu, balta girmemiş Amazon Ormanlarında olduğunuz hissi
uyandırıyor.
Şelalenin dökülüş yerine ulaştığınız anda 40-50 metrelik
kambur bir kaya üzerinden gelen şelale suyu, dere olup
yoluna devam edişini görüyorsunuz.
Düz ve yüksek duvar görünümlü, doğal kayalardan oluşan
çevreniz bitkilerle kaplı gökyüzünü görmenize çok küçük
bir pencere bırakıyor. Şelalenin ışık aldığı saatlerin
11.00, 15.00 arası olduğunu anlıyor, kestane, meşe, kayın,
ardıç ağaçları, eğrelti otu, karayemiş, orman gülleri
eşliğinde dönüşe geçiyorsunuz. Enerjinizi ekonomik kullandıysanız
indiğiniz zorlu yokuştan tırmanıyor, soluğu girişte bulunan
çay ocaklı barakada alıyorsunuz.
Çay bahçesi olarak hizmet veren kulübede tost benzeri
yiyecekler, köy kahvaltı çeşitleri, Robinson hayatı yaşamak
isteyenler için kamp sahası da bulunuyor. Medeniyetten
uzak kalacak olanlar için, pat pat aracıyla kamp sahasına
çıkmak isteyenler Rasim Aydın'ı 0535 789 03 54 no lu telefondan
arıyorlar.
450 rakımlı Derebaşı çadır yerinden önce yeşil bir orman
denizi, Akçakoca sahilleri, Alaplı, Zonguldak Ereğlisi,
Karadeniz görülüyor. Rasim, bölgeye gelenlere rehberlik
yapıyor, şelalenin üzerinde ki kademelerde yer alan göllere
götürüyor, sarkıt dikitlerle süslü mağarayı gösteriyor,
trekking yapmaya doyuruyor. Aktaş'dan ayrılıp bir başka
şelale olan Sarıyayla'ya giderken yol kenarında bir su
dikkat çekiyor.
Kız Kayası Suyu
Yükselen
bir duvar görünümlü dik kayayı yosun sarmış. Yosunlar
çimen yeşili renk tonlarında kendilerini okşayacak sevecek
elleri bekler gibi duruyor, farklı bitki dokusu arasından
dökülen damlalarla için için ağlıyormuş izlenimi yaratıyor.
Kız Kayası Suyu olarak anılmasının nedeni ise yörede yaşayan
ve evlenme çağına gelmiş kızların hayırlı bir koca bulmak
için dilekte bulunduğu yer olarak inanılıp, suyundan içilmesi,
ziyaret edilmesi. Yolun devamında Cingirt Mahallesi köy
fırınlı üç katlı doğal evleri ile şirin görünüyor.
Şiirsel güzellikteki yayla köyleri bir biri ardına geçilirken
yolumuz üzerinde Hemşin Köyü'nde vadide saklı bir ahşap
cami ile karşılaşıyoruz.
Merkez Eski Cami sık görünen bir tür malzemeden değil,
hiç çivi kullanılmadan, birbirine geçme tekniği ile yapılmış,
tamamında kestane ağacı kullanılmış.
130
yıldan fazla mazisi olan caminin minaresi, hutbesi, duvarları
her yeri ahşap.
Tavanlar el emeği oyma nakış gibi işlenmiş. Tabanı taş,
mihrap bile taşa oyularak yapılmış. Restorasyon çalışmaları
ödenek yokluğu nedeniyle ağır aksak yürüyor, şimdilik
çürümüş olan minare, basamaklar, çatı onarılmış.
Aktaş ve Sarıyayla Şelalesi Yolunda Pat Pat Safari
Akçakoca merkezden çevre yoluna çıkıyor Cumayeri mesire
ayrımında sağa yönelerek 4 km sonra Arabacı Köyüne geliyoruz.
Yol burada da ikiye ayrılıyor sağ yol Aktaş şelalesine
soldaki yol Sarıyayla şelalesine çıkıyor.
Yerli bir Türk köyü olan Koçullu Köyü içinden geçerek
tırmanmaya başlıyoruz. Akçakoca içme suyu arıtma tesisleri
yanından yol devam ediyor. 12. km bulunan Sarıyayla Şelalesi
yolu asfalt olarak devam ediyor 1000 rakım yüksekliğe
ulaşıyor.
Bir yayla köyü olan Sarıyayla sakinleri yöreye bahar aylarında
çıkıyor kışın iniyorlar. Burada dizili ahşap evler geçildikten
500 metre sonra Şelaleye yürüyüş yapmak isteyenler için
Çamlı geçit iniş patikası bulunuyor.
Bu yolu trekking parkuru olarak değerlendirmek isteyen
doğaseverler şelale yazan küçük tabelayı kaçırmamalılar.
Yola araçla devam edenler, köprüden sonra sola şelaleye,
sağdan devam edenler orman içi minik çağlayanlara ve mesire
yerlerine gidebiliyorlar. Dere yatağında doğal alabalıklardan
yakalama küçük mağaraları görme, çağlayan altında duş
yapma imkânı bulunuyor. Şemsiye kadar geniş yapraklı kabalak
bitkileri, sarı, mor kır çiçekleri süslüyor. Yerlerde
kırmızı boncuklar gibi görünüp, kendi başına yetişen hormonsuz,
dağ çilekleri yürüyüşünüzü renklendirip ağzınızı tatlandırıyor.
Yüksek tepelerde Haziran ayında yavrulamaya gelen doğan,
şahin gibi kuşların uçuşları görülüyor.
Şelaleye Pat Pat safari
Sarıyayla Köyü Yatakyeri Mahallesinden Şelale yatağına,
köylüler son yılların müthiş icadı pat pat ile indiriyorlar.
Fındık bahçeleri arasında süren yolculuk ilginç olduğu
kadar zevkli bir yolculuk yapmanızı sağlıyor. Bir defa
bu pat pat denilen icat biri geri, üçü takviye sekiz vitesli
son derece kullanışlı bir araç.
Neler
yapıyor demektense neler yapmıyor sorusuna cevap vermek
daha kolay.
En zorlu koşullarda, en dik yokuşları inip çıkıyor, römork
takılıyor, direksiyonlu ve gidonlu modelleri var, farlarıyla
önünü aydınlatıp gecede çalışabiliyor,
10-15 kişi taşıyor, düz yolda 80 km hız yapabiliyor, isteyenler
kasanın üstüne branda takıp kışında kullanıyor.
Ürünleri taşıyor, odun kesiyor, tarla sürüyor, çapa yapıyor.
Bitmedi ilaçlama, sulama da yapıyor. 12 beygir gücündeki
kar tipi lastik kullanan pat patlarların arka tekerine
zincir (kilit) takınca, 4x4 muamelesi görüyor.
Tek kusuru plakası olmadığı için şehir içine giremiyor.
Bu yasakları gösteren "pat pat mecburi istikamet", "pat
pat girmez" gibi uyarı tabelalarına kent içinde rastlanıyor.
Kasalı pat patlar 7 bin liraya kapışılıyor.
Köylüler pat patlar için "Bizi hamallıktan kurtardı, ayağımız
yerden kesti" diyorlar, haksız da değiller.
Pat patları anlattıktan sonra, pat patlı rehber Şerif
Çetin'in 0537 329 14 58 no lu numarasına bir telefon ediyorsunuz,
sizi, ailenizi veya arkadaş grubunuzu alıp şelaleyi gezdiriyor.
Sarıyayla
köy muhtarı Hüseyin Baykan ile gitmek isterseniz bu defa
0536 550 97 13 veya 0(380) 623 32 30 no lu ev telefonuyla
randevulaşıyorsunuz.
Geziniz boyunca güvenliği bozacak, huzuru kaçıracak, sıkıntı
yaratacak hiçbir şeyle karşılaşmıyorsunuz. Çıkışta tadını
neredeyse unuttuğumuz halis ve soğuk köy ayranları bardaklarınıza
dolduruluyor.
Yaşanması gereken maceralı yolculuktan mutlu ayrılıyorsunuz.
Yayla Evleri
Gerek yayla evlerinde, köy evlerinde, gerekse bağ evlerinde
Karadeniz insanının ince zevki görülüyor. Gösterişten
uzak, amaca uygun, ihtiyaca göre şekillenen evler genellikle
iki katlı, fakat zeminin uygunluğuna göre üç katlı olanlara
da rastlanıyor.
Neredeyse
tamamında bagen denilip depo olarak kullanılan yerle teması
kesilmiş kulübeler bulunuyor.
Evlerin yapımında kullanılan kereste seçimine önem verilmiş,
bilhassa dayanıklı oluşları nedeniyle kestane ağacı kullanılmış.
100 yaşına merdiven dayamış evlerin yapımı sırasında keresteler
doğal bir fırınlanma çeşidi olan ve ağacın acı suyunu
bırakması için kar altına yatırılmış.
Bir iki yıl boyunca kar altında kalan kerestelere kar
suyu ile dayanıklılık kazandırılıyor daha sonra güneş
altında dönme, çatlama yapmıyor.
Evin içine ahşap kokusu salarak evi yaşanılır hale getirip,
uzun ömürlü olmasını sağlıyor.
Fakıllı Mağarası
Akçakoca'nın Fakıllı Köyünde bulunan Fakıllı Mağarasına
gitmek için Çuhallı çarşısından, itfaiye ve cezaevi güzergâhını
takip ederek çevre yolu köprüsü altından geçerek köy merkezine
ulaşılıyor.
Cami yanından ilerleyip kahveyi geçince aracı bırakıp
sağ yokuşu gösteren amatör tabela doğrultusunda iniyorsunuz.
Mağara girişinde sağ üst bölümde mağarayı aydınlatan şalter
bulunuyor.
Bunu
yakıp 15 metrelik bir girişin ardından ıslak hatta su
akan engebeli zeminde yürüyor, eğiliyor, bazen de ördek
yürüyüşü yaparak galeriden galeriye geçiyorsunuz.
150 metresi gezilen mağarada bulunan sarkıt ve dikit oluşumlarıyla
hayranlık topluyor.
Beyaz oda denilen sütunların, bulunduğu oluşumlar ilgi
çekiyor. 1500 metre gezi galerisi olup tamamı gezilemeyen
mağaranın ilgililerin ilgisine ihtiyacı olduğu görülüyor!
Mağarada astım problemi olanlar için bir bank bulunuyor.
Buradaki nemli havayı bir süre teneffüs edenler mağara
dışına çıktıklarında solunum rahatlığı kazanıyorlar.
Çekim yapacak olanlar flaş ve sehpa getirmeliler. Alçak
yerlerde başınızı vurmamaya, ıslak taşlarda kayıp düşmemeye
dikkat etmeliler.
Akçakoca'ya yakınlığı, şifalı suyu, yöresel köy ürünleri
ile ünlü "Şifalı Su Orman İçi Dinlenme Yeri" Akçakoca
geziniz boyunca bir başka uğrak yeriniz olabilir. (Geniş
bilgi için Ne Yenir sayfasına
bakınız)
Düzce Akçakoca yolu üzerinde bulunan Konuralp, gidiş veya
dönüşünüzde görebileceğiniz antik tiyatrosu, atlı kapısı,
müzesi, evleri ise bir başka alternatifiniz. (Konuralp
için lütfen Düzce'yi
tıklayınız)
Tarihi
Bölgede yapılan kazılar sonucu bulunan antik eserler M.Ö.
1200 yıllarında Trakya yolu ile Anadolu'ya geçen Trak
Kabilelerine ait olduğu tahmin ediliyor. Romalılar ve
Bizanslılar döneminde Diapolis adını taşıyan Akçakoca
XIII. Asırda IV. ncü Haçlı seferleri sırasında Cenevizlilerin
eline geçmiş.
Osmanlıların Anadolu'ya gelmeleri ile başlayan dönemde
ve Türklerin akınlarına dayanamayan Ceneviz ve Bizanslılar
yöreyi terk etmek zorunda kalmışlar. Akçakoca'nın zapt
edilmesi 1323 yılında Orhangazi'nin komutanlarından Akçakoca
Bey tarafından gerçekleştirilmiş.
1692'ye kadar Bolu sancak beyliğine bağlı bir voyvodalık
halinde idare edilen Akçakoca 23 Haziran 1934 tarihinde
ilçe olmuş. |